HUCURAT 6 |
يَا
أَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا إِن
جَاءكُمْ
فَاسِقٌ
بِنَبَأٍ
فَتَبَيَّنُوا أَن
تُصِيبُوا
قَوْماً
بِجَهَالَةٍ
فَتُصْبِحُوا
عَلَى مَا
فَعَلْتُمْ
نَادِمِينَ |
6. Ey iman edenler!
Eğer bir fasık size bir haber getirirse -bilgisizce bir kavme sataşıp da sonra
yaptığınıza pişman olmamak için iyice araştırın.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız:
1- Buyruğun Nüzul
Sebebi:
2- Haber-i Vahid'in
Kabulü ve Buna Bağlı Hukuki Bir Takım Tasarruflar:
3- Fasık Yöneticilerin
Arkasında Kılınan Namaz:
4- Fasık Yöneticinin
Hükmü:
5- Fasık Kimsenin
Elçiliği:
6- Müslümanlarda
Aslolan Adalet midir?
7- Zann-ı Ğalibe
Dayanarak Hüküm Vermek:
1- Buyruğun Nüzul
Sebebi:
"Ey iman edenler!
Eğer bir fasık size bir haber getirirse ... " buyruğu denildiğine göre
el-Velid b. Ukbe b. Ebi Muayt hakkında inmiştir. Buna sebeb, Said'in Katade'den
rivayet ettiğine göre şudur: Peygamber (s.a.v.) el-Velid b. Ukbe'yi zekatlarını
toplamak üzere Mustalıkoğullarına göndermişti. Onlar Velid'i görünce ona doğru
yürüdüler, o da onlardan korktu. -Bir rivayete göre bu korkmasının sebebi
(cahiliye döneminden kalma) aralarındaki bir husumet idi.- Peygamber (s.a.v.)'a
geri dönerek İslam'dan irtidat ettiklerini haber verdi. Bunun üzerine Peygamber
(s.a.v.) Halid b. el-Velid'i göndererek ona işi iyice tesbit edip araştırmasını
ve acele etmemesini emretti. Halid yola koyuldu, nihayet geceleyin onların
yurduna vardı. Gözcülerini gönderdi, geri geldiklerinde Halid'e
Mustalıkoğullarının İslam'a sımsıkı sarılı bulunduklarını, ezan okuduklarını ve
namaz kıldıklarını duyduklarını haber verdiler. Sabah olunca Halid onların yanına
vardı ve gözcülerin söylediklerinin doğruluğunu gözleriyle gördü. Allah'ın
Peygamberine dönerek ona durumu haber verdi. Bunun üzerine bu ayet-i kerime
nazil oldu. Bundan dolayı Yüce Allah'ın Peygamberi: "Teenni Allah'tan,
acele şeytandan" diye buyururdu.
Bir diğer rivayete göre
Peygamber (s.a.v.) onu (el-Velid b. Ukbe'yi) müslüman olmalarından sonra
Mustalıkoğullarına göndermişti. Onun geleceğini haber alınca, onu karşılamak
üzere bineklerine bindiler. O da onların bu hallerini işitince onlardan korktu.
Resulullah (s.a.v.)'a geri dönerek Mustalıkoğullarının kendisini öldürmek
istediklerini ve zekat vermediklerini bildirdi. Rasulullah (s.a.v.) da onların
üzerine bir gaza düzenlemeyi içinden geçirdi. Bu halde bulunuyorken heyetleri
Rasulullah (s.a.v.)'ın huzuruna gelerek: Ey Allah'ın Rasulü dediler. Senin
gönderdiğin elçinin haberini aldık, ona ikramda bulunalım ve üzerimizdeki
zekatları ona ödeyelim diye yoluna çıktık. O ise geri döndü. Bize ulaştığına
göre Rasulullah'a onunla savaşmak üzere çıktığımızı iddia etmiş. Allah'a yemin
olsun ki biz bu maksatla çıkmadık. Bunun üzerine Yüce Allah bu ayet-i kerimeyi
indirdi. el-Velid'e de fasık yani yalancı adı verilmiş oldu.
İbn Zeyd, Mukatil ve
Sehl b. Abdullah dedi ki: Fasık, çok yalan söyleyen kimse demektir. Ebu'l-Hasen
el-Verrak da şöyle demiştir: Fasık günahı açıktan işleyen kimse demektir. İbn
Tahir, Allah'tan utanmayan kimsedir diye açıklamıştır. Hamza ve el-Kisai,
"iyice araştırın" anlamındaki buyruğu: "İyice tesbit edin"
şeklinde: "İyiden iyiye tesbit etmek" kökünden gelmiş bir fiil olarak
okumuşlardır. Diğerleri ise; "İyice araştırın" diye
"tebeyyun"den gelmiş emir fiil olarak okumuşlardır.
"Sataşıp"
anlamındaki buyruk: "Sataşmayasınız" demektir. Buna göre: )'in başındaki cer harfi düşürülmek suretiyle
nasb konumundadır.
"Bilgisizce"
yani yanlışlıkla "bir kavme sataşıp da sonra yaptığınaa" acele
davranıp, teenniyi terkettiğinize "pişman olmamak için iyice
araştırın."
2- Haber-i Vahid'in
Kabulü ve Buna Bağlı Hukuki Bir Takım Tasarruflar:
Bu ayet-i kerimede
adaletli olması halinde bir kişinin haberinin (haberu'l-vahid)'in kabul
olunacağına delil vardır. Allah fasık olan kimsenin haber nakletmesi esnasında
işin iyice araştırılmasını emretmiştir. Fasıklığı sabit olan kimsenin ise
verdiği haberlere dair sözü icma ile batıl olur (hükümsüzdür). Çünkü haber bir
emanettir, fasıklık ise onu iptal eden bir karinedir.
Dava ve inkar ile
başkaları hakkında maksat olarak gözetilen bir hakkın isbatı ile ilgili
hususların bu genel çerçevenin dışında olduğu icma ile kabul edilmiştir. Mesela
bir kimsenin, bu benim kölemdir, demesi halinde bu sözü kabul edilir. Şayet:
Filan kişi sana bunu hediye olarak gönderdi, derse bu da kabul edilir. Yine
böyle bir durumda kafirin verdiği haber de kabul edilir. Aynı şekilde bir kimse
başkasının kendi üzerindeki bir hakkını ikrar edecek olursa, bu icma ile iptal
edilemez.
Ancak başkası aleyhine
yapacağı inşalarda ise (başkaları hakkında yapacağı akitlerde) Şafii ve
diğerleri: Böyle bir kimse nikahta veli olamaz, demiştir. Ebu Hanife ve Malik
ise veli olur demiştir. Çünkü böyle bir kimse velayeti altındaki kızın sahip
olduğu malın da velisidir. Dolayısıyla onun evle ndirilmesi velayetine de
sahiptir, tıpkı adil bir kimse gibi. Çünkü böyle bir kimse her ne kadar dini
bakımdan fasık bir kişi ise de, gayreti olduğu gibidir. Bu gayret ile de zaten
mahremler himaye edilir. Bazan malını feda ederek mahremini korur. Böyle bir
kimse malın velisi olabildiğine göre, nikahın velisi olması öncelikle
sözkonusudur.
3- Fasık Yöneticilerin
Arkasında Kılınan Namaz:
İbnu'l-Arabi dedi ki:
Şafii'nin ve benzerlerinin fasık kimsenin imamlığını caiz görmesi, hayret
edilecek hususlardan birisidir. Bir zerre miktarı mal konusunda kendisine
güvenilemeyen bir kimseye nasıl olur da bir kantar borç hususunda
güvenilebilir? Buna sebeb ise şu esas ilkedir: İnsanlara namaz kıldıran
yöneticilerin dinleri fesada erip de arkalarında namaz kılmayı terketmek imkanı
olmadığından onların görevlerinden uzaklaştırılmasına da güç yetirilemediğinden
onlarla birlikte arkalarında namaz kılındı. Nitekim Osman (r.a) şöyle demiştir:
Namaz insanların yaptıkları en güzel bir iştir. O işi güzel yaparlarsa sen de
güzel yap, fakat kötü yapacak olurlarsa onların kötü işlerinden sen uzak dur.
Diğer taraftan bazı
insanlar bu gibi yöneticiler arkasında takiye olarak (kendilerine gelecek
tehlikeden korunmak maksadıyla) namaz kıldılar. Ondan sonra da sırf Allah için
kendi namazlarını tekrar iade ediyorlardı. Kimisi de arkalarında kıldığı o
namazı kendi farz namazı olarak değerlendiriyordu. Ben ise böyle bir namazın
iade edilmesinin vacib olduğu kanaatindeyim. Ancak hiçbir kimsenin razı
olmadığı imamlarla birlikte namaz kılmayı terketmemesi gerekir. Fakat kendi
kendine gizlice o namazı iade eder ve başkasının yanında da bundan sözetmez.
4- Fasık Yöneticinin
Hükmü:
Fasık bir kimse eğer
vali ise verdiği hükümlerin hakka uygun olanları geçerlidir, muhalif olanları
da reddolunur. Onun geçerli kabul edip yürürlüğe koyduğu hiçbir hükmü de
nakzedilmez. Bu görüşün dışında nakledilen herhangi bir rivayet yahutta
aktarılan herhangi bir söze de iltifat etmeyiniz. Bu hususta söylenmiş sözler
pek çoktur, hak ise apaçıktır.
5- Fasık Kimsenin
Elçiliği:
Böyle bir kimsenin
ulaştıracağı bir söz yahut bir şey ya da haber, vereceği bir izin ile ilgili
olarak elçilik yapmasının sahih olduğunda görüş ayrılığı yoktur. Şu kadar var
ki, bu elçilik görevinin elçi gönderen ile kendisine gönderilenin hakları
çerçevesi dışında olmamalıdır.
Eğer bu elçilikte
ikisinin hakları dışındaki bir hak taalluk ediyorsa, onun sözü kabul edilmez.
Böyle bir şey bunu gerektiren zorunluluk (zaruret) dolayısıyla caizdir. Çünkü
şayet bu gibi hususlarda insanlar arasında adaletli olanların dışındakiler
tasarruf ta bulunmayacak olursa, böyle bir durumda adaletliler bulunamayacağından
bu işlerin hiçbirisi gerçekleştirilemez. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
6- Müslümanlarda
Aslolan Adalet midir?
Ayet-i kerimede
"cerhedildikleri sabit oluncaya kadar bütün müslümanlar adaletlidir"
diyenlerin görüşlerinin yanlışlığına bir delil vardır. Çünkü Yüce Allah verilen
haberi kabul etmeden önce işin iyice araştırılmasını emretmiştir. Hükmün
uygulanmasından sonra araştırmanın da bir anlamı yoktur.
Eğer hakim gerekli
araştırmayı yapmadan önce hüküm verecek olursa, aleyhine hüküm verilen kimseye
bilgisizce sataşmış, zarar vermiş olur.
7- Zann-ı Ğalibe
Dayanarak Hüküm Vermek:
Şayet galib zanna
dayanarak hüküm verecek olursa, bu bilgisizlikle amel sayılmaz. Adaletli iki
şahidin şehadetine bina en hüküm vermek ve müçtehid ve alim bir kimsenin
görüşünü kabul etmek gibi. Cehaletle bilgisizce amel etmek ancak kabul edilmesi
halinde galib zannın ortaya çıkmadığı kimsenin sözünü kabul etmekle olur. Bu
meseleyi el-Kuşeyri, ondan öncekini ise el-Mehdevi zikretmiş bulunmaktadır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN