ŞURA 52 / 53 |
سورة الشورى
(42) ص 489
وَكَذَلِكَ
أَوْحَيْنَا
إِلَيْكَ
رُوحاً مِّنْ
أَمْرِنَا
مَا كُنتَ
تَدْرِي مَا
الْكِتَابُ وَلَا
الْإِيمَانُ
وَلَكِن
جَعَلْنَاهُ
نُوراً نَّهْدِي
بِهِ مَنْ
نَّشَاء
مِنْ
عِبَادِنَا وَإِنَّكَ
لَتَهْدِي
إِلَى
صِرَاطٍ
مُّسْتَقِيمٍ
{52} صِرَاطِ
اللَّهِ
الَّذِي
لَهُ مَا
فِي
السَّمَاوَاتِ
وَمَا فِي
الْأَرْضِ
أَلَا إِلَى
اللَّهِ
تَصِيرُ
الأمُورُ {53} |
52. Sana
da böylece emrimizden bir ruh vahyettik. Kitabın da, imanın da ne olduğunu
bilmezdin. Fakat Biz onu kendisiyle kullarımızdan dilediğimizi hidayete
ilettiğimiz bir nur kıldık ve muhakkak ki sen dosdoğru yola iletirsin;
53.
Göklerde ne var, yerde ne varsa kendisinin olan Allah'ın yoluna. Şunu bilin ki,
bütün işler Allah'a döner.
Bu buyruklara dair
açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:
1- Vahiy ve Ruh:
2- Vahiy Gelmeden önce Peygamberlerin
İnanç Bakımından Durumları:
3- Peygamberimiz Kendisine Vahiy
Gelmeden önce Herhangi Bir Dine Göre İbadet Ediyor muydu?:
4- Bu Ayet-i Kerime'de Sözkonusu Edilen
"Kitab" ve "İman"ın Mahiyeti:
1- Vahiy ve Ruh:
"Sana da böylece
emrimizden bir ruh vahyettik." Senden önceki peygamberlere vahyettiğimiz
gibi, sana da bir ruh vahyettik. İbn Abbas'a göre nübuvvet verdik. el-Hasen ve
Katade, tarafımızdan bir rahmet verdik diye açıklamışlardır. es-Süddi; vahiy,
el-Kelbi kitab diye açıklamışlardır, er-Rabi', o Cebrail'dir demiştir.
ed-Dahhak o Kur'an'dır denlİştir, Malik b. Dinar da bu görüştedir.
Yüce Allah'ın ona
"ruh" adını vermesi cehalet ölümünden diriltici hayatı ihtiva etmesi
dolayısıyladır. Yüce Allah bunu "kendi emri"nden diye kılmış olması,
onu dilediği şekilde, dilediği kimse üzerine mucizevi bir anlatım düzeni ile
akıllara hayret veren bir söz dizisi halinde indirmiş olması demektir. Diğer
taraftan Yüce Allah'ın: "Bir de sana ruh hakkında soru sanıyorlar"
(el-İsra, 85) buyruğundaki "ruh"un da Kur'an hakkında yorumlanması
mümkündür. "De ki: Ruh Rabbimin emrindendir." Yani onlar sana bu
Kur'an nereden geliyor, diye sorarlar, de ki: O Allah'ın emrindendir, o bu
kitabı benim üzerime mucize olarak indirmiştir. Bunu el-Kuşeyri zikretmiştir.
Malik b. Dinar şöyle dermiş:
Ey Kur'an ehli' Kur'an sizin kalbinize neler ekti? Şüphesiz yağmur yeryüzünün
baharı olduğu gibi, Kur'an da kalplerin baharıdır.
2- Vahiy Gelmeden önce
Peygamberlerin İnanç Bakımından Durumları:
"Kitabın da, imanın
da ne olduğunu bilmezdin." Yani imana götüren yolu bilmiyordun. Bunun
zahiri, kendisine vahiy gelmeden önce iman vasfına sahib olmadığını
göstermektedir.
el-Kuşeyri' dedi ki: Bu
akıl tarafından caiz (mümkün) kabul edilen şeylerdendir. Ancak çoğunluğun kabul
ettiği kanaate göre Yüce Allah ne kadar peygamber gönderdi ise mutlaka ona
peygamberlik verilmeden önce mü'min idi. Şu kadar var ki bu kanaat bu husus
kesin bir haber ile sabit olmadıkça, bir parça tehakküm (dayanaksız bir iddia)
ihtiva eder.
Kadı Ebu'l-Fadl lyad
dedi ki: Peygamberlikten önce bu kabilden masum oluşlarına gelince, bu hususta
insanlar farklı kanaatlere sahibtir. Doğrusu. peygamberlerin peygamberlikten
önce Allah'ı, sıfatlarını tanımamak ve bu hususlardan herhangi birisi hakkında
şüpheye düşmekten masum olduklarıdır Peygamberlerin doğduklarından itibaren bu
eksikliklerinden münezzeh olduklarına ve tevhid ve iman üzere yetiştiklerine
dair haber ve rivayetler birbirini desteklemektedir. Hatta onlar marifet
nurlarının parıltıları ve mutluluk ve bahtiyarlığın ince esintilerine sahib
idiler. Küçüklüklerinden itibaren peygamber olarak gönderildikleri zamana kadar
onların sıretlerini tetkik eden bir kimse, bunun bir gerçek olduğunu
görecektir. Nitekim Musa, İsa, Yahya, Süleyman ve diğer peygamberlerin
hallerinden bilinen budur. Yüce Allah: "Biz ona hikmeti daha çocuk iken
verdik" (Meryem, 12) diye buyurmaktadır. Müfessirler şöyle demişlerdir:
Yahya (a.s.)'a Allah'ın kitabına dair bilgi çocukluk halinde iken verilmişti.
Ma'mer dedi ki: Yahya iki ya da üç yaşında iken çocuklar kendisine: Ne diye
oynamıyorsun? diye sormuşlar. O da: Ben oyun için mi yaratıldım diye cevab
vermiştir.
Yüce Allah'ın:
"Allah'tan bir kelimeyi doğrulayıcı" (Al-i İmran, 39) buyruğu
hakkında denildiğine göre; Yahya üç yaşında iken İsa (a.s.)'ı tasdik etmişti.
Onun Allah'ın kelimesi ve ruhu olduğuna şahitlikte bulunmuştu, Bir diğer görüşe
göre o daha annesinin karnında iken isa (a.s)'ı tasdik etmişti, Yahya'nın
annesi Meryem'e şöyle diyordu: Ben karnımda bulunan yavrumun, senin karnında
bulunana selamlamak üzere secde ettiğini hissediyorüm.
Yüce Allah'ın:
"Altından" anlamındaki buyruğu: "Altında bulunan kimse"
(Meryem, 24) diye okuyanların kıraati ile nida eden kişi İsa'dır, diyenlerin
kanaatlerine göre İsa (a.s)'ın doğumu esnasında annesine "üzülme"
(Meryem, 24) diye seslenerek konuştuğunu açıkça ifade etmektedir. Yine Yüce
Allah İsa (a.s)'ın henüz beşikte iken konuşmuş olduğunu ve: "Muhakkak ben
Allah'ın kuluyum, Bana kitabı verdi ve beni peygamber kıldı" (Meryem, 30)
dediğini bildirmektedir. Bir başka yerde de Yüce Allah: "Biz onu hemen
Süleyman'a kavratmıştık. Bununla beraber herbirine hikmet ve ilim verdik"
(el-Enbiya, 79) diye buyurmuştur. Süleyman (a.s)'ın henüz oyun çağında bir
çocuk iken taşa tutulan kadın ve küçük çocuk ile ilgili olayda hüküm verdiği ve
onun bu hükmüne babası Davud (a.s)'ın uyduğu nakledilmiş bulunmaktadır.
Taberı'nin naklettiğine göre Süleyman (a.s.)'a mülk (krallık) verildiğinde
oniki yaşında idi.
Musa (a.s)'ın Firavun
ile başından geçen olay ve küçük çocukken onun sakalını yakalaması da bu
türdendir. Müfessirler Yüce Allah'ın: "Andolsun ki Biz İbrahim'e daha
önceden doğru yolu bulma imkanı verdik" (el-Enbiya, 51) buyruğu hakkında:
Küçükken ona hidayet verdik, demişlerdir. Bu açıklamayı Mücahid ve başkaları
yapmışlardır. İbn Ata şöyle demektedir: Yüce Allah onu daha yaratmadan önce
seçmiş idi. Kimisi de şöyle demiştir: İbrahim dünyaya geldiğinde Yüce Allah ona
Allah'ı kalbi ile tanıması, dili ile zikretmesini emretmek üzere bir melek
göndermiş, o da: Ben bu işi yaptım, diye cevab vermiş, yaparım dememişti. İşte
onun doğru yolu bulması bu idi.
Bir diğer açıklamaya
göre; İbrahim (a.s.)'ın ateşe atılması ve imtihan edilmesi onaltı yaşında iken
olmuştu. İshak'ın kurban edilmekle sınanması ise yedi yaşında iken olmuştu.
İbrahim (a.s)'ın yıldızı, ayı ve güneşi Allah'ın varlığına delil görmesi ise
onbeş yaşında iken olmuştu. Yine denildiğine göre Yusuf (a.s)'a kardeşleri
tarafından kendisi kuyuya atılmak istendiği sırada henüz küçük bir çocuk iken
vahyedilmiş idi. Çünkü Yüce Allah: "Andolsun ki bu yaptıklarını
kendilerine haber vereceksin diye vahyettik" (Yusuf, 15) diye
buyurmaktadır ve daha buna benzer peygamberlerin haberlerine dair buyruklar. ..
Siyer alimlerinin
naklettiklerine göre (Peygamber efendimizin annesi) Vehb kızı Amine şunu haber
vermiştir: Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.) doğduğu sırada ellerini yere doğru
açmış, başını da semaya doğru kaldırmış olarak doğdu. Peygamber (s.a.v.) da
hadisinde şöyle buyurmuştur: "Yetişkinlik çağına erişince, içime putların
nefreti yerleştirildiği gibi şairlere karşı da nefret uyanmıştı. Cahiliye
dönemi insanlarının yaptıkları işlerden bir şeyler işlemek iki defa dışında
içimden geçmedi. İkisinden de Allah beni korudu, tekrar böyle bir işi yapmaya
kalkışmadım."
Daha sonra
peygamberlerin işi sapasağlam yerine oturur ve Yüce Allah'ın onlar üzerindeki
inayeti ardı arkasına gelir. Marifet nurları kalblerinde parlamaya başlar,
nihayet en ileri dereceye ulaşır, Yüce Allah'ın peygamber olarak onları seçmek
sureti ile şerefli hasletleri elde etmek bakımından -bu hususta herhangi bir
eğitim ya da uygulama sözkonusu olmaksızın- en ileri noktaya ulaşırlar. Yüce
Allah: "Tam erginlik çağına varınca kendisine hüküm ve ilim verdik"
(Yusuf, 22) diye buyurmaktadır.
Kadı Iyad dedi ki:
(Peygamberlere dair) haber nakillerini bilenlerden hiçbir kimse daha önceden
kafir ya da müşrik olduğu bilinenler arasından herhangi bir kimsenin seçilerek
ve peygamberlik verildiğini nakletmiş değillerdir. Zaten bu bahsin dayanağını
nakil teşkil eder. Bazıları da kalblerin bu yolu izleyen kimselerden nefret
ettiğini delil diye göstermişlerdir.
Kadı Iyad (devamla) dedi
ki: Ben de diyorum ki: Kureyşliler Peygamberimiz (s.a.v.)'ı her türlü iftiraya
maruz bıraktılar. ümmetlerin kafirleri de kendi peygamberlerini ellerindeki
bütün imkan ve uydurmalarla ayıpladılar. Yüce Allah bunları nasslarıyla bize
bildirmiş ya da raviler bizlere bunları nakledegelmişlerdir. Fakat bütün bunlar
arasında onlardan herhangi bir peygamberin kendi ilahlarını reddedip daha önce
onlarla birlikte yapmış olduğu bir işi terkettiğinden ötürü yerilmek sureti ile
azarlandığına dair herhangi bir rivayet bulunmamaktadır. Böyle bir şey olmuş
olsaydı, hiç gecikmeden bu tenkidlerini yaparlar, çeşitli mabudlara ibadet
etmiş olmasını delil diye ileri sürerlerdi. Bu daha önceden tapınmış olduğu
varlıklardan onları uzak tutuyor diye, o peygamberleri azarlamalarından, kendi
ilahlarını ve daha önce atalarının tapındıklarını terketmekten vazgeçmelerini
söyleyerek onlara karşı çıkmalarından daha ağır ve delil olarak daha kati bir
delil olurdu. Peygamberlere muhaliflerin tamamının böyle bir delil getirmemiş
olmaları onların böyle bir delil getirme imkanı bulamamış olduklarını
göstermektedir. Çünkü böyle bir şey olmuş olsaydı, onların böyle bir delil
getirdikleri nakledilir ve Yüce Allah'ın naklettiği: "Onları daha önce
yöneldikleri kıblelerinden döndüren nedir?" (Bakara, 142) sözlerini
söyleyerek kıblenin değiştirilmesi hakkında susmadıkları gibi, bu konuda da
susmazlardı.
3- Peygamberimiz
Kendisine Vahiy Gelmeden önce Herhangi Bir Dine Göre İbadet Ediyor muydu?:
İlim adamları
Peygamberimiz (s.a.v.)'ın vahiyden önce herhangi bir dine göre ibadet edip
etmediği hususu hakkında açıklamalarda bulunmuşlardır.
Kimisi mutlak olarak
böyle bir şeyin olmadığını ve aklen de bunun imkansız olduğunu belirtmiştir.
Bunlar derler ki: Çünkü başkasına tabi olduğu bilinen bir kimsenin sonradan
metbu (kendisine uyulan bir kimse) olması uzak bir ihtimaldir. Onlar bunu
tahsin ve takbih (eşya ve olayların güzel ve çirkin görülmesi) ilkesine bina ederek
söylemişlerdir.
Bir başka kesim de şöyle
demektedir: Peygamber (s.a.v.)'ın durumu hakkında bir şey söylenemez ve bu
hususta onun hakkında kati bir hüküm vermeyi terketmek gerekir. Zira akıl bu
ikisinden herhangi birisini imkansız kabul etmediği gibi, nakil yolu ile
bunlardan herhangi birisi de açıklık kazanmış değildir. Ebu'l-Meali'nin kabul
ettiği görüş budur.
üçüncü bir kesim de
şöyle demektedir: O kendisinden öncekilerin şeriatine göre ibadet ediyor ve ona
göre amelde bulunuyordu. Ancak bu kanaati benimseyenler muayyen olarak hangi
şeriat olduğunu tayin etmekte farklı görüşlere sahibtirler. Bir kesimin
kanaatine göre o İsa'nın dini üzere idi. Çünkü İsa'nın dini kendisinden önceki
bütün din ve şeriatleri neshetmiştir. Dolayısıyla bir peygamberin neshedilmiş
bir din üzere olması mümkün değildir. Bir diğer kesim ise onun İbrahim (a.s)'ın
dini üzere olduğunu kabul etmiştir. Çünkü o İbrahim'in soyundandı ve o
peygamberlerin babasıdır. Bir diğer kesim ise onun Musa'nın dini üzere olduğu
kanaatindedir. Çünkü onun dini dinlerin en eskisidir.
Mutezile'nin kanaatine
göre ise; belli bir din üzere olması kaçınılmaz bir şeydir. Ancak muayyen
olarak hangi din üzere olduğu bizim tarafımızdan bilinen bir husus değildir.
Şu kadar var ki, bizim
imamlarımız (mezhebimizin önde gelen ilim adamları) bu görüşlerin hepsini
çürütmüşlerdir. Zira -her ne kadar akıl bunların hepsinin mümkün olduğunu kabul
ediyor ise de- bunlar çelişkili görüşlerdir ve bunlarda kati bir delalet
bulunmamaktadır.
Kati olarak
söylenebilecek şu ki Peygamber (s.a.v.); ümmetinden bir fert ve bütün şeriatine
muhatab birisi olmasını gerektirecek şekilde herhangi bir peygambere müntesib
değildi. Aksine onun şeriati kendi başına bağımsız bir şeriat olup hüküm koyucu
Yüce Allah tarafından ayrıca ona verilmiş bir şeriattir. Peygamberimiz (salat
ve selam ona) Yüce Allah'a iman eden bir mümin idi, hiçbir puta secde etmedi,
Allah'a ortak koşmadı, zina etmedi, içki içmedi. Gece eğlencelerine katılmadı,
el-Matar diye bilinen hilfte de el-Muttayyib'in Hilfinde de bulunmadı.
Aksine Yüce Allah onu bu
hususlardan uzak tutmuş ve korumuştur. Denilse ki: Osman b. Ebi şeybe senedini
kaydederek Cabir'den rivayet ettiğine göre Peygamber (s.a.v.) müşrikler ile
birlikte onların birtakım merasimlerinde bulunuyordu. Biri diğerine şöyle diyen
iki meleğin seslerini arkasında duydu: Git, bunun arkasında dur. öteki ise:
Henüz putları daha yeni selamlamış iken nasıl gider onun arkasında dururum(
demişti. Bundan sonra bir daha putların selamlama töreninde bulunmadı.
Buna cevab şudur: Bu
hadisi İmam Ahmed b. Hanbel oldukça münker kabul etmiş ve: Bu uydurma yahutta
uydurmaya benzer bir hadistir, demiştir.
Darakutni de şöyle
demiştir: Osman bu hadisin isnadında yanılmıştır. Hadis genel olarak münkerdir,
senedi üzerinde ittifak yoktur, ona iltifat edilmez. Peygamber (s.a.v.)'ın
bilinen hali ilim ehlince bunun aksinedir. Çünkü o:
"Putlara nefret
içime yerleştirildi" diye buyurmuştur. Ayrıca Bahira kıssasında Peygamber
(s.a.v.)'a amcası Ebu Talib ile birlikte henüz küçük bir çocukken Şam'a yaptığı
yolculuk sırasında onunla karşılaştığında, Lat ve Uzza adına yemin verdirip
onda peygamberlik alametlerini görüp bu konuda onu sınamak isteyince, Peygamber
(s.a.v.) kendisine şöyle demişti: "Onlar adıyla bana hiçbir şey sorma. Allah'a
yemin ederim onlara buğzettiğim gibi hiçbir şeye buğzetmiyorum." Bunun
üzerine Bahira ona şöyle demişti: O halde Allah adına sana soracağım sorulara
cevap vermeni istiyorum, Peygamber: "İstediğini sor" demişti, Aynı
şekilde onun siretinden ve Yüce Allah'ın kendisine verdiği ilahi tevfikten de
bilinen şu ki: O nübuvvetinden önce hac esnasında Müzdelife'de vakfe yapmak
hususunda müşriklere muhalefet ediyor, kendisi Arafe'de vakfe yapıyordu, Çünkü
Arafe İbrahim (a.s)'ın vakfe yaptığı yer idi,
Denilse ki: Şanı Yüce
Allah: "De ki: Hayır, (biz) hanif olarak İbrahim'in dinine (uyarız)"
(Bakara, 135); "Hanifolarak İbrahim'in dinine uy'', diye vahyettik"
(Nahl, 123); "O". diye dinden". size şeriat yaptı." (Şura,
13) diye buyurmaktadır, Bütün bunlar ise onun belli bir şeriate göre ibadet
etmesini gerektirmektedir. Buna cevab şudur: Burada sözü edilen hususlar
şeriatler arasında ayrılığın sözkonusu olmadığı, tevhid ve dinin dimdik ayakta
tutulması hususları ile ilgilidir. Nitekim daha önce bu birkaç yerde açıklandığı
gibi bu sürenin: ''....dinden". size de şeriat yaptı." (Şura, 13)
buyruğu açıklanırken de ifade edilmişti. Yüce Allah'a hamdolsun.
4- Bu Ayet-i Kerime'de
Sözkonusu Edilen "Kitab" ve "İman"ın Mahiyeti:
Bu husus böylece
açıklandığına göre şunu belirtelim ki; ilim adamları Yüce Allah'ın:
"Kitabın da, imanın da ne olduğunu bilmezdin." buyruğunun tevili
hususunda farklı görüşlere sahibtirler. Bir kesim bu ayet-i kerimede iman,
imanın şeraii ve alametleridir, demişlerdir. Bu görüşü es-Sa'lebi
nakletmektedir. Bunun bu şeriatin tafsili hükümleri olduğu da söylenmiştir.
Yani sen bu tafsilatı bilmeyen birisi idin. Çünkü iman lafzının şeriatın
tafsili hükümleri hakkında kullanılması mümkündür. Bu görüşü de el-Kuşeyri
zikretmiştir.
Bir diğer görüşe göre:
Sen vahiyden önce Kur'an-ı Kerimi okuyacağını bilemediğin gibi, insanları imana
nasıl davet edeceğini de bilemiyordun. Benzeri bir görüş de Ebu'I-Aliye'den
nakledilmiştir.
Kadı Ebu Bekr de şöyle
demektedir: Buradaki imandan kasıt farzlar ve hükümlerdir. Çünkü o daha önceden
Yüce Allah'ı tevhid ile mümin idi. Sonraları önceden bilmediği farzlar nazil
oldu. Gelen yeni mükellefiyetlerle imanı artmış oldu.
Bu dört görüş de
birbirine yakındır. İbn Huzeyme de şöyle demektedir: İman ile namazı kastetmiştir.
Çünkü Yüce Allah: "Allah imanınızı boşa çıkaracak değildir"
(el-Bakara, 143) diye buyurmaktadır. Buradaki imandan kasıt ise,
Beytu'I-Makdis'e yönelerek kıldığınız namazdır. O halde lafız umumi olmakla
birlikte maksat hususidir.
el-Huseyn b. el-Fadl
şöyle demektedir: Yani sen bundan önce kitab nedir bilmediğin gibi, iman ehli
kimdir de bilmiyordun. Bu da muzafın hazfedilmesi kabilinden bir ifadedir. Yani
kimler iman edecektir? Ebu Talib mi? Abbas mı! Yoksa başkaları mı!
Sen beşikte iken ve
ergenlik yaşından önce hiçbir şey bilmiyordun, diye de açıklanmıştır.
el-Maverdı buna yakın
bir açıklamayı Ali b. İsa'dan nakletmektedir. Dedi ki: Sen eğer risalet
olmasaydı kitabın ne olduğunu, eğer ergenlik yaşına gelmeseydin imanın ne
olduğunu bilmeyecektin. Bir diğer açıklama da şöyledir: Eğer bizim sana
nimetimiz olmasaydı kitabın ne olduğunu. bizim sana hidayetimiz olmasaydı
imanın ne olduğunu bilmeyecektin. Bu açıklama da ihtimal dahilindedir.
Bu imanın ne olduğu
konusunda da iki açıklama sözkonusudur. Birincisine göre Allah'a imandır. Bunu
buluğdan sonra ve peygamberlikten önce biliyordu. İkincisi ise İslam dinidir,
bunu ise ancak nübuvvetten sonra bilebilmiştir.
Derim ki: Sahih olan
Peygamber (s.a.v.)'ın yetişme çağından ergenlik çağına kadar -önceden geçtiği
üzere- Allah'a iman eden bir kişi olduğudur. Yine denildiğine göre:
"Kitabın da, imanın da ne olduğunu bilmezdin" buyruğu şu demektir:
Sen kitabı tanımayan, imanı bilmeyen. Ümmi bir kavimdendin. Dolayısıyla onlara
getirmiş olduğunu, aralarından bunu bilenlerden bir kimseden almış olamazsın.
Bu da Yüce Allah'ın: "Sen bundan önce hiçbir kitab okumuş değildin ve sağ
elinle de onu yazmamıştın. O zaman batıl söyleyenler elbette şüphe
ederlerdi" (el-Ankebut, 48) buyruğuna benzemektedir. Bu anlamdaki bir
açıklama İbn Abbas (r.a)'dan rivayet edilmiştir.
"Fakat Biz
onu" İbn AbBas ve ed-Dahhak'ın dediğine göre imanı, es-Süddi'ye göre
Kur'an'ı, bir görüşe göre vahyi "kendisiyle" yani bu vahiy ile
"kullarımızdan dilediğimizi" yani peygamberlik için seçtiğimizi
"hidayete ilettiğimiz bir nur kıldık." Bu buyruk Yüce Allah'ın:
"O rahmetini dilediğine has kılar" (Al-i İmran, 74) buyruğunu
andırmaktadır.
"Kendisiyle"
buyruğundaki zamirin tekil gelmesi şundan dolayıdır: Bir fiilin birçok
isimlerinin bulunması aynı fiilin tek isminin bulunması gibidir. Nitekim: Senin
gelişin ve gidişin hoşuma gider, denildiği vakit (hoşa giden şey) iki husus
olduğu halde tek zamir kullanılır.
"Muhakkak ki sen
dosdoğru yola" hiçbir eğriliği bulunmayan bir dine "iletirsin."
Davet eder ve o yolu gösterirsin.
Ali: Dosdoğru kitaba
iletirsin diye açıklamıştır. Asım. el-Cahderi ve Havşeb meçhul bir fiil olarak
"Muhakkak ki sen .. iletilirsin" yani o yola çağırılırsın, diye
okumuşlardır. Diğerleri ise faili malum bir fiil olarak: "iletirsin"
diye okumuşlardır. Ubeyy'in kıraatinde ise: "Ve muhakkak ki sen ... davet
edersin" şeklindedir.
en-Nehhas dedi ki: Bu
şekilde okunmaz. Çünkü bu ümmetin büyük çoğunlukla kabul ettiği şekle
muhaliftir. Benzeri okuyuşlar okuyan kimsenin bir çeşit tefsiri olarak
yorumlanır. "Ve muhakkak ki sen ... iletirsin" buyruğunun, davet
edersin şeklinde açıklanması gibi.
Ma'mer, Katade'den Yüce
Allah'ın: "Ve muhakkak ki sen dosdoğru yola iletirsin" buyruğu ile
ilgili olarak "Esasen herbir topluluğun bir yol göstericisi olmuştur"
(Ra'd, 17) buyruğunu okuduğunu rivayet etmektedir.
"Allah'ın yoluna
... " buyruğu daha önce " ... dosdoğru yola" ifadesinden
marifenin nekreden bedel olması şeklinde bir bedeldir. Ali, o Kur'an-ı Kerim'dir,
demiştir. İslam'dır, diye de açıklanmıştır. Nevvas b. Sem'an bunu
"Peygamber (s.a.v.)'dan ... diye de rivayet etmiştir.
"Göklerde ne var,
yerde ne varsa" mülkiyetleri, kullukları ve yaratılışları itibariyle
"kendisinin olan Allah'ın yoluna. Şunu bilin ki, bütün işler Allah'a
döner." Bu buyruk öldükten sonra diriliş ve amellerin karşılığının
görüleceğine dair bir tehdittir. Sehl b. Ebi'l-Ca'd dedi ki: Bir mushaf yandı,
ondan sadece Yüce Allah'ın: "Şunu bilin ki bütün işler Allah'a döner"
buyruğu yanmadan kaldı. Yine bir mushaf suya düştü ve Yüce Allah'ın: "Şunu
bilin ki bütün işler Allah'a döner" buyruğu dışında tamamen silindi.
Hamd, sadece Allah'adır.
Şüra Süresi burada sona
ermektedir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN