ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

FETİH

29

مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعاً سُجَّداً يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَاناً سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْراً عَظِيماً

 

29. Muhammed Allah'ın Resulüdür. Onunla birlikte olanlar kafirlere karşı sert ve katı, kendi aralarında merhametlidirler. Sen onları rüku' ediciler ve secde ediciler, Allah'tan bir lütuf ve bir rıza isteyenler olarak görürsün. Secde izinden nişanları yüzlerindedir. Onların Tevrat'taki vasıfları budur. İncil'deki vasıflarına gelince, o önce filizini yarıp çıkarmış, sonra onu gittikçe kuvvetlendirmiş, sonra kalınlaşıp gövdesi üzerine doğrulmuş, ekincilerin hoşuna giden bir ekin gibidir. Bununla kafirleri öfkelendirmek için (bu örneği verdi). Allah iman edip salih amel işleyenlere bir mağfiret ve büyük bir mükafat vaadetmiştir.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:

 

1- Allah'ın Rasulü Muhammed ve Beraberindekiler:

2- Mümin için Namazın ve Özellikle Secdenin Önemi:

3- Ashab-ı Kiram'ın Tevrat ve İncil'deki Örnekleri:

4- iman Edenlere Yapılan Vaadler:

5- Ashab-ı Kiram'ın Değeri:

 

1- Allah'ın Rasulü Muhammed ve Beraberindekiler:

 

"Muhammed Allah'ın Rasülüdür." buyruğunda "Muhammed" mübteda, "Rasülüdür" buyruğu onun haberidir. "Muhammed" mübteda, "Allah'ın Rasülü" buyruğu onun sıfatı, "onunla birlikte olanlar" mübtedaya atıf, ondan sonraki buyrukların haber olduğu da söylenmiştir.

 

Bu takdire göre "Allah'ın Rasülü" anlamındaki buyruk üzere vakıf yapılmaz. Ancak birinci takdire göre "Allah'ın Rasülüdür" anlamındaki buyruk üzerinde vakıf yapılır. Çünkü o Yüce peygamberin nitelikleri, ashabının belirtilen niteliklerinden fazladır. Buna göre "Muhammed" mübteda, "Allah'ın Rasülüdür" haber olur. "Onunla birlikte olanlar" da ikinci bir mübteda olur. "Sert ve katı(dırlar)" ikinci mübtedanın haberi, "merhametlidirler" lafzı da ikinci haber olur.

 

Bu sıfatların Peygamber (s.a.v.)'ın ashabının genelinin nitelikleri olması en uygun görülendir. İbn Abbas dedi ki: Hudeybiye'ye katılanlar kafirlere karşı sert ve katıdırlar. Yani bir arslanın avına karşı olduğu şekilde serttirler.

 

"Onunla birlikte olanlar" ile bütün müminlerin kastedildiği de söylenmiştir.

"Kendi aralarında merhametlidirler." Biri diğerine merhamet eder.

 

Birbirlerine şefkat gösterir ve birbirlerini severler, diye açıklamıştır.

 

el-Hasen: "Kafirlere karşı sert olarak, kendi aralarında merhametli olarak davranırlar" şeklinde hal olarak nasb ile okumuştur. Şöyle demiş gibidir: Onunla birlikte bulunanlar ise, kafirlere karşı sert ve kendi aralarında merhametli oldukları hallerinde "sen onları rüku ediciler ... görürsün" denilmiş gibidir.

 

"Sen onları rüku ediciler görürsün" buyruğu ile onların çokça namaz kıldıkları haber verilmektedir.

 

"Allah'tan bir lütuf ve rıza" cenneti ve Yüce Allah'ın rızasını "isteyenler olarak görürsün."

 

2- Mümin için Namazın ve Özellikle Secdenin Önemi:

 

"Secde izinden nişanları yüzlerindedir." buyruğundaki "sima: Nişan" alamet demektir. Bu biri med ile, biri kasr ile olmak üzere iki türlü söylenir. Yani geceleyin teheccüdün alametleri ve uykusuzluğun emareleri onlarda görülür.

 

İbn Mace, Sünen'inde dedi ki: Bize İsmail b. Muhammed et-Talhi anlattı, dedi ki: Bize Sabit b. Musa Ebu Zeyd anlattı. O Şerik'ten, o el-Ameş'ten, o Ebu Süfyan'dan, o Cabir'den (naklen) dedi ki: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Geceleyin çok namaz kılanın yüzü gündüzün güzel olur."

 

İbnu'l-Arabi dedi ki: Bunu birtakım kimseler Peygamber (s.a.v.)'a yanlış bir surette nisbet etmiştir. Bu hadisin bir harfi dahi Peygamber (s.a.v.)'dan diye gelmiş değildir.

 

İbn Vehb, Malik'ten: "Secde izinden nişanları yüzlerindedir" buyruğu hakkında şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bu secde esnasında yerden alınlarına yapışan şeylerden dolayıdır. Said b. Cübeyr de böyle demiştir: Sahih(-i Buhari) de Peygamber (s.a.v.)'dan rivayete göre ramazanın yirmibirinci günü sabahı namaz kıldı. O sırada mescid akmış bulunuyordu. Peygamber namaz kılmak için kendisine yere serilmiş kuru hurma dalları üzerinde idi. Peygamber (s.a.v.) namazını bitirdiğinde alnında ve burnunda suyun ve çamurun etkileri vardı.

 

el-Hasen dedi ki: Sima (alamet, nişan) kıyamet gününde yüzde görülecek beyazlıktır. Said b. Cübeyr de böyle demiştir. el-Avfi de bunu İbn Abbas'tan rivayet etmiştir. ez-Zühri böyle demektedir.

 

Sahih'de rivayete göre Resulullah (s.a.v.)'ın Ebu Hureyre yoluyla gelen hadiste şöyle buyurduğu kaydedilmektedir: "Nihayet Allah kullar arasında hüküm vermeyi bitirip, rahmeti ile cehennemde bulunanlardan dilediği kimseleri çıkartmak isteyince, meleklere cehennemde bulunanlar arasından Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamış kimseleri -la ilahe illallah diyenler arasından Allah'ın merhamet etmeyi murad ettiği kimseleri- çıkartmalarını emredecektir.

 

Onlar bu kimseleri cehennemde secdenin izleri ile tanıyacaklar. Cehennem ateşi Ademoğlunu yer bitirir. Ancak secde izleri bundan müstesnadır. Yüce Allah cehennem ateşine secde izlerini yemeyi haram kılmıştır.''

 

Şehr b. Havşeb dedi ki: Yüzlerinde secde yerleri ondördündeki ay gibi olacaktır.

İbn Abbas ve Mücahid dedi ki: Sima (nişan), dünyada güzel görünüştür.

 

Yine Mücahid'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: O Yüce Allah'a karşı alçak gönüllülük ve huşu duymaktır. Mansur dedi ki: Ben Mücahid'e Yüce Allah'ın:

 

"Secde izinden nişanları yüzlerindedir" buyruğu hakkında: Acaba o kişinin gözleri arasında ortaya çıkan iz midir? diye sordum. Mücahid: Hayır dedi. Bazan kişinin gözleri arasında keçinin diz kapağı gibi bir iz bulunur. Halbuki o kişi taştan daha katı yüreklidir. Ancak bu huşudan dolayı yüzlerindeki bir nurdur.

 

İbn Cüreyc: O vakar ve parlaklıktır, demiştir. Şemir b. Atiyye de: O geceleyin namaz kılmaktan ötürü yüzün sararmış olmasıdır, demiştir. el-Hasen dedi ki: Sen onları gördüğün vakit kendileri hasta olmadıkları halde hasta zannedersin. ed-Dahhak dedi ki: O yüzlerindeki bir yara gibi bir şey değildir, fakat yüzlerinin sarılığıdır. Süfyan es-Sevri dedi ki: Geceleyin namaz kılarlar, sabahı ettiklerinde bunun etkisi yüzlerinde görülür. Bunu Peygamber (s.a.v.)'ın şu hadisi açıklamaktadır: "Geceleyin çokça namaz kılanın, gündüzün yüzü güzel olur." Bu hadise dair söylenenler az önce geçmiş bulunmaktadır.

 

Ata el-Horasani dedi ki: Beş vakit namazı dikkatle aksatmadan devam eden herkes bu ayet-i kerimenin kapsamına girer.

 

3- Ashab-ı Kiram'ın Tevrat ve İncil'deki Örnekleri:

 

"Onların Tevrattaki vasıfları budur. İncil'deki vasıflarına gelince ... " buyruğu hakkında el-Ferra dedi ki: Bu iki türlü anlaşılabilir. Arzu edilirse şöyle denilebilir: İşte Tevrat'taki o örnekleri de, aynı şekilde İncil'deki örnekleri de, Kur'an-ı Kerim'deki örnekleri gibidir. Buna göre "İncil" lafzı üzerinde vakıf yapılır.

 

Arzu edilirse şöyle de kabul edilebilir: ifade: "Onların Tevrat'taki vasıfları budur" buyruğunda tamam olmaktadır, sonra da yeni bir ifade (cümle) ile: "İncil'deki vasıflarına gelince ... " buyruğu ile başlanır.

 

İbn Abbas ve başkaları da böyle demişlerdir. Bunlar iki örnektir. Bu örneğin birisi Tevrat'ta, diğeri İncil'dedir. Bu açıklamaya göre ise "Tevrat" lafzı üzerinde vakıf yapılır.

 

Mücahid: Bu bir tek örnektir, demiştir. Yani Tevrat'ta da, İncil'de de onların nitelikleri budur. Buna göre "Tevrat" lafzı üzerinde vakıf yapılmaz, "İncil" buyruğu üzerinde vakıf yapılır ve: "O önce filizini yarıp çıkarmış ... bir ekin gibidir" buyruğu ile "Onlar ... bir ekin gibidir" anlamı ile okumaya başlanılır.

 

"Filizini" tomurcuklarını, yavrularını ... demektir. Bu açıklamayı İbn Zeyd ve başkaları yapmıştır. Mukatil ise tek bir bitkinin sonrası çıkacak olursa, artık ona: "Filizini çıkardı" denilir.

 

el-Cevherı dedi ki: "Ekinin ve bitkinin yavruları (filizi)" demektir, çoğulu: (...) diye gelir. "Ekinin filizleri çıktı" demektir.

 

el-Ahfeş Yüce Allah'ın: "Filizini yarıp çıkarmış" buyruğunu ucunu vermiş diye açıklamıştır. es-Sa'lebi bu açıklamayı el-Kisai'den nakletmiştir. elFerra dedi ki: Bitki çıktı mı: ''Ekin çıktı, o çıkıcıdır" denilir. Şair de şöyle demiştir: "Ekini(ni) yerin üzerine çıkardı, Ağaçlardan ise meyveli dalları."

 

ez-Zeccac dedi ki: "Filizini yarıp çıkarmış" bitkisini yarıp çıkarmış, demektir. "Başağın kırçılıdır" diye de açıklanmıştır. Araplar aynı şekilde buna: (...) adını da verirler, bu da bir bitkinin dikenidir. Bu açıklamayı da Kutrub yapmıştır. Bunun başak olduğu da söylenmiştir. Çünkü bir taneden on, sekiz, dokuz başak çıkar. Bunu el-Ferra söylemiş olup, el-Maverdı nakletmiştir.

 

İbn Kesir ve İbn Zekvan bu kelimeyi "tı" harfini üstün olarak: (...) diye; diğerleri ise sakin okumuşlardır. Enes, Nasr b. Asım ve İbn Vessab ise; (...) diye; el-Cahderi ve İbn Ebi İshak ise hemzesiz olarak; (...) diye okumuşlardır ki bunların hepsi aynı kelimenin değişik söyleyişleridir.

 

Bu Yüce Allah'ın Peygamber (s.a.v.)'ın ashabına dair verdiği bir örnektir. Yani onlar önce sayıca azdırlar, sonra artarlar, çoğalırlar. Peygamber (s.a.v.), dinine davet etmeye başladığı sırada zayıftı. Birer ikişer onun çağrısını kabul ettiler. Din güçleninceye kadar bu böyle sürdü. Tıpkı ekin gibi. Tohumdan sonra güçsüz görünür, ondan sonra halden hale geçerek güçlenir. Nihayet bitkisi ve diğer yavruları (tomurcukları) gürleşir. İşte bu, en doğru bir örnek ve en güçlü bir açıklamadır.

 

Katade dedi ki: Muhammed (s.a.v.)'ın ashabının İncil'deki örnekleri şöylece yazılıdır: Ekinin bitmesi gibi biten bir kavim arasından çıkacaktır. Onlar iyiliği emredecek, kötülükten alıkoyacaklardır.

 

"Sonra onu gittikçe kuvvetlendirmiş" güçlendirip, onu destekleyip gücünü pekiştirmiştir. Yani bu filiz, ekine güç katmıştır. Aksi de söylenmiştir. Yani ekin filizin gücünü arttırmıştır. Bu lafız genel olarak med ile: (...) diye okunmuştur. İbn Zekvan, Ebu Hayve ve Humeyd b. Kays ise medsiz olarak; (...) diye okumuşlardır. Bilinen şekil med ile okuyuştur. İmruu'lKays da şöyle demiştir: "O vadinin kıvrılan bir yerindedir ki, onun bitkisi sedir ağacını güçlendirmiştir, Ganimet de almış, hüsrana da uğramış, kalabalık ordular gibi."

 

"Sonra kalınlaşıp, gövdesi üzerinde doğrulmuş"; üzerinde yükseldiği sapı üzerinde doğrulmuş demektir ki, bu onun için (insana nisbetle) üzerinde doğrulduğu bacağı gibi olur: "Bacak, sak, sap" demek olan: (...)'ın çoğuludur.

 

"Ekincilerin hoşuna giden" yani bu ekin onu ekenlerin hoşuna gider. Açıkladığımız gibi bu bir misaldir. Ekin Muhammed (s.a.v.)'dır, filizi onun ashabıdır, önce azken sonradan çoğaldılar, zayıf iken güçlendiler. Bu açıklamayı ed-Dahhak ve başkaları yapmıştır. "Bununla kafirleri öfkelendirmek için" buyruğunda yer alan: "Öfkelendirmek için" lafzındaki "lam" hazfedilmiş bir lafza taalluk etmektedir. Yani Yüce Allah'ın bunu Muhammed (s.a.v.)'a ve ashabına bağışlamasının sebebi, onlarla kafirleri öfkelendirmek içindir.

 

4- iman Edenlere Yapılan Vaadler:

 

"Allah iman edip salih amel işleyenlere" yani Muhammed ile birlikte bulunan ve amelleri salih olan bu müminlere "bir mağfiret ve büyük bir mükafat" kesintisiZ bir mükafat olan cennet "vaadetmiştir."

 

"Onlardan" lafzındaki: " ... dan" ashab-ı kiramdan bir bölümü, diğer bir bölümden ayırmak için teb'iz maksadıyla kullanılmış değildir. Aksine bu umumi ve cins bildirmek için gelmiştir. Bu yönüyle Yüce Allah'ın: "Şu halde pisliğin ta kendisi olan putlardan uzak durun" (el-Hac, 30) buyruğunda yer alan aynı edata benzemektedir. Bununla teb'iz (kısmilik) kastedilmeyip cins anlamı sözkonusudur. Sizler put türünden olan bütün bu pisliklerden uzak durun, demektir. Çünkü "ricz: pislik" çeşitli türlerden meydana gelir. Zina, faiz, içki içmek ve yalan bunlardandır. Buradaki: (...) ile cins ifade edilmektedir. İşte bu buyruktaki: (...) da bu şekildedir. Yani bu cinsten olan kimselere ... Bu da ashabın kendileri demektir. Mesela; "Sen nafakanı dirhemlerden harca" denilirken, bu tür senin nafakan olsun, demek istenir. Bununla birlikte Muhammed (s.a.v.)'ın ashabına onların faziletleri dolayısıyla özellikle mağfiret vaadinde bulunmuş olunması da mümkündür. Her ne kadar bütün müminlere mağfiret vaadinde bulunmuş ise de.

 

Ayet ile ilgili bir başka cevab daha vardır: O da buradaki: (...) edatının ifadeyi pekiştirici olmak üzere gelmiş olmasıdır. Yani Yüce Allah onların hepsine bir mağfiret ve büyük bir mükafat vaadetmiştir. Bu durumda bu ifade Apbın: "Bütün kumaştan bir gömlek yaptım" anlamında olmak üzere (...) demesi gibidir. Halbuki burada; (...) edatı herhangi bir kısmi mana ifade etmemektedir. Kur'an-ı Kerim'den bu kullanımın delili de Yüce Allah'ın: "Kur'an 'dan müminler için bir şıfa ve rahmet olam kısım kısım indiririz" (el-İsra, 82) buyruğudur ki; bu da Biz Kur'an'ı şifa olarak indiriyoruz, demektir. Çünkü Kur'an'ın herbir harfi bir şifadır. Yoksa şifa onun bir kısmında var, bir kısmında yok değildir. Diğer taraftan dilcilerden bazıları: (...)'in cins bildirmek için geldiğini söylemiştir. Bu durumda ifade: Biz Kur'an türünden, Kur'an olmak özelliğinden ve Kur'an bakımından şifa olmak özelliğini taşıyanı kısım kısım indiririz, takdirindedir. Şair Züheyr de şöyle demiştir: "Acaba göçten sonra Um Evfa'dan evin geriye kalmış izleri mi var; (sordum da bana) cevab veremedi."

 

O; Um Evfa tarafından yahut onun evlerinden geriye kalmış izler mi var, demek istemiştir. Bir başka şair de şöyle demiştir: "Çokça bağış veren ve onları isteyen kardeşten; Çokça ihsanlarda bulunan o efendiden, haksızlık görülmez."

 

O halde burada bu edat hiçbir şekilde kısmilik ifade etmemektedir. Çünkü anlatmak istediği çokça bağışta bulunan ve efendi birisi olduğundan ötürü haksızlığı hiçbir şekilde kabul etmediğidir.

 

Şiirdeki "nevfel (çokça veren)" demektir. "Züfer (efendi)" de insanların adına ağırlıkları ve yükümlülükleri kaldırıp taşıyan kimse, onlar adına bunları yüklenen kişi demektir.

 

5- Ashab-ı Kiram'ın Değeri:

 

ez-Zübeyr (b. el-Avvam)ın soyundan gelen Ebu Urve ez-Zübeyr! şunu rivayet etmektedir: Malik b. Enes'in yanında idik. Rasulullah (s.a.v.)'ın ashabının değerini küçümseyen bir adamdan sözettiler. Malik şu: "Muhammed Allah'ın Rasülüdür. Onunla birlikte olanlar ... ekincilerin hoşuna giden bir ekin gibidir. Bununla kafirleri öfkelendirmek için (bu misali verdi)" buyruğunu okudu. Sonra dedi ki: İnsanlar arasından kalbinde Rasulullah (s.a.v.)'ın ashabından birisine olsun bir kin bulunduğu halde sabahı eden bir kimseyi bu ayet çarpar. Bunu el-Hatib Ebu Bekr zikretmektedir.

 

Derim ki: Gerçekten de Malik çok güzel söylemiş ve ayeti böyle tevil etmekte isabet etmiştir. Onlardan birisinin değerini küçük gören yahut yaptığı rivayette birilerine dil uzatan bir kimse, alemlerin Rabbi olan Allah'ın buyruğunu reddetmiş, müslümanların şeriatlerini iptal etmiş olur. Çünkü Yüce Allah: "Muhammed Allah'ın Resulüdür. Onunla birlikte olanlar kafirlere karşı sert ve katı ... dırlar" diye buyurmaktadır. Yine Yüce Allah: "Andolsun ki ağacın altında sana bey'at ederlerken, Allah müminlerden razı olmuştur.'' (el-Feth, 18) diye buyurmuştur ki onlara övgüleri ihtiva eden, onların lehine doğrulukla ve kurtuluşa ermekle tanıklığı ihtiva eden daha bir çok ayeti kerime vardır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Müminler arasında Allah'a verdikleri sözde içtenlikle sebat gösteren nice yiğitler vardır.'' (el-Ahzab, 23);'' Yurtlarından ve mallarından çıkartılıp uzaklaştırılmış olan ve Allah'ın lütuf ve rızasım isteyen, Allah'a ve peygamberine yardım eden fakir muhacirler içindir. işte onlar sadıkların ta kendileridir.'' (el-Haşr, 8) Daha sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onlardan evvel Medineyiyurt edinip imana sahib olanlar ise ... işte onlar umduklarını bulanların ta kendileridir.'' (el-Haşr, 9)

 

Yüce Allah onların o zamanki hallerini ve sonunda işlerinin nereye varacağını bilmekle birlikte bu buyrukları indirmiştir.

 

Rasulullah (s.a.v.) da: "İnsanların en hayırlıları benim çağdaşlarımdır. Sonra onların arkasından gelenler ... '' diye buyurmuştur.

 

Bir başka hadisinde şöyle buyurmuştur: "Ashabıma dil uzatmayınız, sizden herhangi bir kimse Uhud dağı kadar altın harcayacak olsa dahi, onlardan herhangi birisinin harcadığı bir müdde, hatta onun yarısına dahi denk olamaz. '' Bu iki hadisi de Buhari rivayet etmiştir.

 

Bir başka hadiste de şöyle buyurmaktadır: "Sizden herhangi bir kimse yeryüzünde bulunanın tamamını infak edecek olsa bile, onlardan birisinin harcadığı bir müdd ve hatta onun yarısı kadar dahi olamaz."

 

Ebu Ubeyd dedi ki: Bu eğer bu kadar malı tasadduk edecek olsa bile onlardan herhangi birisinin infak ettiği bir müddüne ya da yarım müddüne eşit olamaz, demektir. Çünkü burada: "(...) lafzı "yarım" demek olan: (...) ile eş anlamlıdır. Aynı şekilde (onda bir demek olan) öşre aşir, (beşte bir demek olan) humsa hamis, (dokuzda bir demek olan) tis'a tesi', (sekizde bir demek olan) sumne semin, (yedide bir demek olan) subua sebi', (altıda bir demek olan) süduse sedis, (dörtte bir demek olan) rubua rabi' de denilir. Ancak Araplar (üçte bir demek olan) sülüs için selis demezler.

 

el-Bezzar'da Cabir'den sahih ve merfu olarak şöyle bir hadis zikredilmekte dir: "Şüphesiz Allah ashabımı nebiler ve rasüller hariç bütün alemlere üstün kılıp seçmiştir. Benim ashabımdan da dört kişiyi seçmiştir. -Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali'yi kastetmektedir- ve onları benim ashabım kılmıştır.'' Yine Peygamber: "Ashabımın tümünde hayır vardır'' diye buyurmuştur.

 

Uveym b. Saide şöyle demiştir: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Aziz ve celil olan Allah beni seçti. Benim için de ashabımı seçti. Onlar arasından bana vezirler, damatlar ve dünürler kıldı. Kim onlara söverse, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti üzerine olsun. Allah kıyamet gününde ondan ne bir tevbe, ne de bir fidye kabul etmesin.''

 

Bu anlamdaki hadis-i şerifler pek çoktur. O halde onlardan herhangi birisine dil uzatmaktan çokça sakınmak lazım. Dine dil uzatan kimsenin yaptığı gibi yaparak şöyle demekten sakınmak gerekir: Güya muavvizeteyn (Felak ve Nas süreleri) Kur'an'dan değilmiş. Bunların Kur'an'da yazılacaklarına ve indirilen Kur'an arasında bunların yer aldıklarına Rasülullah (s.a.v.)'dan sahih bir hadis gelmemişmiş. Bundan tek bir istisna ise Ukbe b. Amir'den gelen rivayetmiş. Ukbe b. Amir ise zayıfmış, ondan başkası bu hususta ona muvafakat etmemiş, bundan dolayı da onun rivayeti bir kenara bırakılmalıymış.

 

Ancak bu daha önce Kitab ve sünnetten sözünü ettiğimiz delilleri reddetmek, ashab-ı kiramın din diye bize naklettiklerini çürütmek demektir. Ukbe b. Amir b. İsa el-Cüheni, iki sahih kitab olan Buhari ve Müslim'de ve diğerlerinde bize şeriatin rivayetini nakledenlerden birisidir Dolayısıyla o Yüce Allah'ın övdüğü, niteliklerini belirttiği, kendilerinden övgüyle sözettiği mağfiret ve büyük bir mükafat vaadettiği kimselerdendir. Onun ya da ashabından herhangi birisinin yalan söylediğini iddia eden bir kişi şeriatın dışına çıkmış olur. Kur'an-ı Kerim'i reddetmiş, Rasülullah (s.a.v.)'e dil uzatmış olur. Onlardan herhangi birisinin yalancı olduğu söylenecek olursa, ona dil uzatılmış, sövülmüş olur. Çünkü Allah'ı inkardan sonra, yalandan daha utanılacak, ondan daha ayıp ve ondan daha büyük bir iş yoktur. Rasülullah (s.a.v.) ashabına dil uzatıp, onlara sövenleri lanetlemiştir. Onların en küçüklerini -ki aralarında küçük kimse olmaz- dahi yalanlayan bir kimse, Rasülullah (s.a.v.)'ın tanıklık ettiği ve ashabından birisine söven yahutta onun aleyhine söz söyleyip dil uzatan herkesin yakasından ayrılmaz bir ceza olarak tesbit ettiği Allah'ın lanetinin kapsamına girer.

Ömer b. Habib'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Harun er-Reşid'in meclisinde bulundum. Bir mesele sözkonusu edildi, hazır bulunanlar o mesele hakkında tartışıp durdular, sesleri yükseldi. Aralarından birisi Ebu Hureyre'nin, Rasülullah (s.a.v.)'dan rivayet ettiği bir hadisi delil gösterdi. Onlardan birisi hadisin merfu olduğunu belirtti, derken karşılıklı iddialar ve tartışmalar artıp durdu. Nihayet onlardan birisi: Rasülullah (s.a.v.)'ın böyle bir hadis söylediği kabul edilemez. Çünkü Ebu Hureyre yaptığı rivayetlerde itham altındadır. Hatta onun yalan söylediğini açıkça bildirmişlerdir, dedi. Ben erReşid'in de bu kesime meylettiğini, onların sözlerini desteklediği görünce şöyle dedim: Bu hadis Rasülullah (s.a.v.)'dan sahih olarak gelmiştir. Ebu Hureyre de Peygamber (s.a.v.)'dan olsun, başkasından olsun yapmış olduğu bütün rivayetlerde doğru sözlüdür ve yaptığı nakiller sahihtir. Harun bana kızgın bir şekilde baktı. Ben de meclisten kalkıp evime gittim. Aradan fazla zaman geçmeden bana: Harun'un postacıbaşı kapıda dediler. Yanıma girdi ve bana şöyle dedi: Müminlerin emirinin çağrısını öldürülecekmiş gibi kabul et ve gel. Hanutunu, kefenini de giyin. Ben de şöyle dedim: Allah'ım sen de biliyorsun ki ben Senin Peygamberinin sahabesini savundum ve Peygamberinin ashabına dil uzatılmasın diye Peygamberini yücelttim. Ondan gelecek zarardan Sen beni koru.

 

Altından bir tahtın üzerinde oturmuş olduğu halde Harun'un huzuruna alındım. Kollarını sıvamış, kılıcı elinde ve önünde de kafası uçurulacak kimseler için serilen deri de vardı. Beni görünce bana: Ey Ömer b. Habib dedi. Senin bana söylediğin şekilde şimdiye kadar hiçbir kimse bana karşı söz söylemiş ve savunmuş değildir. Ben: Ey müminlerin emiri dedim. Senin söylediğin ve uğrunda tartıştığın görüş Rasülullah (s.a.v.)'ı ve onun getirdiklerini küçültücüdür. Çünkü eğer onun ashabı yalan söyleyen kimseler ise şeriat de batıl demektir. Farzlar, oruç, namaz, talak, nikah ve hadlere dair hükümlerin tümü reddolunur ve makbul olamaz.

 

Harun kendisine geldi, düşündü, sonra da: Ey Ömer b. Habib bana hayat verdin, Allah da sana hayat versin, dedi ve bana onbin dirhem verilmesini emretti.

 

Derim ki: Ashabının tümü adaletlidir. Allah'ın gerçek veli kulları ve seçkinleridir. Peygamberlerden ve rasüllerden sonra bütün insanlar arasında seçtiği kimselerdir. Ehl-i sünnetin mezhebi ve bu ümmetin imamlarının bulunduğu cemaatin benimsediği kanaat budur. Kendilerine aldırış edilmeyen bir azınlık, ashabın durumunun diğerleri gibi olduğunu ve dolayısıyla onların adaletlerinin de araştırılması gerektiğini söylemiş ise de buna iltifat edilmez.

 

Onlardan kimisi işin başındaki durumları ile sonraki halleri arasında fark gözeterek şöyle demiştir: Onlar o vakit adalet sahibi idiler, fakat daha sonra durumları değişti. Aralarında savaşlar ve kan dökmeler ortaya çıktı. Dolayısıyla araştırmada bulunmak kaçınılmaz bir şeydir.

 

Ancak bu reddolunur, çünkü ashab-ı kiramın hayırlıları ve faziletlileri -Ali, Talha, Zübeyr ve diğerleri gibileri- Yüce Allah'ın kendilerinden övgü ile sözedip, tezkiye ettiği, kendilerinden razı olup onları razı ettiği ve "bir mağfiret ve büyük bir mükafat" vaadetmiş olduğu kimseler bulunmaktadır. Özellikle Rasülullah (s.a.v.)'ın verdiği haber gereğince cennetlik oldukları kesin olan "aşere-i mübeşşere" peygamberlerinden sonra peygamberlerinin bu hususu kendilerine haber vermesi ile birçok fitnelerle ve cereyan edecek birçok olayla karşı karşıya kalacaklarını bilmekle birlikte, kendilerine uyulacak önder kimselerdir. Bu durumlar onların mertebelerini ve faziletlerini düşürmez. Çünkü bu işler içtihada dayalı işlerdi ve her müctehid isabet etmiştir. Bu hususlara dair etraflı açıklamalar Yüce Allah'ın izniyle el-Hucurat Süresi'nde gelecektir.

 

el-Fetih Süresi'nin tefsiri -yüce Allah'a hamdolsun ki- burada sona ermektedir.

 

FETİH SURESİNİN SONU

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

49-HUCURAT سورة الحجرات

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR