ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

MUHAMMED

4

فَإِذا لَقِيتُمُ الَّذِينَ كَفَرُوا فَضَرْبَ الرِّقَابِ حَتَّى إِذَا أَثْخَنتُمُوهُمْ فَشُدُّوا الْوَثَاقَ فَإِمَّا مَنّاً بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاء حَتَّى تَضَعَ الْحَرْبُ أَوْزَارَهَا ذَلِكَ وَلَوْ يَشَاءُ اللَّهُ لَانتَصَرَ مِنْهُمْ وَلَكِن لِّيَبْلُوَ بَعْضَكُم بِبَعْضٍ وَالَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَلَن يُضِلَّ أَعْمَالَهُمْ

 

4. İnkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun! Onlardan çokça öldürüp kahrettiğinizde, artık bağı sıkıca bağlayın. Sonra ya lütfederek karşılıksız salın yahut fidye alın. Savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar. Emir budur. Eğer Allah dileseydi, elbette onlardan intikam alırdı. Fakat kiminizi kiminizle sınamak için (cihadı emretti). Allah yolunda öldürülenlerin amellerini (Allah) asla boşa çıkartmaz.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:

 

1- Ayet-i Kerimenin Önceki Buyruklarla ilişkisi ve Cihad Emri:

2- Savaş Sonrası Esirlere Yapılacak Muamele:

3- Bu Ayet-i Kerimenin Yorumu ile ilgili Görüşler:

4- Savaş Ağırlıklarını Bırakınca:

 

1- Ayet-i Kerimenin Önceki Buyruklarla ilişkisi ve Cihad Emri:

 

Yüce Allah her iki kesimi birbirinden ayırdedince "inkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun" buyruğu ile kafirlere karşı cihad etmeyi emretmektedir.

İbn Abbas dedi ki: Kafirler (inkar edenler) putlara tapan müşriklerdir. İster müşrik olsun, isterse de herhangi bir antlaşma ve zimmet akdi bulunmayan bir kimse olup kitab ehlinden olsun, İslam dinine muhalefet eden herkestir diye de açıklanmıştır. Bu görüşü el-Maverdi zikretmiş olup İbnu'l-Arabi de bunu tercih ederek şöyle demiştir: Bu husustaki ayetin genelliği dolayısı ile sahih olan görüş budur,

 

"Boyunlarını vurun" buyruğunda "vurun" (anlamı verilen) lafzı mastardır. ez-Zeccac dedi ki: Bu: "Boyunları vurdukça vurun" demektir. Özellikle boyunların sözkonusu edilmesi ise ölümün çoğunlukla bu şekilde gerçekleşmesinden dolayıdır.

 

"Vurun" anlamındaki lafzın iğra (teşvik) olmak üzere nasbedildiği de söylenmiştir. Ebu Ubeyde dedi ki: Bu bir kimsenin: "Ey nefis sabret" demesine benzer.

 

Bir görüşe göre de ifadenin takdiri: "Boyunları vurmaya bakın" şeklindedir.

Yüce Allah: "Boyunları vurun" diye buyurup onları öldürün diye buyurmamıştır. Çünkü boyunların vurulması tabirinde, öldürün tabirinde bulunmayan bir sertlik ve bir çetinlik vardır. Bu ifade ile öldürmek, en ağır şekli ile canlandırılmaktadır ki; bu da boynun koparılması ve bedenin başı, üstü ve organlarının en mükemmeli olan bir organın uçurulması ile gerçekleşir.

 

2- Savaş Sonrası Esirlere Yapılacak Muamele:

 

"Onlardan çokça öldürüp kahrettiğinizde" buyruğunda geçen "çokça öldürme" anlamındaki lafza dair açıklamalar daha önceden el-Enfal Süresi'nde ''Yeryüzünde çokça savaşıp zaferler kazanıncaya kadar ... "(el-Enfal, 67) buyruğu ele alınırken açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. "Artık bağı sıkıca bağlayın!" Onları esir aldığınızda (böyle yapın), demektir.

 

"Bağ"; "Bağlamak"dan isimdir, mastar da olabilir. "Onu bağladım, bağlamak" denilir. Kesreli olarak (...) ise "bağ gibi kendisi ile bağlanılan şey"in ismidir. Bu açıklamayı el-Kuşeyri yapmıştır.

 

el-Cevherı dedi ki: "Bağ ile onu bağladı" demektir. Yüce Allah da: "Artık bağı sıkıca bağlayın" diye buyurmuştur. "Vav" harfi esreli olarak; (...) ise bir söyleyiş şeklidir.

Yüce Allah'ın bağın sağlamca bağlanmasını emretmesi, kaçıp kurtulmamaları içindir.

 

"Sonra" fidyesiz olarak "ya" serbest bırakmak suretiyle "lütfederek karşılıksız salın yahut fidye alın." Sözün başında öldürme sözkonusu edildiğinden onunla yetinilerek burada ayrıca öldürmek sözkonusu edilmemiştir.

 

"Karşılıksız salmak" ile; "Fidye almak" bir fiil takdiri ile nasbedilmiştir. (Meal de bu husus gözönünde bulundurularak yapılmıştır.)

 

(Fidye anlamındaki lafız); (...) şeklinde "fe" harfi üstün ve kasır ile okunmuştur. Ya onlara lütfederek karşılıksız salıverin veya onlardan bir fidye alarak salın demektir.

 

Birilerinin şöyle dediği rivayet edilmiştir: Abdurrahman b. el-Eşas ile birlikte ayaklananlardan alınan esirler getirildiğinde Haccac'ın yanıbaşında duruyordum. Bu esirler dörtbinsekizyüzkişi idi. Onlardan yaklaşık üçbin kişi öldürüldü. Nihayet onun yanına Kindelilerden bir adam gelip, ey Haccac dedi. Yapılmış olan uygulamalar ve lütufkarlık(ın ihmali) karşılığında Allah sana hayır göstermesin. Niye? deyince, şöyle dedi: Çünkü Yüce Allah kafirler hakkında bile: "İnkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun. Onlardan çokça öldürüp kahrettiğinizde artık bağı sıkıca bağlayın. Sonra ya lütfederek karşılıksız salın, yahut fidye alın" diye buyurmaktadır. Allah'a yemin ederim sen ne fidyesiz lütfedip, karşılıksız bıraktın ne de fidye alarak serbest bıraktın. Halbuki sizin şairiniz kendi kavminin sahib olduğu üstün ahlaki değerleri anlatırken şöyle demişti: "Öldürmeyiz esirleri fakat onları çözer, serbest bırakırız, Ödenecek meblağların ağır yükü boyunlara ağır gelince."

 

Bunun üzerine el-Haccac şöyle dedi: Öf bu leşlerden. Bunlar arasında bunun gibi güzel söz söyleyecek kimse yok muydu? Geri kalanları serbest bırakın. O gün geri kalan esirler yaklaşık ikibin kişi idiler ve bu adamın bu sözü üzerine serbest bırakıldılar.

 

3- Bu Ayet-i Kerimenin Yorumu ile ilgili Görüşler:

 

İlim adamları bu ayet-i kerimenin tevili ile ilgili beş ayrı görüş ileri sürmüşlerdir.

 

1. Bu ayet nesh edilmiştir ve puta tapıcılar hakkındadır. Onların herhangi bir şekilde fidye karşılığında ya da karşılıksız olarak serbest bırakılmaları caiz değildir. Bu görüşün sahiplerine göre neshedici buyruk Yüce Allah'ın:

 

"Artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün." (et-Tevbe, 5); "Eğer bunları savaşta yakalarsan, onlara yaptıklarınla arkalarındakileri dağıt da ibret alsınlar." (el-Enfal, 57) ile "Bununla beraber müşrikler ile ... topluca savaşın" (et- Tevbe, 36) buyruklarıdır.

 

Bu görüş Katade, ed-Dahhak, es-Süddi, İbn Cüreyc ve el-Avfi'nin nakline göre İbn Abbas'ın görüşüdür. Kufelilerin çoğu da bu kanaattedir. Abdu'l-Kerim el-Cevzi dedi ki: Esir alınan bir şahıs hakkında Ebu Bekir'e bir mektup yazıldı. Bu esirin şu kadar, şu kadar fidye karşılığında serbest bırakılmasının istendiğini sözkonusu ettiler. Ebu Bekir: Onu öldürün, dedi. Müşrik bir kimsenin öldürülmesi, benim şundan ve şundan daha çok sevdiğim bir şeydir.

 

2. Bu ayet-i kerime bütün kafirler hakkındadır ve ilim adamlarından bir topluluk ile rey ehli birtakım kimselerin kanaatine göre neshedilmiştir. Katade ve Mücahid de bunlardandır. Bunlar diyor ki: Müşrik esir alındığı takdirde fidye alınmayıp karşılıksız bırakılması da caiz değildir, fidye karşılığında serbest bırakılarak müşriklere geri dönmesine müsaade edilmesi de caiz değildir. Bunların görüşüne göre ancak kadın fidye karşılığında serbest bırakılabilir, çünkü kadın öldürülmez. Bunu nesheden buyruk: ''Artık o müşrikleri

nerede bulursanız öldürün" (et-Tevbe, 5) ayetidir. Çünkü bu buyruk bu hususta sabit olmuş rivayetler gereğince müşriklerle ilişkilerin sona erdirildiğini belirten son beraettir. O halde öldürülmeyeceği belirtilen kadınlar, çocuklar ve kendilerinden cizye alınabileceği belirtilen kimseler gibi, delilin ortada olduğu kimseler dışında, bütün müşriklerin öldürülmesi gerekir. Ebu Hanife'nin meşhur olan görüşü budur. Buna sebep ise müslümanlara karşı tekrar savaşa girebilmeleri korkusudur.

 

Abdurrezzak şöyle bir rivayet kaydetmektedir: Bize Ma'mer'in, Katade'den naklettiğine göre: "Sonra ya lütfederek karşılıksız salın, yahut fidye alın" buyruğunu: '' .. yaptıklarınla arkalarındakileri dağıt da ibret alsınlar"(el-Enfal, 57) buyruğu neshetmiştir. Mücahid de bunu: ''Artık müşrikleri nerede bulursanız, öldürün"(et-Tevbe, 5) buyruğunun neshettiğini söylemiştir.  el-Hakem'in görüşü de budur.

 

3. Bu ayet-i kerime nasihtir (nesh edicidir). Bu açıklamayı ed-Dahhak ve başkaları yapmıştır. es-Sevri, Cuveybir'den, onun da ed-Dahhak'tan rivayetine göre: ''Artık müşrikleri nerede bulursanız öldürün'' (et- Tevbe, 5) buyruğunu; "Sonra ya lütfederek karşılıksız salın, yahut fidye alın" buyruğu neshetmiştir.

 

İbnu'l-Mübarek, İbn Cüreyc'den, onun da Ata'dan naklettiğine göre; "Sonra ya lütfederek karşılıksız salın, yahut fidye alın" buyruğu gereğince müşrik öldürülmez. Ancak ya karşılıksız, ya da fidye karşılığında -yüce Allah'ın buyurduğu gibi- serbest bırakılır.

 

Eş'as dedi ki: el-Hasen esirin öldürülmesini hoş karşılamaz ve: "Sonra ya lütfederek karşılıksız salın, yahut fidye alın" buyruğunu okurdu.

 

Yine el-Hasen şöyle demiştir: Ayet-i kerimede takdim ve tehir vardır. Şöyle buyurmuş gibidir: Savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar boyunları vurun. Daha sonra da: "Onlardan çokça öldürüp kahrettiğinizde artık bağı sıkıca bağlayın." el-Hasen'in iddiasına göre imam (İslam devlet başkanı) esiri ele geçirdikten sonra öldürmek hakkına sahib değildir. Şu kadar var ki üç şıktan birisini tercih edebilir: Ya karşılıksız serbest bırakır yahut fidye karşılığında bırakır ya da köleleştirir.

 

4. Said b. Cübeyr dedi ki: Kılıçla düşmanlardan çokça öldürüp onları kahretmedikçe, güçlerini kırmadıkça ne fidye karşılığında esir bırakılır, ne de esir alınır. Çünkü Yüce Allah: "Yeryüzünde çokça savaşıp zaferler kazanıncaya kadar esirlerinden fidye) alması hiçbir peygambere yaraşmaz'' (el-Enfal, 67) diye buyurmaktadır. Eğer bundan sonra esir alacak olursa, öldürmek ya da uygun göreceği diğer bir şıkka göre hüküm vermek hakkına sahibtir.

 

5. Ayet-i kerime muhkemdir ve imam her durumda muhayyerdir. Bu görüşü Ali b. Ebi Talha, İbn Abbas'tan rivayet ettiği gibi aralarında İbn Ömer, el-Hasen ve Ata'nın bulunduğu bir çok ilim adamı da ifade etmişlerdir. Malik, Şafii, es-Sevri, el-Evzai, Ebu Ubeyd ve başkalarının görüşü de budur, tercih edilen de budur. Çünkü Peygamber (s.a.v.) ile raşid halifeler bu şekilde uygulama yapmışlardır. Peygamber (s.a.v.) Ukbe b. Ebi Muayt'ı, en-Nadr b. el-Haris'i Bedir günü elleri kolları bağlı olduğu halde öldürmüş, diğer Bedir esirlerini fidye karşılığında bırakmış, elinde esir bulunan Hanife oğullarından Sümame b. üsal'i de karşılıksız serbest bırakmış, Seleme b. elEkva'dan bir cariye alarak onu birtakım müslümanlara karşı fidye vermiştir. Yine Peygamber (s.a.v.)'a Mekkelilerden bir grub baskın yapmak istemiş, peygamber onları yakaladıktan sonra karşılıksız serbest bırakmıştı. Hevazinlilerden alınan esirleri de karşılıksız serbest bırakmıştı. Bütün bunlar sahih hadislerde sabit olup hepsi de el-Enfal Suresi'nde (67. ayet, 2. başlık ve devamında) ve başka yerlerde geçmiş bulunmaktadır.

 

en-Nehhas dedi ki: Bu görüş her iki ayetin de muhkem ve gereğince amelde bulunabilecek ayet olmalarını kabul etmeye göredir. Bu da güzel bir görüştür, çünkü nesih ancak kat'i bir şeye dayanılarak sözkonusu olur. Her iki ayet ile, birlikte amel etmek mümkün olduğu takdirde, nesih olduğunu söylemenin anlamı yoktur. Eğer bizler kafirleri yakaladığımız yerde öldürmekle taabbüd edebileceksek onları öldürürüz. Eğer esir almak caiz ise o vakit esirin öldürülmesi de, köleleştirilmesi de fidye karşılığı veya karşılıksız serbest bırakılması da -müslümanların menfaatine hangisi uygun ise- caiz olur. Bu görüş Medinelilerden, Şafii ve Ebu Ubeyd'den nakledilen bir görüştür. Ayrıca et-Tahavi bunu Ebu Hanife'nin görüşlerinden birisi olarak da nakl etmekte dir. Ancak ondan meşhur olan görüş daha önce kaydettiğimizdir. Başarı Yüce Allah'tandır.

 

4- Savaş Ağırlıklarını Bırakınca:

 

"Savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar" buyruğu hakkında Mücahid ve İbn Cübeyr şöyle demişlerdir: Bu, İsa (a.s)'ın çıkışı (kıyametin alameti olarak inişi)dir. Yine Mücahid'den nakledildiğine göre buyruk: İslam dini dışında hiçbir din kalmayıp bütün yahudi, hristiyan ve diğer din mensupları müslüman olup koyun kurdun tehlikesinden yana emin oluncaya kadar ... demektir. Buna yakın bir görüş el-Hasen, el-Kelbi, el-Ferra ve el-Kisai'den de rivayet edilmiştir. el-Kisai: Bütün insanlar müslüman oluncaya kadar, demiştir. el-Ferra da: Bütün insanlar iman edinceye ve küfür yok olup gidinceye kadar diye açıklamıştır. el-Kelbi de şöyle demiştir: İslam bütün dinlerin üstüne galip gelinceye kadar... el-Hasen: İnsanlar arasında Allah'tan başkasına ibadet eden kalmayıncaya kadar, diye açıklamıştır.

 

Ayet-i kerimedeki: "Ağırlıklar"ın silah anlamında olduğu söylenmiştir. Buna göre buyruğun anlamı şöyle olur: Sizler emin oluncaya ve silahlarınızı bırakıncaya kadar bağı sıkıca bağlayın.

 

"Savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar" buyruğunun savaşan düşmanlar ağırlıklarını bırakıncaya kadar anlamında olduğu söylenmiştir. Bu ise onların yenilmeleri yahutta anlaşma sonucunda silahlarını bırakmaları demektir. Savaş silah araç ve gerecine de "evzar: ağırlıklar" denilmiştir. Şair el-A'şa şöyle demiştir: "Savaş için hazırladım ağırlıklarımı, Uzunca mızraklar ve erkek atlar. Ve ardı ardına giden develeri izleyen kafilenin arkasında, Kendileriyle develere şarkı söylenen, Davud'un dakuduğu türden (zırhlar)."

 

"Savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar" buyruğundaki: (...)'in "ağırlıklar" demek olduğu da söylenmiştir. Çünkü: "Ağırlık" demektir. "Kralın veziri" de bu kökten gelmektedir. Çünkü vezir hükümdarın ağırlıklarını yüklenir. Savaşın ağırlıkları ise, taşınmaları ağır olduğundan ötürü silahlardır.

 

İbnu'l-Arabi dedi ki: el-Hasen ve Ata şöyle demişlerdir: Ayet-i kerimede takdim ve tehir vardır. Yani savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar boyunlarını vurun. Onları çokça öldürüp bitkin düşürdüğünüz vakit düğümü sıkı bağlayın. İmamın esiri öldürmek hakkı yoktur. el-Haccac'dan rivayet edildiği ne göre o, öldürmek üzere Abdullah b. Ömer'e bir esir vermiş, o bunu kabul etmeyerek:

 

Allah bize böylesini emretmiyor, dedikten sonra: "Onlardan çokça öldürüp kahrettiğinizde artık bağı sıkıca bağlayın" buyruğunu okudu.

 

Biz (İbnu'l-Arabi) deriz ki: (Ancak) Rasülullah (s.a.v.) -başkasını- söylemiş ve uygulamıştır. Yüce Allah'ın karşılıksız ve fidye karşılığı serbest bırakılması ile ilgili açıklamasında, başka bir uygulama yapılmayacağı manası çıkmaz. Çünkü Yüce Allah, zinada celd (sopa) hükmünü açıklamışken Peygamber (s.a.v.) da recm hükmünü açıklamıştır. İbn Ömer(in böyle söylemesi) elHaccac'ın elinden böyle bir işi yapmak istemekten hoşlanmaması ihtimali ile olabilir. Bundan dolayı söylediği o sözlerle özürünü beyan etmiş olmaktadır. Rabbimiz en iyi bilendir.

 

"Emir budur. Eğer Allah dileseydi elbette onlardan intikam alırdı." buyruğunda geçen: "Emir budur" lafzı önceden geçtiği üzere ref' konumundadır. Durum az önce sözedip açıkladığım şekildedir, demektir. Bu lafzın; "Bunu yapınız" anlamında mansub olduğu da söylenmiştir. Mübteda olması da mümkündür. O zaman bu, kafirlerin hükmüdür, demek olur. Bu lafız fasih konuşan bir kimsenin bir konudan bir başka konuya geçişi esnasında kullandığı bir kelimedir. Bu da Yüce Allah'ın: "Bu böyledir. Azgınlar için muhakkak en kötü dönüş yeri vardır" (Sad, 55) buyruğuna benzemektedir. Yani bu gerçektir ve Ben zalimlere şunun şunun yapılacağını size bildiriyorum, demektir.

 

" ... Elbette onlardan intikam alırdı" buyruğu savaş olmaksızın onları helak ederdi, demektir. İbn Abbas: Meleklerden bir ordu ile elbette onları helak ederdi, diye açıklamıştır.

"Fakat kiminizi kiminizle sınamak için" yani Yüce Allah kiminizi kiminizle sınayarak -bizzat sürenin kendisinde belirtildiği üzere- mücahidleri ve sabredenleri ortaya çıkartıncaya kadar savaşla sizin durumunuzu sınamak ve denemek için böyle yapmaktadır.

 

"Allah yolunda öldürülenlerin" Uhud'da öldürülen müminleri kastetmektedir "amellerini asla boşa çıkartmaz."

 

"Öldürülenler" buyruğu genel olarak: "Savaşanlar" diye okunmuştur ki; Ebu Ubeyd'in tercih ettiği budur. Ancak Ebu Amr ve Hafs "kaf" harfi ötreli ve "te" harfi kesreli olarak: "Öldürülenler" diye okumuşlardır. el-Hasen de böyle okumuş olmakla birlikte, o çokluk anlamı ifade etmek üzere "te" harfini şeddeli okumuştur. el-Cahderi, İsa b. Ömer ve Ebu Hayve ise "kaf"tan sonra "elif" getirmeksizin, "kaf" ve "te" harflerini: (...) şeklinde ve "müşrikleri öldürenler" anlamında okumuşlardır.

 

Katade dedi ki: Bize nakledildiğine göre bu ayet-i kerime, Rasülullah (s.a.v.) dağ geçidinde iken Uhud günü inmiştir. O sırada aralarında hem yaralılar, hem de öldürülenler pek çoktu. Müşrikler de: Yücel ey Hubel, diye seslenmiş, müslümanlar da: Allah en Yüce ve en büyüktür, diye karşılık vermişlerdi. Müşrikler: Bugün Bedir gününe karşılık olsun, zaten savaş bir o tarafa bir bu tarafa döner, dedi. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Eşitlik yoktur deyiniz. Bizim ölülerimiz Rabbleri katında diridir, rızıklanırlar. Sizin ölüleriniz ise cehennem ateşinde azaplanırlar." Bunun üzerine müşrikler şöyle demişti: Bizim Uzzamız var, sizin ise Uzzanız yok deyince, müslümanlar: Allah bizim mevlamızdır, sizinse mevlanız yok, demişlerdi. Bu hususlar daha önce Al-i İmran Süresi'nde (152. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Muhammed 5

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR