FETİH 11 |
سَيَقُولُ
لَكَ
الْمُخَلَّفُونَ مِنَ
الْأَعْرَابِ
شَغَلَتْنَا
أَمْوَالُنَا
وَأَهْلُونَا
فَاسْتَغْفِرْ
لَنَا يَقُولُونَ بِأَلْسِنَتِهِم
مَّا لَيْسَ
فِي قُلُوبِهِمْ
قُلْ فَمَن
يَمْلِكُ
لَكُم مِّنَ
اللَّهِ شَيْئاً
إِنْ
أَرَادَ
بِكُمْ
ضَرّاً أَوْ
أَرَادَ
بِكُمْ
نَفْعاً
بَلْ كَانَ
اللَّهُ
بِمَا
تَعْمَلُونَ خَبِيراً |
11. Bedevilerden geri
bırakılanlar sana diyecekler ki: "Mallarımız ve ailelerimiz bizi meşgul
etti. Onun için bize mağfiret dile!" Onlar kalplerinde olmayan şeyi
dilleri ile söylerler. De ki: "Eğer Allah size bir zarar gelmesini dilerse
yahut sizin bir fayda görmenizi isterse, O'na karşı kim ne yapabilir? Hayır,
Allah yapmakta olduklarınızdan bütünü ile haberdardır.
"Bedevilerden geri
bırakılanlar sana diyecekler ki..." Mücahid ve İbn Abbas dedi ki: Bununla
Gıfar, Müzeyne, Cuheyne, Eslem, Eşca' ve Dil bedevilerini kastetmektedir.
Bunlar Medine çevresinde bulunan bedevilerdi. RasuluIlah (s.a.v.) fetih
(Hudeybiye) yılı Mekke'ye gitmek üzere yola çıkmak isteyince, onların da
kendisi ile birlikte yola çıkmalarını istemiş, ancak onlar Kureyş'ten
çekindikleri için Rasulullah'tan geri kalmışlardı. İnsanlar onun savaşmak
istemediğini bilmeleri için umre maksadıyla ihrama girmiş ve hediyelik
kurbanlarını beraberinde götürmüştü. Bedeviler ise işi ağırdan alarak ona
katılmamış ve işlerini mazeret olarak göstermişlerdi. Bunun üzerine bu ayet-i
kerime nazil oldu. Yüce Allah'ın: "Geri bırakılanlar" diye buyurması
peygamberi ile birlikte olmaktan onları geri bırakanın Allah oluşundan
dolayıdır. "Geri bırakılan" terk olunan demektir. Daha önce et-Tevbe
Suresi'nde (81. ayette) geçmiş bulunmaktadır.
"Mallarımız ve
ailelerimiz bizi meşgul etti." Yani onları çekip çevirecek kimsemiz yok
"onun için bize mağfiret dile!" diyerek peygamberden kendileri için
mağfiret dilemesini istemek üzere geldiler. Halbuki onların asıl inançları,
dışa vurduklarından farklı idi. Yüce Allah şu buyruğuyla onların iç yüzlerini
açığa çıkartarak onları rezil etti: "Onlar kalplerinde olmayan şeyi
dilleriyle söylerler." Katıksız münafıklık işte budur.
"De ki: Eğer Allah
size bir zarar gelmesini dilerse, yahut sizin bir fayda görmenizi isterse, O'na
karşı kim ne yapabilir?" buyruğundaki "Bir zarar" lafzını Hamza
ve el-Kisai yalnızca burada ötreli olarak: (...) diye okumuşlardır. Size zarar
verecek bir iş anlamına gelir. İbn Abbas bozgun diye açıklamıştır.
Diğerleri ise
"dat" harfini üstün olarak okumuşlardır. Bu da: "Ben ona bir
zarar verdim" fiilinin mastarıdır. Ötreli okuyuşa göre lafız, insanın
karşı karşıya kaldığı zayıflık ve kötü durum gibi şeylerin ismidir. Mastar
(fethalı) okuyuş bir defa ve daha fazlasının anlamını ifade eder. Ebu Ubeyd ve
Ebu Hatim mastar okuyuşu tercih etmişlerdir ve şöyle demişlerdir: Çünkü onun
karşılığında "fayda"yı zikretmiş bulunmaktadır ki, bu da zararın zıddıdır.
Her ikisinin aynı anlamda iki ayrı söyleyiş oldukları da söylenmiştir.
"Fakirlik" anlamında: (...) söyleyişleri; "zayıflık"
anlamında: (...) söyleyişleri gibi.
"Yahut sizin bir
fayda" zafer ve ganimet "görmenizi istese, O'na karşı kim ne
yapabilir!"
Bu buyruk, Rasulullah
(s.a.v.)'den geri kalmanın gelecek zararı kendilerinden uzaklaştırabileceğini,
elde edecekleri bir faydayı daha çabuk ele geçirmelerini sağlayabilecekleri
kanaatlerini de reddetmektedir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN