ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

NAZİAT

1

/

14

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ وَالنَّازِعَاتِ غَرْقاً {1} وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطاً {2} وَالسَّابِحَاتِ سَبْحاً {3} فَالسَّابِقَاتِ سَبْقاً {4} فَالْمُدَبِّرَاتِ أَمْراً {5} يَوْمَ تَرْجُفُ الرَّاجِفَةُ {6} تَتْبَعُهَا الرَّادِفَةُ {7} قُلُوبٌ يَوْمَئِذٍ وَاجِفَةٌ {8} أَبْصَارُهَا خَاشِعَةٌ {9} يَقُولُونَ أَئِنَّا لَمَرْدُودُونَ فِي الْحَافِرَةِ {10} أَئِذَا كُنَّا عِظَاماً نَّخِرَةً {11} قَالُوا تِلْكَ إِذاً كَرَّةٌ خَاسِرَةٌ {12} فَإِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ {13} فَإِذَا هُم بِالسَّاهِرَةِ {14}

 

1. Andolsun şiddetle söküp çıkaranlara,

2. Yumuşaklıkla çıkaranlara,

3. Dalıp, yüzenlere,

4. Alelacele koşanlara,

5. Herbir işi yürütmekle görevlilere ...

6. O gün, sarsan, sarsacak,

7. Arkasından onu Radife izleyecek.

8. O gün, titreyecek kalbler vardır;

9. Gözleri zilletle bakacaktır.

10. "Biz, sahiden biz mi tekrar hayata döndürüleceğiz?" derler.

11. "Çürümüş, dağılmış kemikler olduktan sonra mı?"

12. "Böyle ise bu, ziyanlı bir dönüştür" dediler.

13. Halbuki o, ancak bir tek haykırıştır.

14. Ansızın hepsi toprağın üzerinde, dipdiri çıkıverirler.

 

"Andolsun şiddetle söküp çıkaranlara" buyruğundan itibaren Yüce Allah, sözünü ettiği bu hususlarla kıyametin gerçek olduğuna yemin etmektedir.

 

"Söküp çıkaranlar", kafirlerin ruhlarını şiddetle söküp çıkaran meleklerdir. Bu açıklamayı Ali (r.a) yapmıştır. İbn Mesud, İbn Abbas, Mesruk ve Mücahid de böyle demişlerdir: Bunlar Adem oğullarının canlarını şiddetle söküp çıkartan meleklerdir.

 

İbn Mesud dedi ki: Bu buyrukla kafirlerin canlarını kastetmektedir. Ölüm meleği, cesetlerinden herbir kılın altından, tırnakların altından, ayakların dibinden tıpkı bir demir çubuğunun nemli yünden çekilip çıkartılması gibi, kafirlerin canlarını, cesetlerinden öylece çıkartır. Sonra bunu tekrar sokar, yani o canlarını bedenlerine geri döndürür, sonra tekrar söküp çıkarır. İşte kafirlere yapacağı uygulama böyle olacaktır. İbn Abbas da böyle açıklamıştır.

 

Said b. Cübeyr dedi ki: önce ruhları alınır, sonra tekrar batırılır. sonra yakılır, sonra da cehennem ateşine atılır.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Kafir, kendi canını vücudundan sökülüp alınması halinde adeta batıyormuş gibi görür.

 

es-Süddi dedi ki: "Andolsun ... söküp çıkaranlara" buyruğu ile kastedilen, göğüslerde boğulma zamanındaki canlar yani "nefisler" dir. Mücahid: Maksat canların çıkmasını sağlayan ölümdür.

 

el-Hasen ve Katade: Bunlar bir ufuktan öbür ufuğa giden yıldızlardır. Bu da Arapların: ''Ona gitti" tabirlerinden yahutta: ''Atlar koştu" ifadelerinden alınmıştır. ''Şiddetle" lafzı da batar "kaybolur ve bir ufuktan öbür ufuğa gidip doğar" demektir. Ebu Ubeyde, İbn Keysan ve el-Ahfeş de böyle açıklamıştır.

 

"Söküp, çıkaranlar"ın ok atan yaylar olduğu da söylenmiştir ki; bu açıklamayı Ata ve İkrime yapmıştır. "Şiddetlice" ise batırarak (yerleştirerek) anlamındadır. Okun yayda batırılması ise alabildiğine geriye doğru demir ucuna ulaşıncaya kadar gerilmesi demektir. "(Oku) yayda batırdı" tabiri onu gerebildiği kadar gerdi, anlamındadır. Bu da yayın, okun yerleştirildiği kısmının, okun ucuna kadar ulaşması ile olur. (Aynı kökten gelen) "istiğrak" da bir şeyi tam anlamıyla kapatmak ve kuşatmak demektir. Yumurtanın içerdeki zarına da -aynı kökten gelmek üzere-; (...) denilir.

Maksadın ok atan gaziler olduğu da söylenmiştir.

 

Derim ki: Bu ve bundan bir önceki görüş aynıdır. Çünkü yaylara yemin edildiği takdirde maksat, büyüklüklerine dikkat çekmek maksadı ile ok atanlardır. Bu da Yüce Allah'ın: "Andolsun harıl harıl koşan atlara" (Adiyat, 1) buyruğunu andırmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Burada "iğrak: şiddetle sökup çıkarmak" ile çıkarmakta en ileri dereceye varmayı kastetmiştir ki; bu da bu lafzın bütün tevil şekilleri hakkında uygun bir açıklamadır.

 

Kastedilenin otlaklardan uzaklaşıp, kaçan yabani hayvanlar olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı Yahya b, Sellam nakletmiştir. "Şiddetlice" lafzı ise, uzaklaşmakta oldukça ileri gitmek demek olur.

 

"Yumuşaklıkla çıkaranlara" buyruğu hakkında İbn Abbas dedi ki: Bununla mü'minin nefsini yumuşak bir şekilde; devenin ayağındaki bukağının çözülmesi gibi kolaylıkla alan melekleri kastetmektedir. Bu görüş; el-Ferra'dan da nakledilmiş olup, ayrıca şöyle demiştir: Benim Araplardan duyduğum onların: "Kolaylıkla serbest bırakıldı, çıkarıldı" ile: "Sanki bağı çözülmüş gibi oldu (rahatladı)" diye tabirler kullanmaları şeklindedir. (Devenin) bağlanmasını anlatan "rabt" ile "neşt" aynı şeylerdir. "Rabıt" ile "naşit" aynı anlamdadır. Devenin ön ayağının iple bağlanmasını anlatmak üzere; (...) denilir. Bu işi yapan kimseye: (...) denilir. Bu bağ çözülecek olursa; ''O devenin bağını çözdüm" denilir, bu işi yapana da; (...) denilir.

 

Yine, İbn Abbas'tan şöyle dediği nakledilmiştir. Bunlar, ölüm esnasında (bedenden) dışarıya çıkmak için sevinen, müminlerin canlarıdır. Çünkü ölüm halinde olan herbir mü'mine ölmeden önce mutlaka cennet gösterilir. Orada, Allah'ın kendisi için hazırlamış olduğu eşlerini ve Huru'l-inden zevcelerini görür. Hepsi de onu oraya davet ederler. O bakımdan canı çıkıp da onlara gitmek üzere şevk duyar.

 

Yine ondan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bununla okun üzerinde bağlanan özel sinirlerin (kirişin) şiddetle çekilmesi gibi çekilen, kafirlerle münafıkların canlarını kastetmektedir. Yay kirişlerinin yapımında kullanılan sinire -harekeli olarak- (...) denilir. Bunun tekili: (...)dir. Aynı kökten olmak üzere: ''O, siniri okun ve yayın üzerine bağladı" denilir. ''Süratle, hızlıca çekmek" anlamındadır. Uçkur düğümü gibi çekilmesi halinde kolaylıkla çözülen düğüme: (...) denilmesi buradan gelmektedir. Ebu Zeyd dedi ki: ''İpe düğüm attım, atıyorum" denilir. ''Onu çözdüm" demektir. ''Çözülünceye kadar ipi uzattım" demektir.

 

el-Ferra şöyle demektedir: ''Düğüm çözüldü"; "İpi ellerine bağladı" demektir.

 

el-Leys dedi ki: "Onu bir ve iki düğüm ile sağlamlaştırdım, bağladım" demektir. "Düğümünü çektim o da çözüldü" demektir, Yine o şöyle demiştir: (...) nin, (...) anlamında iki ayrı söyleyiş olduğu da söylenir.

 

İşte buna binaen İbn Abbas'ın ilk olarak zikredilen görüşü doğru bir açıklama olur. Yine ondan (İbn Abbas'tan) gelen rivayete göre; "Yumuşaklıkla çıkaranlar (en-naşiat)" nerede olursa olsun, Allah'ın emrini yerine getirmek üzere şevkle gidip gelen melekler demektir. Hem ondan hem Ali (r.a)'dan şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: Bunlar deri ile tırnaklar arasından kafirlerin canlarını şiddetlice, hızlıca çekip alan meleklerdir ve sonunda onların canlarını iç taraflarından gam ve keder ile hızlıca çekerler, tıpkı yünün demir çubuktan kurtarılması gibi canları çıkarılır.

 

Bu lafız da "şiddetlice çekmek" anlamında: (...)'den gelir. ''Kovayı çektim, çekiyorum" denilir. el-Esmai şöyle demiştir: "Dibi derin olmadığı için kovanın bir defa çekiş ile yukarı çıkarıldığı kuyu" demektir. Bir kaç defa çekilmedikçe kovası çıkarılmayan kuyuya da: (...) denilir.

 

Mücahid dedi ki: Bu, insanın canını çekip çıkaran ölümdür. es-Süddi: Canların, ayaklardan çekilmeye başlamasıdır.

 

Bir diğer görüşe göre "şiddetle söküp çıkaranlar," gazilerin elleri ya da onların canlarıdır. Bunlar okları yerlerine yerleştirmek suretiyle yaylarını çekerler (gererler), At ve develerin kaçmasın diye bağlandıkları iplerin çekilip çözülmesini anlatmak için de bu isim (naziat) kullanılır.

 

ikrime ve Ata dedi ki: Bunlar okları geri doğru çeken iplerdir (yay kirişleridir). Yine Ata, Katade, el-Hasen'den ve el-Ahfeş'den şöyle dedikleri nakledilmiştir: Bunlar bir ufuktan diğerine gidip gelen yıldızlardır, es-Sıhah'ta da böyle denilmiştir. 

 

"Yumuşaklıkla çıkaranlara" bir beldeden diğerine giden bir öküz gibi, bir burçtan öbürüne geçen yıldızlar demektir. Kederler de kişiyi alıp götürürler. Himyan b. Kuhafe de şöyle demiştir:

 

"Kederlerim artık beni bir beldeden bir diğerine alıp gidiyor Kimi zaman beni Şam'a götürüyor, kimi zaman Vasıt'a alıp gidiyor."

 

Ebu Ubeyde ve Ata şöyle demişlerdir: ''Yumuşaklıkla çıkaranlar" bir beldeden diğerine geçen yabani hayvanlar demektir. Nitekim kederler de insanları bir beldeden diğerine alıp götürür. Daha sonra da Himyan'ın az önce geçen beytini zikretmektedir.

 

"Şiddetle söküp çıkaranlar" buyruğunun kafirler; "yumuşaklıkla çıkaranlar" buyruğunun mü'minler hakkında olduğu da söylenmiştir. Yani melekler mü'minin ruhunu yumuşak bir şekilde alır. "Nez'" şiddetle çekmek "neşt" de yumuşaklıkla çekmek demektir.

 

Her ikisinin de kafirler hakkında olduğu ve bunlardan sonraki iki ayetin dünyadan ayrılış halinde mü'minler hakkında olduğu da söylenmiştir.

 

"Dalıp yüzenlere" buyruğu hakkında Ali (r.a) dedi ki: Bunlar, mü'minlerin canlarını alıp yüzen meleklerdir. el-Kelbi dedi ki: Bunlar, kimi zaman suya gömülen, kimi zaman üstüne çıkan yüzücü kimse gibi mü'minlerin canlarını alan meleklerdir. Onların canlarını kolay bir şekilde ve incitmeksizin usul usul çekerler. Sonra dinleninceye kadar onu bırakırlar.

 

Mücahid ve Ebu Salih dedi ki: Bunlar, Yüce Allah'ın emrini çabucak yerine getirmek için semadan inen meleklerdir. Nitekim hızlıca yürüyen asil ata, çabucak ve hızlıca koşacak olursa "sabih: yüzücü" denilir. Yine Mücahid'den şöyle dediği nakledilmiştir: Melekler inişlerinde ve yükselişlerinde yüzerler. Yine ondan nakledildiğine göre, "yüzenler" Adem oğullarının ruhlarında yüzen ölümdür. Bunların, gazilerin atları olduğu da söylenmiştir. Antere şöyle demiştir: "Ve atlar bilirler, ölüm havuzlarında Alabildiğine yüzdüklerinde."

 

İmruu'l-Kays da şöyle demiştir: "Hızlıca koşan atlar (yorgunluktan) yavaşça yürüyüp Sert zeminlerde bile toz çıkardıklarında; benim bu atım hızlıca koşup gider."

 

Katade ve el-Hasen: Bunlar yörüngelerinde yüzen yıldızlar demektir, demiştir. Güneş ve ay da böyledir. Yüce Allah da şöyle buyurmuştur: "Hepsi de birer yörüngede yüzerler." (Yasin, 40)

 

Ata, sözü edilenler suda yüzen gemilerdir, demiştir. İbn Abbas da şöyle demiştir: "Yüzenler" çıktıkları vakit Yüce Allah'a ve onun rahmetine kavuşmayaşevk duyarak yüzen mü'minlerin ruhlarıdır.

 

"Alelacele koşanlara" buyruğu hakkında Ali (r.a) dedi ki: Bunlar, vahyi, peygamberlere şeytanlardan önce ulaştıran meleklerdir. Mesruk ve Mücahid de böyle demişlerdir. Yine Mücahid ile Ebu Ravk'dan nakledildiğine göre; bunlar hayır ve salih amel işlemekte Adem oğlunu geçen meleklerdir.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Bu melekler, Ademoğlunu salih amel hususunda ileri geçerek hemen onu yazıverirler. Yine Mücahid'den insanı geçip geride bırakan ölümdür, dediği nakledilmiştir.

 

Mukatil: Mü'minlerin canlarını alelacele cennete ulaştıran meleklerdir, demiştir. İbn Mesud da şöyle demiştir: Bunlar, kendi ruhlarını kabzeden melekleri gördüklerinde, karşılaştıkları sevindirici haller sebebiyle Yüce Allah'a ve O'nun rahmetine kavuşmak şevki ile meleklere hızlıca koşuşan mü'minlerin canlarıdır. Benzer bir açıklama er-Rabi'den nakledilmiştir. O şöyle demiştir: ölüm halinde çıkmakta acele eden canlardır.

 

Katade, el-Hasen ve Ma'mer de şöyle demiştir: Bunlar aldıkları yol itibariyle kimisi diğerini geçen yıldızlardır.

 

Ata: Cihada çabucak koşan atlardır, diye açıklamıştır. Bir başka açıklama da şöyledir: "İleri geçenler"in cennete ya da cehenneme bedenlerden önce giden ruhlar olma ihtimali de vardır. Bu açıklamayı el-Maverdı yapmıştır.

 

el-Cürcani de şöyle demiştir: "Alelacele koşanlara" buyruğunda "fe" getirilmesi ikinci kelimenin bir önceki kelime ile aynı kökten gelmesinden dolayıdır ki: "Ve yüzüp alelacele gidip çabuk ulaşanlara" anlamındadır. Nitekim: "Kalktı da gitti" denilir. Bu ifadede kalkmanın gidişin sebebi olması gerekir. Eğer: ''Kalktı ve gitti" denilecek olursa kalkmak gidişe sebeb olmaz.

 

"Her işi yürütmekle görevlilere" buyruğu ile ilgili olarak el-Kuşeyri: Müfessirler kastedilenlerin melekler olduğunu ittifakla kabul etmişlerdir, demektedir.

 

el-Maverdi dedi ki: Bu hususta iki görüş vardır. Birincisine göre, bunlar meleklerdir. Bu cumhurun (büyük çoğunluğun) görüşüdür. İkinci görüşe göre, bunlar yedi gezegendir. Bu görüşü de Halid b. Ma'dan, Muaz b. Cebel'den, nakletmektedir. Gezegenlerin işleri(nin) yürüt(ül)mesi (tedbiri) de iki şekilde açıklanmıştır. Bu açıklamanın birincisine göre, bunların doğuş ve batışIarının düzenlenmesidir. İkinci görüşe göre, bunların tedbiri, Yüce Allah'ın onlar hakkında hükmettiği hallerin değişmesi, demektir.

 

Yine el-Kuşeyrı de bu görüşü Tefsir'inde nakletmiş ve Yüce Allah'ın, alemin işlerinin yürütülmesiyle ilgili pek çok hususu yıldızların hareketlerine bağlı olarak gerçekleştirdiğini, bundan dolayı işlerin yürütülmesi (tedbiri) Allah'tan olsa bile, tedbir yıldızlara izafe edilmiştir. Tıpkı bir şeyin kendisine yakın olan bir diğer şeyin adı ile adlandırılması gibi.

İşleri yürütenler'den maksadın melekler olduğu görüşüne göre, onların işleri yürütmesi, helal ve haram hükümleri ile bunlara dair açıklayıcı hükümleri indirmeleridir. Bu açıklamayı İbn Abbas, Katade ve başkaları yapmıştır. Bu da, esası itibariyle Yüce Allah'a ait bir iştir; fakat bu emirleri indirenler melekler olduğundan dolayı bu iş onlara izafe edilmiş bulunmaktadır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onu Ruhu'l-emin indirdi." (eş-Şuara, 193) Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Muhakkak ki o, onu Allah'ın izniyle kalbine ... indirmiştir." (el-Bakara, 97) Bununla Cebrail (a.s)'ı, Muhammed (s.a.v.)'ın kalbine indirdiği kastedilmektedir. Onu indiren ise Yüce Allah'tır,

 

Ata, İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Herbir işi yürütmekle görevlilere" buyruğu şu demektir: Melekler; rüzgarlar, yağmurlar ve daha başka yeryüzünün çeşitli hallerini yürütmekle görevlendirilmişlerdir. Abdu'r-Rahman b. Sabat dedi ki: Dünya işlerinin yürütülmesi dört meleğe verilmiştir. Cebrail, Mikail ve adı Azrail olan "ölüm meleği" ile İsrafil'dir. Cebrail rüzgarlarla ve (yerin ve göklerin görünmeyen) orduları ile görevlidir. Mikail yağmur ve bitki ile görevlidir. Ölüm meleği karada ve denizde canları almakla görevlidir. İsrafil ise onların üzerine gerekli emirleri indirir. Melekler arasında İsrafil'den daha yakın kimse yoktur. Onun ile Arş arasında beşyüz yıllık mesafe vardır.

Bir diğer görüşe göre, onlar Allah'ın kendilerine tarif ettiği birtakım işleri görmekle görevlendirilmişlerdir.

 

Surenin başından buraya kadar, Yüce Allah'ın kendilerine yemin ettiği hususlar Zikredilmektedir. Yüce Allah, yarattıklarından dilediğine yemin edebilir. Ancak bizim Yüce Allah'ın adından başkası ile yemin etmek hakkımız yoktur.

 

Yeminin cevabı hazfedilmiştir. Sanki Yüce Allah, şöyle buyurmuş gibidir: Andolsun şiddetle söküp çıkaranlara, şuna ve şuna ki, siz mutlaka öldükten sonra diriltilecek ve hesaba çekileceksinizdir. Bunun (yeminin cevabının) hazfedilmesinin sebebi ise, dinleyenlerin manayı bilmeleridir. Bu açıklamayı elFerra yapmıştır. Buna da Yüce Allah'ın: "Çürümüş, dağılmış kemikler olduktan sonra mı" buyruğu delil teşkil etmektedir. Bunun onların: "çürümüş, dağılmış kemikler olduktan sonra mı" diriltileceğiz? sözlerine bir cevab gibi olduğu görünmüyor mu? Bundan dolayı Yüce Allah "çürümüş, dağılmış kemikler olduktan sonra mı?" diye buyurmakla yetinmiştir.

 

Kimileri de şöyle demiştir: Yemin, Yüce Allah'ın: "Şüphe yok ki bunda korkan kimseler için elbette bir ibret vardır." (26. ayet) buyruğu için yapılmıştır. Tirmizi b. Ali'nin tercih ettiği görüş budur. Yani Benim anlatmış olduğum kıyamet günü ve Musa ve Firavun'un kıssasında "korkan kimseler için elbette bir ibret vardır" demektir.

 

Fakat İbnu'I-Enbari'nin söylediklerine göre yeminin surede açık ve görünür bir şekilde anılmış bir hususa yapılması, daha önce kendisinden sözedilmemiş bir şeye yapılmasından daha uygundur. Çünkü bu, çirkin bir şekil olur, zira her ikisi. arasında geçen ifadeler oldukça uzamış bulunmaktadır.

 

Yeminin cevabının: "Musa'nın haberi geldi mi sana" 05. ayet) buyruğu olduğu da söylenmiştir. Çünkü: ... gelmiş bulunmaktadır demektir. "O gün sarsan sarsacak" buyruğunun: "Elbetteki o gün sarsacak" takdiri ile cevabı teşkil ettiği ve "lam" harfinin hazfedildiği de söylenmiştir.

 

Bir diğer açıklamaya göre, buyruklarda takdim ve tehir vardır. İfade: O gün sarsan sarsacak, arkasından onu Radife izleyecek. Andolsun şiddetle söküp çıkaranlara ... takdirindedir.

 

es-Sicistanı dedi ki: Bunun takdim ve tehir türünden olması mümkündür.

Sanki: "Ansızın hepsi toprağın üzerinde dipdiri çıkıverirler. Andolsun şiddetle söküp çıkaranlara ... , buyrulmuş gibidir.

 

İbnu'l-Enbari: Bu yanlıştır demiştir. Çünkü (14.) ayetin başına gelen "fe" harfi ile söze başlanılmaz. En uygunu birinci açıklama şeklidir.

 

Yine. denildiği ne göre, yemin, cehennemliklerin kalblerinin titremesi, gözlerinin zilletle bakmasınadır. ''O günde sarsan sarsacak" buyruğundaki "gün" lafzı bu anlama binaen nasb ile gelmiştir. Ancak yemin bunun hakkında da değildir.

 

ez-Zeccac dedi ki: Buyruk, sarsanın sarsacağı günde titreyecek kalpler vardır demektir.

Bu "zikret" takdiri ile nasbedildiği de söylenmiştir.

 

''Sarsacak" buyruğu "sarsılan" demektir. "Sarsan" da: "Kendisi sarsılan" demektir. Bu açıklamayı Abdurrahman b. Zeyd yapmıştır ve. şöyle demiştir: Bu da yeryüzüdür.

"Radife" de kıyamettir.

 

Mücahid ise: "Sarsan" (kıyamet)in zelzelesi, sarsıntısıdır, demiştir. "Arkasından onu Radife izleyecek"den kasıt da (birinci) üfürüştür. Yine ondan, İbn Abbas, el-Hasen ve Katade'den bu ikisinin iki çığlık, yani iki üfürüştür, dedikleri nakledilmiştir. Birinci üfürüşte, Yüce Allah'ın izniyle herkes ölecek, ikincisinde ise Yüce Allah'ın izniyle herkes diriltilecektir.

Hadis-i şerifte Peygamber (s.a.v.)'ın: "İkisi arasında kırk yıl vardır" diye buyurduğu varid olmuştur.

 

Yine Mücahid şöyle demiştir: "Radife" semanın çatlayacağı, yerin ve dağların kaldırılıp bir defa silkeleneceği zaman olacaktır ki; bu da zelzele (kıyamet sarsıntısın)dan sonradır.

"Sarsan"ın yeryüzünü sarsacağı "Radife"nin ise bütün arzları yok edecek bir diğer sarsıntı olduğu da söylenmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Sur'a üfürülmesine dair yeterli açıklamalar daha önceden en-NemI Suresi'nde (87-90. ayetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

"Sarsma, sarsılma"nın asıl anlamı hareket etmektir. Yüce Allah da: ''O günde yer sarsılır." (el-Müzzemmil, 14) diye buyurmuştur. Ancak buradaki: "recfe: sarsıntı" sadece hareket etmek anlamından gelmemektedir. Bu, Arapların "Gök gürledi, gürler, gürlemek" ifadelerinden gelmektedir ki, hem sesi, hem hareketi ortaya çıktı, anlamındadır. Sesler birbirine karıştıp insanlar dalıp gittikleri için asılsız ve uydurma haber ve dedikodulara; (...) adının verilmesi de buradan gelmek'tedir. Şair de şöyle demiştir: "Ey kınamanın oğlu, sen beni asılsız dedikodularla mı tehdit ediyorsun? Ve zannederim asılsız dedikodularda bayağılık ve güçsüzlük saklıdır."

 

Ubey b. Ka'b'dan rivayete göre Rasülullah (s.a.v.) gecenin dörtte biri geçti mi kalkar, sonra şöyle buyururdu; "Ey insanlar! Allah'ı anınız. Çünkü o sarsan gelmiştir, arkasından onu Radife izleyecektir. Ölüm, muhtevasındaki şeylerle birlikte gelmiş bulunmaktadır.''

 

"O gün titreyecek" İbn Abbas ve genel olarak bütün müfessirlere göre, korkan ve titreyen "kalpler vardır." es-Süddi: Yerlerinden kopup gidecek kalpler, diye açıklamıştır, Bunun bir benzeri Yüce Allah'ın: "O vakit kalpler gam ve kederle dolu olarak gırtlaklara kadar gelip dayanacaktır." (elMu'min, 18) buyruğudur.

 

el-Müerric: Huzursuz ve kararsız, yerinde durmayıp çalkanıp duran (kalbler) diye açıklamıştır. el-Müberred, çalkanan, hareket edip duran diye açıklamıştır. Manalar birbirlerine yakındır. Maksat, kafirlerin kalpleridir.

 

"Kalb çalkalanıp durdu, çalkalanır" denilir. -Vezin ve anlam itibariyle-: (...) demeye benzer. Koşmaları sırasında atın ve devenin hareketlerini (tarzlarını) anlatmak üzere kullanılan (...) de buradan gelmektedir. (...) ise "bineğin hızlıca yürümesini sağlamak" demektir. şair de şöyle demiştir: "önceleri geviş getiriyorlarken bu sefer hırıltıları çıkmaya başladı Uzunca nefes alıyorlarken hızlıca yürümeye başladılar."

 

"kalbler," mübteda olarak merfudur. "Titreyecek" anlamındaki lafız da onun sıfatıdır. "Gözleri zilletlebakacaktır" ifadesi de onun haberidir. Yüce Allah'ın: "Mü'min bir köle elbette müşrik bir erkekten daha hayırlıdır." (el-Bakara, 221) buyruğunda olduğu gibi.

"Zilletle bakacak" lafzı göreceklerinin dehşetinden ötürü kırık ve zelil düşmüş olacaklar, demektir. Bunun bir benzeri de Yüce Allah'ın: "Gözleri önlerine eğilmiş, kendilerini de bir zillet kaplamış olarak" (Nun, 13) buyruğudur. Buyruk; "o kimselerin gözleri" anlamında olup muzaf hazfedilmiştir.

 

"Biz, sahiden biz mi tekrar hayata döndürüleceğiz? derler." Yani öldükten sonra dirilmeyi yalanlayıp, inkar eden bu kimselere, sizler öldükten sonra diriltileceksiniz, denildiğinde inkar ve hayret ile: Biz, öldükten sonra tekrar işin başına döndürülecek ve ölümden önceki halimiz gibi yeniden diriltilmiş mi olacağız? derler. Bu da onların söyleyecekleri belirtilen: " ... Biz mi yeniden yaratılıp, diriltileceğiz?" (İsra, 49) buyruğuna benzemektedir.

 

(...) ile (...) denilirki "geldiği yere geri döndü" demektir. Bu açıklamayı Katade yapmıştır. İbnu'I-Arabi de şu beyiti zikretmektedir: "Benim saçlarım dökülüp, ağardıktan sonra mı eski halime döneyim? Böyle bir beyinsizlikten ve utançtan Allah'a sığınırım."

 

Şair şunu demek istiyor: Ben, saçlarım ağardıktan ve döküldükten sonra, o gençlik dönemlerindeki kadınlar hakkında söylenmiş gazellere ve onlara meyletme haline mi geri dönecek mişim?

 

"Geldiği yola geri döndü" denilir. Arapların bir meselinde de: (...) denilir ki; Yakub bunu "tenkit ilk söylenen söz ile birlikte gelir" diye açıklamıştır, "O kimseler, daha önceden ilk karşılaştıkları yerde birbirleriyle çarpıştılar" denilir. (...) lafzının, "dünya" anlamında olduğu da söylenmiştir. Bizler, tekrar dünyaya geri döndürülecek, önceden olduğu gibi hayat mı bulacağızı demek olur. şair de şöyle demiştir: "Bilin ki sizi unutmamaya yemin ettim ben, Tekrar insanlar dünyaya geri döndürülmedikçe."

 

Bu lafzın, insanların kabirlerinin kendisinde kazıldığı yer, anlamında olduğu da söylenmiştir. Buna göre bu lafız: ''Kazılmış olan" anlamındadır. Nitekim Yüce Allah'ın: "Atılıp, dökülen bir sudan" (Tarık, 6) buyruğu ile: "Hoşnud olan bir yaşayış" (Karia, 7) buyrukları da bu türdendir, Yani bizler, kabirlerimize diri olarak mı geri döndürüleceğiz? Bu açıklamayı Mücahid, el-Halil ve el-Ferra yapmıştır.

 

Yeryüzüne "el-hafira" adının veriliş sebebinin "el-havafir" (diye bilinen tırnaklıların) karargahı oluşundan dolayıdır. Tıpkı (ayak demek olan) "kadem"in, -yerin üzerinde olduğu için- "arz" diye adlandırılması gibi. Bizler, ölümden sonra tekrar dünyaya geri dönüp ayaklarımız üzerinde, orada yürüyecek miyiz, demek olur.

 

İbn Zeyd: el-Hafira cehennem ateşi demektir, demiş ve: "Böyle ise bu ziyanlı bir dönüştür" buyruğunu okumuştur.

 

Mukatil ve Zeyd b. Eslem de şöyle demişlerdir: Bu cehennem ateşinin isimlerindendir. İbn Abbas dedi ki: el-Hafira Arap dilinde "dünya" demektir.

 

Ebu Hayve bu kelimeyi "elif"siz olarak (...) diye (...)'ın medsizi olarak okumuştur. Bu şeklin, barındırdığı ölülerin cesetleri dolayısı ile kokuşmuş yer, anlamında olduğu söylenmiştir ki; bu da Arapların içten ve dıştan kir tabakası oluşmuş bir kimsenin dişleri hakkında kullanılan: (...) tabirinden gelmektedir. Nitekim kökleri bozulmuş olan dişler hakkında kullanılan: "Diş köklerinde çürüme vardır, çürümüştür, çürümektedir" denilir. Tıpkı (...) gibidir. Esedoğulları da harekeli olarak: (...) derler. Mazi fiil olarak: (...) diye kullanırlar. "Yoruldu, yorulmak" gibi. Ancak bu, iki söyleyişin kötü olanıdır. Bu açıklamayı (el-Cevheri) es-Sıhah'ta yapmıştır.

 

"çürümüş, dağılmış kemikler" çürüyüp gitmiş ve darmadağın olmuş kemikler "olduktan sonra mı?"

 

"Kemik çürüyüp, dağıldı" denilir. "Çürüyüş, dağılmış kemikler" denilir. Medineli, Mekkeli, Şamlı ve Basralıların çoğunluğu da böyle okumuştur. Ebu Ubeyd de bunu tercih etmİştir. Çünkü bizler "kemikler"in sözkonusu edildiği nakledilen rivayetlere baktığımızda bunlarda bu lafzın "elif'siz olarak kullanıldığını ve "elif"li olarak kullanılmadığını tesbit etmiş bulunuyoruz.

 

Ebu Amr ile oğlu Abdullah, İbn Abbas, İbn Mesud, İbn ez-Zübeyr, Hamza, el-Kisai ve Ebu Bekr ise "elif"li olarak: (...) diye okumuşlardır. el-Ferra, et-Taberi, Ebu Muaz en-Nahvi -ayet sonlarına uygunluğu dolayısıyla- bu okuvuşu tercih etmişlerdir.

 

es-Sıhah'da şöyle denilmektedir: (...) diye nitelendirilen kemikler, içine rüzgarın girip, sonra da çıktığı ve çıkarken de ses verdiği kemiklerdir. "Orada hiçbir kimse yoktur" denilir. Bu açıklamayı Yakub, el-Bahili'den nakletmiştir. Ebu Amr b. el-Ala dedi ki: "Henüz çürümemiş ancak mutlaka çürüyecek olan kemikler" demektir. "İçi boşaltılmış" anlamındadır.

 

Bunların aynı anlamda iki ayrı söyleyiş oldukları da söylenmiştir. Nitekim Araplar: "O şeyin içi boşaldı" derler. "Onun içi boştur" anlamında da: (...) ile (...) derler. Tıpkı: "Tamah etti" deyip (...) ile (...)'in "o tamahkirdır" anlamında olması ile; (...) ve (...)'in "sakınan, tedbirli olan" anlamında (...) ile (...)'in "cimri" anlamında, (...) ile (...)'in: "geniş, rahat" anlamında olması gibi. şair de şöyle demiştir: "Daha önce iri yarı olan yaşlı bir kimse orada Çürümüş bacakları üzerinde yürümeye başlar."

 

Bazı açıklamalarda "elif'"li: "Çürümüş''; İçinden rüzgarın geçtiği" anlamında -birincisinin tam aksine- olduğu da belirtilmektedir. Şair şöyle demiştir: "Artık ben çürümüş kemikler haline geldikten sonra.''"

 

Kimileri de şöyle demiştir: "Elif"li olarak: "Etrafı yenilmiş (çürümüş) ve ortası kalmış olan kemikler"; "Büsbütün telef olup gitmiş olanlar" demektir. Mücahid dedi ki: "Elifsiz (...): Un ufak hale gelmiş" anlamındadır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bir yığın kemik ve ufalanmış toprak ... " (el-İsra, 49) diye buyurmaktadır. "Nun" harfi ötreli olarak; "Rüzgarın şiddetle esmesi" demektir. Yine hem bu şekli, hem de; (...) -hümeze gibi- "atın, eşeğin ve domuzun burnunun ön tarafı" demektir. "Burnu kırıldı" anlamındadır.

 

"Böyle ise bu ziyanlı bir dönüştür." Hüsrana götüren yalan ve batıl bir dönüştür "dediler." Yani böyle bir şey olmayacaktır. Bu açıklamayı el-Hasen ve başkaları yapmıştır. er-Rabi b. Enes: Onu yalanlayan kimseler aleyhine "ziyanlı" dır diye açıklamıştır. Bu bir hüsran dönüşüdür, diye de açıklanmıştır. Yani bu şekilde döndürülecekler, hüsranda olacaklardır. Nitekim "karlı bir ticaret" denildiği zaman, sahibi kar etmiş, ticaret demektir. Elbette sonunda cehennem ateşine dönmeyi gerektirecek bir dönüşden daha ziyanlı hiçbir şey olmaz. Katade ve Muhammed b. Ka'b dedi ki: Eğer bizler ölümden sonra tekrar diri olarak döndürülecek olursak, hiç şüphesiz cehennem ateşine götürülmek üzere toplanmış olacağız. Onların böyle demelerinin sebebi cehennem ateşi ile tehdit edilmiş olmalarıdır.

 

"Geri dönüş" demektir.'' (...): Onu geri döndürdü" denildiği gibi, "O bizzat geri döndü" de denilir. Bu şekilde fiil hem müteaddidir, hem değildir. "Kerre" bir defa (dönmek) demektir ki; çoğulu da (...) diye gelir.

 

"Halbuki o, ancak bir tek haykırıştır." Buyruğunda Yüce Allah, öldükten sonra diriltmenin kendisi için ne kadar kolayolduğunu sözkonusu ederek: "Halbuki o, ancak bir tek haykırıştır" diye buyurmaktadır.

 

ed-Dahhak'ın kendisinden rivayetine göre, İbn Abbas: Tek bir üfürüştür, demiştir.

 

"Ansızın hepsi" bütün yaratıklar "toprağın" daha önce içinde oldukları halde yerin "üzerinde dipdiri çıkıverirler."

 

el-Ferra dedi ki: Ona bu ismin (sahire)nin veriliş sebebi, canlı varlıkların uyumalarının ve uyku.suz kalmalarının orada olduğundan dolayıdır. Araplar geniş düzlüğü ve yeryüzünü "sahire" diye: "Uyku.suz kalınma özelliğine sahib" anlamında kullanırlar. Çünkü orada, ondan korkularak uyku.suz kalınır. Böylelikle sahib olduğu bir niteliği ile onu nitelendirmiş olmaktadırlar. İbn Abbas ve diğer müfessirler, Ümeyye b. Ebi's-Salt'ın şu beyitini delil göstermişlerdir: "Orada uykusuz kalınan (varlığın) eti ve bir de deniz vardır Onların ağızlarını açıp söyledikleri herşey onlara ebediyyen verilecektir."

 

Bir başka şair de zükar gününde atına şöyle seslenmiştir: "Ey Mehac ilerle! Nihayet onlar güzel ok atıcılarıdır Sakın yerinden kopmuş bir ayak, seni korkuya düşürmesin. Senin sonunda varacağın, geniş bir düzlüğün toprağıdır, Ondan sonra ise gelecek olan da ölümdür. Ve sen çürümüş kemikler haline geldikten sonra."

 

es-Sıhah'ta şöyle denilmektedir: Denildi ki: ''Yerin gölgesi" demektir. Bu da yerin yüzü anlamındadır. Yüce Allah'ın: "Ansızın hepsi, toprağın üzerinde dipdiri çıkıverirler" buyruğu da bu kabildendir. Ebu Kebir el-Hüzeli dedi ki: "Onlar öyle bir yer düzlüğüne dönerler ki; sanki onun henüz yeni bitmiş bitkileri de Oldukça olgunlaşmış bitkileri de tıpkı karanlık gecenin karanlığı gibidir."

 

(...)'in "tutulduğu zaman ayın içine girdiği kılıfı andıran bir şey olduğuda söylenmiş ve Umeyye b. Ebi's-Salt"ın da şu mısraını zikretmişlerdir: "Kimi zaman kınına sokulan, kimi zaman çekilen bir ay ve tutulduğu zaman içine girdiği kılıf.."

 

Bir başka şairin bir kadını nitelendiren şu beyitini de zikrederler: "Sanki o bulmaya çalışanın yanındaki bir altın ve gümüş damarıdır, Yahutta tutulması esnasında içinde bulunduğu kılıftan çıkan bir ay parçası gibidir,"

 

(...)'in "beyaz bitkisiz yer" olduğu da söylenmiştir.

 

ed-Dahhak, İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: O, üzerinde Allah'a asla isyan edilmemiş ve o sırada yaratacağı gümüşten bir yerdir. Bir diğer açıklamaya göre, Yüce Allah'ın, kıyamet gününde, yeniden yaratacağı bir yerdir. Bunun yedinci arzın adı olduğu da söylenmiştir. Kıyamet gününde, Yüce Allah, onu getirecek ve yaratıkları onun üzerinde hesaba çekecektir, Bu da yerin bir başka yere dönüştürüleceği zamandır.

 

es-Sevri dedi ki: Bu Şam topraklarının adıdır. Vehb b. Münebbih: Beytu'l-Makdis'in dağıdır, demiştir. Osman b, Ebi'l-Atike de şöyle demiştir: Bu Şam'da muayyen olan bir yerin mekan adıdır. Bu da Eriha dağı ile Hassan dağı arasındaki düzlük kayalıktır ki; Allah bunu dilediği şekilde uzatacaktır.

 

Katade dedi ki: Bu cehennemin adıdır. Yani bu kafirler ansızın kendilerini cehennemin içerisinde bulacaklardır. Ona bu ismin veriliş sebebi, onların o vakit, onun üzerinde uyumayacaklarından dolayıdır.

 

Bunun, cehennemin kıyısındaki dümdüz alan, anlamında olduğu da söylenmiştir. Yani onlar, kıyamet arzında durdurulacaklar ve işte o vakit uykusuzluk sürüp gidecektir, Dümdüz, beyaz yer, arz anlamında olduğu da söylenmiştir. Ona bu ismin veriliş sebebi, serabın böyle bir yerde akıp gitmesinden dolayıdır. Bu da akan pınar anlamına gelen: (...) tahirlerinden alınmıştır. Bunun Zıttı: "Uyuyan ..." denilir. el-Eş'as b, Kays dedi ki: "Ve dümdüz bir yer ki; ben oraya yüzümü örtmüş geldiğim, Serabın da dört bir yanını bürüdüğü bir yer."

 

Yahut, böyle bir yerden yürüyen kimse, ölür gider, korkusu ile uyumadığından dolayı (böyle bir yere) bu isim verilmiş de olabilir .

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Naziat 15-26

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR