VAKIA 27 / 40 |
وَأَصْحَابُ
الْيَمِينِ
مَا
أَصْحَابُ الْيَمِينِ
{27} فِي سِدْرٍ
مَّخْضُودٍ {28}
وَطَلْحٍ
مَّنضُودٍ {29}
وَظِلٍّ
مَّمْدُودٍ {30}
وَمَاء
مَّسْكُوبٍ {31}
وَفَاكِهَةٍ
كَثِيرَةٍ {32}
لَّا
مَقْطُوعَةٍ
وَلَا مَمْنُوعَةٍ
{33} وَفُرُشٍ
مَّرْفُوعَةٍ
{34} إِنَّا
أَنشَأْنَاهُنَّ
إِنشَاء {35}
فَجَعَلْنَاهُنَّ أَبْكَاراً
{36} عُرُباً
أَتْرَاباً {37}
لِّأَصْحَابِ
الْيَمِينِ {38}
ثُلَّةٌ
مِّنَ الْأَوَّلِينَ
{39} وَثُلَّةٌ
مِّنَ
الْآخِرِينَ
{40} |
27.
Ashabu'l-yemin, ne Ashabu'l-yemindir!
28.
Dikensiz arabistan kirazı altında,
29.
Meyveleri birbirine girmiş muz ağaçları altında,
30.
Yayılmış gölgelerde
31. Ve sürekli
akan su yanında (otururlar).
32, 33.
Ardı arkası kesilmez ve asla men olunmaz pek çok meyve (arasında).
34.
Yükseltilmiş döşekler üzerinde olacaklardır.
35.
Şüphesiz Biz onları yeniden yarattık da
36.
Onları hem bakireler kıldık,
37. Hem
eşlerine düşkün ve hep bir yaşta;
38.
Ashabu'l-yemin için.
39.
Öncekilerden de çok vardır,
40.
Sonrakilerden de çok vardır.
"Ashabu'l-yemin, ne
Ashabu'l-yemindir" buyruğu ile tekrar -önceden geçtiği üzere- es-Sabikun
(ileri geçenler)in kendileri olan Ashabu'l-meymene'nin konumlarını sözkonusu
etmektedir. Buradaki ifadenin tekrarlanması, içinde bulunacakları nimetlerin
büyüklüğünü anlatmak içindir.
"Dikensiz arabistan
kirazı altında." Yani dikenleri alınmış yahut kesilmiş arabistan kirazı
arasında olacaklardır. Bu açıklamayı İbn Abbas ve başkaları yapmıştır.
İbnu'I-Mübarek şu rivayeti zikretmektedir: Bize Safvan, Süleym b. Amir'den
anlattı, dedi ki: Peygamber (s.a.v.)'ın ashabı şöyle diyorlardı: Şüphesiz ki
bedeviler ve soru sormaları bize çok faydalı oluyor. Bir gün bir bedevi Arap
gelip; Ey Allah'ın Resulü, dedi. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de eziyet verici bir
ağaçtan sözetmektedir. Halbuki ben cennette sahibine eziyet verecek bir ağacın
olacağı kanaatinde değildim. Resulullah (s.a.v.): "Sözünü ettiğin ağaç
hangisidir?" diye sordu, bedevi: Bu arabistan kirazı ağacıdır, onun
rahatsız edici dikenleri vardır, dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurdu: "Yüce Allah: "Dikensiz arabistan kirazı altında"
demiyor mu? Allah onun dikenlerini almış ve herbir diken yerine bir meyve
koymuş olacaktır. O ağaç öyle bir mahsul verir ki, bundan biri diğerine hiçbir
şekilde benzemeyen yetmişiki çeşit meyve çıkacaktır. ''
Ebu'l-Aliye ve ed-Dahhak
dediler ki: Müslümanlar Vecce -ki o Taif'te verimli bir vadi dir- baktılar ve
oradaki arabistan ağaçları hoşlarına gitti. Keşke bizim de bunun gibi
ağaçlarımız olsaydı, dediler. Bunun üzerine bu ayet-i kerime indi. Umeyye b.
Ebi's-Salt da cenneti nitelendirirken şöyle demektedir:
"Şüphesiz ki
cennetteki bahçelerin koyu gölgeleri vardır, Or-ada genç kızlar vardır, oranın
arabistan kirazı ağaçlarının dikenleri alınmıştır."
ed-Dahhak, Mücahid ve
Mukatil b. Hayyam "dikensiz arabistan kirazı altında" buyruğunu bu
meyve yükü ile ağırlaşmış demektir, diye açıklamışlardır. Bu da daha önce
sözünü ettiğimiz haberin muhtevasına yakındır.
Said b. Cübeyr dedi ki:
Onun yemişleri testilerden daha büyüktür. Bu husus daha önce en-Necm
Suresi'nde; "Sidretu'l-münteha yanında" (en-Necm, 14) buyruğunu
açıklarken geçmiş ve mahsullerinin Hecer testileri gibi olduğu Enes'in
Peygamber (s.a.v.)'dan rivayet ettiği hadiste belirtilmiş idi.
"Meyveleri
birbirine girmiş muzağaçları altında" buyruğunda geçen ''Muz ağacı"
demek olup, tekili (...) dır. Müfessirlerin çoğu Ali, İbn Abbas ve başkaları
böyle demişlerdir.
el-Hasen de şöyle
demiştir: Burada sözü edilen muz değildir, fakat serin ve nemli bir gölgesi
bulunan bir ağaçtır.
el-Ferra ve Ebu Ubeyde
de şöyle demişlerdir: Bunlar dikenleri bulunan büyük ağaçlardır. Hida
(develerine şarkı söyleyen)lerden birisi olan el-Ca'di şöyle demiştir:
"Kılavuzu müjdeledi onu ve dedi ki:
Yarın sen talhı (dikenli
büyük ağaçları) ve bu dikenli ağaçların yemişlerini göreceksin. "
Buna göre
"talh" dikeni bol, büyük her ağacın adıdır. ez-Zeccac dedi ki:
Cennette bu ağacın
dikenlerinin izale edilmiş olması mümkündür. Yine ezZeccac şöyle demiştir: Um
Gaylan ağacı gibi. Bu ağacın oldukça hoş beyaz bir çiçeği vardır. Onlara
böylece hitab edildi ve benzerini sevdikleri şeyler onlara vaadolundu. Şu kadar
var ki, bu tür ağaçların dünyadaki benzerlerine üstünlüğü, cennette bulunan
diğer nimetlerin dünyadakilere üstünlüğü gibidir.
es-Süddi dedi ki:
Cennetteki talh, dünyadakine benzer. Şu kadar var ki onun baldan tatlı bir
meyvesi vardır.
Ali b. Ebi Talib (r.a.)
bu buyruğu "ayn" harfi ile "Meyveleri birbirine girmiş yemişler
altında" diye okumuş ve (bu okuyuşunu gerekçelendirmek üzere de) şu ayeti
zikretmiştir: "Ve meyveleri olgunlaşmış güzel hurmaağaçları arasında"
(eş-Şuara, 148) Ancak bukıraat, mushafın hattına uygun değildir. Bir rivayete
göre de onun önünde; ''Meyveleri birbirine girmiş muz ağaçları altında"
diye okutmuş o da talhın burada işi ne? demiş, bu (...) şeklindedir. Daha sonra
da ''Ve tomurcukları üstüste binmiş ... " (Kaf, 10) buyruğunu okumuştur.
Ona: Bunu değiştirmeyelim mi? diye sorulunca, o: Kur'an'ın bu şekilde
değiştirilmesi ve tahvil edilmesi gerekmez demiştir. Böylelikle o, bu kıraati
tercih etmiş olmakla birlikte, icma ile kabul edilmiş olan hat şekline
muhalefeti dolayısıyla mushafta yazılmasını uygun bulmamıştır. Bu açıklamayı
el-Kuşeyri yapmıştır.
Ebu Bekir el-Enbari
senedini kaydederek şöyle demiştir: Bana babam anlattı, dedi ki: Bize el-Hasen
b. Arafe anlattı. Bize İsa b. Yunus, Mücalid'den anlattı. O el-Hasen b.
Sa'd'dan, o Kays b. Ubad'dan dedi ki: Ben Ali'nin yanında; ''Meyveleri
birbirine girmiş muz ağaçları altında" diye okudum -Mücalid şüphe ederek:
Ya da Ali'nin huzurunda böyle okundu dedi. Bunun üzerine Ali (r.a) şöyle dedi:
Burada "talh (muz ağaçları)''ın ne işi var? Sen hiç (...) diye okumaz
mısın? dedikten sonra ''Ve tomurcukları üst üste binmiş" (Kaf, 10)
buyruğunu okudu. Ona dedi ki: Ey müminlerin emiri, bunu mushaftan kazıyalım mı?
diye sorunca, o: Hayır, artık bugün Kur'an'da bir değişiklik olmaz. Ebu Bekr
dedi ki: Bu ifadenin anlamı şu ki; o mushafta yazılı olana dönmüş ve doğru
olanın o olduğunu kabullenmiş olup, daha önce kullanmış olduğu -belki de kasti
olmayan- o yanlış ifadeyi çürütmüş olmaktadır.
"Meyveleri
birbirine girmiş" öncekileri de, sonrakileri de üstüste yüklenmek
suretiyle birbiri üstüne gelmiş demektir. Bundan dolayı da onun açığa çıkan
dalları görülmeyip, aksine sıkı sıkıya dizilmiş olur .
"üstüste iyice
istif etmek" demektir. "üstüste iyice dizilmiş" anlamındadır.
en-Nabiğa da şöyle demiştir: "Kendisini alıkoyan (bir engel varken) açtı
yolunu küçük ırmağın Ve onu evin önündeki iki perdeye doğru gelmesini sağladı,
sonra da tepeden tırnağa kadar meyve ve yaprakla dolu (ağaca ulaştırdı.)"
Mesruk dedi ki: Cennetin
ağaçları kökünden dallarına kadar hepsi üstüste yığılmış meyvelerle doludur.
(Cennetlik kişi) bir meyve yedi mi onun yerine ondan daha güzeli gelir.
"Yayılmış
gölgelerde" yani devamlı kalıcı, gitmeyen ve güneşin de ortadan
kaldırmadığı gölgede. Yüce Allah'ın: "Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığına
bakmaz mısın? Dileseydi onu hareketsiz kılardı." (el-Furkan, 45) buyruğuna
benzemektedir. Bu ise sabah vaktinde olur ki, sözkonusu bu vakit daha önce
belirtilen ayetin tefsirinde geçtiği üzere, ortanın iyice aydınlanmasından,
güneşin doğuşuna kadar olan vakittir. Cennetin her tarafı gölgeliktir, onunla
birlikte bir güneş yoktur,
er-Rabi b. Enes dedi ki:
Bu gölge ile Arşın gölgesini kastetmektedir. Amr b. Meymun da: Bu gölge
yetmişbin yıllık mesafedir, demiştir. Ebu Ubeyde dedi ki: Araplar uzun zamana,
uzun ömre ve kesintisi olmayan herbir şeye "memdud: uzayıp giden (mealde:
yayılmış)" derler. Lebid dedi ki: ''Baki kalmayı yenik düşürdü, halbuki
ben yenik düşürülen birisi değildim, uzun, sürekli ve uzayıp giden bir
zaman."
Tirmizi'nin, Sahih'inde ve
başka eserlerde Ebu Hureyre'nin Peygamber (s.a.v.)'dan rivayet ettiği hadiste
şöyle denilmektedir: "Cennette suvarinin gölgesinde yüzyıl boyunca yol
aldığı halde gölgesini bitiremeyeceği bir ağaç vardır. Arzu ederseniz "yayılmış
gölgelerde" buyruğunu okuyunuz, ''
"Ve sürekli
akan" asla kesilmeden akıp duran "su yanında." ("Sürekli akan" anlamındaki
kelimenin kökünü teşkil eden): ''Dökmek, akmak" demektir, "Onu döktü,
dökmek" denilir. "Dökülüş" anlamındadır, Bu bakımdan;
"Döktü, döküş" ve ''döküldü, dökülüş" denilir,
Gece ve gündüz ve
yatakları olmaksızın sürekli akan, akışı da asla kesintiye uğramayan akıp duran
su demektir. Araplar çölde yaşarlar ve sıcak ülkede bulunuyorlardı. ülkelerinde
ırmaklar çok az bulunurdu, Suya ancak kovalarla ve bu kovaları bağladıkları
halatlarla ulaşabiliyorlardı. Cennette bundan farklı bir nimet onlara
vaadolundu, onlara dünyada bilinen, kırlarda güzelce vakit geçirmenin yolları
anlatıldı. Bunlar da ağaçlar, ağaçların gölgeleri, sular, ırmaklar ve bunların
kesintisiz akmaları ile gerçekleşecek şeylerdir.
Yaz ve kış meyvelerinin
kesintiye uğradığı gibi o meyvelerin hiçbir zaman "ardı arkası
kesilmez" dünya meyveleri gibi kendilerine yasak konulmayarak "ve
asla men olunmaz pekçok meyve" vardır. Yani bu meyveler ülkelerinde
gördükleri gibi az, nadir bulunacak şeyler olmayacaktır.
"Ve asla men
olunmaz" ifadesinin o meyveleri almak isteyenler diken, uzaklık yahut
bahçe duvarı gibi şeylerle engellenmez, Aksine kulun canı o meyveyi çekti mi
onu alıverecek şekilde ona yaklaşıverir, Nitekim Yüce Allah: "Gölgeleri
üzerlerine yakın olup meyveleri ise alabildiğine boyun eğdirilmiş halde
olacaktır." (el-İnsan, 14) diye buyurmaktadır,
Zamanla ardı arkası
kesilmeyecek ve değeri şart koşulmak suretiyle alıkonulmayacak, anlamında olduğu
da söylenmiştir, Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır,
"Yükseltilmiş
döşekler üzerinde olacaklardır" buyruğu ile ilgili olarak Tirmizi, Ebu
Said'den, o da Peygamber (s.a.v.)'dan Yüce Allah'ın: "Yükseltilmiş
döşekler üzerinde olacaklardır" buyruğu hakkında şöyle buyurduğunu rivayet
etmektedir: "Bu döşeklerin yüksekliği hiç şüphesiz sema ile yer arası gibi
beşyüz yıllık mesafe olacaktır." (Tirmizi) dedi ki: Garib bir hadistir.
Biz bunu ancak Rişdin b. Sad yoluyla gelen bir hadis olarak biliyoruz,
Bazı ilim adamları da bu
hadisin tefsirinde şöyle demişlerdir: "Döşekler" dereceler
hakkındadır. Dereceler arasındaki mesafe ise yer ile gök arası gibidir.
Buradaki
"döşekler"den kastın -daha önce kendilerinden sözedilmediği halde-
cennetteki kadınlardan kinaye olduğu da söylenmiştir. Çünkü Yüce Allah'ın:
"Yükseltilmiş döşekler" buyruğu buna delalet etmektedir, zira
döşekler kadınların bulundukları yeri ifade eder. O halde: Güzellikleri ve
mükemmellikleri itibariyle oldukça yüksek değerli kadınlar da vardır, demektir.
Buna delil de Yüce Allah'ın: "Şüphesiz Biz onları yeniden yarattık"
buyruğudur. Biz onları mükemmel bir şekilde ve yeniden harikulade güzellikte
yarattık, demektir.
Araplar kadına
"firaş (döşek)", "libas (elbise)" ve "izar" adını
verirler. Nitekim Yüce Allah da: "Onlar (o kadınlar) sizin
elbisenizdir" (elBakara, 187) diye buyurmaktadır.
Diğer taraftan: Bu
açıklamaya göre bu kadınlardan kasıt el-huru'l-iyndir.
Biz onları bir anneden
doğmaksızın yarattık, demektir. Maksadın Ademoğlu kadınları oldukları da
söylenmiştir. Biz onları yeniden yarattık demektir ki, bu da onların gençlik
haline ve mükemmel güzelliğe döndürülmeleri demektir. Yani yaşlı kadını da,
genç olanları da aynı şekilde yarattık. Onlardan daha önce sözedilmediği halde
zamir ile sözkonusu edilmiş olmaları bu kadınların da Ashabu'l-yemin arasına
girmelerinden dolayıdır. Çünkü -az önce de geçtiği gibi- "döşekler"
kadınlardan kinayedir.
Peygamber (s.a.v.)'dan
da Yüce Allah'ın: "şüphesiz Biz onları yeniden yarattık" buyruğu
hakkında: "Dul da, bakire de onlardan olacaktır" diye buyurduğu
rivayet edilmiştir.
Um Seleme (r.anha) dedi
ki: Peygamber (s.a.v.)'e Yüce Allah'ın: "Şüphesiz Biz onları yeniden
yarattık da onları hem bakireler kıldık, hem eşlerine düşkünler ve hep bir
yaşta" buyruğu hakkında soru sordum, şöyle buyurdu: "Ey Um Seleme!
Burada sözü edilen kadınlar dünya hayatında oldukça yaşlı, saçları ağarmış,
gözleri aydınlıkta iyi seçemeyen, gözleri çapaklı kadınlardır. Allah yaşlı
hallerinden sonra onları olgunlukları itibariyle aynı zamanda doğmuş ve
birbirine yaşıt kadınlar olarak yaratacaktır.'' Bu hadisi en-Nehhas, Enes'ten
gelen bir rivayet olarak senediyle şöylece kaydetmektedir: Bize Ahmed b. Amr
anlattı dedi ki: Bize Amr b. Ali anlattı, dedi ki: Bize Ebu Asım, Musa b. Abide'den
anlattı, o Yezid er-Rukaşi'den, o Enesb. Malik'ten (diye rivayet etti). Enes
hadisi (Peygamber s.a.v.'e) ref' ederek (nisbet ederek): "Şüphesiz Biz
onları yeniden yarattık" buyruğu hakkında dedi ki: "Bu kadınlar
gözleri aydınlıkta seçemeyen, gözleri çapaklı, dünyada iken gözleri aydınlıktan
kamaşan, gözleri çapaklanmış kocakarı kadınlardır."
el-Müseyyeb b. Şerik
dedi ki: Peygamber (s.a.v.) Yüce Allah'ın: "Şüphesiz Biz onları yeniden
yarattık" ayeti hakkında dedi ki: "Bu sözü edilen kadınlar dünya hayatındaki
kocakarılardır. Allah onları yeni bir yaratılış ile yeniden var edecektir.
Kocaları kendilerine her yaklaştığında onların bakire olduklarını
göreceklerdir." Aişe (r.anha) bu sözleri duyunca: Vay çekilecek acılara,
ağrılara! diye söylenmiş, bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ona: "Orada
ağrı, sızı diye bir şeyolmayacaktır" diye buyurmuştur.
''Eşlerine
düşkünler" lafzı (...): "Eşine düşkün" lafzının çoğuludur. İbn
Abbas, Mücahid ve başkaları şöyle demişlerdir: Bu kocalarına aşık olan kadınlar
anlamındadır. Yine İbn Abbas'tan gelen rivayete göre bu, sevgisini güzel
sözlerle ifade eden çok seven kadın demektir. İkrime de: Nazlı ve naz yapan
kadın, diye açıklamıştır. İbn Zeyd de: Bu (anlamı ile) Medinelilerin şivesinde
böyledir, demiştir. Lebid'in şu beyitinde de bu anlamdadır: "Çadırda
çirkin (sözlü) olmayan nazlı birisi vardır, Kokusu hoştur onun, onun önünde göz
kamaşır."
Mekkelilerin şivesinde
ise bu anlamda; "Nazlı kadın" denilir. Yine Zeyd b. Eslem'den,
sözleri güzel kadın anlamındadır, diye açıkladığı nakle dil miştir.
Yine İkrime'den ve
Katade'den: (...) lafzını "eşlerine sevgilerini izhar eden kadınlar"
diye açıkladıkları nakledilmiştir. Bunun kökü, açık seçik ifadelerle maksadını
açıkladı, anlamındaki (...)'den gelmektedir. Buna göre: "Kocasına olan
sevgisini güzel sözlerle, nazlı edalarla açığa vuran kadın" anlamındadır.
Bunun, kocasının
kendisinden daha da zevk ve lezzet alması için, kocasına sevgi ile itaat eden
güzel kadın, demek olduğu da söylenmiştir.
Cafer b. Muhammed
babasından, o dedesinden şöyle dediğini rivayet etmektedir. Resulullah (s.a.v.)
buyurdu ki: "Eşlerine düşkünler" buyruğu; "Konuşmaları
Arapçadır" demektir.
Hamza ve Asım'dan
rivayetle Ebu Bekr bu kelimeyi "ra" harfi sakin olarak okumuşlar,
diğerleri ise ötreli okumuşlardır. Her iki şekil de "feul" veznindeki
kelimelerin çoğulunda mümkündür.
"Ve hep bir
yaşta." Aynı tarihlerde doğmuş ve aynı yaşta olmak üzere otuzüç yaşında
olacaklardır. Yaşıt olan kadınlar hakkında: (...) denilirken, erkekler hakkında
da "Akran" denilir.
Araplar kadınlar
arasında çocukluk yaşını aşmış ve yaşlılık dönemine henüz girmemiş kadınlara
daha çok meylederlerdi.
Bu lafzın,
"birbirine benzer ve birbirine yakın şekillerde" anlamına geldiği de
söylenmiştir ki, bu açıklamayı Mücahid yapmıştır.
es-Süddi de şöyle
açıklamıştır: Bunlar huyları itibariyle birbirine yakındır.
Aralarında kin ve
kıskançlık olmayacaktır, demektir.
"Ashabu'l-yemin
için" buyruğu hakkında denildi ki: Huru-I-iyn, es-Sa bikOn (ileri
geçenler) içindir. "Yaşıtlar ve eşlerine düşkün olanlar" ise
Ashabu'l-yemin içindir.
"Öncekilerden de
çok vardır, sonrakilerden de çok vardır" buyruğu ile daha önce geçen
"Ashabu'l-yemin, ne Ashabu'l-yemindir" buyruğuna atıfta
bulunulmaktadır. Yani onlar arasında "öncekilerden de çok vardır,
sonrakilerden de çok vardır" bunun anlamına dair açıklamalar da daha önce
geçmiş bulunmaktadır.
Ebu'I-Aliye, Mücahid,
Ata b. Ebi Rebah ve ed-Dahhak şöyle demişlerdir: "Öncekilerden de çok
vardır" buyruğundan kasıt, bu ümmetin ilkleridir. "Sonrakilerden de
çok vardır" buyruğunda da kasıt bu ümmetin sonra gelenleridir. Buna da İbn
Abbas'tan: "Öncekilerden de çok vardır, sonrakilerden de çok vardır"
ayeti ile ilgili olarak Peygamber (s.a.v.)'in: "Hepsi de benim
ümmetimdendir." buyruğu delil teşkil etmektedir.
el-Vahidi dedi ki:
Cennetlikler iki eşit kısımdır. Bunların yarısı geçmiş ümmetlerden, diğer
yarısı da bu ümmetten olacaktır.
Ancak bu görüşü İbn
Mace'nin Sünen'inde, Tirınizi'nin Cami'inde, Bureyde b. Hasıb (r.a)'dan kaydettikleri
şu rivayet reddetmektedir. Bureyde dedi ki: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Cennetlikler yüzyirmi saf olacaktır. Bunların sekseni bu ümmetten, kırkı
ise diğer ümmetlerden olacaktır. Ebu İsa dedi ki: Bu hasen bir hadistir.
''Çok vardır" buyruğu
ya mübteda olarak merfudur, veya sıfat harfinin haberinin hazfedilmesi
dolayısıyla merfu gelmiştir, takdiri de şu şekildedir: ''Ashabu'l-yeminin iki
kalabalık grubu vardır. Bunların birisi bunlardan, diğeri de
öbürlerindendir." İkinci görüşe göre öncekiler geçmiş ümmetlerden,
sonrakiler de bu ümmetten olacaklardır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN