TAHRİM 4 |
إِن
تَتُوبَا
إِلَى
اللَّهِ
فَقَدْ
صَغَتْ قُلُوبُكُمَا
وَإِن
تَظَاهَرَا
عَلَيْهِ فَإِنَّ
اللَّهَ
هُوَ
مَوْلَاهُ
وَجِبْرِيلُ
وَصَالِحُ
الْمُؤْمِنِينَ
وَالْمَلَائِكَةُ بَعْدَ
ذَلِكَ
ظَهِيرٌ |
4. Eğer ikiniz de
Allah'a tevbe ederseniz (ne ala)! Çünkü kalpleriniz meyletmiş bulunuyor. Şayet
onun aleyhine birbirinize yardım ederseniz, muhakkak ki Allah onun velisidir, Cebrail
de, mü'minlerin salih olanları da. Bundan sonra melekler de (ona) yardımcıdır.
"Eğer ikiniz
de" yani Hafsa ve Aişe "Allah'a tevbe ederseniz" buyrukları ile,
Resulullah (s.a.v.)'ın sevdiğine aykırı bir hususa meylettikleri için onları tevbe
etmeye teşvik etmektedir.
"Çünkü kalpleriniz
meyletmiş bulunuyor." Haktan sapmış bulunuyor.
Çünkü her ikisi de
Peygamber (s.a.v.)'ın hoşuna gitmeyen, cariyesinden ve baldan uzak kalmasını
hoş görmüşlerdi. Peygamber (s.a.v.) balı ve kadınları severdi.
İbn Zeyd dedi ki; Her
ikisi de Um Veledi (olan Mariye)den uzak kalmasından ötürü sevinmek suretiyle
kalpleri meyletmişti. Resülullah (s.a.v.)'in hoşuna gitmeyen onları
sevindirmişti.
Artık kalpleriniz
tevbeye meyletmiştir, diye de açıklanmıştır.
Yüce Allah: "Çünkü
kalpleriniz meyletmiş bulunuyor" diye buyurup: (...) diye buyurmamıştır.
Çünkü Araplar iki kişiden meydana gelmiş iki hususu sözkonusu ettikleri vakit;
bunları çoğul olarak kullanabilirler, zira bunda anlaşılmayacak bir taraf
bulunmamaktadır. Bu anlamdaki açıklamalar daha önce el-Ma ide Süresi'nde Yüce
Allah'ın: "Ellerini kesin" (el-Maide, 38. ayet, 24. başlıkta)
buyruğunu açıklarken geçmiş bulunmaktadır.
Yine denildiğine göre,
tesniye ile birlikte izafet lafzı sabit olduğu takdirde, ona dair çoğul lafzı
kullanmak daha uygundur. Çünkü böylesi daha sağlam bir anlam ifade eder ve daha
hafiftir. Yüce Allah'ın: "Çünkü kalbleriniz meyletmiş bulunuyor"
buyruğu şartın cevabı değildir. Çünkü bu meylediş daha önceden olmuştu. Şartın cevabı
-ne olduğu bilindiğinden ötürü- hazfedilmiştir. Yani eğer siz tevbe ederseniz
bu sizin için daha hayırlı olur. Çünkü kalbleriniz meyletmiş bulunuyor,
demektir.
"Şayet onun
aleyhine birbirinize yardım ederseniz" yani Peygamber (s.a.v.)'ın aleyhine
masiyet ve eziyet vermek suretiyle yardımlaşacak olursanız ...
Müslim'in Sahih 'inde
İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Ömer b. el-Hattab'a bir ayete
dair soru sormak isteği ile bir sene bekleyip durdum. Ondan çekindiğim için ona
soramadım. Nihayet hacca gitmek üzere yola çıkınca, ben de onunla birlikte yola
çıktım. Geri döndüğünde yolun bir bölümünde bir ihtiyacını görmek üzere erat
ağaçlarına doğru yolunu çevirdi, İşini bitirinceye kadar ben de durdum, Sonra
onunla birlikte yürüdüm ve ey mü'minlerin emiri, dedim, Rasülullah (s.a.v.)'ın
hanımları arasında ona karşı birbirine yardım eden iki hanım kimdir? O: Bunlar
Hafsa ve Aişe'dir, dedi, Ona: Allah'a yemin ederim, Bunu sana bir seneden beri
sormak istediğim halde senden çekindiğim için soramadım, dedim. Bana: Hayır,
öyle yapma dedi. Benim bildiğimi zannettiğin bir husus oldu mu ona dair bana
sor, Eğer biliyorsam sana söylerim ... deyip, hadisin geri kalan bölümünü
zikretti.
"Muhakkak ki Allah
onun velisidir." Dostu ve yardımcısıdır. Onların birbirleriyle
yardımlaşmalarının ona bir zararı olmaz,
"Cebrail de,
mü'minlerin salih olanları da" buyruğu hakkında İkrime ve Said b, Cübeyr
dedi ki: Mü'minlerin salih olanları Ebu Bekir ve Ömer'dir. Çünkü bunlar Aişe ve
Hafsa'nın babaları idi, Kızlarına karşı onun yardımcısı idiler.
Mü'minlerin salih
olanlarının Ali (r.a) olduğu da söylenmiştir, Bir diğer görüşe göre müminlerin
hayırlıları demektir, "Salih" bir cins isimdir. Yüce Allah'ın:
"Asra andolsun ki, gerçekten insan Ziyandadır" (Asr, 1) buyruğunda
(ki "insan" lafzında) olduğu gibi, Bu açıklamayı Taberi yapmıştır.
"Mü'minlerin salih
olanları" nın peygamberler olduğu da söylenmiştir.
Bu açıklamayı el-Ala b.
Ziyade, Katede ve Süfyan yapmıştır. İbn Zeyd. onlar meleklerdir demiştir.
es-Süddi: Onlar Muhammed (s.a.v.)'in ashabıdır, demiştir.
''Mu'minlerin salih
olanları" lafzının tekil olmadığı, bunun: .. (...) Mü'minlerin salih
olanları" şeklinde olduğu ''Salihler" lafzının ''Mü'minler lafzına
izafe edildiği de söylenmiş ve lafza uygun olarak "vav" sız yazılmıştır.
Çünkü burada tekilin de, çoğulun da telaffuzu arasında bir fark yoktur. Nitekim
mushafta, lafzın hükmü çeşitli olmakla birlikte, haattı aynı şekilde gelmiş
çeşitli lafızlar bulunmaktadır,
Müslim'in Sahihinde İbn Abbas'tan
şöyle dediği rivayet edilmektedir: Bana Ömer b, el-Hattab (r.a.) anlattı. dedi
ki: Allah'ın Peygamberi hanımlarından uzaklaşınca, ben mescide girdim,
İnsanların çakıl taşlarını (yere) vurup durduklarını ve: Resulullah (s.a.v.)
hanımlarını boşadı. dediklerini gördüm, Bu ise onlara hicab (onlardan bir şey
istendiğinde perde arkasından istenmesi) emri verilmeden önce idi, Ömer dedi
ki: Andolsun bu işi mutlaka bugün öğreneceğim, dedi. Aişe'nin yanına girdim ve:
Ey Ebu Bekir'in kızı dedim, Sen Resulullah (s.a.v.)'e eziyet edecek kadar işi
ileriye götürdün mü? Aişe: Sana ne benden ey Hattab'ın oğlu, sen kendi kızına
baksana! dedi, (Ömer) dedi ki: Ömer'in kızı Hafsa'nın yanına girdim Ona: Ey
Hafsa. dedim, İşi Resulullah (s.a.v.)'e eziyet edecek kadar ileriye mi
götürdün? Allah'a yemin ederim ki sen de biliyorsun ki, Resulullah (s.a.v.)
seni sevmiyor, Ben olmasaydım elbette ki Resulullah (s.a.v.) seni boşayacaktı.
Oldukça ağladı. Ona, Resulullah (s.a.v.) nerede? diye sordum, bana: O
saklandığı yerde odadadır, dedi, Yanına girdim,
Resulullah (s.a.v.)'in
kölesi Rebah'ın, odanın eşiğinde oturduğunu ve ayaklarını ağaçtan oyulmuş bir
tahta parçası üzerine sarkıtmış olduğunu gördüm.
Bu da Rasülullah
(s.a.v.)'ın üzerine çıktığı (basamak olarak kullanıp) yana döndüğü bir ağaç
kütüğü idi. Ben: Ey Rebah diye seslendim. Rasülullah (s.a.v.)'in huzuruna
girmek üzere bana izin iste. Rebah odaya baktı, sonra bana baktı ve hiçbir şey
demedi. Tekrar: Ey Rebah dedim. Rasülullah (s.a.v.)'in huzuruna girmek üzere
benim için izin! iste! Yine Rebah odaya baktı, sonra bana baktı ve bir şey
demedi. Arkasından sesimi yükselterek: Ey Rebah dedim. Rasülullah (s.a.v.)'ın
huzuruna girmek üzere benim için izin iste. Ben öyle zannediyorum ki Rasülullah
(s.a.v.) Hafsa için geldiğimi sanmaktadır. Allah'a yemin ederim ki, eğer
Rasülullah (s.a.v.), onun boynunu vurmamı emredecek olursa, gider onun boynunu
vururum deyip sesimi yükselttim. O da bana: Yukarı çık diye işaret etti.
Rasülullah (s.a.v.)'ın
huzuruna girdim. Bir hasır üzerine yatmıştı. Oturdum, üzerine elbisesini çekti.
Ondan başka da üzerinde bir şey yoktu. Bir de ne göreyim! Hasır onun böğründe
iz bırakmıştı. Rasülullah (s.a.v.)'ın kaldığı yere bir göz attım. Odanın bir
tarafında bir sa' kadar bir avuç arpa ile onun kadar selem ağacı yaprağı
gördüm. Duvara asılı bir tulum vardı. Gözyaşlarımı tutamadım.
Peygamber: "Ne diye
ağlıyorsun ey Hattab'ın oğlu? dedi. Ben: Ey Allah'ın Peygamberi dedim, nasıl
ağlamayayım? İşte şu hasır, böğründe iz bırakmış bulunuyor ve işte senin
bulunduğun oda. Şu önemsiz şeylerden başka bir şey görmüyorum. Diğer taraftan
Kayser ve Kisra meyveler, ırmaklar arasında. Sen ise Allah'ın Rasülü ve seçkin
kulu olduğun halde böyle bir odada yaşıyorsun.
Şöyle buyurdu: "Ey
Hattab'ın oğlu! Ahiretin bizim, dünyanın da onların olması sana yetmez mi'''
Yeter, dedim. (Ömer
devamla) dedi ki: Yanına ilk girdiğimde yüzünde kızgınlık işaretleri vardı. Ey
Allah'ın Rasülü, dedim. Kadınların hallerinden sana ağır gelen nedir? Eğer
onları boşadı isen şüphesiz Allah, O'nun melekleri, Cebrail, Mikail, ben, Ebu
Bekir ve mü'minler seninle birlikteyiz. Allah'a hamdolsun ki bu türden ne kadar
konuştumsa, Yüce Allah'ın söylediğim o sözleri tasdik edeceğini ummadığım çok
nadirdir. İşte bu ayet-i kerime yani onu muhayyer bırakan ayet-i kerime indi:
"Eğer o sizi boşarsa, Rabbinin ona yerinize .. , sizden daha hayırlı eşler
vermesi umulur" (et-Tahrim, 5) ayeti ile "Şayet onun aleyhine
birbirinize yardım ederseniz, muhakkak ki Allah onun velisidir, Cebrail de,
mü'minlerin salih olanları da. Bundan sonra melekler de yardımcıdır" ayeti
nazil oldu.
Ebu Bekir'in kızı Aişe
ile Hafsa Rasülullah (s.a.v.)'ın diğer hanımlarına karşı birbirleriyle
yardımlaşıyorlardı. Ben: Ey Allah'ın Rasülü, onları (hanımlarını) boşadın mı?
diye sordum. O: "Hayır" dedi. Ey Allah'ın Rasülü dedim.
Ben mescide girdiğimde,
müslümanlar çakıltaşlarını yere atıyor ve Rasülullah (s.a.v.) hanımlarını
boşadı. diyorlardı. Şimdi inip senin hanımlarını boşamadığını onlara haber
vereyim mi? ''İstersen verebilirsin" dedi.
Onunla konuşmayı
sürdürdüm, nihayet öfke izleri yüzünden çekilmeye başladı. Hatta dişlerini
gösterecek kadar gülümser oldu. İnsanlar arasında ağzı en güzellerden idi. Daha
sonra Allah'ın Peygamberi de indi, ben de indim. Oradan inip ağaç kütüğüne
tutundum. Resulullah (s.a.v.) da eliyle ona dokunmadan yer üzerinde yürüyormuş
gibi indi.
Ey Allah'ın Resulü
dedim. Sen bu odada yirmidokuz gün kaldın, dedim. o: "Ay yirmidokuz gün de
çeker" dedi.
Mescidin kapısına
dikildim ve sesim çıktığı kadar: Resülullah (s.a.v.) hanımIarını boşamadı, diye
bağırdım ve: "Kendilerine güven veya korkuya dair bir haber geldiğinde onu
hemen yayıverirler. Halbuki bunu Rasulüne veya içlerinden emir sahiblerine
döndürmüş olsalardı, içlerinden işin iç yüzünü araştırıp, çıkaranlar onun ne
olduğunu elbette bilirlerdi" (en-Nisa, 82) ayeti nazil oldu. İşte ben de o
işin iç yüzünü araştırıp çıkaranlardan oldum. Allah ayrıca onu muhayyer
kıldığını bildiren ayet-i kerimeyi de indirdi.
"Cebrail" ismi
değişik şekillerde söylenir. Bunlar daha önce Bakara Suresi'nde (98. ayetin
tefsirinde) zikredilmiş bulunmaktadır. Bunun daha önce geçen: "Onun
velisidir" buyruğuna atfedilmiş olması da mümkündür. Anlam da şöyle olur:
Allah da onun velisidir, Cebrail de onun velisidir. Bu durumda: ''Onun
velisidir" buyruğu üzerinde vakıf yapılmaz. ''Cebrail" buyruğu
üzerinde vakıf yapılır. "Mü'minlerin salih olanları" anlamındaki
lafız mübteda, "melekler de" buyruğu da ona atfedilmiş olur,
"yardımcıdır" anlamındaki lafız da haber olur. Bu da çoğul
anlamındadır.
"Mü'minlerin salih
olanları" Ebu Bekir'dir. el-Müseyyeb b. Şerik böyle demiştir. Said b.
Cubeyr de şöyle demiştir: O Ömer'dir, İkrime: Ebu Bekir ve Ömer'dir, demiştir.
Şakik'in, Abdullah'tan,
onun Peygamber (s.a.v.)'den rivayet ettiğine göre Yüce Allah'ın: "Muhakkak
ki Allah onun velisidir, Cebrail de, mü'minlerin salih olanları da"
buyruğu hakkında dedi ki: Mü'minlerin salih olanları Ebu Bekir ve Ömer'dir.
Mü'minlerin salihlerinin Ali olduğu da söylenmiştir. Umeys kızı Esma'dan, dedi
ki: Resulullah (s.a.v.)'i şöyle buyururken dinledim: "Mü'minlerin salih
olanları Ali b. Ebi Talib'tir."
Daha önce geçtiği üzere
başka görüşler de ileri sürülmüştür.
"Cebrail"
lafzının mübteda, ondan sonraki lafızların da ona atfedilmiş olması da
mümkündür. Haber ise "yardımcıdır(lar)" anlamındaki buyruk olur. Bu
da cem' anlamındadır. Buna göre; ''Onun velisidir" lafzı üzerinde vakıf
yapılır.
"Cebrail ve
mü'minlerin salih olanları" buyruğunun "onun velisidir"
buyruğuna atfedilmesi de mümkündür. Bu durumda "mü'minler" lafzı
üzerinde vakıf yapılır. Buna karşılık; "bundan sonra melekler de
yardımcıdır" anlamındaki buyruk da mübteda ve haber olur. Buna göre anlam
şöyle olur: Cebrail ve mü'minlerin salih olanları da (onun mevlasıdır. Bundan
sonra melekler de (ona) yardımcıdırlar.")
"...
Yardımcılar" demektir. Bu -çoğul olarak-; (...) anlamındadır. Yüce
Allah'ın: "Onlar ne iyi arkadaştırlar." (en-Nisa, 69) buyruğu gibi.
Ebu Ali dedi ki:
Arapçada "fail (zahir: yardımcılar ile refik: arkadaşlar keli melerinde
olduğu gibi)" çoğul için de kullanılmıştır. Yüce Allah'ın:
"Ve gerçek hiçbir
dost dostunu sormayacak onlar birbirlerine gösterilirler" (el-Meariç,
10-11) buyruğunda (tekil olan hamin: dost lafzının çoğul anlamında)
kullanıldığı gibi.
Denildiğine göre Aişe
ile Hafsa (r.anhuma)'ın birbirleriyle yardımlaşmaları nafaka hususunda
Peygamber (s.a.v.)'e bir çeşit baskı uygulamak suretinde idi. Bundan dolayı
Peygamber bir ay süreyle onlara ila yaptı (onlara yaklaşmamaya yemin etti) ve
onlardan uzak kaldı. Müslim'in Sahih'inde Cabir b. Abdullah'tan şöyle dediği
Zikredilmektedir: Ebu Bekir, Rasülullah (s.a.v.)'ın huzuruna girmek üzere izin
istedi. İnsanların kapısında oturmakta olduklarını ve kimseye içeri girmek için
izin verilmediğini gördü. (Cabir) dedi ki: Ebu Bekir'e izin verildi, o da içeri
girdi. Sonra Ömer geldi, o da izin istedi, ona da izin verildi. Peygamber
(s.a.v.)'ın üzüntülü, suskun ve etrafında hanımları olduğu halde oturmuş
olduğunu gördü. (Cabir) dedi ki: (Ömer) dedi ki; Andolsun öyle bir şey
söyleyeceğim ki bununla Peygamber (s.a.v.)'ı güldüreceğim. Ey Allah'ın Rasulü
dedi. Bir görsen Harice'nin kızı benden harcamak için bir şeyler istedi. Ben de
yerimden kalktım, boynuna bir darbe indirdim. ResuluIlah (s.a.v.) güldü ve
şöyle dedi: İşte bu kadınlar da gördüğün gibi benim etrafımda bulunuyorlar.
Bunlar da benden nafaka (harcayacak masraf) istiyorlar. Ebu Bekir, Aişe'ye
kalktı, onun boynuna vurdu, Ömer de Hafsa'ya kalktı, onun boynuna vurdu, Her
ikisi de: Rasulullah (s.a.v.)'dan yanında olmayan şeyleri mi istiyorsunuz?
Hepsi de: Allah'a yemin ederiz, Asla Rasülullah (s.a.v.)'dan yanında olmadık
şeyi istemeyeceğiz, Sonra bir ay yahut yirmidokuz gün onlardan uzaklaştı, sonra
ona Şu: "Ey Peygamber! Zevcelerine deki ... Muhakkak Allah içinizden güzel
davrananlara büyük bir mükafat hazırlamıştır." (el-Ahzab, 28-29)
ayetlerini indirdi .. Biz bunu daha önce el-Ahzab Suresi'nde (28-29. ayetler.
1. Başlıkta) zikretmiş bulunuyoruz,
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN