ZUHRUF 46 / 52 |
وَلَقَدْ
أَرْسَلْنَا مُوسَى
بِآيَاتِنَا
إِلَى
فِرْعَوْنَ
وَمَلَئِهِ
فَقَالَ
إِنِّي
رَسُولُ رَبِّ
الْعَالَمِينَ
{46} فَلَمَّا
جَاءهُم بِآيَاتِنَا
إِذَا هُم
مِّنْهَا
يَضْحَكُونَ
{47} وَمَا
نُرِيهِم
مِّنْ آيَةٍ
إِلَّا هِيَ
أَكْبَرُ
مِنْ
أُخْتِهَا
وَأَخَذْنَاهُم بِالْعَذَابِ
لَعَلَّهُمْ
يَرْجِعُونَ
{48} وَقَالُوا
يَا
أَيُّهَا
السَّاحِرُ
ادْعُ لَنَا رَبَّكَ
بِمَا
عَهِدَ
عِندَكَ
إِنَّنَا لَمُهْتَدُونَ
{49} فَلَمَّا
كَشَفْنَا
عَنْهُمُ الْعَذَابَ
إِذَا هُمْ
يَنكُثُونَ {50}
وَنَادَى
فِرْعَوْنُ
فِي
قَوْمِهِ قَالَ يَا
قَوْمِ
أَلَيْسَ
لِي مُلْكُ
مِصْرَ وَهَذِهِ
الْأَنْهَارُ
تَجْرِي مِن تَحْتِي
أَفَلَا
تُبْصِرُونَ
{51} أَمْ أَنَا خَيْرٌ
مِّنْ هَذَا
الَّذِي
هُوَ
مَهِينٌ وَلَا
يَكَادُ
يُبِينُ {52} |
46.
Andolsun ki Biz Musa'yı ayetlerimizle Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik.
"Muhakkak ki ben alemlerin Rabbinin gönderdiği peygamberiyim" dedi.
47.
Onlara ayetlerimizle geldiğinde onlar bunlara gülüverdiler.
48. Bizim
onlara gösterdiğimiz herbir ayet mutlaka diğerinden büyük idi. Onları belki
dönerler diye azab ile aldık.
49.
"Ey sihirbaz" dediler; "Senin yanında, sana olan ahdi gereği
Rabbine dua et. Gerçekten bizler hidayet bulanlar oluruz."
50. Ama
Biz azabı üzerlerinden kaldırınca, hemen verdikleri sözü bozdular.
51.
Firavun kavmi arasında seslenip dedi ki: "Ey kavmim! Mısır mülkü ve
altından akan şu nehirler benim değil mi? Görmez misiniz?
52.
"Ben şu aşağılık olandan ve sözünü nerede ise açıklayamayandan daha
hayırlı değil miyim?"
"Andolsun ki Biz
Musa'yı ayetlerimizle ... gönderdik." Yüce Allah peygamberi Muhammed
(s.a.v.)'a düşmanlarından intikam alacağını bildirip diğer peygamberleri şahit
tutmakla ve hepsinin tevhid üzere ittifak etmiş olduklarını göstermekle delili
ortaya koyduktan sonra, bu hususu Musa ve Firavun kıssası ile Firavun'un
yalanlamasını, onun ve kavminin başına gelen suda boğulmak ve yalanlama
kıssasını zikrederek pekiştirdi. Yani Biz Musa'yı mucizeler ile gönderdik.
Bunlar isedokuz tane mucize idi. Bu mucizeleri yalanlandı. Sonunda Ben de güzel
akıbeti onun için kıldım. İşte sen de böyle olacaksın.
" ... Onlar bunlara
gülüverdiler" buyruğunun anlamına gelince, onlar alayettiler demektir.
Böylelikle kendilerine uyanlara gönderilen bu ayetlerin bir büyü ve gösterilen
bir hayal olduğu vehmini vermeye, kendilerinin de bunlara güç
yetirebileceklerini hissettirmeye çalışıyorlardı.
"Bizim onlara
gösterdiğimiz herbir ayet mutlaka diğerinden büyük idi."
Yani Musa'nın gösterdiği
ayetler (mucizeler, belgeler) ayetlerin büyüklerinden idi, Onların herbirisi
bir öncekinden de büyüktü,
Bir diğer açıklamaya
göre: "Mutlaka diğerinden daha büyük idi." Çünkü birincisi bir bilgi
sahibi olma sonucunu verirken, ikincisi de bir başka bilgi sahibi olma sonucunu
veriyor idi. Böylece birincisine ikincisi eklenmekte ve gerçek daha bir açıklık
kazanmakta idi.
Ayetlerin kardeşliğinden
(mealde benzerliğinden) sözedilmesinin anlamı birbirine benzer ve birbiriyle
ilişkili olmaları demektir. Nitekim: "Bu, bunun arkadaşıdır"
denilince, onlar mana itibariyle birbirine yakındır, demek olur.
"Onları belki"
küfürlerinden "dönerler diye" bu ayetleri yalanlamalarından ötürü
"azab ile aldık." Bu da Yüce Allah'ın: "Andolsun ki Biz Firavun
hanedanını belki düşünüp ibret alırlar diye yıllarca kuraklıkla ve ürün kıtlığı
ile sıkıntıya düşürdük" (el-Araf, 130) buyruğunda ifade edilmektedir.
Tufan, çekirgeler, haşerat ve kurbağalar. .. İşte bu son mucizeler, onlar için
bir azab ve Musa (a.s.) için açık belge idiler.
"Ey sihirbaz,
dediler." Yani onlar azabı gördüklerinde: Ey sihirbaz, diyerek daha
önceden adetleri üzere seslendikleri şekilde ona seslendiler.
Bir diğer açıklamaya
göre; onlar ilim adamlarına sihirbaz diyorlardı. O bakımdan onu tazim etmek
maksadıyla ona bu şekilde hitab ettiler.
İbn Abbas dedi ki:
"Ey sihirbaz" ey alim, demektir. Aralarında sihirbaz saygı
gösterdikleri büyük bir kişi idi. Sihirbazlık bir yergi sıfatı değildi.
Bir diğer açıklamaya
göre: Ey sihriyle bizi yenik düşüren kişi, demektir.
Mesela: ''Filan kişi ile
sihir yarışına girdim ve onu sihir ile yendim" demektir. Nitekim
Arapların: ''Onunla tartıştım ve tartışmada onu yendim" ile "Fazilet
bakımından onunla ölçüştüm ve ondan daha faziletli olduğum ortaya çıktı"
ve benzeri ifadeler buna benzemektedir. Onlar bu sözleriyle soru sormak üzere
"sihirbaz"ı gerçek anlamı ile de kullanmış olabilirler. İman ederler
ümidiyle de böyle dediklerinden ötürü onları kınamadı.
İbn Amir, Ebu Hayve ve
Yahya b. Vessab "he" harfi ötreli ve ("he"den sonra)
"elif"siz olarak; (...) diye okumuşlardır. Bunun sebebi ise
"he" harfinin kendisinden önceki harfe katılmış olması ve müfred
nidanın gerektirdiği şekilde "ye" harfinin ötreli olarak gelmesidir.
el-Ferra da şu beyiti zikretmektedir: "Ey nefsi direnip duran, yüz çevirmeyen
kalb, Güzel, beyaz tenli ve dudaklarının iç tarafı mavimtrak kadınlardan
(vazgeçip) ayık da kendine gel!"
Görüldüğü gibi burada
"ye" harfinin ötreli oluşuna binaen "he" harfini de ötreli
okumuştur. Bu anlamdaki açıklamalar daha önce en-Nur Süresi'nde (31. ayetin
tefsirinin sonlarında) geçmiş bulunmaktadır.
Ebu Amr, İbn Ebi İshak,
Yahya ile el-Kisai ise aslına uygun olarak; (...) okuyup (vakfederse) öylece
vakıf yapmışlardır. Diğerleri ise elifsiz okumuşlardır, çünkü mushafta böylece
yazılmıştır.
"Senin yanında sana
olan ahdi gereği Rabbine dua et." Yani Onun bize sana verdiğini haber
verdiği iman edecek olursak azabı üzerimizden kaldıracağına dair sözü
gereğince, O'na dua et de azabı üzerimizden kaldırsın. "Gerçekten
bizler" bundan sonra "hidayet bulanlar oluruz."
"Ama" Musa dua
edip de "Biz azabı üzerlerinden kaldırınca, hemen verdikleri sözü
bozdular." Kendileri hakkında yerine getireceklerine dair belirttikleri
ahitlerinde durmadılar ve iman etmediler.
Bir açıklamaya göre
onların: "Gerçekten bizler hidayet bulanlar oluruz" sözleri
kendilerinin iman eden kimseler olduklarına dair verdikleri bir haberdir. Ancak
üzerlerinden azab kaldırılınca irtidad ettiler.
"Firavun kavmi
arasında seslenip dedi ki..." Denildiğine göre Firavun bu mucizeleri
görünce, kavmin ona doğru meyledeceklerinden korkarak "seslendi."
Burada "seslendi" dedi anlamındadır. Bu açıklamayı Ebu Malik
yapmıştır. Etrafında Kıbtilerin büyük ve ileri gelenlerinin bulunmuş olma
ihtimali de vardır. O bakımdan kendi aralarında sesini yükseltti, sonra da bu
söyledikleri bütün kıbti toplulukları arasında yayıldı. Adeta hepsi arasında
seslenmiş gibi oldu. Bunun, kavmi arasında seslenecek kimselere emir verdi,
anlamında olduğu da söylenmiştir ki, bu açıklamayı İbn Cüreyc yapmıştır.
"Ey kavmim! Mısır
mülkü" herhangi bir kimsenin bu hususta benimle tartışması ve rakibliği
sözkonusu olmaksızın " ... benim değil mi?" Denildiğine göre o,
Mısır'ın kırk fersah çarpı kırk fersahlık bir alanına hakim olmuştu. Bunu
en-Nekkaş nakletmektedir. Burada sözü geçen "mülk" ile İskenderiye'yi
kastettiği de söylenmiştir.
"Ve altımdan akan
şu nehirler?" Yani Nil'in kolları "benim değil mi?"
Bu kolların büyükleri
Kral nehri (kolu), Tulun nehri (kolu), Dimyat nehri (kolu) ve Tinnis nehri
(kolu)dir.
Katade dedi ki: Oraları
bahçeler ve saraylarının altından akan ırmaklar idi, Tahtının altından akan
ırmaklardı diye de açıklanmıştır.
"Altımdan"
ifadesinin arada herhangi bir vasıta olmaksızın benim tasarrufum bunlarda
geçerlidir, anlamında olduğu da söylenmiştir. Bir diğer açıklama da şöyledir: O
dizginlerini yakaladı mı Nil de akmayıp dururdu.
el-Kuşeyri dedi ki:
Rububiyet iddiasında bulunan kimselerin olağanüstü birtakım hadiseler
göstermesi mümkündür. Çünkü gerçek ilahı ilah olmayandan ayırdedebilmek için
olağanüstü bir işin yapılmasına gerek yoktur.
"Altımdan akan şu
nehirler" buyruğunun şu anlama geldiği de söylenmiştir: Elimin altındaki
kumandanlar, başkanlar ve zorba kimseler benim bayrağımın altında
yürümektedirler. Bu açıklamayı da ed-Dahhak yapmıştır.
Nehirlerle malları
kastettiği de söylenmiştir. Mallardan nehir diye söz etmesi ise mallarının çok
olması ve açıkça ortada olmasından dolayıdır. "Altımdan akan" lafzın
ben onları bana uyan kimselere dağıtıyorum, anlamındadır. Çünkü teşvik ve kudret
nehirler üzerinde değil, mallar hakkında sözkonusu olur.
Durum böyleyken benim
büyüklüğümü ve gücümü buna karşılık Musa'nın zayıflığını, bir diğer açıklamaya
göre sizin ihtiyaçlarınızı karşılama kudretimi Musa'nın acizliğini "görmez
misiniz?"
"Şu" lafzındaki
"vav" harfinin "nehirler"i "Mısır mülkü" üzerine
atfeden edat, "akan" anlamındaki lafzın da ondan hal olarak nasb
konumunda olması mümkün olduğu gibi, bu "vav"ın hal "vav"ı
olması işaret isminin de mübteda olması "nehirler"in işaret isminin
sıfatı "akan"ın da mübtedanın haberi olması da mümkündür.
Medineliler, el- Bezzi
ve Ebu Amr; "Altımdan" lafzındaki "ye"yi üstün okumuşlar,
diğerleri ise sakin okumuşlardır.
er-Reşid'den
nakledildiğine göre o bu ayet-i kerimeyi okuyunca, oraya kölelerimin en iyisini
vali olarak tayin edeceğim demiş ve el-Hasib'i -onun abdestinden sorumlu idi-
oraya vali görevlendirmişti. Abdullah b. Tahir'den nakledildiğine göre oraya
vali tayin edilmiş, oraya gitmek üzere çıkmış, ona yaklaşıp onu görünce:
Firavun'un kendisi ile öğünerek: "Mısır mülkü ... benim değil mi?"
dedirtecek kadar ileri gitmesine sebeb teşkil eden şehir bu mu? Allah'a yemin
ederim ki; bu benim nezdimde oraya girmemi gerektirecek kadar değerli değildir,
dedikten sonra atının dizginlerini öbür tarafa çevirdi.
Daha sonra Firavun kendi
durumunu açıkça dile getirerek: "Ben şu aşağılık olandan" herhangi
bir gücü ve kuvveti bulunmadığından dolayı değersizliği ve güçsüzlüğü sebebiyle
de kendi ihtiyaçlarını görmek üzere bizzat kendisi çalışıp, didinen kimseden
"ve sözünü nerede ise açıklayamayandan"; Ta-Ha Süresi'nde (27. ayetin
tefsirinde) geçtiği üzere dilinde bulunan düğümü kastediyor; "daha hayırlı
değil miyim?"
Ebu Ubeyde dedi ki: Bu
buyruktaki "Mi'' edatı burada; "Hatta, bilakis" anlamındadır.
Müfessirlerin çoğunun görüşüne göre atıf harfi değildir. Yani, Firavun kavmine:
Hatta ben "şu aşağılık olandan" daha hayırlıyım dedi, demektir. Yani
onun gücü yoktur. Değersiz ve güçsüz olduğundan kendi ihtiyaçlarını bizzat
görerek kendisini küçültüyor "ve sözünü nerede ise açıklayamıyor."
Bununla daha önce Ta-Ha Süresi'nde (27) ayetin tefsirinde geçtiği gibi
dilindeki düğümü kastediyor.
el-Ferra dedi ki: (...)
edatı iki türlü olabilir. Arzu edilirse kendisinden önceki ifade ile
ilişkisinden ötürü bu edat ile yapılan bir soru kabul edilebilir, arzu edilirse
de Yüce Allah'ın: "Mısır mülkü ... benim değil mi?" buyruğuna atf-u
nesak yapılabilir.
Bunun zaid olduğu da
söylenmiştir. Ebu Zeyd Araplardan bu edatı zaid olarak kullandığını rivayet
etmiştir. Ben şu aşağılık ve değersiz olandan daha hayırlıyım, demektir.
el-Ahfeş de: İfadede hazfedilmiş lafızlar vardır, anlam şudur demektedir: Siz
görüyor musunuz? Yoksa görmüyor musunuz? demektir. Nitekim şair şöyle demiştir:
"Ey Cülacil denilen yer ile kum tepesi arasında bulunan ince ve yumuşak
kumların ceylanı, O sen misin yoksa Ummu Salim midir?"
Bu da; sen mi daha
güzelsin, yoksa Um Salim mi daha güzeldir, demektir.
Daha sonra da yeni bir
cümle olarak: "Ben hayırlıyım" diye söylemiştir. el-Halil ve Sibeveyh
der ki: Buyruğun anlamı şudur: Görmez misiniz yoksa siz görenler misiniz? Bu
durumda "Yoksa" edatı ile "görmez misiniz" üzerine atıf
yapmış olmaktadır. Çünkü; "ben mi hayırlıyım" yoksa sizin görüşünüz
nedir, anlamındadır. Çünkü onlar kendisine: Sen ondan hayırlısın diyecek
olsalardı, ona göre çevresindekiler gören basiretli kimseler olacaktı.
İsa es-Sakafi ile Yakub
el-Hadrami'den rivayet edildiğine göre onlar, ifade; ''Siz görüyor musunuz,
yoksa görmüyor musunuz?" takdirinde olmak üzere: (...) üzerinde vakıf yapmışlardır.
Bu edat üzerinde vakıf
yapanlar, bunu zaid kabul etmiş ve sanki "görmez misiniz" buyruğunun:
(...) lafzı üzerinde vakıf yapmış gibi olur. Ancak el-Halil ve Sibeveyh'e göre
burada ifade tamam olmamaktadır. Çünkü; (...) edatı kendisinden önceki ifadeler
ile ilişkili olmasını gerektirmektedir.
Kimileri de şöyle
demiştir: Vakıf Yüce Allah'ın: "Görmez misiniz" buyruğu üzerinde
yapılır. Sonra da: "Daha hayırlı değil miyim?" buyruğu üzerinde
aksine ben daha hayırlıyım, anlamı ile başlanılır. elFerra da şu beyiti
zikretmektedir: "Kuşluk vaktinin parlaklığında güneşin kursu ve sureti
gibi ortaya çıktı, Hatta sen gözümde daha da güzelsin."
(Görüldüğü gibi) burada:
(...): Hatta sen daha da güzelsin" anlamındadır.
el-Ferra'nın
naklettiğine göre kimi kıraat alimi "Ben daha hayırlı değil miyim"
diye okumuşlardır.
Mücahid'den rivayet
edildiğine göre o; "Yoksa" üzerinde vakıf yapar, sonra da: ''Ben
(ondan) daha hayırlıyım " diye
okumaya devam edermiş ki az önce sözkonusu edilmişti.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN