FETİH 25 |
هُمُ الَّذِينَ
كَفَرُوا
وَصَدُّوكُمْ
عَنِ الْمَسْجِدِ
الْحَرَامِ
وَالْهَدْيَ مَعْكُوفاً
أَن
يَبْلُغَ
مَحِلَّهُ
وَلَوْلَا
رِجَالٌ
مُّؤْمِنُونَ
وَنِسَاء
مُّؤْمِنَاتٌ لَّمْ
تَعْلَمُوهُمْ
أَن
تَطَؤُوهُمْ
فَتُصِيبَكُم
مِّنْهُم
مَّعَرَّةٌ
بِغَيْرِ عِلْمٍ لِيُدْخِلَ
اللَّهُ فِي
رَحْمَتِهِ
مَن يَشَاءُ
لَوْ
تَزَيَّلُوا
لَعَذَّبْنَا
الَّذِينَ كَفَرُوا
مِنْهُمْ
عَذَاباً
أَلِيماً |
25. Onlar, kafir
olanlar, sizleri Mescid-i Haram'dan, bekletilen kurbanlarınızı yerlerine
varmaktan alıkoyanlardır. Eğer bilmediğiniz mümin erkeklerle mümin kadınlar
olmayaydı ve siz onları bilmeyip çiğnemeyecek size onlardan dolayı da bir vebal
isabet etmeyecek olsa idi (onlardan ellerinizi çekmezdi). Ta ki Allah dilediği
kimseyi rahmetine soksun. Eğer onlar ayrılmış olsalardı, ötekilerden kafir
olanları elbette acıklı bir azab ile azaplandırmış olacaktık.
"Onlar, kafir
olanlar, sizleri Mescid-i Haram'dan, bekletilen kurbanlarınızı yerlerine
varmaktan alıkoyanlardır" bölümüne dair açıklamalarımızı üç başlık halinde
sunacağız:
1- Kafirler ve
Yaptıkları:
2- Bekletilen Kurbanlıklar
ve Kurbanlıkta Ortaklık:
3- Kurbanların
Yerlerine Varmasının Alıkonulması:
4- Varlıkları
Bilinmeyen Mümin Erkekler ve Kadınlar:
5- Bilmeden ve
istemeyerek Yapılan Kötülüklerin Verdiği Sıkıntı:
6- Ashab Kasten Bir
Günah işlemekten ve Başkasına Haksızlık Etmekten Uzaktı:
7- Allah Dilediğini
Rahmetine Alır:
8- Müminlerin Kafirler
Arasında Bulunması ... :
9- Kafirler Arasında
Müminler Bulunursa ve Kafirler Müminlerle Kendilerini Koruyacak Olursa Hüküm
Nedir?
10- Kıraate ve Nahve
Dair Bazı Açıklamalar:
1- Kafirler ve
Yaptıkları:
"Onlar kafir
olanlar ... dır" buyruğu ile kastedilenler, Kureyşlilerdir. Onlar
Hudeybiye yılı Peygamber (s.a.v.) ashabı ile birlikte umre yapmak üzere ihrama girdiklerinde
Mescid-i Haram'a girmekten sizi alıkoymuşlardı. Ayrıca bekletilen
kurbanlarınıZ! da yerine ulaşmasın diye engellemişlerdi. Halbuki bu onların
inançlarına aykırı idi. Ancak, onların gururları ve cahiliye kibirleri dinen
inançlarına uygun görmedikleri işleri yapmaya itmişti. İşte Yüce Allah bundan
dolayı onları azarlamakta ve bu yaptıkları için onları tehdit etmektedir. Diğer
taraftan Rasülullah (s.a.v.)'ı da beyanı ve vaadi ile teselli etmektedir.
2- Bekletilen
Kurbanlıklar ve Kurbanlıkta Ortaklık:
"Bekletilen
kurbanlarınızı" buyruğu, alıkonulan kurbanlarınızı. .. demektir.
Durdurulan diye de açıklanmıştır. Ebu Amr b. el-Ala: Toplu olarak bulunan, diye
açıklamıştır.
el-Cevheri dedi ki:
"Onu alıkoydu, bekletti" demektir. Müzari hali: (...) diye, mastarı
da; (...) diye gelir. Şanı Yüce Allah'ın: "Bekletilen kurbanlar"
buyruğu da buradan gelmektedir. "Şu işten seni bekleten (alıkoyan)
nedir" denilir. Mescidde it ikaf tabiri de buradan gelmektedir ki, orada
alıkonulmak, beklemek demektir.
"Yerlerine
varmaktan" buyruğundaki "yerler"den kasıt, kesilmeleri gereken
yerler demektir. Bu açıklamayı el-Ferra yapmıştır. Şafii (r.a) harem diye
açıklamıştır. Ebu Hanife (r.a) da böyle demiştir: Muhsar bir kimse (Hareme
girmekten alıkonulan bir kimse)nin kurban kesme yeri Harem bölgesidir.
"Ha" harfi
kesreli olarak; "Bir şeyin en nihai noktası" demektir, üstün olarak
ise (mahal şeklinde) insanların bulundukları yer demektir. Peygamber
efendimizin götürdüğü kurbanlıklar yetmiş deve idi. Fakat Yüce Allah lütfuyla o
yeri (Hudeybiye'de alıkonuldukları yeri) kurbanını keseceği yer kılmıştır. Daha
önce el-Bakara Süresi'nde Yüce Allah'ın: "Eğer alıkonulursanız ...''
(Bakara, 196) buyruğu açıklanırken geçtiği üzere, ilim adamları bu hususta
farklı görüşlere sahiptirler, sahih olan kaydettiğimiz görüştür.
Müslim'in, Sahih'indeki
rivayete göre Ebu'z-Zübeyr, Cabir b. Abdullah'tan şöyle dediğini rivayet
etmektedir: Biz Rasülullah (s.a.v.) ile birlikte Hudeybiye yılında deveyi de
yedi kişi adına, ineği de yedi kişi adına kestik. Yine ondan şöyle dediği
rivayet edilmektedir: Rasülullah (s.a.v.) ile birlikte hac ve umrede her yedi
kişi bir büyük baş hayvana ortak olduk (ve kurban kestik). Bunun üzerine bir
adam Cabir'e: Peki deveye ortak olunduğu gibi ineğe de ortak olunur mu? diye
sordu. o: O da ancak büyükbaş hayvanlardan birisidir, dedi. Cabir, Hudeybiye'de
hazır bulunmuş ve şöyle demiştir: O gün biz yetmiş büyükbaş hayvan kestik.
Herbir büyükbaşa yedi kişi ortak olduk.
Buharı'de İbn Ömer'den
şöyle dediği kaydedilmektedir: Rasülullah (s.a.v.) ile birlikte umre yapmak
üzere yola çıktık. Kureyş kafirleri Beytullah'a varmamızı engelledi. Rasülullah
(s.a.v.) develerini kesti ve başını traş etti.
Denildiğine göre; o gün
Peygamber efendimizin başını traş eden şahıs Huzaalı Hiraş b. Umeyye b.
Ebi'l-I's idi. Rasülullah (s.a.v.) müslümanlara kurbanlarını kesip ihramdan
çıkmalarını emretti. Onlar Rasülullah (s.a.v.)'ı gazaplandıracak şekilde bir
süre duraksadıktan sonra verilen emri yerine getirdiler. Bu sırada Um Seleme
kendisine şöyle demişti: Sen kurbanını kesersen onlar da keseceklerdir. Bunun
üzerine Rasülullah (s.a.v.) kurbanlıklarını kesti, onlar da onun kesmesi
üzerine kurbanlarını kestiler. Rasülullah (s.a.v.) saçlarını traş etti ve
saçlarını traş edenlere üç defa, kısaltanlara da bir defa dua etti.
Ka'b b. Ucre'nin
başından yüzü üzerine bitlerin düştüğünü görünce: "Şu haşerelerin seni
rahatsız ediyor mu?" diye sorunca o: Evet demişti. Bunun üzerine
Hudeybiye'de iken ona başını traş etmesini emretti. Bunu Buharı ve Darakutni
rivayet etmiş olup daha önce el-Bakara Süresi'nde (196. ayet, ''Artık içinizde
her kim hasta olur ... "bölümü, 3. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
3- Kurbanların
Yerlerine Varmasının Alıkonulması:
"Kurbanlarınızı"
buyruğu iki ayrı söyleyiş halinde: (...) ile (...)- şekillerinde kullanılır.
Yine: "Kurban yerine varıncaya kadar" (el-Bakara, 196) buyruğunda hem
şeddeli, hem şeddesiz okunmuştur, tekili (...) dır. Yine buna dair açıklamalar
daha önce el-Bakara Suresi'nde (ayetin belirtilen bölümünün tefsirinde) geçmiş
bulunmaktadır. Bu buyruk: "Sizleri ... alıkoyanlardır" buyruğundaki
("sizleri" anlamını veren): "Kef" ve "mim"
harflerine atfedilmiştir.
"Bekletilen"
anlamındaki buyruk haldir. "Yerlerine varmaktan" buyruğundaki: (...)
ise "sizi...alıkoyanlar" buyruğuna hamledilerek nasb konumundadır.
Onlar hem sizleri, hem de bekletilen kurbanları yerine varmaktan
alıkoyanlardır, demektir. Mefulün leh olması da mümkündür. Şöyle buyurmuş gibi
olur: Onlar kurbanlıkların yerine ulaşmasını istemedikleri için alıkoyanlardır.
Ebu Ali dedi ki: Bu
harfin: "Alıkoymak" üzerine hamledilmesi doğru olamaz. Çünkü biz:
"Bekledi" fiilinin müteaddi (geçişli) geldiğini bilmiyoruz. Ayet-i
kerimede "bekletilen" anlamındaki buyruğun manaya hamledilerek
gelmesi de mümkündür. Sanki bu buyruk "alıkoymak" anlamında
olduğundan ötürü anlamı da buna göre yorumlanmış olmaktadır. Tıpkı
"refes" lafzının "ilişki kurmak" anlamına gelerek: (...)
ile te addi ettirilmesine benzer. (Bk. el-Bakara, 187. ayetin başı)
Eğer buna göre açıklanacak
olursa, Sibeveyh'in görüşüne kıyasla nasb konumunda olur. el-Halil'in görüşüne
kıyasla da cer konumunda olur yahutta mefulün leh olur. Şöyle buyurulmuş
gibidir: Yerine ulaşması istenmediğinden alıkonulan, bekletilen ...
Diğer taraftan daha önceden
(...) geçtiği için (...)'in cer konumunda olması da mümkündür. Şöyle buyurulmuş
gibidir: Onlar sizi Mescid-i Haram'dan alıkoydukları gibi, kurbanlıkları da
yerlerine ulaşmaktan alıkoymuşlardır. Sibeveyhin, Yunus'tan naklettiği şu
kullanım da buna benzemektedir: "Ben ya Zeyd, ya da Amr olan bir adama
uğradım" derken, daha önce zikredildiği için (be) harf-i cerrini takdir
ederek okumuştur.
[ - ]
"Eğer bilmediğiniz
mümin erkeklerle mümin kadınlar olmayaydı ve siz onları bilmeyip, çiğnemeyecek,
size onlardan dolayı da bir vebal isabet etmeyecek olsa idi (onlardan ellerini
çekmezdi)" bölümüne dair açıklamalarımızı da üç başlık halinde
sunacağız.
4- Varlıkları
Bilinmeyen Mümin Erkekler ve Kadınlar:
"Eğer bilmediğiniz
mümin erkeklerle, mümin kadınlar olmayaydı ... " buyruğu ile Mekke'de
kafirler arasında bulunan Seleme b. Hişam, Ayyaş b. Ebi Rebia, Ebu Cendel b.
Süheyl ve benzeri mustazaf mü'minleri kastetmektedir.
"Bilmediğiniz"
tanımadığınız bir açıklamaya göre de, mümin olduklarını bilmediğiniz demektir.
"Ve siz onları
bilmeyip" öldürmek ve onlara zarar vermek suretiyle "çiğnemeyecek. ..
"
Nitekim -aynı kökten
olmak üzere-: "O topluluğu çiğnedim" denilir, onlara zarar verdim
demektir.
Buyruktaki: " ...
me"nin "erkekler ve kadınlar"dan bedel, merfu olması mümkündür.
Eğer sizin mümin erkeklerle, mümin kadınları bilmeden çiğnemeniz sözkonusu
olmayacak olsaydı, diye buyurmuş gibidir. Bunun: "(kendilerini)
bil(me)diğiniz" lafzındaki "mim" ile "he" zamirinden
bedel olarak nasb olması da mümkündür. O vakit ifade: Onların çiğnenmesini
(çiğnendiğini) bilmediğiniz ... takdirinde olur. Her iki şekilde de buyruk
bedel-i iştimaldir. "Bilmediğiniz" buyruğu ise "erkekler"
ile "kadınlar"ın sıfatıdır.
"Olsa idi"
buyruğunun cevabı hazfedilmiştir ki, ifadenin takdiri şöyledir: Eğer
bilmediğiniz mümin erkek ve mümin kadınları çiğnemeniz sözkonusu olsaydı, Yüce
Allah size Mekke'ye girmeye izin verir, sizi onlara musallat ederdi. Fakat Biz
orada bulunup imanını gizleyen kimseleri koruduk.
ed-Dahhak: Şayet kafirlerin
sulblerinde ve kadınların rahimlerinde mümin erkeklerle, mü'min kadınlar
bulunmamış ve siz de onların babalarını bilmeden çiğneyip böylelikle çocukları
helak olmayacak olsaydı ... diye açıklamıştır.
5- Bilmeden ve
istemeyerek Yapılan Kötülüklerin Verdiği Sıkıntı:
"Size onlardan
dolayı da bir vebal isabet etmeyecek olsa idi" buyruğundaki:
"(mealde:) Vebal" ayıp ve kusur demektir. Bu da uyuz anlamına gelen:
(...)'den "mefale" vezninde bir kelimedir. Yani eğer müşrikler:
Bunlar kendi dindaşlarını öldürdüler, demeyecek olsaydı. ..
Şöyle de açıklanmıştır:
Yani onları öldürdüğünüz için hataen öldürme keffareti ödemek yükümlülüğü ile
karşı karşıya kalmayacak olsaydınız ... Çünkü Yüce Allah dar-ı harpte bulunup
oradan hicret etmemiş ve mümin olduğu da bilinmeyerek öldürülen müminin
katilinin diyet ödemeyip, kefarette bulunacağını şu buyruğu ile farz kılmıştır:
"Şayet mümin olmakla beraber size düşman olan bir kavimden ise o zaman
(katilin) mümin bir köle azad etmesi gerekir" (en-Nisa, 92) Bu açıklamayı
el-Kelbi, Mukatil ve başkaları yapmıştır. Buna dair açıklamalar daha önce
en-Nisa Suresi'nde (92. ayet, 12. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
İbn Zeyd; "Vebal,
günah" demektir, demiştir. el-Cevheri ve İbn İshak da: Diyet borcu diye açıklamışlardır.
Kutrub, zorluk ve sıkıntı diye açıklamıştır. Bunun gam ve keder anlamında
olduğu da söylenmiştir.
6- Ashab Kasten Bir
Günah işlemekten ve Başkasına Haksızlık Etmekten Uzaktı:
"Bilmeyip"
buyruğu ashab-ı kiramın faziletini ortaya koymakta, onların günah işlemek ve
başkasına haksızlıkta bulunmaktan yana uzak kalmak gibi güzel bir
niteliklerinin bulunduğunu haber vermektedir. Öyle ki, onlar bu kabilden
herhangi birisine bir zarar verecek olurlarsa, bu ancak kasıt dışı olabilirdi.
Bu da karıncanın Süleyman (a.s)'ın askerlerini nitelendirirken söylediği:
"Süleyman ve askerlerifarketmeyip sizi çiğnemesin. "(en-Neml, 18)
sözlerinde dile getirdiği durumu andırmaktadır.
[ - ]
Buyruğun: "Ta ki
Allah dilediği kimseyi rahmetine soksun. Eğer onlar ayrılmış olsalardı ...
" bölümüne dair açıklamalarımızı da dört başlık halinde sunacağız:
7- Allah Dilediğini
Rahmetine Alır:
"Ta ki Allah
dilediği kimseyi rahmetine soksun ... " buyruğundaki: "Ta ki ...
soksun" lafzındaki "lam" hazfedilmiş bir lafza taalluk
etmektedir. Yani eğer siz onları öldürmüş olsaydınız, elbette Allah da onları
rahmetine sokardı.
Bunun "iman"
lafzına taalluk etmesi de mümkündür. Ancak mümin kadınlar dışarda bırakılarak
mümin erkekler hakkında, mümin erkekler dışarda bırakılarak mümin kadınlar
hakkında kabul edilemez. Çünkü hepsi de rahmetin kapsamına girerler.
Anlamın şöyle olduğu da
söylenmiştir: Yüce Allah'ın sizlere müşriklerle savaşma iznini vermeyiş sebebi,
barıştan sonra Mekke ahalisinden kurtulacağını hükme bağladığı kimselerin
kurtulması içindir. Nitekim böyle olmuştu. Onlardan birçok kimse İslam'a
girmiş, İslam'a güzel şekilde bağlanmış ve böylelikle Allah'ın rahmetine yani
cennetine girmiş oldular.
8- Müminlerin Kafirler
Arasında Bulunması ... :
"Eğer onlar ayrılmış
olsalardı" yani kafirlerden ayırdedilecek bir şekilde bir tarafa ayrılmış
olsalardı demektir. Bu açıklamayı el-Kutebi yapmıştır. el-Kelbi de onlardan
ayrı bir fırka olarak bir kenara çekilmiş olsalardı, diye açıklamıştır. Bir
başka açıklama da şöyledir: Eğer müminler kafirler arasından çıkacak olursa,
Yüce Allah kılıçla kafirleri elbette azaplandırır. Bu açıklamayı ed-Dahhak
yapmıştır. Fakat Allah müminler sayesinde kafirlere gelecek zararı önler.
Ali (r.a) dedi ki: Ben
Peygamber (s.a.v.)'a şu: "Eğer onlar ayrılmış olsalardı, ötekilerden kafir
olanları elbette acıklı bir azab ile azaplandırmış olacaktı" ayeti
hakkında sordum da şöyle buyurdu: "Bunlar Allah'ın peygamberinin
atalarından olan müşrikler ile onlardan sonra ve onların döneminde bulunan
müşrikler olup, sulblerinde müminlerin bulunduğu kimselerdir. Eğer müminler
kafirlerin sulblerinden ayrılsalardı, Yüce Allah kafirleri can yakıcı bir azab
ile azaplandırırdı.
9- Kafirler Arasında
Müminler Bulunursa ve Kafirler Müminlerle Kendilerini Koruyacak Olursa Hüküm
Nedir?
Bu ayet-i kerime müminin
ihlal edilmesi yasak olan hakları dolayısıyla eğer kafire ancak mümine bir
eziyet vermekle eziyet vermek imkanı varsakafire zarar verilemeyeceğine
delildir.
Ebu Zeyd dedi ki: İbnu'l-Kasım'a
sordum: Müşriklerden bir topluluk eğer kendilerine ait bir kalede
bulunuyorlarsa, müslümanlar da onları kuşatma altına almış olup, aralarında
ellerinde müslüman esirler de bulunuyor ise acaba o kale ateşe verilebilir mi,
verilemez mi? Görüşün nedir?
İbnu'l-Kasım dedi ki:
Ben Malik'e gemilerinde bulunan müşrik bir topluluk hakkında şöyle bir soru
sorulurken dinledim: Gemilerinde beraberlerindeki esirler varken, onların
gemilerini ateşe verebilir miyiz? Malik bunun uygun olacağı görüşünde değilim
dedi. Çünkü Yüce Allah Mekkeliler hakkında: "Eğer onlar ayrılmış
olsalardı, ötekilerden kafir olanları elbette acıklı bir azab ile azaplandırmış
olacaktık" diye buyurmaktadır.
Bir kafir, bir müslümanı
önüne kalkan gibi koyacak olursa, yine ona ok atmak caiz olmaz. Şayet birisi
böyle bir iş yapacak olup da müslümanlardan birisinin telef olmasına sebeb
teşkil ederse, hem diyet ödemesi hem de keffarette bulunması gerekir. Eğer
durumu bilmiyor iseler diyet de gerekmez, keffaret de gerekmez. Çünkü müslümanlar
böyle bir durumu bildikleri takdirde ateş etmek hakkına sahib değildirler.
Şayet böyle bir şey yapacak olurlarsa, bu sefer hata yoluyla katil olurlar.
Akilelerinin de diyet ödemeleri gerekir. Eğer bu durumu bilmiyor iseler, o
zaman ateş edebilirler. Şayet bu işi yapmaları kendilerine mübah kılınacak
olursa, bundan dolayı haklarında herhangi bir sorumluluğun kalması da caiz
olmaz.
İbnu'l-Arabi dedi ki:
Bir kesim buyruğun: Eğer müminler annelerin karnından ve erkeklerin sulbünden
bir kenara ayrılmış olsalardı ... diye açıklamışlardır ki; bu zayıf bir
açıklamadır. Çünkü sulbte veya annesinin karnında bulunan bir kimsenin
çiğnenmesi de sözkonusu değildir, ondan dolayı bir keder ve günah da isabet
etmez. Halbuki Yüce Allah açık bir ifade kullanarak: "Eğer bilmediğiniz
mümin erkeklerle, mümin kadınlar olmayaydı ve siz onları bilmeyip çiğnemeyecek.
.. olsaydınız" diye buyurmaktadır. Böyle bir ifade ise kadının karnında ve
erkeklerin sulbünde bulunan kimseler hakkında kullanılamaz. Bu ancak el-Velid
b. el-Velid, Seleme b. Hişam, Ayyaş b. Ebi Rebia, Ebu Cendel b. Süheyl gibileri
hakkında kullanılır. Malik de böyle demiştir: Biz Bizanslılara ait bir şehri
kuşattık. Onlara giden su kesildi. Bunun için esirleri kendilerine su getirmek
üzere indiriyorlardı. Hiç kimse onlara ok atamıyordu. Böylelikle biz
istemediğimiz halde onlar su alabiliyorlardı.
Ebu Hanife mezhebine
mensub arkadaşları ve es-Sevri ise aralarında müslüman esirler ve onların
çocukları bulunsa dahi müşriklerin kalelerine ok atılmasını caiz kabul etmişlerdir.
Şayet kafir müslüman bir çocuğu kendisine kalkan yapacak olursa, müşrik olan
kimseye atılır. Eğer müslümanlardan birisine isabet ederse, bundan dolayı ne
diyet vardır ne de keffaret.
es-Sevri ise böyle bir
durumda diyet yoktur ama kefaret vardır, demiştir.
Şafii de bizim
(Malikilerin dediği) gibi demiştir. Bu zaten açıkça anlaşılan bir husustur,
çünkü haram olan bir yolla mübah olan bir işe ulaşmaya kalkışmak caiz değildir.
Özellikle bu hususta müslümanın canı sözkonusu ise. O halde kabul edilecek tek
görüş Malik'in -Allah ondan razı olsun- görüşüdür. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
Derim ki: Kimi hallerde
kalkan edinilenin öldürülmesi caiz olabilir ve Yüce Allah'ın izniyle bunda
görüş ayrılığı dahi olmaz. Bu ise maslahatın zaru- ri, külli ve kati olması
halindedir. Maslahatın zaruri olmasının anlamı: Kafirlere kalkan edinilenler
öldürülmedikçe, kafire erişmek imkanı bulunmaması halidir. Külli olmasının
anlamı: Bu maslahatın bütün ümmeti kati olarak ilgilendirmesidir. Öyle ki o
kalkan edinilenin öldürülmesi bütün müslümanların maslahatına olacak. Çünkü
böyle yapılmayacak olursa, kafirler kalkan edindiklerini öldürür ve bütün
ümmeti ele geçirirler. maslahatın kati oluşuna gelince, bu maslahat kati olarak
ve ancak kalkan halinde edinilenin öldürülmesi halinde gerçekleşilebilir
olacak.
ilim adamlarımız derler
ki: Bu kayıtlarıyla birlikte böyle bir maslahatın muteber olacağında görüş
ayrılığının olmaması gerekir. Çünkü bu varsayımda kalkan edinilen kişi
kesinlikle öldürülmüş olacaktır. Ya düşman eliyle öldürülecek, bu takdirde
düşmanın bütün müslümanları istila etmesi şeklindeki o pek büyük kötülük ortaya
çıkacaktır yahutta müslümanlar tarafından öldürülecek ve düşman perişan
edilirken, bütün müslümanlar kurtulmuş olacaktır. Aklı başında bir kimsenin
kalkıp: Bu durumda hiçbir şekilde kalkan edinilen öldürülemez, demesi
düşünülemez. Çünkü böyle bir kanaat buna bağlı olarak hem kalkanın, hem
islamın, hem de müslümanların yok olmalarını gerektirir. Fakat böyle bir
maslahat tamamıyla mefsedetten (kötülükten) uzak olamadığından ötürü, meseleyi
iyice tetkik edemeyen kimseler böyle bir şeyi kabullenemezler. Ancak böyle bir
mefsedet bundan sağlanacak sonuçlara nisbetle yoktur ya da yok hükmündedir.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
10- Kıraate ve Nahve Dair
Bazı Açıklamalar:
"Eğer onlar
ayrılmış olsalardı" anlamındaki buyruk genel olarak: (...) diye
okunmuştur. Ancak Ebu Hayve bu lafzı: (...) diye okumuştur. Anlam itibariyle
diğer okuyuşla aynıdır.
"Ayrılmak"
demektir. "Ayrıldılar" lafzı; (...) vezninde olup,
"Ayrıldım" fiilinden gelmektedir. Bunun vezninin: (...): olduğu da söylenmiştir.
"Kafir olanları
elbette ... azablandırmış olacaktır" buyruğunun başındaki "lam"
harfinin iki ifadenin cevabı olduğu söylenmiştir. Birisi: "Erkeklerle ...
olmayaydı" ifadesinin, diğeri ise: "Eğer ayrılmış olsalardı"
ifadesinin cevabıdır. "Eğer. .. meyecek olsa idi" lafzının cevabının
hazfedildiği de söylenmiştir ki; daha önce geçmişti. Buna karşılık; "Eğer
onlar ayrılmış olsalardı" yeni bir cümle olmaktadır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN