MÜCADELE 11 |
يَا
أَيُّهَا
الَّذِينَ آمَنُوا
إِذَا قِيلَ
لَكُمْ
تَفَسَّحُوا
فِي
الْمَجَالِسِ
فَافْسَحُوا
يَفْسَحِ اللَّهُ
لَكُمْ
وَإِذَا
قِيلَ انشُزُوا
فَانشُزُوا
يَرْفَعِ
اللَّهُ الَّذِينَ
آمَنُوا مِنكُمْ
وَالَّذِينَ
أُوتُوا
الْعِلْمَ دَرَجَاتٍ
وَاللَّهُ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
خَبِيرٌ |
11. Ey iman edenler,
toplantı yerlerinde size: "Yer açın" denildiğinde genişletin ki,
Allah da size genişlik versin. "Kalkın" denildiğinde de kalkıverin ki,
Allah sizden iman edenleri ve kendilerine ilim verilenleri dereceler ile
yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız:
1- Ayetin Nüzul Sebebi ve Mecliste
Oturulacak Yerlerin Tesbiti:
2- Başkalarına Açılacak Yerler:
3- Bir Kimse Kendisi Otursun Diye
Başkasını Yerinden Kaldırmamalıdır:
4- Bir Kimse Diğerine, Erken Gidip
Camide Kendisine Yer Tutmasını Söylerse:
5- Daha Önce Oturduğu Yere Tekrar
Oturmak üzere Geri Gelirse:
6- Başkasına "Yer Açarak Genişlik
Sağlayanların Mükafatı:
7- İman ve İlmin Fazileti:
1- Ayetin Nüzul Sebebi
ve Mecliste Oturulacak Yerlerin Tesbiti:
Yüce Allah, yahudilerin
Hz. Peygambere Allah'ın selamlamadığı şekilde selam verdiklerini belirtip
bundan dolayı onları kınadıktan sonra, Rasülullah (s.a.v.) ile birlikte
mecliste otururken güzel edeb takınmayı; "Ey iman edenler, toplantı
yerlerinde size: Yer açın denildiğinde genişletin ki ... " buyruğu ile
güzel edeb takınmayı emretmektedir. Ta ki mecliste onun yerini daraltmasınlar.
Ayrıca müslümanlara biri diğerine mecliste yer açsın diye birbirlerine
karşılıklı şefkat gösterip, onlarla kaynaşmayı da emretmektedir. Böylece
Rasulullah (s.a.v.)'ın söylediklerini işitebilsinler, onu görebilsinler.
Katade ve Mücahid
dediler ki: Ashab, Peygamber (s.a.v.)'ın meclisinde birbirleriyle yarışırlardı.
Onlara birbirlerine yer genişletmeleri emrolundu. Bu açıklamayı ed-Dahhak da
yapmıştır.
İbn Abbas dedi ki:
Bundan kasıt savaşmak maksadıyla saf saf dizildiklerinde savaşmak üzere
oturulan yerlerdir. el-Hasen ve Yezid b. Ebi Habib dedi ki: Peygamber (s.a.v.)
müşriklerle çarpıştığında savaşmak ve şehid olmak arzusu dolayısı ile herkes
kendisini öncelediğinden birbirlerine yer açmıyorlardı. Bunun üzerine bu ayet-i
kerime nazil oldu. Buna göre bu, Yüce Allah'ın: " ... savaşa elverişli
yerlere ... " (Al-i İmran, 121) buyruğu gibidir.
Mukatil dedi ki:
Peygamber (s.a.v.) Suffe'de idi. Cuma günü yer nisbeten daralıyordu. Peygamber
(s.a.v.) da muhacir ile ensardan Bedir'e katılanlara özel ikramda bulunuyordu.
Aralarında Sabit b. Kays b. Şemmas'ın da bulunduğu Bedirlilerden bir grub
geldiğinde, mecliste birtakım kimseler onlardan daha yakın oturmuş
bulunuyorlardı. Bunlar Peygamber (s.a.v.)'ın karşısında ayakta dikildiler,
kendilerine yeraçılmasını beklediler, ancak onlara yer açılmadı. Bu Peygamber
(s.a.v.)'e ağır gelince etrafında bulunan ve Bedir ehlinden olmayan kimselere,
Bedir ehlinden olup ayakta duranlar sayısınca kişilere:
''Ey filan kalk, sen ey
filan kalk" demeye başladı. Bu da kaldırılanlara ağır geldi. Peygamber
(s.a.v.) yüzlerindeki ifadeden hoşlanmadıklarını anladı. Münafıklar ayıplamaya
koyularak: Bunlara karşı insaflı davranmadı. Halbuki onlar peygamberlerine
yakın oturmayı arzu ettiklerinden o yere erken gelip oturmuşlardı, diyerek
ileri geri konuştular. Bunun üzerine Yüce Allah da bu ayeti kerimeyi indirdi.
''Yer açın" lafzı
yer genişletin demektir.
''Filan kişi meclisinde
kardeşine yer açtı, açar, yer açmak" denilir. ''Geniş bir ülke, yer"
tabirleri de buradan gelmektedir. "Bu hususta senin için geniş bir hareket
imkanı vardır" tabiri de böyledir. (...) fiili; "Engelledi,
engeller" fiiline (vezin bakımından) benzemektedir. "Mecliste yer
açtı" demektir. "Yer geniş oldu, genişledi, genişler" demek olup
bu da -vezin itibariyle-: (...)'e benzemektedir. ''Geniş bir mekan"
ifadesi de buradan gelmektedir.
2- Başkalarına Açılacak
Yerler:
es-Sülemi, Zirr b.
Hubeyş ve Asım'ı ''Toplantı yerlerinde" diye okumuşlardır.
Katade, Davud, İbn Ebi
Hind ve -ondan gelen farklı rivayet olmakla birlikte- el-Hasen: "Size
birbirinize yer açın denildiğinde" diye okumuşlardır. Diğerleri ise:
"Toplantı yerinde yer açın" diye okumuşlardır.
'Toplantı yerleri"
diye çoğul okuyanlar "toplantı yerlerinde ... yer açın" buyruğunun
herbir kimsenin bir yerinin olduğuna işaret etmesinden dolayıdır. Bununla
savaşın kastedilmesi halinde de durum böyledir. Aynı şekilde Peygamber
(s.a.v.)'in mescidinin kastedilmiş olması da mümkündür. Çoğul gelmesi ise, her
oturanın oturduğu ayrı bir yerinin oluşundan dolayıdır. Yine tekil olarak
"oturma yeri" ile Peygamber (s.a.v.)'in oturduğu yerin kastedilmiş
olması da mümkündür. Cins isim kabul edilerek tekil lafızla çoğul kastedilmiş
olması ihtimali de vardır. Arapların: "dinar ve dirhem çoğaldı" sözlerinde
olduğu gibi.
Derim ki: Ayet-i kerime
hakkında sahih olan görüş, onun müslümanların hayır ve ecir kazanmak maksadı
ile toplanıp biraraya geldikleri her toplantı yeri hakkında umumi olduğudur. Bu
toplantı yeri ister savaş toplanma yeri, ister zikir, isterse de cuma günü için
oturma yeri olsun. Şüphesiz herkesin önce geldiği yerde oturma hakkı daha
önceliklidir. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Her kim bir şeye
başkasından daha önce erişecek olursa, o şeye kendisinin sahib olma hakkı daha
çoktur.'' Bununla birlikte yerini daraltıp yerinden çıkmasına sebep teşkil
etmeyecek şekilde ve rahatsız olmayacak kadar da kardeşine yer genişletir.
Buhari ve Müslim'in İbn
Ömer'den rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kişi bir
başkasını yerinden kaldırarak sonra kendisi orada oturmasın ... Yine ondan
gelen rivayete göre Peygamber (s.a.v.) bir kişinin yerinden kaldırılarak bir
başkasının oraya oturmasını yasaklamıştır, fakat birbirinize yer açınız ve
genişletiniz; diye buyurmuştur.
İbn Ömer bir kimsenin
yerinden kalkarak sonra da kendisinin onun yerine oturmaktan hoşlanmazdı.
Buhari'nin lafzı bu şekildedir.
3- Bir Kimse Kendisi
Otursun Diye Başkasını Yerinden Kaldırmamalıdır:
Bir kişi mesciddeki bir
yerde oturduktan sonra, bir başkasının gelip yerine otursun diye o kimseyi
yerinden kaldırması caiz değildir. Çünkü Müslim, Ebu'z-Zübeyr'den, o Cabir'den
onun da Peygamberden rivayetine göre Peygamber şöyle buyurmuştur: "Sizden
herhangi bir kimse sakın cuma gününde kardeşini yerinden kaldırıp da sonra
kendisi onun yerine gidip orada oturmasın. Fakat bu kimse: Yer açın, desin,'•
Bir yerde bir kimse
oturup da başkası onun yerinde otursun diye kalkacak olursa duruma bakılır. Eğer
kalkıp gittiği yer, imamın sözünü işitmek bakınlından birincisi gibi ise, böyle
bir davranışta bulunmak o kimse için mekruh değildir. Eğer imamdan daha uzak
bir yere düşüyorsa böyle bir davranış ona mekruh olur. Çünkü bu durumda kendi
payını elden kaçırmış olur.
4- Bir Kimse Diğerine,
Erken Gidip Camide Kendisine Yer Tutmasını Söylerse:
Bir kimse bir diğerine
camiye erkence gidip kendisine oturacak bir yer tutmasını emredecek olursa
mekruh olmaz. Bu emri veren kişi geldiği takdirde o da yerinden kalkar. Çünkü
rivayet edildiğine göre İbn Sirin cuma gününde kendisine ait bir yerde oturmak
üzere kölesini gönderiyor, kölesi de onun adına orada oturuyordu. Kendisi geldi
mi kölesi onun için o yeri boşaltıyordu.
Buna göre bir kimse bir
yaygı yahut bir seccade gönderip de mescidin belirli bir yerinde kendisi adına
serilecek olursa ...
5- Daha Önce Oturduğu
Yere Tekrar Oturmak üzere Geri Gelirse:
Müslim'in rivayetine
göre Ebu Hureyre (r.a) Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu zikretmektedir:
"Sizden herhangi bir kimse kalkıp da -Ebu Avane'nin rivayetinde: Kim
meclisinden kalkıp da şeklindedir- sonra aynı yere geri dönerse o kimse orada
oturmaya daha bir hak sahibidir."
İlim adamlarımız dedi
ki: İlk oturan kimsenin oradan kalkacağı vakte kadar oturduğu yerin özellikle
kendisine ait olması gerektiğini kabul eden görüşün sahih olduğuna delil teşkil
etmektedir. Çünkü böyle bir kimse daha önce kalktığı yere gelip oturmağa,
öncelikle hak sahibi olduğuna göre, kalkmadan önce o yerin kendisinin olması
daha bir önceliklidir ve uygundur.
Bunun, mendubluk anlamı
ile böyle olduğu da söylenmiştir. Çünkü böyle bir yer oturulmadan önce de,
sonra da hiçbir kimsenin mülkiyeti altında olan bir yer değildir, Ancak bu
görüş tartışılır: Çünkü böyle bir yerin kimsenin mülkiyeti altında olmadığını
kabul etmekle birlikte, o yerde oturmaktan maksadı sona erinceye kadar o yer o
kişiye hastır, denilir, Böylelikle bu kimse oranın menfaatini mülkiyetine alır
gibidir, Zira o yerde bir başkasının gelip onu oradan uzaklaştırması yasaktır.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
6- Başkasına "Yer
Açarak Genişlik Sağlayanların Mükafatı:
"Allah da"
kabirlerinizde, bir görüşe göre kalplerinizde "size genişlik versin."
Bir diğer açıklamaya göre dünyada da, ahirette de size genişlik versin.
"Kalkın
denildiğinde de kalkıverin" buyruğundaki "kalkın" ve
"kalkıverin" anlamındaki lafızları Nafi', İbn Amir ve Asım şın
harflerini ötreli okumuşlardır, diğerleri ise kesreli okumuşlardır. Bunlar iki
ayrı söyleyiştir, tıpkı: ''Tapan, .. lar" (el-A'raf, 138) buyruğu ile:
"yükseltmekte oldukları'" (el-Araf, 137) buyruklarında olduğu gibi.
Buyruk: Namaz, cihad ve
hayır işlemek için kalkınız, demektir. Müfessirlerin çoğu bunu böyle
açıklamışlardır.
Mücahid ve ed-Dahhak:
Namaza seslenildiğinde namaz kılmak üzere kalkınız demektir diye
açıklamışlardır. Şöyle ki; bazı kimseler namaza gitmekte işi ağırdan alınca bu
ayet-i kerime indi.
el-Hasen ve yine Mücahid
şöyle demişlerdir: Savaşa kalkın, demektir. İbn Zeyd dedi ki: Bu Peygamber
(s.a.v.)'ın evindeki bir durum içindir. Herkes son yaptığı iş Peygamber
(s.a.v.) ile birlikte olmak olsun istiyordu, Bunun üzerine Yüce Allah şöyle
buyurdu: Peygamber (s.a.v.)'ın etrafından "yer açın denildiğinde
genişletin" çünkü onun birtakım ihtiyaçları vardır. Orada beklemeyin.
Katade de şöyle demiştir: Yani sizler maruf olan bir işe çağırıldığınızda o
çağrıyı kabul ediniz. Sahih olan da budur. Çünkü bu genel ve kapsamlı bir
açıklamadır.
''Yükselmek"
demektir: bu da: (...): Yerin yüksekliği" tabirinden alınmıştır. ''Yerinden
bir parça yükseldi, yükselir"' denilir. "Kocasına karşı yükselen
(serkeşlik eden) bir kadın" demektir. Bunun aslı: (...)'den gelmekte olup,
bu da "yüksekçe bir yer, tümsekçe bir yer" anlamındadır. Bu
açıklamayı en-Nehhas zikretmiştir.
7- İman ve İlmin
Fazileti:
"Allah sizden iman
edenleri ve kendilerine ilim verilenleri dereceler ile yükseltsin."
Ahiretteki mükafat ve sevab, dünyadaki şeref ve üstünlük itibariyle
"yükseltsin" demektir. Yüce Allah mümini mümin olmayana göre, alimi
de alim olmayana göre yükseltir. İbn Mesud dedi ki: Yüce Allah bu ayet-i
kerimede ilim adamlarını övmektedir. Kendilerine ilim verilenleri iman edip,
ilim verilmeyen kimselerin üzerine "dereceler ile" yükseltecektir,
demektir. Bu da emrolunduklarını yerine getirdikleri takdirde dinlerinde onları
derecelerle yükseltecek anlamındadır.
Şöyle de açıklanmıştır:
Zenginler, yün elbise giyinen kimselerin oturdukları yerlerde kendilerini
sıkıştırmasından hoşlanmıyorlardı. O bakımdan Peygamber (s.a.v.)'ın meclisine
daha erken gitmekte yarışıyorlardı. Burada hitab onlaradır. Peygamber (s.a.v.)
yanında oturmak isteyen fakirlerden birisinden çekindiği için elbisesini
toplayan zengin bir adam görünce şöyle buyurdu: "Ey filan kişi! Sen böyle
yapmakla zenginliğinin ona bulaşmasından yahut fakirliğinin sana bulaşmasından
mı korktun?"
Bu ayet-i kerimede Allah
nezdinde yüksekliğin, ilim ve iman ile olduğunu, meclislerin ön taraflarına
erkence gidip oturmakla olmadığını açıklamaktadır.
Bir diğer açıklamaya
göre Yüce Allah, kendilerine ilim verilenler ile Kur'an'ı okuyanları
kastetmiştir.
Yahya b. Yahya,
Malik'ten şöyle dediğini rivayet eder: "Allah sizden iman edenleri"
ashab-ı kiramı "ve kendilerine ilim verilenleri dereceler ile
yükseltsin." Allah ilim sahibini ve hakkı isteyeni yükseltir.
Derim ki: Bu meselede
ifadenin genel olması ayetin anlamı açısından daha uygundur. Yüce Allah mümin
kimseyi önce imanıyla yükseltir, ikinci olarak da ilmiyle yüceltir.
Sahih'(-i Buhari)de
belirtildiğine göre Ömer b. el-Hattab (r.a), Abdullah b. Abbas'ı diğer
sahabilerin önüne geçiriyordu. Bu hususta ona bir şeyler söylenince diğerlerini
de, İbn Abbas'ı da çağırdı. Kendilerine Yüce Allah'ın: "Allah'ın yardımı
ve fetih geldiğinde ... " (Nasr, 1) buyruğunun tefsirine dair soru sordu,
onlar da sustular. İbn Abbas şöyle dedi: Bu Rasülullah (s.a.v.)'ın ecelidir.
Allah kendisine ecelini bildirdi. Ömer dedi ki: Ben de bunun hakkında senin
bildiğinden başkasını bilmiyorum.
Buhari'de de Abdullah b.
Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Uyeyne b. Hısn b. Huzeyfe b. Bedr
(Medine'ye) gelip, kardeşinin oğlu olan el-Hurr b. Kays b. Hısn'a misafir oldu.
el-Hurr, Ömer (r.a)'ın kendisine yakınlaştırdığı kimselerdendi. Kurra (Kur'an'ı
bilenler) ister genç olsunlar, ister yaşlı olsunlar Ömer'in meclisinde
oturanlar ve kendileriyle danıştığı kimselerdi ... deyip, hadisin kalanını
zikretmektedir. Bu hadis daha önce
el-A'raf Süresi'nin sonlarında (199. ayet, 8. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
Müslim'in Sahih'indeki
rivayete göre Nafi' b. Abdu'I-Haris, Usfan'da Ömer (r.a) ile karşılaşmış. -Ömer
onu Mekke'ye vali olarak tayin ederdi.- Ona:
Sen vadideki ahalinin
başına kimi tayin ettin deyince, Nafi': İbn Ebza'yı dedi. Ömer: İbn Ebza da
kim? diye sorunca, o da: Bizim azadlı kölelerimizden bir azadlı dedi. Ömer: Sen
onlara bir azadlı köleyi mi vekil bıraktın? deyince, o şöyle dedi: Bu şahıs
Allah'ın Kitabını okuyan (bilen) birisidir. O feraizi de biliyor. Ömer şöyle
dedi: Gerçek şu ki Peygamberiniz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz
Allah bu kitab sayesinde birtakım kimseleri yükseltir ve ondan dolayı da
birtakım kimseleri alçaltır." Bu husus daha önce kitabın baş
taraflarında (Kur'an-ı Kerim'in
faziletlerine dair varid olmuş rivayetler bahsinde) geçmişti.
Yine ilmin ve ilim
adamlarının faziletine dair bu kitabın birkaç yerinde açıklamalar geçmiş
bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamdolsun. Peygamber (s.a.v.)'dan da şöyle
buyurduğu rivayet edilmiştir: "Alim ile abid arasında yüz derece vardır.
Her iki derece arasındaki mesafe hızlı koşan, zayıf, asil atların koşusu ile
yetmiş yıllık bir mesafedir. "
Yine Peygamber
(s.a.v.)'dan şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Alimin abide olan
üstünlüğü ondördündeki ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. '' Yine
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde üç tür insan şefaat
edecektir. Peygamberler, sonra alimler, sonra şehidler. "
Resulullah (s.a.v.)'ın
tanıklığı ile peygamberlik ile şehadet arasında orta bir yerde bulunan bir
mevki ne kadar da büyüktür.!
İbn Abbas'tan şöyle
dediği rivayet edilmiştir: Süleyman (a.s) ilim, mal ve hükümdarlıktan birisini
seçmekte muhayyer bırakıldı. O da ilmi seçince ona onunla birlikte hem maL, hem
de hükümdarlık verildi.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN