NUH 2 / 4 |
قَالَ يَا
قَوْمِ
إِنِّي
لَكُمْ
نَذِيرٌ مُّبِينٌ
{2} أَنِ
اعْبُدُوا اللَّهَ
وَاتَّقُوهُ
وَأَطِيعُونِ
{3} يَغْفِرْ
لَكُم مِّن
ذُنُوبِكُمْ
وَيُؤَخِّرْكُمْ إِلَى
أَجَلٍ
مُّسَمًّى
إِنَّ
أَجَلَ اللَّهِ
إِذَا جَاء
لَا
يُؤَخَّرُ
لَوْ
كُنتُمْ تَعْلَمُونَ {4} |
2. O da
dedi ki: "Ey kavmim! Şüphesiz ben sizi apaçık bir korkutan ve uyaranım.
3.
"Şöyle ki: Allah'a ibadet edin, O'ndan korkun ve bana itaat edin.
4.
"Ta ki günahlarınızdan bir kısmını mağfiret buyursun ve sizi belli bir süreye
kadar geciktirsin. Şüphesiz ki Allah'ın takdir ettiği vakit geldi mi geri
bırakılmaz. Keşke bilseydiniz."
"O da dedi ki: Ey
kavmim! Şüphesiz ben sizi apaçık bir korkutan ve uyaranım." Sizin
bildiğiniz dilinizle size bu hususları açıkça bildirenim.
"Şöyle ki Allah'a
ibadet edin" buyruğundaki: "Şöyle ki" diye lafzı daha önceden
"korkut diye" buyruğunu açıklarken geçtiği üzere müfessiredir
(açıklayıcıdır.) "İbadet edin" O'nu tevhid edin.
"Ve" size
verdiğim emirler hususunda "bana itaat edin." Çünkü ben Allah'ın size
gönderdiği elçisiyim,
"Ta ki
günahlarınızdan bir kısmını mağfiret buyursun" buyruğundaki; ''Mağfiret
buyursun" buyruğu emrin cevabı olarak cezmedilmiştir.
" ... dan bir
kısmını" ise zaid bir sıladır. Buna göre buyruk; günahlarınızı bağışlasın
demek olur. Bu açıklamayı es-Süddi yapmıştır.
Bunun zaid olması doğru
olamaz da denilmiştir. Çünkü bu edat vacib (gereklilik belirten) ifadelerde
fazladan getirilemez. Burada ancak teb'ız (kısmılik bildirmek) için olabilir. O
da günahların bir bölümü demektir. Bu da yaratılmışların haklarına taalluk
etmeyen günahlar hakkındadır. (Meal de buna göredir.)
Burada cinsin beyanı
için kullanıldığı da söylenmiştir. Ancak bu uzak bir ihtimaldir. Çünkü ona uygun
bir cinsten daha önceden sözedilmiş değildir.
Zeyd b. Eslem ise şöyle
demiştir: Buyruk: Sizi günahlarınızdan (sıyırıp) Çıkarır, demektir. İbn Şecere
dedi ki: O, size bağışlansın, diye kendisinden mağfiret dilediğiniz
günahlarınızı bağışlar, demektir.
"Ve sizi belli bir
süreye kadar geciktirsin" buyruğu hakkında İbn Abbas dedi ki: Ömürlerinizi
geriye bıraksın, ertelesin, demektir. Yani Yüce Allah, yaratılmalarından önce
eğer iman edecek olurlarsa, ömürlerini bereketli kılacaktır. İman etmeyecek olurlarsa,
azab dünyada acilen gelip onları bulacaktır, diye hükme bağlamıştır.
Mukatil dedi ki:
Ecellerinizin sona ereceği vakte kadar afiyet içerisinde sizi geciktirir.
Sizleri kıtlık ve başka hususlarla cezalandırmaz.
Buna göre buyruğun
anlamı şudur: Ecellerinizin geleceği vakte kadar cezalardan ve sıkıntılı
hallerden sizi uzak tutar. ez-Zeccac dedi ki: Yani O, sizi azabını sonraya
bırakır ve azap ile kökten imha edilenlerin ölümünden başka bir şekilde
ölürsünüz. Buna binaen "belli bir süreye kadar" buyruğu sizce bilinen
bir süreye kadar, demektir ve sizi ne suda boğarak, ne yakarak, ne de
öldürülerek öldürür. Bu açıklamayı el-Ferra zikretmiştir. Birinci görüşe göre
ise "belli bir süre"den kasıt, Allah nezdinde bilinen bir süre
demektir.
"'Şüphesiz ki Allah'ın
takdir ettiği vakit geldi mi geri bırakılmaz." Yani ölüm gelecek olursa,
ister bir azab sonucunda gelmiş olsun, ister azabsız gelmiş olsun sonraya
bırakılmaz.
Yüce Allah'ın eceli
kendisine izafe etmesinin sebebi, onu tesbit edenin kendisi oluşundan
dolayıdır. Kimi yerde ecel, eceli gelenlere de izafe edilebilir. Yüce Allah'ın:
"Ecelleri geldiğinde" (en-Nahl, 61) buyruğunda olduğu gibi. Çünkü bu
onlar için tayin edilmiş bir süredir.
"Keşke" lafzı
''Eğer, şayet" anlamındadır ki; eğer bilseniz demektir. el-Hasen dedi ki:
Eğer sizler Allah'ın eceli gelip sizi buldu mu asla geriye bırakılmayacağını
bilmiş olsaydınız, mutlaka amel edecektiniz, demektir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN