NECM 56 / 62 |
هَذَا
نَذِيرٌ
مِّنَ
النُّذُرِ
الْأُولَى {56}
أَزِفَتْ
الْآزِفَةُ {57}
لَيْسَ
لَهَا مِن دُونِ
اللَّهِ
كَاشِفَةٌ {58}
أَفَمِنْ
هَذَا الْحَدِيثِ
تَعْجَبُونَ
{59}
وَتَضْحَكُونَ وَلَا
تَبْكُونَ {60}
وَأَنتُمْ
سَامِدُونَ {61}
فَاسْجُدُوا
لِلَّهِ
وَاعْبُدُوا
{62} {س} . |
56. İşte
bu da önceki uyarıp, korkutanlardan bir uyarıp korkutandır.
57.
Yakın olan yaklaştıkça yaklaştı.
58. Onu
Allah'tan başka açığa çıkaracak yok.
59.
Şimdi siz bu sözden dolayı mı hayret edersiniz?
60. Ve gülersiniz
de ağlamaz mısınız?
61. Hem
oynayıp eğlenirsiniz?
62.
Haydi artık, Allah'a secde edin ve ibadet edin.
"İşte bu da önceki
uyarıp korkutanlardan bir uyarıp korkutandır." buyruğu hakkında İbn Cüreyc
ve Muhammed b. Ka'b şöyle demişlerdir: Muhammed (s.a.v.) da kendisinden önceki
peygamberler gibi gerçek ile uyarıp korkutan bir kişidir. Eğer ona itaat
ederseniz, kurtuluşa erersiniz. Aksi takdirde önceki peygamberleri
yalanlayanların başına gelenler sizin de başınıza gelecektir.
Katade de: Kur'an-ı
Kerim'i kastetmekte, onun da önceki kitapların uyarıp korkuttuğu şeylerin
aynısı ile uyarıp korkuttuğunu belirtmektedir, demiştir.
Bir başka açıklamaya
göre: Bizim helak olmuş önceki ümmetlerin durumlarından bildirdiğimiz bu
haberler, daha önceki ümmetlerin başına gelen uyarıp korkutucu hususların bir
benzerinin, bu ümmetin başına gelmesinden bir korkutmadır.
(...); Arapçada:
"Uyarmak, korkutmak" anlamındadır. Tıpkı: (...)'ın: "İnkar
etmek" anlamında kullanılması gibidir. Yani bu sizin için bir uyarıdır
demektir.
Ebu Malik dedi ki:
Önceki ümmetlerin başından geçen olayları hatırlatarak sizi uyarıp korkutmaya
çalıştığım bu husus, İbrahim ile Musa'nın sahifelerinde bulunan hususlardır.
es-Süddi dedi ki: Ebu Salih
bana haber vererek dedi ki: Şanı Yüce Allah'ın:
"Yoksa ona Musa'nın
ve ... ibrahim'in sahifelerinde olan (şu hükümler) haber verilmedi mi?"
(en-Necm, 36-37) buyruğundan itibaren "işte bu da önceki uyarıp
korkutanlardan bir uyarıp korkutandır" buyruğuna kadar olan bütün bu
hususlar İbrahim ile Musa'nın sahifelerinde olan şeylerdir.
"Yakın olan
yaklaştıkça yaklaştı." Yani kıyametin kopacağı vakit oldukça yaklaştı.
Yüce Allah'ın burada kıyametten: (...) diye sözetmesi, onun nezdinde kopacağı
vaktin oldukça yakın olmasından dolayıdır. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde
"Çünkü onlar onu uzak görürler. Biz ise onu yakın görürüz. "(Mearic,
6-7) diye buyurmaktadır.
Bir başka görüşe göre
kıyametten böylece sözetmesinin sebebi, insanlara -onun için hazırlansınlar
diye- oldukça yakınlaşmış olmasından dolayıdır. Çünkü gelecek olan herbir şey
yakın demektir. Şair şöyle demiştir: "Yola koyulmak vakti yaklaştı, şu
kadar var ki bineklerimiz Henüz yüklerimizle (duruyor); sanki yola koyulduk
bile."
es-Sıhahta şöyle
denilmektedir: "Yola koyulmak vakti yaklaştı, yaklaşır" denilir. Yüce
Allah'ın: "Yakın olan yaklaştıkça yaklaştı" buyruğunda da bu kökten
gelen lafızlar kullanılmıştır. Bunda da kastedilen kıyamettir. "Adam acele
etti" demektir. İsm-i faili: (...) diye gelir. "Kısa boylu"
demektir. (Yere, birbirine) yakın ile aynı anlamdadır.
Ebu Zeyd dedi ki: Bir
bedeviye "muuhbanti" ne demektir? diye sordum.
O, "muteke'ki"
demektir dedi. Peki "müteke'ki" ne demektir? dedim. O, "müteazif
(kısa, yakın)" demektir dedi. Peki "müteazif" nedir? diye
sorunca da: Sen ahmak birisisin, deyip beni bırakıp gitti.
"Onu Allah'tan
başka açığa çıkaracak yok." Yani kıyameti Allah'tan başka sonraya
bırakacak ya da öne alacak kimse yoktur.
"Açığa
çıkaran" buyruğunun açığa çıkmak anlamında olduğu da söylenmiştir. Yani
Allah'tan başka kimse onu açığa çıkarmaz, onun üstündeki örtüyü kaldırmaz.
Bu durumda "Açığa
çıkaran" mastar anlamında bir isim olup sonundaki "he"
(müenneslik te'si) tıpkı: "Akıbet, afiyet, musibet, bakiyet"
kelimelerinin sonlarındaki "he"ye (müenneslik te'sine) benzemektedir.
Arapların: "Filanın bakiyeti (kalıcılığı) yoktur" demeleri de bunun
gibidir. Kimse bunu geri çeviremez demektir, diye de açıklanmıştır. Yani
kıyamet kopacak olursa, onların ilahlarından hiçbirisi onu önleyemez ve
Allah'tan başka onları kimse kurtaramaz.
Kıyamete (örten
anlamında): "Gaşiye" de denilmiştir. O bir ğaşiye (örten) olduğuna
göre onun geri çevrilmesi ise keşf (açmak) olur. Bu açıklamaya göre
"kaşife" hazfedilmiş müennes bir lafzın sıfatı olmaktadır. Bu da
kaşife bir nefis, kaşife bir kesim yahut kaşife bir hal (yoktur) anlamında
olur.
"Açığa çıkaran:
kaşife"nin kaşif (keşfeden, açan, açığa çıkaran) anlamında olduğu
sonundaki "he"nin (yuvarlak te'nin) de tıpkı (raviye ve dahiye: çokça
rivayette bulunan, büyük bir deha) kelimelerinde olduğu gibi, mübalağa için
olduğu da söylenmiştir.
"Şimdi siz bu
sözden" Kur'an'dan "dolayı mı" onu yalanlamak amacıyla
"hayret edersiniz." Bu, azarlama anlamında bir sorudur.
"Ve" onunla
alay ederek "gülersiniz de" tehditlerden korkarak ve bu işten
çekinerek "ağlamaz mısınız?"
Rivayete göre bu ayetin
inişinden sonra Peygamber (s.a.v.)'ın -tebessüm dışında- güldüğü görülmemiştir.
Ebu Hureyre dedi ki:
"Şimdi siz bu sözden dolayı mı hayret edersiniZ" buyruğu nazil
olunca, Suffe ehli: "İnna lillah ve inna ileyhi raciun" diyerek
gözyaşları yanakları üzerinden akıncaya kadar ağladılar. Peygamber (s.a.v.)
onların ağladığını duyunca, o da onlarla birlikte ağladı. O ağladığı için biz
de ağladık. Bu sefer Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Allah korkusundan
dolayı ağlayan kimse cehenneme girmez. Allah'a isyan etmek üzere ısrar eden bir
kimse de cennete girmez. Şayet siz günah işlemeyecek olursanız, Allah sizi yok
eder ve sizin yerinize günah işleyen ve (tevbe ettikleri için) kendilerine
mağfiret edip merhamette bulunacağı bir toplum getirir. Şüphesiz ki O çokça
mağfiret edendir, pek merhametlidir."
Ebu Hazim dedi ki:
Cebrail, Peygamber (s.a.v.)'ın üzerine indiği bir sırada yanında ağlayan bir adam
da vardı. Cebrail ona: Bu kim? diye sordu. Peygamber: Bu filan kişidir dedi.
Cebrail dedi ki: Biz ağlamak dışında Ademoğullarının bütün amellerini tartarız.
Çünkü Yüce Allah bir tek gözyaşı damlası ile cehennemden denizler kadarını
söndürür.
"Hem oynayıp
eğlenirsiniz" oyalanmakta ve yüz çevirmektesiniz, demektir. Bu açıklama
İbn Abbas'tan nakledilmiş olup bunu kendisinden el-Va libı ile el-Avfi
nakletmiştir. İkrime de ondan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bu lafız
Himyerlilerin lehçesinde şarkı söylemektir. "Bize şarkı söyle"
denilir. Bundan dolayı Kur'an'ın okunduğunu işittiklerinde onu duymasınlar diye
şarkı söyler, oyun oynarlardı.
ed-Dahhak dedi ki:
"Üstünlük, yücelik ve büyüklük taslıyorsunuz" demektir. es-Sıhah ta
şöyle denilmektedir: "Büyüklenerek başını kaldırdı" demektir. Başını
yukarı doğru kaldıran herkese: (...) denilir. Şair de şöyle demiştir:
"Onlar geceleyin başlarını yukarı doğru kaldırırlar (yatıp uyumazlar) ve
azıkları da hafiftir." Onların karınlarında yem yok, demek istemektedir.
İbnu'l-Arabi dedi ki:
"Yükseğe çıktım" demektir. "Develer süratlice yürüdü"
demektir. "Oyalanmak, eğlenmek" demektir.
"Oyalanan,
eğlenen" anlamındadır. Mesela cariyeye: (...) denilir ki bu da "şarkı
söyleyerek bizi oyala" anlamındadır. "Yere gübre koymak" demek
olup, bu da hayvan pisliği ile kül'den meydana gelir. "Saçın dipten
kazınması, traş edilmesi" anlamındadır ki (...)'in bir söyleyişidir.
Hemzeli olarak: "Adam kızgınlıktan şişti" demektir.
Ali (r.a)'dan gelen
rivayete göre "oyalanıp, eğlenirsiniz" buyruğu namaz kılmaksızın ve
namazı da beklemeksizin oturmaları anlamındadır. el-Hasen de şöyle demiştir: Bu
imamdan önce namaza duranlarsınız, demektir. Peygamber (s.a.v.)'dan gelen şu
rivayet de bu katildendir: Peygamber insanlar kendisini ayakta durmuş
bekliyorken namaza çktı ve: "Bana ne oluyor da sizi benden önce namaza
durmak üzere ayağa kalkmış görüyorum" demiştir. Bunu el-Maverdi
nakletmektedir.
el-Mehdevi de bunu Ali
(r.a)'dan, diye zikretmiştir. Buna göre Ali (r.a.) namaza çıktığında insanların
ayakta durmuş, kendisini beklemekte olduklarını görünce: "Niye böyle
ayakta durmuş bekliyorsunuz?" diye buyurmuştur. Bunu da el-Mehdevi
söylemiştir. Dilde bilinen anlamı ile ise: "Oyalandı, yüz çevirdi,
oyalanır, yüz çevirir" şeklindedir.
el-Müberred dedi ki:
"Hareketsiz duranlar" anlamındadır. Şair de şöyle demiştir:
"O genç (deve)ler
Harboğulları hanımlarına getirdiler, Mukadder olan bir şeyi; o kadınlar da
bundan dolayı hareketsiz kala kaldılar."
Salih Ebu'l-Halil dedi
ki: Peygamber (s.a.v.): "Şimdi siz bu sözden dolayı mı hayret edersiniz ve
gülersiniz de ağlamaz mısınız? Hem oynayıp eğlenirsiniz" buyruğunu
(insanlara açıklayıp) okuduktan sonra vefat edinceye kadar tebessüm etmesi
dışında güldüğü görülmedi. Bunu en-Nehhas zikretmektedir.
"Haydi artık
Allah'a secde edin ve ibadet edin" buyruğu ile kastedilenin Kur'an'daki
tilavet secdesi olduğu söylenmiştir. Bu İbn Mesud'un görüşüdür. Ebu Hanife ve
eş-Şafii de böyle demişlerdir. Surenin baş taraflarında İbn Abbas yoluyla gelen
rivayette belirtildiği üzere Peygamber (s.a.v.) burada secde etmiş, onunla
birlikte müşrikler de secde etmişti.
Denildiğine göre
müşrikler Rasulullah (s.a.v.)'ın Yüce Allah'ın: ''Şimdi haber verin Lat ve
Uzza'dan ve diğer üçüncüleri olan Menattan" (en-Necm, 19-20) buyruğunu
okuduğu esnada şeytanların seslerini işitmişler ve bu arada onlara Peygamberin:
"İşte bunlar Yüce ve güzel gençlerdir ve elbette onların şefaati
umulur" dediğini hissettiren şeytan seslerini duymuşlardı. Said b.
Cübeyr'in rivayetinde bu şekilde "umulur" diye gelmiştir.
Ebu'l-Aliye'nin
rivayetinde ise "onların şefaatlerinden razı olunur ve onların gibileri de
asla unutulmaz" şeklindedir. Müşrikler bunu duyunca sevindiler ve bu
sözlerin daha önce el-Hac Suresi'nde açıklandığı gibi, Muhammed (s.a.v.)'ın
sözlerinden olduğunu zannettiler. (Bk. el-Hac, 52. ayet, 3. başlık)
Buna dair haber
Habeşistan'da bulunan Peygamber (s.a.v.)'ın ashabına ulaşınca, Mekkelilerin
iman ettiklerini zannederek geri döndüler. Fakat bu sefer Mekkeliler onlara
karşı daha sert davrandılar ve Yüce Allah onları kurtarıncaya kadar onlara
işkence yapmaya koyuldular.
Bir diğer görüşe göre;
buradaki secdeden kasıt, namazdaki farz secdedir. İbn Ömer'in görüşü budur. O
buradaki secde buyruğunun secde edilmesini emir eden buyruklardan olduğu
görüşünde değildi. Malik de böyle demiştir.
Ubeyy b. Ka'b (r.a)'ın
rivayetine göre Peygamber (s.a.v.)'ın son dönemlerdeki uygulaması el-Mufassal
diye bilinen surelerde secde yapmayı terketmek şeklinde idi. Ancak birinci
görüş daha sahihtir. Bu hususa dair yeterli açıklamalar el-Araf Suresi'nin
sonlarında (206. ayet, 2 ve 3. başlıklarda) geçmiş bulunmaktadır. Alemlerin
Rabbi Allah'a hamdolsun.
NECM SURESİNİN SONU
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN