NEBE 37 / 40 |
رَبِّ
السَّمَاوَاتِ
وَالْأَرْضِ
وَمَا بَيْنَهُمَا
الرحْمَنِ
لَا
يَمْلِكُونَ مِنْهُ
خِطَاباً {37}
يَوْمَ
يَقُومُ
الرُّوحُ
وَالْمَلَائِكَةُ
صَفّاً لَّا
يَتَكَلَّمُونَ إِلَّا مَنْ
أَذِنَ لَهُ
الرحْمَنُ
وَقَالَ
صَوَاباً {38}
ذَلِكَ
الْيَوْمُ
الْحَقُّ فَمَن شَاء
اتَّخَذَ
إِلَى
رَبِّهِ
مَآباً {39} إِنَّا
أَنذَرْنَاكُمْ
عَذَاباً
قَرِيباً
يَوْمَ يَنظُرُ
الْمَرْءُ
مَا
قَدَّمَتْ
يَدَاهُ
وَيَقُولُ
الْكَافِرُ
يَا
لَيْتَنِي
كُنتُ
تُرَاباً {40} |
37.
"Göklerin, yerin ve onların arasında bulunanların Rabbi Rahman'dan. "
Onun huzurunda söz söylemeye kimsenin gücü yetmez.
38. O gün,
Ruh ve melekler, saf olup ayakta duracaklar. Rahman'ın izin verdiği kimseden
başkaları konuşmazlar ve doğru söylerler.
39. İşte
bu, o hak gündür. O halde dileyen Rabbine bir dönüş yolu edinsin.
40.
Çünkü gerçekten Biz, sizi yakın bir azab ile uyarıp korkuttuk. O günde kişi iki
elinin önden yolladığına bakacak ve kafir: "Ah! Keşke ben de toprak
olsaydım" diyecek.
"Göklerin, yerin ve
onların arasında bulunanların Rabbi Rahman'dan" buyruğundaki:
''Rabbi" lafzını İbn Mesud, Nafi', Ebu Amr, İbn Kesir, Yakub'dan rivayetle
Zeyd, Asım'dan rivayetle el-Mufaddal, mübteda olarak ref' ile: (...) diye;
haberi de: ''Rahman" olmak üzere okumuşlardır. Yahutta O, göklerin
Rabbidir .. , anlamında olur. "Rahman" da ikinci mübteda olur.
İbn Amir, Yakub ve İbn
Muhaysın ise her iki lafzı da (yani Rab ve Rahman lafızlarını) cer ile
(kesreli) ve Yüce Allah'ın: "Rabbinden ... " buyruğuna sıfat olarak
okumuşlardır, Bu göklerin ", Rabbi olan ve Rahman olan senin Rabbinden ..
, bir mükafat olmak üzere ... demek olur.
İbn Abbas, Asım, Hamza
ve el-Kisai de; "Göklerin ... Rabbinden" diye sıfat olarak mecrur
(kesreli) buna karşılık; ''Rahman" lafzını da mübteda olarak merfu
okumuşlardır ki; o rahmandır demek olur. Bunu Ebu Ubeyd tercih etmiş olup şöyle
demiştir: En uygun okuyuş şekli budur. "Rab" lafzı daha önce geçen
"Rabbinden" lafzına yakınlığı dolayısıyla cer ile okunur ve bu
durumda ona sıfat olur. "Rahman" lafzı ise ondan uzak olduğundan
ötürü mübteda olarak ref ile okunur, onun haberi de "onun huzurunda söz
söylemeye kimsenin gücü yetmez" buyruğu olur. Yani onlar O'na ancak
kendilerine izin verdiği hususta soru sorabilirler.
el-Kisai dedi ki:
"O'nun huzurunda söz söylemeye" O'nun izni bulunmaksızın şefaatte
bulunmaya "kimsenin gücü yetmez.''
"Söz söyleme
(hitab)"ın söz anlamında olduğu da söylenmiştir. Yani onlar O, izin
vermeksizin Yüce Rabbe hitab edemeyeceklerdir. Buna delil de: "Allah'ın
izni olmaksızın hiçbir kimse söz söyleyemez. "(Hud, 105) buyruğudur.
Yüce Allah'ın:
"O'nun huzurunda söz söylemeye kimsenin gücü yetmez" buyruğu ile
kafirleri kastettiği de söylenmiştir. Mü'minler ise şefaat edeceklerdir.
Derim ki: Onların şefaat
etmeleri de Allah'ın kendilerine izin vermesinden sonra olacaktır. Çünkü Yüce
Allah: "O'nun izni olmaksızın nezdinde kim şefaat edebilir"
(el-Bakara, 225) diye buyurduğu gibi; bir başka yerde de:
"O günde Rahmanın
izin vereceği ve sözünden razı olacağı kimseninki müstesna, şefaatin hiçbir
faydası olmayacaktır" (Ta-Ha, 109) diye buyurmaktadır.
"O gün, Ruh ve
melekler saf olup ayakta duracaklar" buyruğundaki: "O gün" lafzı
zarf olarak nasbedilmiştir. Yani O'nun huzurunda söz söylemeye kimsenin gücünün
yetmeyeceği gün olan, o gün, Ruh ve melekler saf olup, ayakta duracaklar.
"Ruh"un
mahiyeti hakkında sekiz ayrı görüş ileri sürülmüştür.
1. O, meleklerden bir
melektir. İbn Abbas dedi ki: Yüce Allah, Arştan sonra ondan daha büyük bir
varlık yaratmış değildir. Kıyamet gününde kendisi tek başına bir saf olarak
duracak, diğer melekler de bir saf halinde duracaklardır. Onun yaratılışının azameti
diğer meleklerin safları gibi olacaktır.
Buna yakın bir görüş de
İbn Mesud'dan nakledilmiştir. O, şöyle demiştir: Ruh; yedi semadan, yedi arzdan
ve dağlardan daha büyük bir melektir. O dördüncü sema tarafındadır. Her gün,
Yüce Allah'ı onikibin defa tesbih etmektedir. Allah herbir tesbihten bir melek
yaratır. Kıyamet gününde kendisi tek başına bir saf olarak sair melekler ise
bir diğer saf olarak, geleceklerdir.
2. "Ruh",
Cebrail (a.s)'dır. Bunu eş-Şa'bi, ed-Dahhak ve Said b. Cübeyr ifade etmişlerdir.
İbn Abbas'tan da şöyle dediği rivayet edilmektedir: Arşın sağ tarafında nurdan
bir nehir vardır. Yedi sema, yedi arz, yedi deniz gibidir. Cebrail, o ırmağa
her gün seher vakti girip yıkanır. Nuruna nur katılır, güzelliğine güzellik,
azametine azamet. Sonra silkinir, Allah onun tüylerinden düşen herbir damladan
yetmişbin melek yaratır. Her gün bunların yetmişbin tanesi de
el-Beytu'l-Ma'mur'a, diğer yetmişbin tanesi de Ka'be'ye girer ve kıyamet gününe
kadar tekrar oralara geri dönmezler.
Vehb dedi ki: Cebrail
(a.s) bütün eklemleri titrer bir halde, Allah'ın huzurunda durmaktadır. Allah,
herbir titreyişten yüzbin melek yaratır. Bütün melekler, Yüce Allah'ın
huzurunda başlarını öne eğmiş olarak saflar halindedir. Allah, onlara konuşma
iznini verdiğinde: Senden başka hiçbir ilah yoktur, derler. İşte Yüce Allah'ın:
"O gün, Ruh ve melekler saf olup ayakta duracaklar. Rahmanın izin verdiği
kimseden başkaları konuşmazlar." buyruğu bunu anlatmaktadır. İşte "ve
doğru söylerler" buyruğu da "senden başka hiçbir ilah yoktur"
sözlerine işaret etmektedir.
3. İbn Abbas'tan gelen
rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ruh, bu ayet-i
kerimede Yüce Allah'ın ordularından bir ordudur. Bunlar melek değildirler,
başları, elleri ve ayakları vardır, yerler ve içerler." Daha sonra:
"O gün, ruh ve melekler saf olup ayakta duracaklar" buyruğunu okudu.
İşte bunlar bir ordu, diğerleri de bir ordudur. Bu, Ebu Salih ve Mücahid'in de
görüşüdür. Buna göre, onlar insanlar gibi olmakla birlikte; insan olmayan Adem
oğulları suretinde bir tür yaratıktırlar.
4. Bunlar meleklerin en
şereflileridir. Bu açıklamayı da Mukatil b. Hayyan yapmıştır.
5. Bunlar meleklerin
üzerindeki bekçilerdir. Bu açıklamayı da İbn Ebi Necih yapmıştır.
6. Bunlar Adem oğullarıdır.
el-Hasen ve Katade böyle demiştir. Buna göre buyruk ruh sahibi varlıklar ...
anlamında olur. el-Avfi ve el-Kurazi şöyle demişlerdir: Bu İbn Abbas'ın
gizleyip açıklamadığı hususlardandır. O dedi ki: Ruh, Allah'ın Ademoğulları
suretinde var ettiği yaratıklardandır. Semadan inen herbir melek ile birlikte,
mutlaka o ruhtan birisi vardır.
7. Bunlar Adem
oğullarının ruhları olup, bu ruhlar bir saf olarak ayağa kalkacaklar;
meleklerde bir saf olarak duracaklardır. Bu ise, ruhlar cesetlere geri döndürülmeden
önce İki nefha (Sura iki üfürüş) arasında olacaktır. Bu açıklamayı da Atiyye
(el-Avfi) yapmıştır.
B. Ruh, Kur'an-ı
Kerim'dir. Bu Zeyd b. Eslem'in görüşüdik O (delil olmak üzere): "Sana da
böylece emrimizden bir ruh vahyettik." (eş-Şura, 52) buyruğunu okumuştur.
''Saf olup" buyruğu
bir mastardır, yani saflar halinde ayakta dikileceklerdir. Mastar da hem tekil,
hem de çoğul için kullanılabilir. "Adı: adil kişi, adil kişiler" ile
"savm: oruç tutan kişi, oruçlu kimseler" gibi. Ayrıca bayram gününe de
"saf günü" denilir. Bir başka yerde de Yüce Allah: ''Rabbin gelip
meleklerle saf saf dizildiğinde" (el-Fecr, 22) diye buyurmaktadır ki; bu
da safların bir değil, bir çok olacaklarına delildir. Bu amellerin arzedilip,
hesaba çekilme zamanında olacaktır. Bu anlamdaki açıklamayı el-Kutebi ve
başkası yapmıştır.
Ruh'un tek bir saf,
meleklerin de tek bir saf olarak ayağa kalkacakları da söylenmiştir. Buna göre
iki saf olacaklardır. Hepsinin bir tek saf olarak ayakta duracakları da
söylenmiştir.
"Rahman'ın"
şefaat hususunda "izin verdiği kimselerden başkaları konuşmazlar"
şefaat etmeye kalkışmazlar "ve doğru söylerler" hakkı söylerler. Bu
açıklamayı ed-Dahhak ve Mücahid yapmıştır. Ebu Salih: La ilahe illallah derler,
demiştir. ed-Dahhak, İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet eder: Onlar, la İlahe
illallah demiş, kimselere şefaat edeceklerdir.
"Savab:
doğru"ın asıl anlamı doğru olan söz ve davranıştır. Bu: "İsabet etti,
eder, isabet etmek"ten gelmektedir ki; "cevab"ın; "Cevab
verdi, verir, cevab vermek"e benzemektedir.
"Konuşmazlar"
ile kastedilenlerin; saf halinde duran melekler ile ruh olduğu da söylenmiştir.
Bunlar, Yüce Allah'ın heybetinden ve O'nun celal ve azametinden dolayı
konuşmayacaklardır. Sadece "Rahmanın" şefaat hususunda "izin verdiği
kimseler" konuşacaktır. Bunlar da doğru söyleyecekler, Allah'ı tevhid ve
tesbih edeceklerdir.
el-Hasen, şöyle
demiştir: Ruh, kıyamet gününde şöyle diyecektir; Hiç kimse Allah'ın rahmetine
mazhar olmadan cennete giremeyecektir ve hiç kimse de (gerektirici) ameli olmaksızın
cehennem ateşine girmeyecektir. İşte Yüce Allah'ın: "Ve doğru
söylerler" buyruğunun anlamı budur.
"İşte bu" olan
ve meydana gelen "o hak gündür. O halde dileyen Rabbinebir dönüş
yolu" salih amel ile bir dönüş "edinsin." Kişi sanki hayırlı bir
amel işleyecek olursa, bu onu Allah'a geri çevirecek, kötü bir iş yaparsa ondan
uzaklaştıracak gibi (bir anlam) taşımaktadır. Bu anlamın bir benzeri Peygamber
(s.a.v.)'ın şu buyruğunda dile getirilmiştir: "Hayır tümüyle Senin
ellerindedir, şer ise Sana nisbet edilmez."
Katade dedi ki:
"Bir dönüş yolu" bir yol demektir.
"Çünkü gerçekten
Biz, sizi yakın bir azab ile uyarıp, korkuttuk" buyruğu ile Yüce Allah,
Kureyş kafirlerine ve Arap müşriklerine hitab etmektedir. Çünkü onlar; biz
diriltilmeyeceğiz, diyorlardı. Azabtan kasıt da ahiretteki azaptır. Esasen
gelecek olan herbir şey yakın demektir. Yüce Allah da: "Onların onu
görecekleri gün (günün) bir akşamından veya kuşluğundan başka durmamışlar gibi
gelecek onlara" (en-Naziat, 46) diye buyurmaktadır. Bu anlamdaki
açıklamayı el-Kelbi ve başkaları yapmıştır.
Katade şöyle demiştir:
Bundan kasıt dünyada verilecek cezadır. Çünkü bu iki azaptan en yakın olanıdır.
Mukatil: Bu Kureyş'in (ileri gelenlerinin) Bedir'de öldürüleceğini
belirtmektedir.
Ancak daha kuvvetli
görülen bunun, ahiret azabı olduğudur. Bu da ölüm ve kıyamettir. Çünkü kim
ölürse, onun da kıyameti kopmuş demektir. Eğer cennet ehlinden ise cennette
kalacağı yeri görür, eğer cehennemliklerden ise, o da horluk ve hakirlik görür.
Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"O günde kişi iki
elinin önden yolladığına bakacak" buyruğu, bu azabın zamanını
açıklamaktadır. Yani Biz, sizi o günde gerçekleşecek yakın bir azab ile uyarıp,
korkuttuk. Bu da kişinin ellerinin önden gönderdiklerine baka cağı bir gündür.
Yani o gün derdiklerini görecektir.
Buyruğun; "önden
gönderdiğine bakacaktır" takdirinde olup, "e, a" edatının
hazfedildiği de söylenmiştir.
Burada
"kişi"den kasıt, el-Hasen'in açıklamasına göre mü'mindir. Yani o kendisinin
bir amel işlemiş olduğunu görecektir. Kafir ise kendisinin hiçbir ameli
olduğunu görmeyecektir. Bundan dolayı toprak olmayı temenni edecektir.
Yüce Allah: "Ve
kafir ... diyecek" buyruğundan da, "kişi"den kasıt mü'min olduğu
anlaşılmaktadır.
Buradaki
"kişi" ile Ubey b. Halef ve Ukbe b. Ebi Muayt'ın kastedildiği de
söylenmiştir. "Ve kafir ... diyecek" ile kasıt da Ebu Cehil'dir.
Buyruğun, o günde
yaptıklarının karşılığını görecek olan her kişi ve insan hakkında umumi olduğu
da söylenmiştir. Mukatil dedi ki: Yüce Allah'ın: "O gün kişi, iki elinin
önden yolladığına bakacak" buyruğu Ebu Seleme b. Abdi'l-Esed el-Mahzumi
hakkında "ve kafir: Ah keşke ben de toprak olsaydım, diyecek" buyruğu
da kardeşi el-Esved b. Abdi'I-Esed hakkında inmiştir.
es-Salebi dediki: Ben
Ebu'l-Kasım b. Habib'i şöyle derken dinledim: Burada "kafir" den
kasıt İblis'tir. Çünkü o, Adem'i topraktan yaratıldı diye ayıplamış, buna
karşılık kendisinin ateşten yaratıldığını belirterek öğünmüştü. Kıyamet gününü
görüp de Adem'in ve Adem oğullarının içinde bulundukları mükafat ve hak ve
rahmetigöreceğinde, kendisinin ise içinde bulunduğu sıkıntı ve azabı
göreceğinde Adem'in yerinde olmayı temenni edecek ve "ah keşke ben de
toprak(tan yaratılmış) olsaydım, diyecek"dir.
(es-Sa'lebi devamla)
dedi ki: Ben bu açıklamayı el-Kuşeyri Ebu Nasra ait tefsir açıklamaları
arasında gördüm.
Şöyle de açıklanmıştır:
İblis, keşke topraktan yaratılmış olsaydım da ben Adem'den hayırlıyım dememiş
olsaydım, diyecektir. İbn Ömer'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Kıyamet
günü oldumu yeryüzü bir kösele gibi uzatılıp, yayılacak, hayvanlar, davarlar ve
yırtıcı hayvanlar hep haşredilip bir araya getirilecek, sonra hayvanlar
arasında kısas uygulamasına geçilecek. öyle ki, boynuzsuz olan koyunun lehine,
boynuzlu olandan boynuz vurmasının kısası dahi uygulanacaktır. Aralarında kısas
bitirileceği vakit onlara; toprak olun! denilecektir. İşte o zaman kafir:
"Ah keşke ben de toprak olsaydım" diyecektir.
Buna yakın bir rivayet,
Ebu Hureyre ile Abdullah b. Amr b. As (r. a.)'dan rivayet edilmiştir. Biz bunu
'"et-Tezkire bi Ahvali'l-Mevta ve Umuri'l-Ahira" adlı eserimizde
güzelbir şekilde kaydetmiş bulunuyoruz. Allah'a hamdolsun.
Ebu Cafer en-Nehhas,
şunu zikretmektedir: Bize Ahmed b. Muhammed b.
Nafi' anlattı dedi ki:
Bize Seleme b. Şebib anlattı dedi ki: Bize Abdu'r-Rezzak anlattı dedi ki: Bize
Ma'mer anlattı dedi ki: Bana Cafer b. Berkan el-Cezeri haber verdi. O, Yezid b.
el-Asam'dan, o Ebu Hureyre'den rivayetle dedi ki: Yüce Allah hayvan, kuş ve
insan türünden bütün mahlukatı haşredecek, sonra da hayvanlara, kuşlara: Toprak
olun! denilecek. İşte o vakit: "Kafir: Ah keşke ben de toprak olsaydım,
diyecek"
Bir takım kimseler de
şöyle demiştir: "Ah keşke toprak olsaydım" diriltilmeseydim demektir.
Bu da Yüce Allah'ın: ''Keşke kitabım verilmeseydi" (elHakka, 55) buyruğuna
benzemektedir.
Ebu'z-Zinad dedi ki:
İnsanlar arasında hüküm verilip, cennetliklerin cennete, cehennemliklerin de
cehenneme götürülmesi emrolunacağı vakit diğer yaratıklar ile mü'min cinlere:
Toprak olunuz denilecek, onlar da toprak olacaklar. İşte bu halde onları gören
kafir kimseler: "Ah keşke ben de toprak olsaydım" diyeceklerdir.
Leys b. Ebi Süleym dedi
ki: Mü'min cinler tekrar toprak olacaklardır. Ömer b. Abdu'l-Aziz, ez-Zühri,
el-Kelbi ve Mücahid şöyle demişlerdir:
Mü'min cinler, bir
düzlük ve genişçe bir yerde cennetin etrafında bulunacaklar, fakat içinde
olmayacaklardır. Bu daha sahihtir. Daha önce buna dair açıklamalar er-Rahman
Süresi'nde (31-36. ayetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Onların mükellef
oldukları mükafat ve ceza görecekleri belirtilmiştir. O halde onlar Adem
oğulları gibidir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
(Nebe Süresi burada sona
ermektedir. Allah'a hamdolsun).
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN