TUR 1 / 8 |
بِسْمِ
اللهِ
الرَّحْمنِ
الرَّحِيمِ وَالطُّورِ
{1} وَكِتَابٍ
مَّسْطُورٍ {2}
فِي رَقٍّ
مَّنشُورٍ {3}
وَالْبَيْتِ الْمَعْمُورِ
{4}
وَالسَّقْفِ
الْمَرْفُوعِ
{5} وَالْبَحْرِ
الْمَسْجُورِ
{6} إِنَّ عَذَابَ
رَبِّكَ
لَوَاقِعٌ {7}
مَا لَهُ مِن
دَافِعٍ {8} |
1.
Andolsun Tur'a,
2,3.
Yayılmış sahife(ler) içinde yazılmış kitaba,
4.
Beyt-i Ma'mur'a,
5.
Yükseltilmiş tavana,
6.
Tutuşturulmuş denize;
7.
Rabbinin azabı elbette vaki olacaktır.
8. Onu
önleyebilecek yoktur.
"Andolsun
Tur'a" buyruğunda sözü edilen "Tur" Yüce Allah'ın Musa ile
üzerinde konuştuğu dağın adıdır. Yüce Allah bu dağın şerefini yüceltmek,
değerini yükseltmek ve ondaki bazı ayetleri (mucize) hatırlatmak üzere ona
yemin etmektedir.
Tur, cennet dağlarından
birisidir.
İsmail b. İshak
rivayetle dedi ki: Bize İsmail b. Ebi üveys anlattı, dedi ki: Bize Kesir b.
Abdullah b. Amr b. Avf babasından naklen anlattı. Babası dedesinden şöyle
dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Dört dağ
cennetin dağlarından, dört nehir cennetin nehirlerinden, dört savaş cennetin
savaşlarındandır." Dağlar hangileridir? diye soruldu, o: "Bizi seven,
bizim de kendisini sevdiğimiz Uhud dağı, Tur dağı cennet dağlarından bir dağ,
Lübnan cennet dağlarından bir dağ, Cudi de cennet dağlarından bir dağdır"
deyip, hadisin geri kalan bölümünü zikretmektedir. Biz bu hadisi bütünüyle
"et- Tezkire" adlı eserimizde zikretmiş bulunuyoruz.
Mücahid dedi ki: Tur,
Süryanicede dağ demektir. Bununla kastedilen de Tur-u Sina'dır. es-Süddi de
böyle demiştir.
Mukatil b. Hayyan dedi
ki: Tur diye anılan dağlar iki tanedir. Bunlardan birisine Tur-u Sina, diğerine
ise Tur-u Zita denilir. Çünkü bu dağlarda incir ve zeytin yetişir.
Tur'un Medyen'de bir dağ
olup adının da Zebir olduğu söylenmiştir. el-Cevheri dedi ki: Zebir, Yüce
Allah'ın üzerinde Musa ile konuştuğu dağdır.
Derim ki: Medyen, arz-ı
mukaddes'te bir yer olup, Şuayb (a.s)'ın kasabasıdır
Tur'un bitki yetişen dağ
olduğu söylenmiştir. Eğer bitki yetişmiyorsa ona Tur denilmez. Bu açıklamayı
İbn Abbas yapmıştır. el-Bakara Suresi'nde (63. ayetin tefsirinde) yeterli
açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.
"Yayılmış
sahife(ler) içinde yazılmış kitaba." Bununla mü'minlerin mushaflardan,
meleklerin de Levh-i Mahfuz'dan okuduğu Kur'an-ı Kerim'i kastetmektedir.
Nitekim Yüce Allah bir başka yerde: "Şüphesiz o, oldukça şeref li bir
Kuran'dır. Korunan bir kitabtadır. "(el-Vakıa, 77-78) diye buyurmaktadır.
Bir başka açıklamaya
göre maksat diğer peygamberlere indirilmiş kitabIardır. Bu kitabIarın herbirisi
o kitabı okuyanlarca okumak maksadıyla yayıp açtıkları inceltilmiş bir deri
üzerinde bulunuyordu.
el-Kelbi dedi ki: Bu
Yüce Allah'ın Musa'ya eliyle yazdığı ve yazarken de Musa'nın kalemin çıkardığı
sesi duyduğu Tevrat'tır.
el-Ferra: Bu amel
defterleridir. Kimisi kitabını sağ tarafından alacak, kimisi sol tarafından
alacaktır. Bunun benzeri: ''Kıyamet günü de ona yayılmış bir halde karşısında
bulacağı bir kitab çıkarırız." (el-İsra, 13) buyruğu ile ''defterler
açıldığı zaman" (et-Tekvir, 10) buyruklarıdır.
Bunun Yüce Allah'ın
semada melekler için yazdığı, olmuş ve olacak şeyleri okudukları kitab olduğu
da söylenmiştir. Bir diğer açıklamaya göre maksat, Yüce Allah'ın mü'min olan
gerçek dostlarının kalplerine yazdığı şeylerdir. Bunu da Yüce Allah'ın: ''İşte
bunlar (Allah'ın) kalplerine imanı yazmış olduğu ... kimselerdir."
(el-Mücadele, 20) buyruğu açıklamaktadır.
Derim ki: Ancak bu görüş
ifadenin sınırlarını aşan bir açıklamadır. Çünkü bu buyrukta kalplerden
"yazı yazılan deri parçası" diye sözedilmiştir.
el-Müberred dedi ki:
"üzerinde yazı yazılmak maksadıyla inceltilmiş deri" demektir.
"Yayılmış" demektir. el-Cevheri de es-Sıhah'ta böyle demiştir. üstün
ile: "üzerinde yazı yazılan ince deri" demektir. Yüce Allah'ın:
"Yayılmış sahife içinde" buyruğu da bu anlamdadır. (...) aynı zamanda
"büyük kaplumbağa" demektir. Ebu Ubeyde dedi ki: Bunun çoğulu: (...)
diye gelir. Buyrukta kastedilen anlam ise el-Ferra'nın dediğidir. Doğrusunu en
iyi bilen Allah'tır.
Esasen her bir sahife,
kenarlarının inceliği dolayısı ile "rak" diye anılır. Şair
el-Mütelemmis'in şu beyitinde de bu anlamdadır: "Sanki üzerinden geçen
uzun zaman dolayısı ile Yazısının satır satır olduğu görülmüş bir sahife
gibidir." "Re" harfi kesreli olarak: "Mülkiyet altında
(köle) olmak" demektir. "Mülkiyet altında bir köle" denilir.
el-Maverdi, İbn Abbas'tan naklettiğine göre o üstün olarak: (...) lafzını
"doğu ile batı arasındaki uzaklık" diye açıklamıştır.
"Beyt-i
Ma'mur'a" buyruğu hakkında, Ali, İbn Abbas ve başkaları şöyle demişlerdir:
Bu Ka'be hizasında semadaki bir evdir. Her gün oraya yetmişbin melek girer,
sonra oradan çıkarlar ve tekrar bir daha oraya dönmezler.
Ali (r.a) dedi ki: O
altıncı semada bir evdir. Dördüncü semada olduğu da söylenmiştir. Enes b.
Malik, Malik b. Sa'saa'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah
(s.a.v.) buyurdu ki: "Ben dördüncü semaya götürüldüm. Önümüze Beyt-i
Ma'mur yükseltildi. Onun Kabe'nin tam hizasında olduğunu gördüm. Eğer aşağı
düşecek olursa, Kabe'nin üzerine düşer. Her gün oraya yetmişbin melek girer.
Ondan çıktılar mı bir daha oraya dönmezler." Bunu el-Maverdi zikretmiştir.
el-Kuşeyri'nin, İbn
Abbas'tan naklettiğine göre Beyt-i Ma'mur dünya semasındadır.
Ebu Bekr el-Enbarı dedi
ki: İbnu'l-Kevva, Ali (r.a)'a: Beyt-i Mamur nedir? diye sormuş, o da şöyle
cevab vermiştir: O Arşın altında "ed-Durah" diye anılan yedi semanın
da üstünde bir evdir.
es-Sıhah'da da böyledir:
"ed-Durah" sema da bir ev olup, İbn Abbas'tan rivayete göre o Beyt-i
Ma'mur'dur. Oranın mamur olması ise oraya çokça meleklerin girip çıkmasından
dolayıdır.
el-Mehdevı de İbn
Abbas'tan şöyle demektedir: Beyt-i Mamur Arşın hizasındadır.
Müslim'in, Sahih'inde
yer alan Malik b. Sa'saa'nın Peygamber (s.a.v.)'dan İsra hadisinde yaptığı
rivayet de şöyledir: "Sonra bana Beyt-i Mamur yükseltildi. Ey Cebrail bu
nedir? diye sordum. Dedi ki: Bu Beyt-i Ma'mur'dur. Buraya her gün yetmişbin
melek girer. Ondan çıktılar mı bir daha oraya geri dönmezler. Bu onların
üzerindeki son sorumluluktur." diyerek hadisin geri kalan bölümünü
zikretmektedir.
Sabit'in, Enes b.
Malik'ten rivayetine göre de Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Bana
burak getirildi ... " Bu hadiste şu ifadeler de yer almaktadır:
"Sonra yedinci semaya yükseltildik. Cebrail (a.s) kapının açılmasını
istedi. O kim? diye soruldu, Cebrail dedi. Seninle beraber kim var? diye
soruldu, O:
Muhammed (s.a.v.) diye
cevap verdi. Ona peygamberlik verildi mi, diye soruldu, o: Evet, ona
peygamberlik verildi, dedi. Kapı bize açıldı. İbrahim (a.s) sırtını Beyt-i
Mamur'a yaslanmış olarak gördüm. Bir de baktım ki oraya her gün yetmişbin melek
giriyor ve tekrar oraya geri dönmüyorlar. ''
Yine İbn Abbas'tan şöyle
dediği rivayet edilmektedir: Göklerde ve yerlerde Yüce Allah'ın onbeş evi
vardır. Bunların yedisi semada, yedisi yerlerde ve biri de Ka'be'dir. Bütün bu
evler Ka'be'nin karşısındadırlar.
el-Hasen: Beyt-i Mamur,
Ka'be'nin kendisidir, demiştir. el-Beytu'l-Haram insanlar tarafından imar
edilen beyttir. Yüce Allah burayı her yıl altıyüzbin kişi ile imar eder. Eğer
insanlar bu kadar sayıyı tamamlayamayacak olurlarsa, Allah bu sayıyı meleklerle
tamamlar. Yüce Allah'ın yeryüzünde kullar için koyduğu ilk evodur.
er-Rabi b. Enes dedi ki:
Beyt-i Mamur yeryüzünde Adem (a.s) döneminde Ka'be'nin bulunduğu yerde idi. Nuh
(a.s)'ın dönemi gelince, Yüce Allah onlara haccetmelerini emrettiği halde onlar
bunu kabul etmediler, ona karşı geldiler. Su yükselince Beyt-i Mamur kaldırıldı
ve dünya semasında onun hizasına yerleştirildi. Her gün orayı yetmişbin melek
imar eder. Sura üfürüleceği vakte kadar da bir daha oraya geri dönmezler.
(Devamla er-Rabi b. Enes) dedi ki: Aziz ve celil olan Allah İbrahim'e Beytin
yerini Beyt-i Mamur'un bulunduğu yerde gösterdi. Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: ''Hani Biz ibrahime Beytin yerini tayin etmiş ve şöyle demiştık
Bana hiçbir şeyi ortak koşma! Tavaf edenler, orada ikamet edenler, rüku' ve sucud
edenler için beytimi temizler (el-Hac, 26)
"Yükseltilmiş
tavana" buyruğu ile semayı kastetmektedir. Yüce Allah ona
"tavan" adını vermektedir. Çünkü yere nisbetle sema, eve nisbetle
tavan gibidir. Bunu da Yüce Allah'ın: "Ve gökyüzünü korunmuş bir tavan
yaptık." (Enbiya, 32) buyruğu açıklamaktadır.
İbn Abbas dedi ki: Sözü
edilen bu tavan arştır. O cennetin tavanıdır.
"Tutuşturulmuş
denize" buyruğu hakkında Mücahid: Alevli ve yakılmış diye açıklamıştır.
Haberde zikredildiğine göre: "Kıyamet gününde deniz tutuşturulur ve ateş
olur" denilmektedir. Katade de: Bunu dopdolu diye açıklamıştır. Nahivciler
en-Nemir b. Tevleb'e ait şu beyiti zikretmektedirler: "Dilerse dopdolu bir
pınara bakar, Etrafında da kayın ağaçları ile abanoz ağaçlarını görürsün."
Şair burada, dopdolu bir
pınarı göreceği yere kadar yükselen bir dağ keçisini anlatmaktadır.
Denizin ateş ile dopdolu
olması da mümkündür. O vakit birinci görüş gibi olur. Nitekim ed-Dahhak, Şemir
b. Atiyye, Muhammed b. Ka'b ve el-Ahfeş de bunun alevle tutuşturulmuş tandır
durumunda, kızdırılmış ocak anlamında olduğunu söylemişlerdir. Bundan dolayı
ateş yakılan yere de: (...) denilmiştir. Bu açıklamanın delili de Yüce
Allah'ın: ''Denizler ateşlendirildiği zaman" (et-Tekvir, 6) buyruğudur.
Ateşle yakıldığı zaman demektir. "Tandırı ateşledim, ateşliyorum"
demektir. Bu da onu ısıttım, kızdırdım, anlamındadır.
Said b. el-Müseyyeb dedi
ki: Ali (r.a) yahudilerden birisine: Cehennem nerededir? dedi. Yahudi, denizde
dedi. Ali (r.a), gördüğüm kadarıyla sen doğru söylüyorsun deyip:
"Tutuşturulmuş denize" buyruğunu okudu.
"Denizler
ateşlendirildiği zaman" (et-Tekvir, 6) buyruğunda:
"Ateşlendirildi" lafzında "cim" harfi şeddesiz okunmuştur.
Abdullah b. Amr dedi ki:
Deniz suyuyla abdest alınmamalıdır. Çünkü orası cehennemin tabağıdır.
Ka'b dedi ki: Yarın
deniz ateşle tutuşturulacak ve cehennem ateşine ilave edilecek. Bu da bu
husustaki görüşlerden birisidir.
İbn Abbas dedi ki:
-Tutuşturulmuş anlamı verilen-: "Suyu gitmiş, kalmamış olan"
demektir. Ebu'l-Aliye de böyle açıklamıştır.
Atiyye ve şair
Zu'r-Rimme İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet ederler: Bir cariye su almak
üzere çıktı ve: "Havuz boştur" dedi (ve buradaki lafzın aynısını
kullandı.)
İbn Ebi Davud dedi ki:
Zu'r-Rimme'nin bunun dışında rivayet ettiği bir hadis (ashabtan rivayeti)
yoktur.
Bunun "akıtılmış
olan" anlamına geldiği de söylenmiştir. Buna delil de Yüce Allah'ın:
"Denizler akıtıldığı zaman." (el-İnfitar, 3) buyruğudur. Yani yer
orayı kurutacak ve o denizlerde su kalmayacaktır.
Ali (r.a)'ın ve
İkrime'nin belirttiği üçüncü bir görüş daha vardır. Ebu Mekin dedi ki: Ben
İkrime'ye "tutuşturulmuş deniz"in mahiyeti hakkında soru sordum. O
dedi ki: O Arşın altında bir denizdir. Ali (r.a) da: O Arşın altında ve katı
suyu bulunan bir denizdir. Buna "bahru'l-hayavan: hayat denizi" adı
verilir. Birinci defa Sur'a üfürülmesinden sonra, kulların üzerine buradan kırk
sabah yağmur yağdırılacak, onlar da kabirlerinde oldukları halde bitki gibi
biteceklerdir.
er-Rabi b. Enes dedi ki:
"Tutuşturulmuş" tuzlu suya karışmış, tatlı su demektir.
Derim ki: "Denizler
akıtıldığı zaman" (el-İnfitar, 3) buyruğundaki "akıtma"nın iki
yorumundan birisi de bu anlama gelir. Onun tatlı sulu olanları tuzlu olanlarına
karıştırıldığı zaman demek olur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır, ileride
gelecektir.
Ali b. Ebi Talha'nın
rivayetine göre İbn Abbas şöyle demiştir: "Tutuşturulmuş" lafzı
hapsolmuş, alıkonulmuş demektir.
"Rabbinin azabı
elbette vaki olacaktır." buyruğu kasemin cevabıdır.
Yani müşriklerin başına
gelecektir.
Cübeyr b. Mut'im dedi
ki: Resulullah (s.a.v.) ile Bedir esirleri hakkında bazı isteklerde bulunmak
üzere Medine'ye geldim. Akşam namazında "Andolsun Tur'a" buyruğunu okurken
yanına vardım. Yüce Allah'ın: "Rabbinin azabı elbette vaki olacaktır. Onu
önleyebilecek yoktur" buyruğunu duyunca, adeta kalbim yarıldı ve azabın
ineceğinden korkarak müslüman oldum. Azab tepeme inmeden yerimden kalkacağımı
sanmıyordum.
Hişam b. Hassan dedi ki:
Malik b. Dinar ile birlikte el-Hasen'in yanına gittik. Yanında bir adam vardı.
Yüce Allah'ın: "Andolsun Tur'a" buyruğunu okuyordu. Nihayet:
"Rabbinin azabı elbette vaki olacaktır."
"Onu önleyebilecek
yoktur." buyruğuna varınca, el-Hasen de ağladı, arkadaşları da ağladı.
Malik çırpınmaya koyuldu ve nihayet baygın düştü. Bekkar hakimliğe tayin
edilince, iki adam davalaşmak üzere yanına geldiler. Onlardan birisinin yemin
etmesi gerekti. Aralarında sulh yapmak için onları teşvik etti. Ayrıca karşı
tarafın yeminden muaf tutulması karşılığında hasma belirli bir bedeli
kendiliğinden vereceğini söyledi. Ancak hasmı karşı tarafa yemin ettirmekten
başkasını kabul etmedi. Ona: "Andolsun Tur'a" buyruğundan itibaren
yemin ettirerek ona: "Rabbinin azabı elbette vaki olacaktır." Eğer
sen yalan söyleyen birisi isen; diye söyledi. O da bunu söyleyip, çıktı ve
anında bir tarafı kırıldı.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN