MÜCADELE 8 |
أَلَمْ
تَرَ
إِلَى
الَّذِينَ نُهُوا
عَنِ
النَّجْوَى
ثُمَّ
يَعُودُونَ لِمَا
نُهُوا
عَنْهُ
وَيَتَنَاجَوْنَ
بِالْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ
وَمَعْصِيَتِ
الرَّسُولِ
وَإِذَا
جَاؤُوكَ
حَيَّوْكَ
بِمَا لَمْ
يُحَيِّكَ بِهِ
اللَّهُ
وَيَقُولُونَ
فِي
أَنفُسِهِمْ
لَوْلَا
يُعَذِّبُنَا
اللَّهُ
بِمَا نَقُولُ
حَسْبُهُمْ جَهَنَّمُ
يَصْلَوْنَهَا
فَبِئْسَ
الْمَصِيرُ |
8. Kendilerine
fısıldaşmak yasaklandıktan sonra yine kendilerine yasaklanan şeylere dönen,
günahı, düşmanlığı ve Peygambere isyanı fısıldaşmakta olan kimseleri görmedin
mi? Onlar sana geldiklerinde Allah'ın seni selamlamadığı sözlerle selamlar ve
kendi aralarında derler ki: "Söylediğimiz sebebi ile Allah bize azab
etmeli değil mi?" Cehennem yeter onlara. Oraya girecekler. O ne kötü dönüş
yeridir!
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız:
1- Ayetin Nüzul Sebebi ve Fısıldaşmaları
Yasaklanışı:
2- Fısıldaşmanın Yasaklanışı ve
Riyakarlık:
3- Zımmilerin Selam Vermeleri ve
Selamlarının Alınması:
1- Ayetin Nüzul Sebebi
ve Fısıldaşmaları Yasaklanışı:
"Kendilerine
fısıldaşmak yasaklandıktan sonra ... kimseleri görmedin mi" buyruğu
hakkında şöyle denilmiştir: Bu, az önce de kaydettiğimiz gibi yahudilerle
münafıklar hakkındadır. Müslümanlar hakkında olduğu da söylenmiştir.
İbn Abbas dedi ki: Bu
kendi aralarında fısıldaşarak gizlice konuşan ve bu arada müminlere bakan ve
birbirlerine göz kırpan yahudilerle, münafıklar hakkında inmiştir.
Müminler de şöyle
diyorlardı: Bunlara bizim kardeşlerimiz ve yakın akrabalarımız olan muhacir ve
ensardan bazılarının öldürüldüklerine yahut başlarımı gelen bir musibet veya
bozgunlarına dair bir haber ulaşmış olmalıdır. Bu da onların hoşuna gitmiyor,
onları rahatsız ediyordu. Bunun neticesinde Peygamber (s.a.v.)'e şikayetleri
çoğaldı. Yüce Allah da onların fısıldaşmalarını yasakladı. Fakat bu işten
vazgeçmeyince ayet-i kerime nazil oldu.
Mukatil dedi ki:
Peygamber (s.a.v.) ile yahudiler arasında bir antlaşma vardı. Müminlerden bir
kimse onlara uğradı mı kendi aralarında -o mümin kişi kötü bir takım zanlara
kapılıncaya kadar- gizlice konuşuyorlardı. Bu sefer o da yoluna gitmekten
vazgeçiyor, geri dönüyordu. Rasülullah (s.a.v.) onlara böyle yapmamalarını
söyledi ise de onlar vazgeçmeyince bu ayet-i kerime nazil oldu.
Abdurahman b. Zeyd b.
Eslem dedi ki: Bir kişi Peygamber (s.a.v.)'e geliyor, ondan bir ihtiyacını
karşılamasını istiyor, onunla birlikte konuşuyordu. O dönemde oralarda savaş
vardı. Böylelikle onu görenler Peygamber (s.a.v.) ile savaş, bir musibet yahut
önemli bir iş hakkında konuştuğunu zannediyor, bundan dolayı da korkuya
kapılıyorlardı. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu,
2- Fısıldaşmanın Yasaklanışı
ve Riyakarlık:
Ebü Said el-Hudri
rivayetle şöyle demektedir: Bir gece konuşurken Rasülullah (s.a.v.) yanımıza
çıkageldi ve dedi ki: "Bu fısıldaşma ne oluyor? Fısıldaşmak size
yasaklanmadı mı?" Bizler: Ey Allah'ın Rasülü! Allah'a tevbe ettik. Biz Mesih'den
-Deccal'ı kastediyor- korkumuz dolayısıyla onu sözkonusu ediyorduk. Peygamber
şöyle buyurdu: "Size bence ondan daha da korkunç olanı haber vereyim
mi?" Biz: Ver ey Allah'ın Rasülü dedik, şöyle buyurdu: "(Bu) gizli
şirktir. Kişinin, bir başkası burdadır ve kendisini görüyor diye kalkıp amelde
bulunmasıdır." Bunu el-Maverdi zikretmektedir.
Hamza, Halef ve
Yakub'dan Ruveys "fısıldaşmakta olan kimseler" anlamındaki buyruğu;
(...) diye, (...) vezninde okumuşlardır. Bu Abdullah (b. Mesud) ve arkadaşlarının
kıraatidir. Diğerleri ise, "Fısıldaşmakta olan kimseler" diye; (...)
vezninde okumuşlardır. Ebü Ubeyd ve Ebü Hatim Yüce Allah'ın: "Birbirinizle
fısıldaştığınız zaman" (9. ayet) ile "fısıldaşmayın" (9. ayet)
buyrukları dolayısı ile bu okuyuşu tercih etmişlerdir.
en-Nehhas dedi ki:
Sibeveyh; (...) ile (...) vezinlerinin aynı anlamda kullanılabildiklerini de
nakletmektedir. "Davalaştılar" anlamındaki (...) ile (...):
"çarpıştılar, savaştılar" anlamındaki, (...) ile (...) fiillerinde
olduğu gibi. Buna göre bu iki okuyuş şekli de aynı anlamdadır.
"Günahı,
düşmanlığı" buyruğunun anlamı yalan ve zulmü demektir.
"Peygambere isyanı
ona muhalefeti ... " anlamındadır. ed-Dahhak, Mücahid ve Humeyd ise çoğul
olarak: "Muhalefetleri ... '' diye okumuşlardır.
3- Zımmilerin Selam
Vermeleri ve Selamlarının Alınması:
"Onlar sana
geldiklerinde Allah'ın seni selamlamadığı sözlerle selamlarlar" buyruğu
ile yahudilerin kastedildiği hususunda, bu hususta rivayet nakledenler arasında
görüş ayrılığı yoktur. Yahudiler Peygamber (s.a.v.)'e gelerek: "es-Samu
aleyke: Ölüm sana olsun" derlerdi. Onlar bu sözleriyle zahiren selam
söylediklerini ifade ediyorlar, fakat içten içe ölümü kastediyorlardı.
Peygamber (s.a.v.) de: -Bir rivayete göre- "Aleyküm: (hayır) sizin
üzerinize" diye; bir diğer rivayete göre ise: "Ve aleyküm: Sizin de
üzerinize olsun" diye cevab verirmiş.
İbnu'l-Arabi dedi ki: Bu
buyruğun anlaşılması müşkildir. Onlar şöyle diyorlardı: Eğer Muhammed bir
peygamber olsaydı, Yüce Allah bizim ona hakaret edip onu küçümsememize rağmen
biZe mühlet vermemesi gerekirdi. Halbuki onlar Yüce yaratıcının son derece
Halim (bağışlayıcı, azabı erteleyici) olduğunu kendisine dahi dil uzatanları
azablandırmakta acele etmediğini bilmiyorlardı. Ya Peygamberine dil uzatanların
durumu ne olsun?
Sabit olduğuna göre
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah'tan daha çok eziyetlere
sabreden hiçbir kimse yoktur. müşrikler O'nun eşinin ve çocuğunun olduğunu
iddia ederlerken O onlara afiyet veriyor, onları rızıklandırıyor." Yüce
Allah, onların sırlarını açığa çıkarmak, gizlediklerini ortaya koyup onları
rezil etmek ve Rasülüne de mucize olmak üzere bu buyrukları indirdi.
Katade'den, onun da
Enes'ten rivayetine göre bir yahudi Rasülullah (s.a.v.)'ın ve ashabının yanına
gelerek: es-Samu aleyküm dedi. Peygamber (s.a.v.) onun söylediğine karşılık
verdikten sonra: "Bunun ne söylediğinin farkında mısınız?" diye
sordu. Onlar: Allah ve Resulü en iyi bilir, dediler. Peygamber:
"O böyle dedi.
Haydi onu bana geri çağırınız" diye buyurdu. Onu geri getirdiler.
Peygamber: "Sen es-samu aleyküm dedin (öyle mi)?'' diye buyurdu. O da Evet
dedi. Peygamber (s.a.v.) bunun üzerine şöyle buyurdu: "Kitab ehli size
selam verdikleri takdirde siz de: Senin dediğin senin üzerine olsun,
deyiniz." Bunun üzerine Yüce Allah: "Onlar sana geldiklerinde
Allah'ın seni selamlamadığı sözlerle selamlarlar" buyruğunu indirdi.
Derim ki: Tirmizi bu
hadisi rivayet etmiş olup, bu hasen, sahih bir hadistir demiştir.
Aişe'den de şöyle dediği
sabit olmuştur: Yahudilerden birtakım kimseler Peygamber (s.a.v.)'e gelerek: Ey
Ebü'I-Kasım es-samu aleyke dediler. Ben: essamu aleyküm ve Allah size
yapacağını yapsın, nitekim yapmıştır, dedim. Bu sefer Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurdu: "Konuşma ey Aişe! Şüphesiz Allah çirkin sözü söylemeyi de, çirkin
söze çirkin sözle karşılık vermeyi de sevmez.'' Ben Ey Allah'ın Resulü, onun ne
söylediğini görmüyor musun? dedim. O: "Benim onların söylediklerini aynen
karşılık olarak onlara söylediğimi ve: Ve aleyküm dediğimi görmüyor
musun?" diye buyurdu. Bunun üzerine
şu: "Allah'ın seni selamlamadığı sözlerle selamlarlar" ayeti
nazil oldu. Yani Allah sana selam vermişken, onlar: es-samu aleyke derler.
"Sam" ise ölüm demektir. Bu hadisi bu manasıyla Buhari ve Müslim rivayet
etmişlerdir.
Buhari ile Müslim'de
Enes b. Malik (r.a)'ın rivayet ettiği hadiste şöyle denilmektedir: Peygamber
(s.a.v.) buyurdu ki: "Kitab ehli size selam verdikleri vakit siz de: Ve
aleyküm deyiniz."
Rivayet böylece
"vav"lı olarak "ve aleyküm" şeklindedir. Bu hususta ilim
adamları açıklamalarda bulunmuşlardır. Çünkü "atıf vav'ı" hükümde
ortak kılmayı gerektirmektedir. Bunun gereği olarak onların bize beddua ederek
ölümü istedikleri bu sözün kapsamına da girmemiz gerekmektedir, Yahutta bu
''Seamet; yani dinimizden usanmak" anlamına gelir. Nitekim: ''Usandı,
usanır, usanmak" denilir.
Bazıları buradaki
"vav" şairin şu mısraında olduğu gibi fazladan zikredilmiştir diye
açıklamışlardır: "Biz kabilenin evlerinin bulunduğu yeri geçip de
vardığımızda."
Burada "vav"ı
fazladan getirmiş bulunmaktadır.
Bazıları da buradaki
"vav" istinaf (ifade başlangıcı) içindir, sanki ve's-samu aleyküm
demiş gibidir. Bazıları da: Bu atıf olmak üzere gelmiştir, bunun bize zararı
yoktur. Çünkü bizim onlara bedduamız kabul olunur, ama onların bize bedduaları
kabul olunmaz,
ez-Zübeyr'in rivayetine
göre o Cabir b. Abdullah'ı şöyle derken dinlemiştir: Yahudilerden birtakım
kimseler Resulullah (s.a.v.)'e selam vererek: es-Samu aleyke ya Ebe'l-Kasım
dediler. Peygamber de: "Ve aleyküm" diye buyurdu. Aişe kızmış olarak:
Onların söylediklerini duymadın mı? deyince, Peygamber şöyle buyurdu:
"Evet, duydum. Ben de onlara karşılık verdim. Şüphesiz ki bizim onlara
bedduamız kabul olunur, fakat onların bize bedduaları kabul olunmaz." Bunu
da Müslim rivayet etmiştir.
"Vav"lı
rivayet hem mana itibariyle daha güzeldir hem "vav" ile gelen rivayet
daha sahih ve daha meşhurdur,
Zimmet ehlinin verdiği
selamının alınmasının hükmünün müslümanların selamını almak gibi vacib olup
olmadığında ihtilaf edilmiştir. İbn Abbas, eş-Şa'bi ve Katade -bu husustaki
emir dolayısıyla- vacib olduğu kanaatindedir.
Malik de Eşheb ve İbn
Vehb'in kendisinden yaptıkları rivayete göre bunun vacib olmadığı kanaatini
benimsemiştir. Ona göre şayet cevab verilecek olursa: Aleyke, denilir.
İbn Tavus'un tercihine
göre ise onlara karşılık verilirken: "Alake es-selamu" yani selam
senden yükseğe çıkmıştır denilir. Mezhebimize mensub bazıları da şunu tercih
etmişlerdir: "Sin" harfi kesreli olarak "es-silamu" denilir
ki bu da taşlar demektir.
Malik'in görüşü sunnete
uymak bakımından daha uygundur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Mesruk'un rivayetine
göre Aişe (r.anha) şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.)'e bir grub yahudi
gelerek: es-Samu aleyke ya Ebe'l-Kasım dediler. O da: "Ve aleyküm"
dedi. Aişe: Ben de hayır es-sam ve ez-zam üzerinize olsun dedim. Resulullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ey Aişe! Sen çirkin söz söyleyen bir kişi
olma!" Aişe dedi ki: Onların ne söylediklerini duymadın mı? Peygamber: "Onların
söylediklerini ben de onlara geri çevirip "ve aleyküm" demedin
mi?" diye buyurdu. Bir rivayette de şöyle buyurdu: Aişe onların ne
söylediklerini farketti ve Peygamber tebessüm etti. Bunun üzerine Rasülullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu: "Böyle deme ey Aişe! Çünkü Yüce Allah çirkin söz
söylemeyi ve çirkin söz söylemeye kalkışmayı sevmez." Ayrıca şunu da ilave
etmektedir: Bunun üzerine şanı Yüce Allah: "Onlar sana geldiklerinde
Allah'ın seni selamlamadığı sözlerle selamlarlar" buyruklarını ayetin
sonuna kadar indirdi.
Hadiste geçen
"es-samu" ile birlikte zikredilen "ez-zamu" kelimesi kusur
ve ayıb demektir. Nitekim meselde: ''Kusursuz güzel olmaz" denilir. Bu
hemzeli de söylenir, hemzesiz de söylenir. Mesela: "Onu ayıpladı,
ayıplar" denilir. İsm-i mefulü hemzeli olarak; (...) diye gelir. Yüce
Allah'ın: "Küçültülmüş, kınanmış ve kovulmuş olarak" (el-A'raf, 18)
buyruğu da buradan gelmektedir. Hemzesiz olarak: (...): diye de kullanılır.
"Ve kendi
aralarında derler ki: Söylediğimiz sebebi ile Allah bize azab etmeli değil
mi?" Yani onlar: Şayet Muhammed bir peygamber olsaydı, Allah bu
söylediklerimiz sebebiyle mutlaka bizi azab ederdi. Allah niye bize azab
etmiyor?
Bir başka açıklamaya
göre onlar şöyle dediler: O bize karşılık vererek: "Ve
aleykumü's-sam" diyor. Sam ise ölümdür. Şayet peygamber olsaydı, onun
hakkımızdaki bedduası kabul olunur ve biz de ölürdük. Bu onların hayretlerini
gerektiren bir konu idi. Çünkü onlar kitab ehli idiler ve peygamberlerin
kızdırılabileceğini biliyorlar, buna karşılık niçin peygamberi kızdıranlara
azabın acilen verilmediğini anlayamıyorlardı.
Yarın görecekleri bir
ceza olarak "Cehennem yeter onlara!" "O ne kötü dönüş
yeridir!"
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN