KAMER 1 / 8 |
بِسْمِ
اللهِ
الرَّحْمنِ
الرَّحِيمِ اقْتَرَبَتِ
السَّاعَةُ
وَانشَقَّ
الْقَمَرُ {1}
وَإِن
يَرَوْا
آيَةً
يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا
سِحْرٌ
مُّسْتَمِرٌّ
{2}
وَكَذَّبُوا
وَاتَّبَعُوا
أَهْوَاءهُمْ وَكُلُّ
أَمْرٍ
مُّسْتَقِرٌّ
{3} وَلَقَدْ جَاءهُم
مِّنَ
الْأَنبَاء مَا
فِيهِ
مُزْدَجَرٌ {4}
حِكْمَةٌ
بَالِغَةٌ فَمَا
تُغْنِ
النُّذُرُ {5}
فَتَوَلَّ
عَنْهُمْ
يَوْمَ
يَدْعُ
الدَّاعِ
إِلَى شَيْءٍ
نُّكُرٍ {6} خُشَّعاً
أَبْصَارُهُمْ
يَخْرُجُونَ
مِنَ
الْأَجْدَاثِ
كَأَنَّهُمْ
جَرَادٌ
مُّنتَشِرٌ {7} مُّهْطِعِينَ
إِلَى
الدَّاعِ
يَقُولُ الْكَافِرُونَ
هَذَا
يَوْمٌ
عَسِرٌ {8} |
1. O
saat yaklaştı ve ay yarıldı.
2. Eğer
bir ayet görseler yüz çevirirler ve: "Devam edip giden bir büyüdür"
derler.
3. Hem
de yalanladılar ve hevalarına uydular. Halbuki her işin kararlaştırılmış bir
vadesi vardır.
4.
Andolsun, onlara kendisinde alıkoyucu özelliği olan haberler gelmiştir.
5. En üstün
seviyede ve yeterli bir hikmettir (o). Uyarılar ise fayda vermiyor.
6. O
halde onlardan yüz çevir. O günde o çağırıcı bilinmedik bir şeye çağırır.
7.
Gözlerinden zilletleri okunarak, darmadağın çekirgeler gibi kabirlerinden
çıkarlar;
8.
Davetçiye hızlıca koşarak kafirler: "Bu zorlu bir gündür" derler.
"O saat yaklaştı ve
ay yarıldı." Yani kıyamet yaklaştı. Bu da daha önceden açıklamış olduğumuz
gibi Yüce Allah'ın: 'Yakın olan (kıyamet günü) yaklaştıkça yaklaştı'' (en-Necm,
57) buyruğu gibidir. O halde o geçmiş olan zamana nisbetle oldukça yakın
demektir. Çünkü Katade'nin, Enes'ten rivayet ettiğine göre dünya ömrünün büyük
bir bölümü geçmiş bulunmaktadır. Bu rivayete göre Enes (r.a) şöyle demiştir:
Rasülullah (s.a.v.) güneşin batmak üzere olduğu sırada bir hutbe irad etti ve
şöyle buyurdu: "Sizin dünyanızdan (üzerinden) geçen zamana oranla geriye
kalan bölümü, ancak bu günden geçen süreye göre geriye kalan gibidir." O
sırada biz güneşin ancak çok az bir bölümünü görebiliyorduk.
Ka'b ile Vehb de şöyle
demişlerdir: Dünya(nın ömrü) altıbin yıldır. Vehb dedi ki: Bunun beşbinaltıyüz
yılı geçmiş bulunmaktadır. Bunu da en-Nehhas zikretmektedir.
"Ve ay
yarıldı." Ay da yarılmış bulunmaktadır, demektir.
Huzeyfe bu ayet-i
kerimeyi: "O saat yaklaştı ve ay yarıldı" şeklinde; (...) fazlası ile
okumuştur. İlim adamlarından bir çoğunluk da bu şekilde okumuşlardır. Ayrıca bu
Buhari'nin Sahih'inde ve başka eserlerde İbn Mesud, İbn Ömer, Enes, Cübeyr b.
Mut'im ve İbn Abbas (r.anhum)'dan gelen bir rivayet olarak da sabit
olmuştur.
Enes'ten şöyle dediği
rivayet edilmiştir: Mekkeliler Peygamber (s.a.v.)'dan bir ayet (bir mucize)
istediler. Bunun üzerine Mekke'de ay iki kere yarıldı. İşte: "O saat
yaklaştı ve ay yarıldı" buyruğundan itibaren: "Devam edip giden bir
büyüdür" buyruğuna kadar olan buyruklar bunun üzerine nazil oldu.
"Devam edip giden" süregiden demektir. Ebu İsa et-Tirmizi dedi ki: Bu
hasen, sahih bir hadistir.
Buhari'nin lafzı ile
rivayette Enes şöyle demiştir: Ay iki parçaya ayrıldı. Bir kesim de; henüz ayın
yarılması gerçekleşmiş değildir. Bu gerçekleşmesi beklenen bir olaydır,
demiştir. Kıyametin kopmasının ve ayın yarılmasının zamanı yaklaşmıştır,
demektir. Kıyamet kopacağı vakit sema ve içinde bulunan ay ve diğer şeyler
yarılmış ve çatlamış olacaktır. el-Kuşeyri de böyle demiştir. el-Maverdi'nin
naklettiğine göre bu cumhurun görüşüdür. O ayrıca şöyle demektedir: Çünkü ay
yarılacağı vakit, onu görmeyecek bir kimse kalmayacaktır. Buna sebeb ise, bunun
bir ayet (mucize, alamet ve belge) olmasıdır. Ayetlerin görülmesi noktasında
insanlar birbirine eşittir.
el-Hasen dedi ki:
Kıyamet yaklaştı. Kıyamet geleceğinde ikinci defa Sura üfürülmesinden sonra ay
yarılmış olacaktır.
"Ve ay
yarıldı" buyruğunun. iş açıklık kazandı ve ortaya çıktı, anlamına geldiği
de söylenmiştir. Araplar açık ve seçik olan hususlara ayı misal verirler.
Şair şöyle demiştir:
"Ey anamın oğulları! Bineklerinizin göğsünü doğrultunuz, Çünkü ben sizden
başka bir kabileye daha çok meylediyorum. Çünkü artık ihtiyaçlar baş göstermiş
gece ise aylıdır.
Katedilecek mesafeler
için binekler ve yükler bağlanmış bulunuyor."
Ayın yarılmasının
karanlık esnasında doğması ile karanlığın yarılması, ortadan kalkması anlamında
olduğu da söylenmiştir. Bu da sabaha "felak" denmesine benzer. Çünkü
bu durumda karanlık, üzerinden açılıp dağılmaktadır. Nitekim sabahın infilakı
(ayrılması) inşikakı (yarılıp, ayrılması) diye de ifade edilir. en-Nabiğa'nın
şu beyitinde olduğu gibi: "Onlar bir uğultu ile birlikte geri dönüp
gittiklerinde Sabahın yarılması sırasında bir davetçi çağırdı bizi."
Derim ki: Adalet sahibi
ahad ravilerin nakli ile ayın Mekke'de yarıldığı sabit olmuştur. Kur'an'ın
buyruklarının zahirinden anlaşılan da budur. Bu mucizede bütün insanların eşit
olması da gerekmez. Çünkü bu bir gece ayeti (mucizesi) idi. Ayrıca Peygamber
(s.a.v.)'ın meydan okuması esnasında ondan iddiasını ispatlamasının istenmesi
üzerine gerçekleşmiştir. Rivayet edildiğine göre Hamza b. Abdu'l-Muttalib, Ebu
Cehil'in Resulullah (s.a.v.) Peygambere sövmesi üzerine öfkelenip müslüman
olunca kendisine, imanında yakinini arttıracak bir mucizeyi göstermesini
istemiştir. Daha önce de belirtildiği gibi Sahih'te kendilerine bir ayet
(mucize) göstermeyi bizzat Mekkelilerin istedikleri de kaydedilmiş bulunmaktadır.
Bunun üzerine o da onlara İbn Mesud ve başkalarının rivayet ettiği gibi ayın
iki parçaya yarıldığını gösterdi.
Huzeyfe'den rivayete
göre o, Medain'de bir hutbe irad etmiş ve sonra şöyle demiştir: Şunu bilin ki;
kıyamet oldukça yaklaştı ve ay Peygamberiniz (s.a.v.)'ın döneminde yarılmış
bulunuyor.
İfadede takdim ve tehir
olduğu ve takdirin şöyle olduğu da söylenmiştir: Ay yarıldı ve kıyamet
yaklaştı. Bu açıklamayı İbn Keysan yapmıştır. Daha önce el-ferra'dan şöyle
dediğini de nakletmiştik: Şayet iki fiil anlam itibariyle birbirine yakın ise
herhangi birisini öne alabilir, diğerini sonraya bırakabiliriz. Bu açıklamaları
Yüce Allah'ın: "Sonra yaklaşıp sarktı. " (en-Necm, 8) buyruğunu
açıklarken nakletmiştik.
"Eğer bir ayet
görseler yüz çevirirler." Bu, onların ayın yarıldığını gördüklerine
delildir. İbn Abbas dedi ki: Müşrikler bir araya gelerek Resulullah (s.a.v.)'ın
yanına gittiler ve: Şayet sen doğru söylüyor isen haydi ayı ikiye ayır da biz
de onu görelim, dediler. Bunun yarısı Ebu Kubeys tepesi üzerinde, yarısı da
Kuayka'an tepesi üzerinde olsun dediler. Resulullah (s.a.v.) kendilerine:
"Bunu yaparsam iman edecek misiniz?" diye sordu. Onlar: Evet dediler.
Gece dolunay gecesi idi. Resulullah (s.a.v.) Rabbinden istediklerini kendisine
vermesini diledi. Gerçekten de ay iki parçaya ayrıldı. Resulullah (s.a.v.) da
müşriklere: "Ey filan, ey filan şahit olun" diye seslendi.
İbn Mesud'un rivayet
ettiği hadiste ise şöyle denilmektedir: Resulullah (s.a.v.) döneminde ay ikiye
ayrıldı. Kureyşliler de: Bu Ebu Kebşe'nin oğlunun büyüsünden dolayı böyledir. O
sizi büyülemiş bulunuyor. Bundan dolayı yolculuktan dönecek olanlara sorunuz,
dediler. Yolculuktan dönenlere sordular. Onlar da: Biz ayın yarıldığını gördük,
dediler. Bunun üzerine: "O saat yaklaştı ve ay yarıldı, eğer bir ayet
görseler yüz çevirirler" buyruğu indi. Yani onlar Muhammed (a.s)'ın
doğruluğuna delalet eden bir ayet (mucize) görecek olsalar, iman etmekten yüz
çevirirler.
"Ve: Devam edip
giden bir büyüdür, derler." Bu tabir Arapların bir şey geçip gittiğinde
kullandıkları: "O şey geçip gitti" tabirlerinden alınmıştır. Bu
açıklamayı Enes, Katade, Mücahid, el-Ferra, el-Kisai ve Ebu Ubeyde yapmıştır.
en-Nehhas da bunu tercih etmiştir. Ebu'l-Aliye ve ed-Dahhak de: Muhkem, güçlü
ve çetin demektir, diye açıklamışlardır ki, bu da güç ve kuvvet anlamına gelen;
(...)'den gelmektedir. Nitekim şair Lakit şöyle demiştir: "Nihayet
eğriliğe rağmen sağlam kararını verdiğinde Gerçekten kararı sağlamdı, ne
dilinde tutukluk vardı, ne de yumuşak ve zelildi."
el-Ahfeş de: Bu, halatın
iyice eğilip bükülmesi demek olan: (...)'den alınmıştır.
Bunun "acı"
anlamındaki: (...) den geldiği de söylenmiştir. Mesela: "O şeyacı oldu,
acıdı" demektir. (...) şeklinde muzariinde "mim" harfinin üstün okunması
da aynı şekildedir. "Acılık" demektir. Bu şekilde olana:
"Acı" denilir. Bu işin başkası tarafından yapılmasını anlatmak üzere
de (...) diye kullanılır.
er-Rabi: Devam edip,
giden ve etkili olan, diye açıklamıştır. Yeman geçip giden, Ebu Ubeyde batıl
diye açıkladığı gibi; devamlı, sürekli diye de açıklamıştır. Şair de şöyle
demiştir: "Ve dosdoğru hiçbir şey üzerine daimi (sürekli ve devamlı)
değildir."
Biri ötekine benzer,
diye de açıklanmıştır. Yani Muhammed (s.a.v.)'ın fiilleri hep bu şekilde sürüp
gitmiştir. O, gerçeği olan hiçbir şey getirmemiştir. Aksine bütün yaptıkları
gösterdiği hayallerden ibarettir. Yerden semaya doğru geçip gitmiştir,
anlamında olduğu da söylenmiştir.
"Hem de" bizim
peygamberimizi "yalanladılar ve hevalarına" sapıklıklarına, kendi
seçip tercih ettikleri şeylere "uydular. Halbuki her işin kararlaştırılmış
bir vadesi vardır." Amel eden herkes ile ameli karar kılar. Hayır cennette
onu işleyenlerle birlikte karar kılar, şer de cehennemde onu işleyenlerle birlikte
karar kılar.
"Kararlaştırılmış
bir vade" anlamı verilen lafzı Şeybe "kaf" harfini üstün olarak;
(...) diye okumuştur. Yani herbir şeyin -herhangi bir öne alınış ya da sonraya
bırakılış sözkonusu olmaksızın- gerçekleşeceği özel bir vakti vardır.
Ebu Cafer b. el-Ka'ka'dan
"kaf" harfi ile "re" harfini kesreli olarak: (...) diye
okuduğu rivayet edilmiştir. Bu durumda o ikinci kelimeyi "emr: İş"in
sıfatı yapmaktadır. Buna göre "her" lafzının mübteda olarak merfu
gelmiş olması, haberinin de hazfedilmiş olması mümkündür.
Şöyle buyurulmuş gibi
olur: Ummu'l-Kitap'ta (Levh-i Mahfuz'da) karar bulmuş herbir emir mutlaka
gerçekleşecektir. "Saat (kıyamet)" lafzına atıf ile merfu olması da
mümkündür. O zaman da anlam şöyle olur: Kıyamet ve gerçekleşmesi
kararlaştırılmış herbir iş yakınlaştı. Yani kıyamet gününde işlerin karar
bulacağı vakit de yaklaşmış bulunmaktadır.
"Kararlaştırılmış
bir vadesi" anlamındaki lafzı merfu' olarak okuyanlar da bunu
"her" lafzının haberi olarak böyle okurlar.
"Andolsun
onlara" kabul etmeleri halinde küfürlerini sürdürmelerini engelleyecek
şekilde "kendisinde alıkoyucu özelliği olan" bazı "haberler
gelmiştir." Bundan dolayı Yüce Allah onlara kendisine ihtiyaç
duyacaklarını ve kendilerine şifa teşkil edeceğini bildiği hususları
hatırlatmıştır. Yoksa sözkonusu edilecek daha başka çok şeyler de vardır. Onun
bize anlattıkları, bizim kendisine ihtiyaç duyduğumuzu bildiği şeylerdir. Bunun
dışındaki şeyleri bize sözkonusu etmemiştir. İşte Yüce Allah'ın: "Andolsun
onlara ... özelliği olan haberler gelmiştir" buyruğu bunu anlatmaktadır.
Yani Yüce Allah bu kafirlere geçmişteki ümmetlerin haberlerinden
"kendisinde alıkoyucu özelliği olan haberler"i getirmiştir.
"Alıkoyucu özelliği
olan" lafzının aslı: (...) şeklinde olup "te" harfi
"dal"a dönüştürülmüştür. Çünkü "te" hemsli bir harf,
"ze" ise cehr (açıklayıcı) sıfatına sahib bir harftir. Bundan dolayı
"te"nin yerine mahreci itibariyle kendisine uygun "dal"
harfini getirmiştir. Bu "dal" harfi cehr sıfatında da "ze"
harfine uygun bir harftir. Bu lafız "alıkoymak, vazgeçmek" anlamına
gelir. "Onu alıkoydu, vazgeçirdi" denilir. "O da vazgeçti"
anlamındadır. "Onu ben alıkoydum, vazgeçirdim."; "O da
vazgeçti" demektir.
Nitekim şair şöyle
demiştir: "Süslenmeye gerek duymayacak kadar güzellerin o istekleri, Onu
hevasının peşine gitmekten alabildiğine alıkoydu."
Bu lafız
"iftial" veznindeki "te"yi "ze"ye dönüştürüp,
ze'yi de yine ona idgam etmek suretiyle: (...) diye de okunmuştur. Bunu
ez-Zemahşeri nakletmiştir.
"En üstün seviyede
ve yeterli bir hikmettir" buyruğunda kastedilen Kur'an-ı Kerim'dir. Bu da
Yüce Allah'ın; "Kendisinde alıkoyucu özelliği olan" buyruğundaki:
(...)'den bedeldir. Hazfedilmiş bir mübtedanın haberi de olabilir. O ... bir
hikmettir, demek olur.
"Uyarılar ise"
onlar yalanlayıp muhalefet ettikleri takdirde "fayda vermiyor."
Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O ayetler ve korkutmalar iman
etmeyecek bir topluluğa fayda vermez. "(Yunus, 101) Buna göre bu
buyruktaki (...), nefy (olumsuzluk) edatıdır. Uyarıp korkutmaların onlara
faydası olmaz demektir.
Bunun azarlamak
anlamında bir soru olması da mümkündür. Yani onlar uyarıp korkutmalardan yüz
çevirmeleri halinde, bunların kendilerine ne faydası olur ki?
"Uyarıp
korkutmalar" lafzının uyarıp korkutmak anlamında olması mümkün olduğu gibi
"nezir: Uyarıp korkutan"ın çoğulu olması da mümkündür.
"O halde onlardan
yüz çevir." Onlara iltifat etme!
Bunun (cihadı emreden)
kılıç ayetiyle nesh olduğu söylenmiştir. Bir görüşe göre ifade burada tamam
olmaktadır. Daha sonra Yüce Allah: "O günde o çağırıcı bilinmedik bir şeye
çağırır" diye buyurmaktadır. Bu buyruktaki "O günde" buyruğunda
amel eden "kabirlerinden çıkarlar''(el-Kamer, 7) buyruğu, yahutta
"zilletleri okunarak" anlamındaki lafız ya da "o günü hatırla ki"
takdirinde hazfedilmiş bir fiildir. Bir diğer görüşe göre ise, nasb ile gelmesi
"fe" harfinin hazfi ve emrin cevabındaki ameli dolayısıyladır. Buna
göre de ifade: "Sen onlardan yüz çevir, çünkü onlar için çağırıcının
çağıracağı o gün vardır" takdirindedir.
Bir başka açıklamaya
göre: Ey Muhammed, sen onlardan yüz çevir. Çünkü sen onlara karşı delilini
ortaya koymuş bulunmaktasın ve sen: "Onları davetçinin çağıracağı o gün
bir görsen" demektir.
Anlamın şöyle olduğu da
söylenmiştir: "Kıyamet gününde sen onlardan yüz çevir, onlara ve hallerine
dair bir şey sorma!" Çünkü onlar "bilinmedik bir şeye"
çağırılacaklar ve onlara büyük bir azap isabet edecektir. Bu da, bir kimseye
pek büyük bir işi haber verdiğimiz vakit: Filanın başına geleni hiç sarma!
demeye benzer.
Bir başka açıklamaya
göre: Davetçinin davet edeceği o günde herbir iş karar bulmuş olacaktır,
demektir.
İbn Kesir
"bilinmedik" anlamındaki lafzı "kef" harfini sakin olarak:
(...) diye okumuştur. Diğerleri bu harfi ötreli okumuşlardır. Bunlar iki ayrı
söyleyiştir. "Zorluk" ve "İş, meşguliyet" kelimelerinde
olduğu gibi. Lafız olarak, pek korkunç ve büyük iş demek olup, bu da kıyamet
günüdür. "çağırıcı, davetçi" ise İsrafil (a.s)'dır.
Mücahid ve Katade'den
"kef" harfi esreli, "re" harfi üstün meçhul bir fiil
olarak; (...) diye okudukları da rivayet edilmiştir.
"Gözlerinden
zilletleri okunarak" buyruğunda geçen: "Gözlerdeki zillet" boyun
eğmek ve zelil olmak demektir. Bu zilletin gözlere izafe edilmesi izzetin de,
zilletin de etkilerinin insanın bakışında görülmesinden dolayıdır. Nitekim Yüce
Allah şöyle buyurmaktadır: "Gözleri zilletle bakacaktır." (en-Naziat,
9); "Zilletten boyunlarını bükmüş, göz ucuyla gizlice
baktıklarınıgörürsün." (eş-Şura, 45)
Bir kimsenin zelil
olmasını anlatmak üzere: (...) ile (...) denilir.
"Gözünü sakındırdı"
(öteye, ileriye bakamadı, önüne baktı gibi).
Hamza, el-Kisai ve Ebu
Amr "Zilletleri okunarak" anlamı verilen lafzı "hı"
harfinden sonra "elif" ilavesi ile: (...) diye okumuşlardır. İsm-i
failler eğer çoğul Cisimlerden önce zikredilecek olurlarsa) tekil olarak
gelmeleri caizdir. "Gözlerinden zillet okunarak" gibi, müennes olarak
gelmeleri de caizdir, bu da: "Gözleri önlerine eğilmiş olarak"
(el-Kalem, 43) buyruğunda olduğu gibidir; çoğul olarak gelmesi de mümkündür.
Buradaki: "Gözlerinden zilletleri okunarak" buyruğunda olduğu gibi.
Şair de şöyle demiştir:
"Ve İyad b. Nizar
b. Mead oğullarından Güzel yüzlü genç delikanlılar."
"Zilletleri
okunarak" lafzı: "Zelil" lafzının çoğuludur.
Nasb ile gelmesi ise:
"Onlardan" lafzındaki "he" ve "mim" (onlar)dan
hal olduğundandır. (Yani onların halini bildirir.) Bundan dolayı bu takdire
göre "onlardan" anlamındaki lafız üzerinde vakıf yapmak güzel olmaz.
Bununla birlikte "çıkarlar" buyruğundaki zamirden hal olması caizdir.
O takdirde "Onlardan" lafzı üzerinde vakıf yapılabilir.
Mübteda ve haber olmak
üzere: "Gözlerinden zilletleri okunur" diye de okunmuştur. Cümlenin
i'rabdaki mahalli ise, hal olarak nasptır. Şairin şu mısraında olduğu gibi:
"Ben cömertlik ve lütfu onun yanında hazır iki şeyolarak gördüm."
"Darmadağın
çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar." buyruğundaki (...): kabirler
demek olup, tekili (...) dir.
"Davetçiye hızlıca
koşarak." Bir başka yerde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O gün
insanlar darmadağın pervaneler gibi olacak.'' (el-Karia, 4) O halde bunlar iki
ayrı zamanda, iki ayrı niteliktir. Bunların birincisi kabirlerden çıkış
esnasındadır. İnsanlar dehşete kapılmış olarak nereye gideceklerini bilmeyerek
kabirlerinden çıkacaklar, birbirlerine karışacaklar. İşte o vakit onlar maksad
olarak gözettiği belli bir yön olmaksızın darmadağınık pervaneler gibi biri
diğerinin içine girecektir, karışacaklardır. İkincisi ise davetçinin
seslenişini duyacakları vaktin niteliğidir. O vakitte etrafa dağılmış
çekirgeler gibi olacaklardır. Çünkü çekirgelerin gözettikleri belli bir yönleri
vardır.
"Hızlıca koşanlar
olarak" demektir. Bu açıklamayı Ebu Ubeyde yapmıştır. Şairin şu beyitinde
de bu anlamda kullanılmıştır: "Yurtları Dicle'dedir onların ve görüyorum
ben onları, Dicle'de semaa (çalgı ve şarkı dinlemeye) hızlıca gittiklerini
görüyorum."
ed-Dahhak, yönelenler
olarak, Katade, kastedenler olarak, İbn Abbas, bakanlar olarak, İkrime, sese
kulaklarını açanlar olarak, diye açıklamışlardır. Anlamlar birbirine yakındır.
Bir kimse gözünü ayırmaksızın bir şeye yönelip, gidecek olursa: "Adam
gözünü ayırmaksızın yöneldi, yönelir" denilir. Boynunu uzatıp, başını o
tarafa dönecek olursa: (...) denilir. Şair de şöyle demiştir: "Nimr b.
Sa'd beni köle etti kendisine, halbuki gördüğüm o ki; Nimr b. Sa'd bana itaat
eden birisidir ve boynunu uzatmış, başını da bana doğru çevirmiştir."
"Yaratılışında
boynunda bir tarafa meyil bulunan deve" demektir. "Hızlıca
koştu" anlamındadır.
"Kafirler: Bu zorlu
bir gündür, derler." Yani onlar bu sözleri kıyamet gününde karşı karşıya
kalacakları zorluklardan ötürü söyleyeceklerdir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN