HADİD 28 / 29 |
يَا
أَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
اتَّقُوا اللَّهَ وَآمِنُوا
بِرَسُولِهِ
يُؤْتِكُمْ
كِفْلَيْنِ
مِن
رَّحْمَتِهِ
وَيَجْعَل
لَّكُمْ نُوراً
تَمْشُونَ
بِهِ
وَيَغْفِرْ
لَكُمْ وَاللَّهُ
غَفُورٌ
رَّحِيمٌ {28}
لِئَلَّا
يَعْلَمَ أَهْلُ
الْكِتَابِ
أَلَّا
يَقْدِرُونَ
عَلَى
شَيْءٍ مِّن
فَضْلِ
اللَّهِ
وَأَنَّ الْفَضْلَ
بِيَدِ
اللَّهِ
يُؤْتِيهِ
مَن يَشَاءُ
وَاللَّهُ
ذُو
الْفَضْلِ
الْعَظِيمِ {29} |
28. Ey
iman edenler! Allah'tan korkun, Rasulüne de iman edin ki, rahmetinden size iki
pay versin. Sizin için aydınlığıyla yürüyeceğiniz bir nur versin ve size
mağfiret etsin. Allah Gafurdur, Rahimdir.
29. Ta
ki kitab ehli Allah'ın lütfundan hiçbir şeye nail olmayacaklarını, muhakkak
lütfun Allah'ın elinde olduğunu, onu dilediğine verdiğini bilsinler. Allah çok
büyük lütuf sahibidir.
"Ey iman
edenler" Musa'ya ve İsa'ya inananlar "Allah'tan korkun,
Rasulüne" Muhammed (s.a.v.)'e "iman edin ki, rahmetinden size iki pay
versin.'" İsa ve Muhammed (s.a.v.)'e iman etmenize karşılık sıze iki kat
ecir versin. Bu da Yüce Allah'ın: "işte bunlara sabrettikleri için
ecirleri iki kere verilir." (el-Kasas, 54) buyruğuna benzemektedir. Buna
dair açıklamalar daha önceden (el-Kasas, 54-55. ayetler, 1. başlıkta) geçmiş
bulunmaktadır.
"...: Pay ve
nasib" demektir, Bu da daha önce en-Nisa Süresi'nde (85, ayet, 1.
başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Bunun asıl anlamı ise binek üzerinde olanı
düşmekten koruyan ve binicinin kendisine sarındığı bir örtücük Bu açıklamayı
İbn Cüreyc yapmıştır. el-Ezher'i de buna yakın bir açıklamada bulunarak şöyle
demiştir: Bu kelimenin türediği kök, deveye binen kimsenin düşmesin diye
devenin hörgücü üzerine koyduğu bir örtüdür. Buna göre buyruğun tevili şöyle
olur: Size, devenin üzerine konan bu örtünün biniciyi koruduğu gibi, sizi
masiyetlerle helak olmaktan koruyacak iki pay verir.
Ebu Musa el-Eş'arı dedi
ki: Habeşçede (...): İki kat" demektir. İbn Zeyd'den: "iki pay"
dünya ve ahiret mükafatı demektir.
Denildiğine göre Yüce
Allah'ın: "İşte bunlara sabrettikleri için ecirleri iki kere
verilir." (el-Kasas, 54) buyruğu nazi! olunca, kitab ehlinden olup iman
edenler Peygamber (s.a.v.)'ın ashabına karşı Öğünmeye koyuldular. Bunun üzerine
bu ayet-i kerime nazil oldu.
Kimi ilim adamı bu
ayet-i kerimeyi herbir haseneye ancak onun misli bir ecir olduğuna delil
göstermiş ve şöyle demişlerdir: Hasene imandan olan herbir tür hakkında kullanılan
umumi bir isimdir ve bu mutlak olarak kullanıldığı vakit umumi anlamında
kullanılır. Eğer hasene belli bir tür hakkında kullanılacak olursa, onu işleyen
kimseye ancak bir tek misli ile mükafat verilir. Eğer iki türü kapsayan bir
hasene hakkında kullanılırsa, o vakit bu haseneye iki katıyla sevab verilir.
Ayet-i kerime bu hususa delildir. Çünkü Yüce Allah: "Rahmetinden ... iki
pay" diye buyurmuştur. "Pay" ise "misil" ile aynı
anlamdadır. Böylelikle Allah'tan korkan, Resulüne iman eden kimseye iki pay
tayin etmiş olmaktadır. Birisi Allah'tan korkması, diğeri ise Resulüne iman
etmesi dolayısıyla. İşte bu, on katı mükafatı bulunan hasenenin, on tür
haseneyi toplayan hasene için sözkonusu olduğuna delil teşkil etmektedir. Bu
ise Yüce Allah'ın sıfatlarından on çeşidi bir arada toplayan imandır. Çünkü
Yüce Allah: "Doğrusu müslüman erkeklerle, müslüman kadınlar. .. "
(el-Ahzab, 35) ayetinin tamamında bu hususları saymaktadır. Böylelikle
karşılığında onların misli mükafat gören on çeşit hasene zikredilmiş bulunmaktadır.
Bunların herbir türüne karşılık onun misli ile bir mükafat verilecektir.
Ancak bu fasid bir
tevildir, çünkü Yüce Allah'ın: "İyilikle gelene bunun on misli
vardır" (el-En'am, 160) buyruğundaki zahir ifadenin um um çerçevesinin
dışına -umumu tahsis etme ihtimali bulunmayan iddialarla- çıkmak sözkonusudur.
Zira on haseneyi bir arada bulunduran bir amelin herbir hasenesine ancak misli
ile mükafat verilir, diye bir şey sözkonusu değildir. Bu iddia ile hasenenin
mükafatının on misli ile görüleceği reddedilmektedir, Halbuki haberler buna
delalet etmektedir. Biz de bunları daha önceden (el-En'am, 151. ayetin tefsiri
ile en-Neml, 89. ayetin tefsirinde) zikretmiş bulunmaktayız. Eğer durum bu
iddia sahibinin dediği gibi olsaydı (karşılık görmesi açısından) hasene ile
seyyie (iyilik ile kötülük) arasında bir fark olmazdı.
"Sizin için"
ahirette Sırat üzerinde, kıyamette cennete gitmek üzere "aydınlığıyla
yürüyeceğiniz bir nur" Mücahid'den gelen rivayete göre; bir açıklama ve
bir hidayet "versin."
İbn Abbas bunu Kur'an-ı
Kerim, diye açıklamıştır. Bunun bir aydınlık, bir ışık olduğu da söylenmiştir.
Bir başka açıklama da
şöyledir: Aydınlığında insanlar arasında yürüyeceği niz , kendilerini İslama
davet edeceğiniz, böylelikle İslam dininde ileri gelenler arasına katılacağınız
ve sahih olduğunuz bu ileri gelme özelliğinizin asla sona ermeyeceği bir
önderlik versin,
Çünkü onlar Muhammed
(s.a.v.)'e iman etseler, başkanlıklarının sona ereceğinden korkmuşlardı. Oysa
kaybedecekleri sadece Allah'ın hükümlerini tahrif etmek sebebiyle güçsüz
kimselerden aldıkları basit rüşvetlerden ibaretti. Dindeki gerçek önderlikleri
değildi.
"Ve size"
günahlarınızı "mağfiret etsin. Allah Gafurdur, Rahilndir." "Ta
ki kitab ehli ... bilsinler" buyruğundaki: (...) buyruğu; ''Ta ki
bilsinler" demektir. Buna göre: (...) fazladan tekid edici olarak gelmiş
bir sıladır. Bu açıklamayı el-Ahfeş yapmıştır.
el-Ferra da şöyle
demektedir: Buyruk: ''Bilsinler diye'' anlamında olup (...) red ve inkarın
bulunduğu bütün ifadelerde zaid bir sıladır.
Katade dedi ki: Kitab
ehri müslümanları kıskandılar. Bunun üzerine "Ta ki kitab ehli ...
bilsinler" buyruğu nazil oldu ki; şu demektir: Kitab ehlinin kendilerinin
"Allah'ın lütfundan hiçbir şeye nail olamayacaklarını. muhakkak lütfun
Allah'ın elinde olduğunu ... bilsinler" demektir.
Mücahid dedi ki:
Yahudiler şöyle dediler: Elleri ve ayakları kesecek bir peygamberin aramızdan
çıkması zamanı yaklaşmış bulunmaktadır. Ancak bu peygamber Araplar arasından
çıkınca bunu inkar ettiler, bu sefer "Ta ki kitab ehli ... hiçbir şeye
nail olamayacaklarım" yani kendilerinin hiçbir şeye güç
yetiremeyeceklerini " ... bilsinler" buyruğu nazil oldu, Bu da Yüce
Allah'ın:
''Onun hiçbir sözlerine
karşılık veremediğini ... '" (Ta-Ha, 89) buyruğuna benzemektedir.
el-Hasen'den: "Ta
ki kitab ehli ... bilsinler" anlamındaki buyruğu; (...) diye okuduğu
rivayet edilmiştir. Bu İbn Mücahid'den de rivayet edilmiştir. Kutrub ise bunun
"lam" harfi kesreli, "ye" harfi de sakin olarak okunduğunu (yine
el-Hasen'den) rivayet etmektedir.
Cer harfi olan
"lam"ın üstün olarak okunması bilinen bir söyleyiştir. "Ye"
harfinin sakin okunuşuna gelince, şöyle açıklanır: (...)'in hemzesi
hazfedilince, bu sefer (...) olur. Daha sonra "nun", "lam"
harfine idgam edilince: (...) olur. "Lam"lar bir araya gelince,
onlardan ortada olanlarının yerine "ye" harfi getirilir. Nitekim
Arapların: (...) lafzını (...) diye kullanmaları da buna benzemektedir. İşte
(...) diye "lam" harfini kesreli olarak okuyanların kıraati ile
ilgili açıklama da bunun gibidir. Şu kadar var ki o, bu hususta meşhur olan
söyleyişe uygun olarak "lam"ı hazfetmemiştir. Bu bakımdan bu okuyuş
bu cihetiyle daha kuvvetli görülmektedir.
İbn Mesud'dan "Ta
ki ... bilsinler" diye okuduğu, Hittan b. Abdillah'tan; ''Ta ki bilmeleri
için" diye, İkrime'den de: "Bilmesi için, bilsin diye" diye
okudukları da rivayet edilmiştir. Ancak bunlar mushafta yazılı olan şekle
muhaliftir.
"Allah'ın
lütfundan" buyruğu İslam diye açıklandığı gibi mükafat diye de
açıklanmıştır. el-Kelbi Allah'ın rızkından, diye açıklamıştır. Sayılıp
dökülmesi imkansız olan Allah'ın nimetleridir, diye de açıklanmıştır.
"Muhakkak lütfun
Allah'ın elinde olduğunu" onların elinde olmadığını dolayısıyla
peygamberliği Muhammed (s.a.v.)'dan başka sevdikleri kimseye yönlendirmek
imkanına sahib olmadıklarını ... bilsinler diye "muhakkak lütfun Allah'ın
elinde olduğunu" buyruğu lütuf yalnız O'nundur diye de açıklanmıştır.
"Onu dilediğine verdiğini bilsinler."
Buhari'de şöyle
denilmektedir: Bize el-Hakem b. Nafi anlattı, dedi ki: Bize Şuayb, ez-Zühri'den
nakletti, dedi ki: Bana Salim b. Abdillah haber verdi. Abdullah b. Ömer dedi
ki: Rasülullah (s.a.v.)'ı -minber üzerinde ayakta duruyorken- şöyle buyururken
dinledim: "Sizin, sizden önceki ümmetlere göre kaldığınız süre ikindi
namazından güneşin batışına kadar olan süre gibidir. Tevrat ehline Tevrat
verildi, onlar da günün ortasına kadar bu Tevrat gereğince amel ettiler. Sonra
acze düştüler, onlara birer kırat, birer kırat verildi. Daha sonra İncil
sahiplerine İncil verildi, onlar 'da ikindi namazına kadar onunla amel ettiler.
Sonra acze düştüler, onlara birer kırat, birer kırat verildi. Sonra size Kur'an
verildi, siz de güneş (batıncaya) kadar onunla amel ettiniz. O bakımdan size
ikişer kırat, ikişer kırat verildi. Tevrat ehli şöyle dedi: Rabbimiz bunların
amelleri daha az, fakat mükafatları daha çok. Yüce Allah şöyle buyurdu:
"Ben sizi herhangi bir şeyin ecrinden mahrum ederek size zulmettim mi,
dedi. Onlar: Hayır dediler. Bunun üzerine şöyle buyurdu: İşte bu Benim
lütfumdur, Ben onu dilediğim kimseye veririm." Bir rivayette de şöyle
demektedir: "Yahudiler ve hristiyanlar öfkelendiler ve: Rabbimiz ...
dediler.''
"Allah çok büyük
lütuf sahibidir."
el-Hadid Suresi'nin
tefsiri (burada) sona ermektedir. Yüce Allah'a hamdolsun.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN