MÜZZEMMİL 12 / 14 |
إِنَّ
لَدَيْنَا
أَنكَالاً
وَجَحِيماً {12} وَطَعَاماً
ذَا غُصَّةٍ
وَعَذَاباً
أَلِيماً {13} يَوْمَ
تَرْجُفُ
الْأَرْضُ
وَالْجِبَالُ وَكَانَتِ
الْجِبَالُ
كَثِيباً
مَّهِيلاً 14 |
12.
Çünkü Bizim yanımızda ağır bukağılar ve yakıcı bir ateş var.
13.
Boğazı tıkayıp kalan bir yiyecek ve can yakıcı bir azab da vardır.
14. O
günde yer ve dağlar sarsılır. Dağlar da yığılarak akıp dağılan kum gibi olur.
"çünkü Bizim
yanımızda ağır bukağılar ve yakıcı bir ateş var" buyruğunda geçen:
''Bukağılar, zincirler" demektir. Bu açıkIama el-Hasen, Mücahid ve
başkaIarından nakledilmiştir. Tekili (...)'dır. Bu da; insanı hareket etmekten
alıkoyan herbir şeyin adıdır. Ona bu ismin veriliş sebebinin onunla tenkid
edilmesi (ibretli bir şekilde cezalandırılması) olduğu da söylenmiştir.
eş-Şa'bi dedi ki: Sizler
Yüce Allah'ın bu bukağıları cehennemliklerin ayaklarına kaçacaklar korkusuyla
vuracağını mı zannediyorsunuz? Allah'a yemin olsun ki hayır. Fakat onlar yukarı
doğru yükselmek isteyeceklerinde bu bukağılar onları aşağıya doğru çekecektir.
el-Kelbi buradaki:
(...)'in: ''Koyunlara vurulan tasmalar ve zincirler" anlamında olduğunu
söylemiştir. Ancak birinci anlamı sözlükte daha çok bilinen bir anlamdır.
el-Hansa'nın şu beyitinde de bu anlamdadır: "Seni çağırdı da sen de onun
bukağılarını parçaladın Fakat o bukağılar senden önce koparılmıyordu."
Bunun, oldukça şiddetli
azabın çeşitlerinden olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı Mukatil yapmıştır.
Rivayet edildiği ne göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz
ki Allah nekel üzerine nekeli sever." Bu kelime "kef" harfi harekeli
olarak söylenir. Bu açıklamayı el-Cevheri yapmıştır. (Peygambere): Nekel nedir?
diye soruldu, o da şu cevabı verdi: "Denenmiş güçlü bir at üzerindeki
denenmiş güçlü bir adamdır."
Bu açıklamayı el-Maverdi
zikretmiştir. (el-Maverdi) dedi ki: İşte güçlü olması dolayısıyla bukağıya
"nikl" denilmesi bundandır. (Boyna vurulan zincir olan)
"el-ğull" de bu şekildedir. Güçlü ve artan herbir azab da böyledir.
"Cahim (yakıcı
ateş)" ise alevlendirilmiş, kızdırılmış ateş demektir. "Boğazı
tıkayıp kalan bir yiyecek" boğazdan aşağı inmeyen ve orada tıkanıp kalan,
inmeyen ve dışarı da çıkmayan yiyecek demek olup, bu da Ğıslin, Zakkum ve
ed-Dari'dir. Bu açıklamayı İbn Abbas yapmıştır. Yine ondan nakledildiğine göre
bu, boğaza giren bir dikendir. Ne aşağı iner, ne yukarı çıkar.
ez-Zeccac dedi ki: Yani
onların yiyecekleri Daridir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ''Onlar
için Dariden başka bir yiyecek yoktur." (el-Gaşiye, 6) Bu, avsec'i (Sincan
dikenini) andıran bir dikendir. Mücahid: O zakkumdur demiştir. Nitekim Yüce
Allah şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz ki Zakkum ağacı o büyük günahkarın
yiyeceğidir." (ed-Duhan, 43-44) Anlam birdir.
Humran b. A'yen dedi ki:
Peygamber (s.a.v.): "Çünkü Bizim yanımızda ağır bukağılar ve yakıcı bir
ateş var. Boğazı tıkayıp kalan bir yiyecek" diye okudu ve bayıldı.
Huleyd b. Hassan dedi
ki: Hassan bir akşam oruçlu iken bizde kaldı. Ona yiyecek götürdüm. "Çünkü
Bizim yanımızda ağır bukağılar ve yakıcı bir ateş var. Boğazı tıkayıp kalan bir
yiyecek" ayeti hatırına geldi, yemeğini kaldır, ledi. Ertesi gün oldu,
yine ona yiyecek götürdüm, tekrar bu ayeti hatırladı ine: Onu kaldırın dedi.
Aynı şey üçüncü defa oldu. Bu sefer o'nun oğlu, Sabit el-Bünani, Yezid ed-Dabbi
ve Yahya el-Bekkar'ın yanına gitti, onlara durumu anlattı. Yanına gelerek
onunla görüştüler ve ona ısrar edip durdular. Sonunda bir yudum sevik içti.
" ... Boğazda bir
şeyin tıkanması" demektir. Bu da boğazda kalan kemik ya da başka bir şey
hakkında kullanılır, çoğulu (...) gelir. Fethalı olarak; (...) ise; "Ey
adam, senin boğazına bir şey tıkandı, tıkanır" tabirinden bir mastardır.
İsm-i faili: (...) ile (...) şeklinde gelir, "Onun boğazını ben
tıkadım" denilir. "Ev insanlarla dolup taşmaktadır" demektir,
"O günde yer ve dağlar
sarsılır." Yani üzerlerinde bulunanları ile birlikte hareket eder ve
çalkalanır.
"O günde"
lafzı zarf olarak nasbedilmiştir. Yani yer ve dağların sarsılacağı o günde
onlara ağır bukağılar vurulur ve azab edilirler. Nasb ile gelmesinin cer edici
amilin zikredilmeyişi dolayısıyla olduğu da söylenmiştir. Bu ceza, yerin ve
dağların sarsılacağı bir günde olacaktır, demek olur. Buradaki amilin:
"Beni başbaşa bırak" buyruğu olduğu da söylenmiştir. Yani yerin ve
dağların sarsılacağı o günde yalanlayıcılarla, Beni başbaşa bırak!
"Dağlar da
yığılarak akıp, dağılan kum gibi olur." O gün böyle olacaklar, demektir.
"Yığılmış, toplanmış kum" anlamındadır, Hassan şöyle demiştir:
"Yığın kumların olduğu yerde bulunan Zeyneb'in diyarını tanıdım Yeni
yaprak üzerindeki yazı hattı gibiydi.''
"Ayaklar altında
geçip giden" demektir. ed-Dahhak ve el-Kelbi dedi ki: Ayak ile üzerine
bastığın takdirde ayağın altından kayıp gider. Altını boşalttığın takdirde de
çöküp giden demektir.
İbn Abbas dedi ki: Bu,
akan ve dağılan kum anlamındadır. Kelimenin aslı: (...) şeklinde olup
"mef'ul" veznindedir. Bu da: "Onun üzerine toprağı yıktım,
yıkanm, yıkmak" ifadesinden gelmektedir. O bakımdan; (...) ile (...)
şeklinde ism-i mefulleri kullanılır. (...) ile (...)'ın "ölçülen"
anlamında (...) ile (...)'ın "borçlu" anlamında (...) ile (...)'ın
"göze gelmiş, nazar değmiş" anlamında kullanılması gibi. Şair de
şöyle demiştir: "Kavmin seni efendi zannediyordu Bense zannederim ki, sen
göze gelmiş bir efendisin."
Peygamber (s.a.v.)'ın
hadisinde de belirtildiği ne göre, ashab ona kuraklıktan şikayet ettiler. O da:
''Siz ölçerek mi (verip, alıyorsunuz) yoksa dökerek mi'' diye sormuş. Onlar:
Dökerek demişler. Peygamber:
"Buğdayınızı
ölçünüz, onda size bereket ihsan olunacaktır" diye buyurdu.
''Unu döktüm"
kullanımı (...)'in bir çeşit söylenişidir. Bu şekilde dökülene: (...) ile (...)
denilir. "vav"ın hazfediliş sebebi ise "ye'' nin üzerinde
ötrenin ağır gelmesidir. Bundan dolayı hazf edildi; sonradan "Yav"
ile birlikte sakin kullanıldı. Daha sonra iki sakinin arka arkaya gelmesinden
ötürü "vav" hazfedildi,
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN