ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

ZARİYAT

56

/

60

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ {56} مَا أُرِيدُ مِنْهُم مِّن رِّزْقٍ وَمَا أُرِيدُ أَن يُطْعِمُونِ {57} إِنَّ اللَّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ {58} فَإِنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا ذَنُوباً مِّثْلَ ذَنُوبِ أَصْحَابِهِمْ فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ {59} فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ كَفَرُوا مِن يَوْمِهِمُ الَّذِي يُوعَدُونَ {60}

 

56. Ben cinleri de, insanları da ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım.

57. Ben onlardan bir rızık da istemiyorum, Bana yedirmelerini de istemiyorum.

58. Çünkü şüphesiz ki Allah'tır, hem rızkı veren, hem pek çetin kudret ve kuvvet sahibi olan.

59. Muhakkak benzerlerinin azaptan payları olduğu gibi zulmedenlerin de azaptan bir payları vardır. Artık acele etmesinler.

60. Tehdit olundukları o (azab) günlerinden dolayı vay o kafir olanlara!

 

"Ben cinleri de, insanları da ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım." Denildiğine göre bu buyruk, Yüce Allah'ın ezeli bilgisine göre kendisine ibadet edecek kimseler hakkında özeldir. Buyruk umumi bir lafızIa gelmiş olmakla birlikte anlamı özeldir. Buyruğun manası da şudur: Ben cin ve insanlardan bahtiyar kimseleri ancak Beni tevhid etsinler diye yarattım.

 

el-Kuşeyri dedi ki: Ayet-i kerime kat'i olarak tahsis edilmiştir. Çünkü deliler ve çocuklar Allah'a ibadet etmekle emr olunmamışlardır ki; Yüce Allah'ın onlardan ibadet etmelerini istediği söylenebilsin. Diğer taraftan Yüce Allah: "Andolsun ki Biz cehennem için cin ve insanlardan çok kimseler yaratmışızdır. "(el-Araf, 179) diye buyurmuştur. Cehennem için yaratılmış olan kimselerin ise ibadet için yaratılmış kimselerden olmaları mümkün değildir. O halde ayet-i kerime, aralarından iman eden kimseler hakkında kabul edilmelidir. Bu da Yüce Allah'ın: "BedeviAraplar: iman ettik, dediler." (el-Hucurat, 14) buyruğuna benzemektedir. Çünkü bu sözü bedevi Araplar arasından sadece belirli bir kesim söylemişti. Bu açıklamayı ed-Dahhak, el-Kelbi, el-Ferra ve el-Kutebi zikretmişlerdir.

Abdullah'ın kıraatinde de: "Ben cinlerden ve insanlardan iman edenleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım" şeklindedir.

 

Ali (r.a) da şöyle demiştir: Yani Ben cinleri de, insanları da, ancak kendilerine ibadet etmelerini emredeyim diye yarattım. ez-Zeccac bu görüşü benimsemiştir. Buna da Yüce Allah'ın: '''Halbuki onlar bir tek ilaha ibadet etmekten başkasıyla emrolunmamışlardı." (et-Tevbe, 31) buyruğu da delildir.

 

"Yüce Allah onları rububiyetini kabul etmek, O'nun emir ve iradesi önünde zilletle boyun eğmek için yaratmış olduğu halde nasıl da inkar edip kafir oldular?" diye sorulacak olursa, buna şöyle cevap verilir: Allah'ın üzerlerindeki kazasına zilletle boyun eğmişlerdir. Çünkü O'nun kazası (hüküm ve kaderi) onlar hakkında aynen cereyan eder, ona karşı koymaya güçleri yoktur. Ona ibadet edenlere, Allah'ın vermiş olduğu emir gereğince amel etmek hususunda inkar edip küfre sapanlar muhalefet etmiştir. Onun kaza ve hükmüne zilletle boyun eğmek, karşı konulabilecek bir husus değildir.

 

"Ancak Bana ibadet etsinler diye" buyruğunun istesinler veya istemesinler, Bana ibadet edilmesi gerektiğini itiraf etsinler, anlamında olduğu da söylenmiştir. Bunu Ali b. Ebi Talha, İbn Abbas'tan rivayet etmiştir. Buna göre istemeyerek ibadet etmeleri onlar üzerinde görülen ilahi sanatın eserleridir.

 

Mücahid: Ancak Beni bilip tanısınlar diye ... şeklinde açıklamıştır. es-Salebi: Bu güzel bir açıklamadır, demiştir. Çünkü Yüce Allah onları yaratmamış olsaydı, O'nun varlığı ve tevhidi bilinmezdi. Bu açıklamaya Yüce Allah'ın: ''Andolsun ki sen onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette: Allah diyeceklerdir." (ez-Zuhruf, 87); ''Andolsun ki onlara: Göklerle yeri kim yarattı? diye sorsan, elbette: Onları hüküm ve emrinde galip, herşeyi en iyi bilen (Allah) yarattı, derler. "(ez-Zuhruf, 9) buyrukları ve buna benzer ayetler delil teşkil etmektedir.

 

Yine Mücahid'den gelen rivayete göre; Ben onlara emirler vermek, yasaklar koymak için yarattım, diye açıklamıştır. Zeyd b. Eslem dedi ki: Bu onların yaratılışlarındaki bedbahtlık ve bahtiyarlıktır. Yüce Allah cinlerden ve insanlardan bahtiyar olanları kendisine ibadet etsinler diye, aralarından bedbaht olanları da isyan etsinler diye yaratmıştır.

 

Yine el-Kelbi'den nakledildiğine göre yalnız Beni tevhid etsinler diye (yarattım), demektir. Mü'min kimse sıkıntılı zamanlarında da, rahatlık zamanlarında da O'nu tevhid eder. Kafir ise sıkıntılı ve bela zamanlarında O'nu tevhid ederken, nimet ve bolluk zamanında bunu yapmaz. Buna da Yüce Allah'ın:

 

"Onları dağlar gibi bir dalga kapladığında dinlerini yalnız Allah'a halis kılanlar olarak O'na dua ederler." (Lukman, 32) buyruğu delil teşkil etmektedir. İkrime dedi ki: Ancak Bana ibadet etsinler ve Bana itaat etsinler diye yarattım. İbadet edenleri mükafatlandıracak, inkar edenleri de cezalandıracağım.

 

Anlamın, ancak onlardan Bana ibadet etmelerini isteyeyim diye yarattım şeklinde olduğu da söylenmiştir. Anlamlar birbirine yakındır.

 

"Ubudeti ve ubudiyeti apaçık abd (kul)" denilir.

Ubudiyetin asıl anlamı itaatle ve zilletle boyun eğmektir. "Ta'bid" zelil kılmak demektir. "Güzelce döşenmiş yol" demektir. Şair de şöyle demiştir:

 

"Güzelce döşenmiş yolun üzerinde (ön) ayaklarının yerine (arka) ayaklarını (koyarak yol alıyor.)"

 

Ta'bid, isti'bad demek olup, bu da bir kimseyi kul edinmek demektir. (...); aynı anlamdadır. İbadet, itaat, taabbüd de ibadete kendini vermek demektir. O halde "Bana ibadet etsinler diye" buyuruğu Bana zilletle boyun eğsinler, emrime uysunlar ve ibadet etsinler diye ... demek olur.

 

"Ben onlardan bir rızık da istemiyorum" buyruğundaki: (...) sıladır. Hiçbir rızık istemiyorum demektir. Aksine herkese rızık veren, bağışlayan Benim.

 

İbn Abbas ve Ebu'l-Cevza şöyle demişlerdir: Yani Ben onlardan kendilerini rızıklandırmalarını, kendilerine yedirmelerini istemiyorum.

 

Anlamın şu şekilde olduğu da söylenmiştir: Ben onlardan kullarımı rızıklandırmalarını, onlara yemek yedirmelerini istemiyorum.

 

"Çünkü şüphesiz ki Allah'tır; hem rızkı veren, hem pek çetin kudret ve kuvvet sahibi olan" buyruğundaki: "Rızık veren" buyruğunu İbn Muhaysın ve başkaları "Rızıklandırıcı" diye okumuşlardır.

 

"Pek çetin kudret ve kuvvet sahibi" oldukça güçlü demektir. "Pek çetin kudret" buyruğunu el-A'meş, Yahya b. Vessab ve enNehai "kuvvet"in sıfatı olarak cer ile; (...) diye okumuşlardır. Diğerleri ise "rızkı veren"in sıfatı olarak yahutta "kuvvet sahibi" anlamındaki buyruğun: "Sahibi" lafzının sıfatı olarak ref' ile okumuşlardır. Hazfedilmiş bir mübtedanın haberi de olabilir, ya da: "Şüphesiz" lafzının isminin mahalline sıfat olması yahut haberden sonra ikinci bir haber olarak merfu olması da mümkündür.

 

el-Ferra dedi ki: "Pek çetin kudret" anlamındaki lafzın; (...) şeklinde gelmesi gerektiği halde Yüce Allah'ın bunu müzekker olarak zikretmiş olması eğilip bükülen ve sağlam bağlanmış olan şeyanlamını kastetmiş olduğundan dolayıdır. Nitekim: "Sağlam bükülmüş halat" denilir.

 

el-Ferra şu mısraları zikretmektedir: "Her zaman için ben elbiseler giyindim, Öyle ki, başım beyaz bir örtü takındı. Tek parça kumaştan ve bağlı Yumna kumaşından."

 

Görüldüğü gibi burada: "Bağlı" lafzını müzekker kılmıştır. Çünkü "Yumna" da bir çeşit kumaştır. Yüce Allah'ın şu buyrukları da bu kabildendir: "Bundan böyle kime ... bir öğüt gelir de ... '' (el-Bakara, 275) buyruğundaki "öğüt" anlamındaki lafız "te'nis te'si" olmaksızın; (...) takdirindedir. Aynı şekilde: "O zulmedenleri ise korkunç bir ses yakaladı.'' (Hud, 67) buyruğundaki "korkunç ses" anlamındaki lafız da te'nis te'si olmaksızın: "Çığlık ve ses" takdirindedir.

 

"Muhakkak benzerlerinin azaptan payları olduğu gibi zulmedenlerin" Mekkelilerden olup küfre sapanların "de azaptan bir payları vardır." Geçmiş ümmetlerin kafirlerinin payları gibi, bunların da azaptan bir payları vardır.

 

İbnu'l-Arabı dedi ki: "Bitip tükenmek bilmeyen uzun ve kötü bir gün" denilir. (...)'in dildeki asıl anlamı "büyükçe kova" demektir. Onlar kuyudan su çeker ve bunu paylarına göre taksim ediyorlardı. İşte bundan dolayı bu lafız, payanlamında kullanılmıştır. Recez vezninde şair şöyle demektedir:

 

"Bir pay (büyükçe bir kova) bizim, bir pay (büyükçe bir kova) sizin olsun, Kabul etmezseniz şayet, o zaman kuyunun tamamı bizim olsun,"

 

Alkame dedi ki: "Sabahladığım her günde sen bir nimet bağışladın, Senin cömertliğinden Şas'a da bir pay vermek bir haktır,"

 

Bir başkası da şöyle demektedir: "Ömrün hakkı için eceller kapıları çalmaktadır, Herbir babanın oğluna ondan bir pay vardır,"

 

el-Cevherı dedi ki: "Kuyruğu uzun at, tay, sırtın alt tarafındaki et ve su dolu kova" demektir.

İbnu's-Sikkit dedi ki: İçinde dolmaya yakın kadar su bulunan kova demektir. Bu hem müennes, hem müzekker olarak kullanılır. Boş haliyle ona bu isim verilmez, Asgari sayıdaki çoğulu: (...) şeklinde çokluk çoğulu da; (...) şeklinde gelir. Şekil itibariyle "genç ve güzel develer" anlamındaki: (...) ile (...) gibi,

 

"Artık acele etmesinler." Azapların gelip kendilerini bulmasını acele istemesinler. Çünkü onlar: Ey Muhammed: "O halde doğru söyleyenlerden isen bizi kendisiyle tehdit ettiğın azabı getir" (el-Araf, 70) demişlerdi. Bedir günü Yüce Allah'ın vaadettiği onların başlarına gelerek Allah'ın vaadi gerçekleşti ve dünyada iken onlardan intikam aldı. Ahirette de onlar için ebedi azab ve kesintisiz rüsvaylık vardır. Bunun kesilmesi, bitmesi, sona ermesi ve uzun da olsa belirli bir süresi yoktur.

 

ZARİYAT SURESİNİN SONU

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

52-TUR سورة الطور

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR