KAF 1 / 5 |
بِسْمِ
اللهِ
الرَّحْمنِ
الرَّحِيمِ ق
وَالْقُرْآنِ
الْمَجِيدِ {1}
بَلْ
عَجِبُوا أَن
جَاءهُمْ
مُنذِرٌ
مِّنْهُمْ فَقَالَ
الْكَافِرُونَ
هَذَا
شَيْءٌ عَجِيبٌ
{2} أَئِذَا
مِتْنَا
وَكُنَّا
تُرَاباً ذَلِكَ رَجْعٌ
بَعِيدٌ {3}
قَدْ
عَلِمْنَا
مَا تَنقُصُ
الْأَرْضُ
مِنْهُمْ
وَعِندَنَا
كِتَابٌ حَفِيظٌ
{4} بَلْ
كَذَّبُوا
بِالْحَقِّ
لَمَّا
جَاءهُمْ
فَهُمْ فِي
أَمْرٍ
مَّرِيجٍ {5} |
1. Kaf.
Çok şerefli Kur'an'a yemin ederim ki,
2.
Bilakis kendilerine içlerinden bir uyarıp korkutan geldi diye hayret ettiler de
kafir olanlar: "Bu şaşılacak bir şeydir" dediler.
3.
"Biz öldükten ve toprak olduktan sonra mı (diriltileceğiz)? Bu uzak bir
dönüştür."
4. Biz,
yerin onlardan neyi eksilteceğini muhakkak bilmişizdir. Yanımızda çok iyi
tesbit eden bir kitab da vardır.
5.
Hayır, hak kendilerine geldiğinde onu yalanladılar. O sebepten onlar pek
karışık bir iş içindedirler.
"Kaf. Çok şerefli
Kur'an'a yemin ederim ki" buyruğunda genel olarak "kat" lafzını
cezm ile okumuşlardır. el-Hasen, İbn Ebi İshak ve Nasr b. Asım "fe"
harfini esreli olarak "kafi" diye okumuşlardır. Çünkü kesre sükunun
kardeşidir. Sonu sakin olduğundan dolayı ona kesre ile hareke vermişlerdir. İsa
es-Sakafi ise "fe" harfini en hafif hareke olan üstün ile okumuştur.
Harun ve Muhammed b. es-Semeyka, ise "kafu" şeklinde "fe"
harfini ötreli okumuşlardır. Çünkü mebni kelimelerin son harfinin çoğunlukla
görülen harekesi budur. " ... den beri, hiçbir, önce ve sonra"
kelimeleri gibi.
''Kaf" ın ne olduğu
hususunda farklı görüşler vardır. İbn Zeyd, İkrime ve edDahhak, o, yeryüzünü
kuşatan ve kendisinden dolayı da semanın yeşil göründüğü yeşil zümrütten bir
dağdır. Semanın her iki yanı onun üzerindedir. Sema ise onun üzerinde kubbe
şeklinde örtülmüştür. İnsanların ele geçirdikleri zümrütler bu dağdan
düşenlerdendir.
Bunu Ebu'l-Cevza,
Abdullah b. Abbas'tan da rivayet etmiştir. el-Ferra dedi ki: Buna göre
"kaf" lafzı üzerinde i'rabın açıkça ortaya çıkması gerekirdi. Çünkü
bu durumda bu kelime bir harf değil, bir isim olur. (el-Ferra devamla) dedi ki:
"Kaf" harfinin tek başına dağın adının bir harfi olarak zikredilmiş
olma ihtimali de vardır. Şairin:
"Dur, dedim ona
ben, o da kaf (işte durdum), dedi."
Sözünde olduğu gibi. Bu
işte durdum, anlamındadır. Bu da güzel bir açıklama olup daha önce Bakara Suresi'nin
baş taraflarında (1-2. ayetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
Vehb dedi ki: Zulkarneyn
Kaf dağını gördü. Onun altında küçük dağlar da gördü. Ona: Sen nesin? diye
sorunca, o: Ben Kaf'ım dedi. Peki bu etrafındakidağlar ne oluyor? diye sorunca:
Bunlar da benim köklerimdir. Altında benim köklerimden bir tane bulunmayan tek
bir şehir dahi yoktur. Allah bir şehri zelzeleye uğratmak istediği vakit bana
emreder. Ben de o kökümü hareket ettiririm ve orada zelzele olur, diye cevap
verdi. Zülkarneyn ona: Ey kaf! Bana Allah'ın azametinden bir husus söyle
deyince o da: Rabbimizin şanı elbetteki pek büyüktür. Benim arkamda karla kaplı
eni beşyüz yıl, boyu beşyüz yıl süre devam eden bir yer vardır. Bu karla kaplı
dağların biri diğerini parçalar. Eğer bunlar olmasaydı, ben cehennem ateşinden
ötürü yanardım, dedi.
İşte bu da cehennemin
yeryüzünde olduğunun bir delilidir. Nerede olduğunu ve yerin neresinde
bulunduğunu en iyi bilen ise Allah'tır.
Zülkarneyn: Bana daha
başka şeyler de söyle deyince, Kaf şöyle dedi: Cibril (a.s) Allah'ın huzurunda
eklemleri tir tir titreyerek durur. Allah onun herbir titreyişinden yüzbin
melek yaratır. İşte o melekler de Allah'ın huzurunda başlarını önlerine eğmiş
olarak dururlar. Yüce Allah onlara konuşmaları için izin verdiği takdirde
onlar: La ilahe illallah derler. İşte Yüce Allah'ın: "O gün ruh ve
melekler saf olup ayakta duracaklar. Rahman'ın izin verdiği kimselerden
başkaları konuşmazlar ve doğru söylerler" (en-Nebe, 38) buyruğunda
kastedilen budur. Yani onlar, la ilahe illallah, derler.
ez-Zeccac dedi ki:
"Kaf" buyruğu iş olup bitmiş demektir. Nitekim "Ha, Mim"
buyruğu hakkında, iş kastedildi, önemsendi anlamına geldiği söylendiği gibi.
İbn Abbas dedi ki:
"Kaf" Yüce Allah'ın kendisi ile yemin ettiği isimlerinden bir
isimdir. Yine ondan gelen rivayete göre "kaf" Kur'an'ın isimlerinden
birisidir. Katade'nin görüşü de budur.
el-Kurazi dedi ki:
"Kaf" Yüce Allah'ın kadir, kahir, karib, kadı ve kabıd (pek muktedir,
gücü herşeyi kahreden, pek yakın, istediği hükmü veren ve alan anlamlarındaki)
isimlerinin baş harflerini teşkil eder.
eş-Şa'bi: Bu sürenin
başlangıcıdır demiştir. Ebu Bekr el-Verrak da şöyle demiştir: Bu, bizim
verdiğimiz emir ve yasaklara uy, onları aşma, anlamında bir emirdir. Muhammed
b. Asım el-Antaki dedi ki: Bu Yüce Allah'ın kullarına yakınlığını
açıklamaktadır. Bunu da Yüce Allah'ın: ''Zaten Biz ona şah damarından daha
yakınız" (Kaf, 16) buyruğu açıklamaktadır.
İbn Ata dedi ki: Yüce
Allah, habibi Muhammed (s.a.v.)'ın kalbinin kuvvetine yemin etmiştir. Çünkü o
ilahi hitabı taşımış ve bu halinin yüceliğinden dolayı onu etkilememiştir.
"Çok şerefli
Kur'an'a yemin ederim ki" buyruğundaki "çok şerefli (elmecid)"
şanı, değeri pek yüksek demektir. Kerim (çok şerefli) diye de açıklanmıştır ki,
bunu da el-Hasen yapmıştır. Pek çok anlamına geldiği de söylenmiştir. Bu da
kadrinin ve mevkiinin yüksekliği ile alakalı bir çokluktur, sayıca bir çokluk
değildir. Arapların "filan kişi sayıca çoktur" ifadelerinde anlatmak
istedikleri gibi. Arapların dillerinde dolaşan atasözlerindeki: "Bütün
ağaçlarda ateş (olarak yanmak kabiliyeti) vardır. Fakat merh ve afar denilen
ağaçlar bu konuda diğerlerinden daha üstündür" tabirleri, bu iki ağaçta
ateş yakma kabiliyeti daha fazladır ve bunların diğer ağaçlara göre bu yönden
bir üstünlüğü vardır, demektir. Bu açıklamayı İbn Bahr yapmıştır.
Yeminin cevabının Yüce
Allah'ın: "Biz yerin onlardan neyi eksilteceğini muhakkak
bilmişizdir" buyruğu olduğu ve burada: "Andolsun bilmişizdir"
takdirinde "lam"ın mahzuf olduğu söylenmiştir.
Bir diğer görüşe göre
ise; "lam"ın cevabı; ''Muhakkak ki bunda ... elbette öğüt
vardır" (Kaf, 37) buyruğudur. et-Tirmizi Muhammed b. Ali'nin tercih ettiği
görüş budur. O şöyle demiştir: "Kaf" kullara gösterilmiş isimlerin en
büyüğü olan "kudret" adına bir yemindir. Aynı zamanda "çok
şerefli Kur'an'a" da yemin etmektedir. Sonra Yüce Allah, gökleri ve yeri
yaratmak, kulların rızıklarını vermek, Ademoğullarını yaratmak, kıyamet günü
halleri, cennet ve cehennemin nitelikleri ile ilgili açıklamalarda bulunduktan
sonra: ''Muhakkak ki bunda kalbi olan ... kimse için elbette öğüt vardır''
(Kaf, 37) diye buyurmuştur. Böylelikle yemin bu kelime üzerinde yapılmış
olmaktadır. Yüce Allah sanki: "Kaf" diye buyurmakla, kudretim hakkı
için ve çok şerefli Kur'an'a yemin ederek söylüyorum ki, bu sürede anlattığım
hususlarda ''kalbi olan veya kendisi şahid olarak dikkatle kulak veren kimse
için elbette öğüt vardır" (Kaf, 37) diye buyurmuş gibi olmaktadır.
İbn Keysan dedi ki:
Yeminin cevabı: ''O bir söz söylemeye dursun ...'' (Kaf, 18) buyruğudur.
Küfeliler ise şöyle
demişlerdir: Yeminin cevabı: "Bilakis kendilerine ... diye hayret
ettiler" buyruğudur.
el-Ahfeş de şöyle
demiştir: Cevabı hazfedilmiştir, sanki: "Kaf. Çok şerefli Kur'an'a yemin
ederim ki" mutlaka siz öldükten sonra diriltileceksiniz, diye buyurulmuş
gibidir. Buna delalet eden de: "Biz öldükten ve toprak olduktan sonra mı
(diriltileceğiz)?" demiş olmalarıdır.
"Bilakis
kendilerine içlerinden bir uyarıp korkutan geldi diye" buyruğundaki
"Diye" "Kendilerine içlerinden bir uyarıp korkutan geldiği
için" takdirinde nasb konumundadır.
"Uyaran"dan
kasıt Muhammed (s.a.v.)'dır. "İçlerinden" lafzı ile
"kendilerine" lafzındaki zamir kafirlere aittir. Hem müminlere, hem
kafirlere ait olduğu da söylenmiştir. Daha sonra Yüce Allah her ikisi
arasındaki farkı göstermek üzere:
"Kafir olanlar ...
dediler" diye buyurmuş; "onların hepsi dediler" diye
buyurmamıştır. Aksine kafirlerin hal ve işlerinin çirkin olduğunu belirtip
onları kafirlikle nitelemiştir. Nitekim: Filan kişi bana geldi ve bana hoşuma
gitmeyen şeyler söyledi. Diğer taraftan fasık olan o kimse de bana sen şöylesin
şöylesin dedi, demeye (ve herbir kişinin söylediği farklı ifadelere, farklı
vasıflarla işaret etmeye) benzer.
"Bu, şaşılacak bir
şeydir, dediler." "Acib: Şaşılacak şey" şaşılan ve kendisinden
hayrete düşülen durum demektir. (...) şeklinde (Asım kıraatinde olduğu gibi)
"ayn" harfinin ötreli okunuşu da aynı anlamdadır. (...) şekli
"cim" harfinin şeddeli söylenişi ise, bunun daha ileri derecede
hayret edilecek bir şeyolduğunu anlatır, (...) de aynı anlamdadır.
Katade dedi ki: Onların
hayret ettikleri husus bir tek ilaha ibadet etmeye davet edilmeleri idi.
Öldükten sonra diriltilmek ve amellerinin karşılığının verilmesi ile tehdit
edildiklerinden ötürü hayret ettikleri de söylenmiştir. Kur'an-ı Kerim'in
açıkça ifade ettiği hususun kabul edilmesi ise daha uygundur.
"Biz öldükten ve
toprak olduktan sonra mı (diriltileceğiz?)" Görüldüğü gibi burada ifadede
hazfedilmiş bir lafız ("diriltileceğiz" anlamındaki kelime)
sözkonusudur.
"Bu uzak bir
dönüştür." Dönüş, geri döndürülmek demektir. Bizim tekrar geri
döndürülüşümüz uzaktır demekle bunun imkansız olduğunu anlatmak istemişlerdir.
"Ben onu döndürdüm, döndürmek" denilir. "Kendisi döndü, döner ve
dönüş" demektir.
İfadede hazfedilmiş
başka lafızlar da vardır. Onlar: Biz öldükten sonra mı diriltileceğiz dediler,
demektir.
Burada öldükten sonra
diriliş (el-ba's)'dan sözedilmemiş olmakla birlikte, öldükten sonra dirilişe
işaret etmeleri, Kur'an-ı Kerim'in başka yerlerinde sözkonusu edilmiş
olmasından dolayıdır. Esasen Kur'an-ı Kerim'in tamamı tek bir süre gibidir.
Aynı zamanda öldükten sonra diriliş Yüce Allah'ın: "Kendilerine içlerinden
bir uyarıp, korkutan geldi diye hayret ettiler." buyruğunun muhtevası
içerisindedir. Çünkü ancak ahiretteki hesab ve amellerin cezası ile korkutup
uyarmak sözkonusudur.
"Biz, yerin
onlardan neyi eksilteceğini" cesetlerinden neleri yiyeceğini
"muhakkak bilmişizdir." Herhangi bir şey Bizden kaybolmaz ki, tekrar
yeniden yaratmanın Bizim için imkansızlığından sözedilebilsin. Kur'an-ı
Kerim'de şöyle buyurulmaktadır: "(Firavun): Geçmiş asırlar halkının
halleri nicedir, dedi. (Musa) dedi ki: Onların bilgisi Rabbimin yanında bir
kitabtadır. Rabbim yanılmaz ve unutmaz. "(Ta-Ha, 51-52)
Sahih hadiste de şöyle
buyurulmuştur: "Ademoğlunun (cesedinin) tamamını toprak yer. Acbu'z-zeneb
(kuyruk sokumu) denilen yer müstesna. İnsan ondan yaratıldı ve yaratılışı bir
daha ondan düzenlenecektir." Bu hadis daha önceden geçmiş bulunmaktadır.
Sabit olduğuna göre de
yer peygamberlerin, velHerin ve şehidlerin cesetlerini yemez. Allah onların
cesetlerini yemeyi yere haram kılmıştır. Biz bu hususu 'et-Tezkire" adlı
eserimizde açıkladığımız gibi, bu eserde de bu husus daha önceden geçmiş
bulunmaktadır.
es-Süddi dedi ki:
Buradaki "eksiltmek"den kasıt ölümdür. Yüce Allah: Biz, onlardan
kimlerin öldüğünü, kimlerin hayatta kaldığını bilmişizdir. Çünkü ölen kimse
defnedilir. Sanki bununla yeryüzünden insanlar eksilmiş gibi olmaktadır. İbn
Abbas'tan da şöyle dediği rivayet edilmiştir: Kasıt, müşrikler arasından
İslam'a giren kimselerdir.
"Yanımızda"
onların sayılarını ve isimlerini "çok iyi tesbit eden bir kitab da
vardır."
Bu buyruktaki
"hafiz; çok iyi tesbit eden" lafzı "fail" vezninde
"fail" anlamında bir kelimedir.
Bunun Levh-i Mahfuz
olduğu da söylenmiştir. Levh-i Mahfuz da şeytanlardan korunması yahut herşeyin
onda korunmuş (tesbit edilmiş) olmasından ötürü bu ismi almıştır.
"Kitab"ın
bilmek ve herşeyin sayısını olduğu gibi tesbit etmekten ibaret olduğu da
söylenmiştir. Nitekim senin adına, senin hakkında belledim, tesbit ettim
anlamında olmak üzere: "Ben sana bunu yazdım" demeye benzer. Ancak
böyle bir açıklama bir zorunluluk sözkonusu olmadan anlamın zahirini terketmek
demektir.
Buyruğun,
Ademoğullarının amellerini -amelleri dolayısıyla kendilerini hesaba çekelim
diye- iyice tesbit eden kitab Bizim yanımızdadır, anlamında olduğu da
söylenmiştir.
"Hayır, hak"
el-Maverdi'nin naklettiği üzere bütün müfessirlerin görüşüne göre Kur'an-ı
Kerim "kendilerine geldiğinde onu yalanladılar." es-Salebi de
"hak"dan kasıt Kur'an-ı Kerim'dir, demiştir. Maksadın İslam ya da
Muhammed (s.a.v.) olduğu da söylenmiştir.
"O sebepten onlar
pek karışık bir iş içindedirler." Bir sefer o bir sihirbazdır, bir başka
kere şairdir, bir diğerinde kahindir diyorlar. Bu açıklamayı edDahhak ve İbn
Zeyd yapmıştır. Katade farklı ve tutarsız, el-Hasen karma karışık (bir iş
içindedirler) diye açıklamışlardır. Anlamlar birbirine yakındır.
Ebu Hureyre: Bozuk diye
açıklamıştır. Nitekim: "İnsanların emanetleri bozuldu (çığırından çıktı,
güvenilir kimse kalmadı)" tabirinde de bu kökten gelen kelime
kullanılmıştır. "Din ve iş karmakarışık bir hal aldı" demektir. Ebu
Duad şöyle demiştir: "Din artık karmakarışık bir hal aldı, onun için ben
de hazırladım: Kollarımı (bir araya geldikleri göğsümü) ve yüksek sapasağlam
omuzlarımı."
İbn Abbas: Buradaki
"el-merk (pek karışık bir iş)" görülmedik, kabullenilemeyen iş
demektir, demiştir. İmran b. Ebi Ata'nın ondan naklettiğine göre; pek karışık
anlamında olup, şu beyiti zikretmiştir: "Bir dolaştı ortalıkta, ben de
onunla (darbeyle) karın boşluğunu hedef aldım, O da birbiri üzerine bükülmüş
(ve karışmış) bir dalmış gibi yere yıkıldı."
el-Avfi'nin naklettiğine
göre de İbn Abbas şöyle açıklamıştır: Onlar bir sapıklık içerisindedirler. Bu
da onların sihirbazdır, şairdir, delidir, kahindir demeleridir.
Bunun değişip duran
anlamında olduğu da söylenmiştir. (...)'in asıl anlamı "tutarsızlık,
huzursuzluk" demektir. Mesela: "İnsanların işi karmakarışık bir hal
aldı, din artık karışıp durdu" denilir. Zayıflıktan ötürü yüzük insanın
parmağında hareket edecek bir hal alırsa da: "Yüzük parmağımda durmaz
oldu" denilir. Hadis-i şerifte de (aynı kökten gelen kelime kullanılarak)
şöyle buyurulmaktadır:
"Ey Abdullah (b.
Amr b. el-As) sen ahidleri, emanetleri birbirlerine karışmış ve -parmaklarını
birbirine geçirerek- şöyle şöyle olacak hale gelinceye kadar anlaşmazlıklara
düşmüş bir topluluk arasında olacağın vakit halin ne olacaktır?" Bu hadisi
Ebu Davud rivayet etmiş olup biz de bunu (et-Tezkire" adlı eserimizde
zikretmiş bulunuyoruz.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN