NAZİAT 42 / 46 |
يَسْأَلُونَكَ
عَنِ
السَّاعَةِ
أَيَّانَ مُرْسَاهَا {42} فِيمَ
أَنتَ مِن
ذِكْرَاهَا {43}
إِلَى رَبِّكَ
مُنتَهَاهَا
{44} إِنَّمَا
أَنتَ
مُنذِرُ مَن
يَخْشَاهَا {45}
كَأَنَّهُمْ
يَوْمَ
يَرَوْنَهَا
لَمْ
يَلْبَثُوا
إِلَّا
عَشِيَّةً أَوْ
ضُحَاهَا {46} |
42. Sana
kıyamet hakkında, onun ne zaman demir atacağını sorarlar.
43. Sen
nerede, ona dair bilgi vermek nerede?
44. Ona dair
nihai bilgi, ancak Rabbine aittir.
45. Sen,
ancak ondan korkacakları korkutursun.
46.
Onların onu görecekleri gün, (günün) bir akşamından veya kuşluğundan başka
durmamışlar gibi gelecek onlara.
''Sana kıyamet hakkında,
onun ne zaman demir atacağını, sorarlar'' buyruğu hakkında İbn Abbas dedi ki:
Mekke müşrikleri Resülullah (s.a.v.)'e alay olmak üzere: Kıyamet ne zaman
gerçekleşecektir? diye sordular, Yüce Allah da bu ayeti indirdi.
Urve b. ez-Zübeyr, Yüce
Allah'ın: "Sen nerede. ona dair bilgi vermek nerede" buyruğu hakkında
şunları söyledi: Peygamber (s.a.v.)'e kıyametin ne zaman kopacağına dair soru
sorup duruyordu. Nihayet şu: "Ona dair nihai bilgi ancak Rabbine
aittir" ayeti nazil oldu.
"Demir atması"
kopması anlamındadır. el-Ferra dedi ki: "Demir atması" geminin
demirlemesi gibi, kopması demektir. Ebu Ubeyde: Onun nihai hali demektir.
Geminin demir atacağı yer, vardığı son yerdir. Bu İbn Abbas'ın da görüşüdür.
er-Rabi' b. Enes: Ne zaman
gerçekleşecektir? diye açıklamıştır. Anlamlar birbirine yakındır. Buna dair
açıklamalar daha önceden el-A"raf Suresi'nde (187. ayetin tefsirinde)
geçmiş bulunmaktadır.
el-Hasen'den rivayete
göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet ancak Rabbinin
gazablanacağı bir gazab dolayısıyla kopacaktır."
"Sen nerede, ona
dair bilgi vermek nerede?" Yani ey Muhammed, kıyametten söz etmek ve onun
hakkında soru sormak ile senin ne ilgin var? Ona dair soru sormak senin işin
değildir.
ez-Zühri'nin, Urve b.
ez-Zübeyr'den yaptığı rivayetin anlamı da budur. O. şöyle demiştir: Peygamber
(s.a.v.) Yüce Allah'ın: "Sen nerede, ona dair bilgi vermek nerede? Ona
dair nihai bilgi" yani onun bilgisinin varacağı son yer "Rabbine
aittir" buyruğu inene kadar, kıyametin ne zaman kopacağını sorup
duruyordu. Sanki Peygamber (s.a.v.)'e bu hususta çokça soru sorulunca, o da
Allah'tan buna dair kendisine bilgi vermesini istemiş de ona: Hayır, sorma!
Çünkü bu hususta senin herhangi bir bilgin olamaz, denilmiş gibidir.
Müşriklerin peygambere
bu hususta soru sormaları böylelikle reddedilmiş ve tepkiyle karşılanmış olması
da mümkündür. Yani buna dair bilgi sahibi olmak senin, işin değildir ki; bunu
açıklamanı sana sorsunlar ve sen bu bilgiyi bilen kimselerden değilsin, Bu anlamdaki
açıklama, İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir.
"Bilgi vermek"
burada zikretmek (anmak, hatırlatmak) anlamındadır.
"Ona dair nihai
bilgi" onun bilgisinin varacağı son yer, demek olur. Kıyamete dair bilgi
O'ndan başkasının yanında asla bulunmaz, Bu da Yüce Allah'ın: "De ki: Onun
ilmi ancak Allah'ın nezdindedir" (A'raf, 187) buyruğu ile; "Saatin
ilmi ancak Allah'ın indindedir," (Lukman, 34) buyruklarına benzemektedir.
"Sen ancak ondan
korkanları korkutursun." Böylelerinin korkutucususun demektir. Burada
korkutmanın (inzarın) " korkanlara (huşyet sahiblerine)" tahsis
edilmesi -herbir mükellefi uyarıp, korkutucu olmakla birlikte- bununla
yararlananların onlar oluşundan dolayıdır, Bu da Yüce Allah'ın: "Sen ancak
zikre uyan ve gayb ile Rahmandan kalbinden saygı duyarak korkan kimseleri
uyarırsın" (Yasin, 11) buyruğunu andırmaktadır.
"Korkutursun"
anlamı verilen lafız, genel olarak (...) şeklinde izafet ile ve daha hafif
olması istendiğinden tenvinsiz olarak okunmuştur, yoksa bunun aslı tenvinli
gelmesidir. Çünkü bu, gelecek anlamını ifade etmek içindir. Ancak mazi anlamını
ifade edecekse tenvinli okunmaz.
el-Ferra dedi ki: Burada
tenvin de caizdir, tenvinsiz gelmesi de caizdir. Yüce Allah'ın: ''...Emrini
yerine getirendir" (Talak, 3) buyruğunun:
(...) ile (...)
şekillerinde; "Kafirlerin düzenini zayıflatandır" (Enfal. 18)
buyruğunun; (...) ile (...) şekillerinde okunması gibi. Bununla birlikte
aslolan tenvinli gelmesidir. Ebu Cafer, Şeybe, el-A'rec, İbn Muhaysin, Humeyd
ve Ebu Amr'dan rivayetle: Ayyaş, tenvinli olarak; (...) diye okumuşlardır ve bu
durumda nasb mahallinde olur. Manası da: Senin uyarıp, korkutmandan, kıyametten
korkan kimseler, ancak faydalanabilir, şeklindedir.
Ebu Ali de şöyle
demiştir: Burada izafetin maziye olması da mümkündür. "Dün Zeyd'e
vuran" gibi. Çünkü Peygamber, uyarıp korkutmayı gerçekleştirmiştir. Zira
ayet-i kerime, kıyamet ve ahiret halleri maddi olarak hissedilen şeyler
değildir. O haller ancak ruhun -maddi olanın dışında- rahat duyması ya da acı
duymasıdır, diyen kimselerin kanaatlerini red etmekte ve onlara cevap
vermektedir.
"Onların onu"
kafirlerin kıyameti "görecekleri gün" dünyalarında "bir"
günün "akşamından" bir akşam vakti kadarından "veya
kuşluğundan" yahut o akşamdan sonra gelen bir kuşluk vakti kadarından
"başka durmamışlar gibi gelecek onlara." Buyruktan maksat, dünya
süresinin azlığına dikkat çekmektir. Nitekim Yüce Allah, bir başka yerde:
" ... sanki yalnızca bir gündüzün bir saati kadar kalmışlar gibi gelecek
onlara" (el-Ahkaf, 35) diye buyurmaktadır.
ed-Dahhak, İbn Abbas'tan
şöyle dediğini rivayet etmiştir: Onlar kıyameti görecekleri gün, sadece bir gün
kalmışlar gibi gelecek onlara.
Şöyle de açıklanmıştır:
Kabirlerinde; "bir akşamdan veya kuşluğundan başka durmamışlar gibi
gelecek onlara." Çünkü onlar, görecekleri dehşetlerden ötürü kabirlerinde
kaldıkları süreyi çok kısa bulacaklar.
el-Ferra dedi ki: Bir
kimse: Akşamın kuşluğu olur mu, diye sorabilir. Çünkü kuşluk ancak gündüzün ilk
vakitlerindedir. Fakat burada "kuşluk" akşama izafe edilmiştir. Bu da
Arapların adetinde bu vaktin içinde bulunduğu gün(e nisbet edilir.) Onlar şöyle
derler: "Ben sana sabah veya onun (o sabahın) akşamı geleceğim" ve:
"Sana akşam ya da onun (o akşamın) sabahı geleceğim" denir. Bu
durumda "akşam" günün son bölümü anlamında; "sabah" da
günün başı anlamındadır. (el-Ferra) dedi ki: Ukayloğullarından birisi de bana
şu mısraları okudu: "Biz Amir (oğulları)na sabahleyin yurtlarında baskın
yaptık. Çıplak atlarımızIa günün iki tarafında koşarak Ayın akşam vakti
(doğması) ya da kaybolması zamanında"
Şair burada, hilalin
akşam vakti doğması ya da akşam vakti gözükmemesi zamanlarını kastetmiştir. Bu
tabir; "Sana sabahleyin ya da onun akşamı geleceğim" ifadesinden daha
doğrudur.
(en-Naziat Süresi'nin
tefsiri burada sona ermektedir. Allah'a hamd olsun).
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN