ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

ŞURA

39

/

43

وَالَّذِينَ إِذَا أَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنتَصِرُونَ {39} وَجَزَاء سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِّثْلُهَا فَمَنْ عَفَا وَأَصْلَحَ فَأَجْرُهُ عَلَى اللَّهِ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمِينَ {40} وَلَمَنِ انتَصَرَ بَعْدَ ظُلْمِهِ فَأُوْلَئِكَ مَا عَلَيْهِم مِّن سَبِيلٍ {41} إِنَّمَا السَّبِيلُ عَلَى الَّذِينَ يَظْلِمُونَ النَّاسَ وَيَبْغُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ أُوْلَئِكَ لَهُم

عَذَابٌ أَلِيمٌ {42} وَلَمَن صَبَرَ وَغَفَرَ إِنَّ ذَلِكَ لَمِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ {43}

 

39. Ve onlar ki, kendilerine zulüm isabet ettiğinde yardımlaşarak zulme karşılık verirler.

40. Bir kötülüğün cezası onun gibi bir kötülüktür. Kim affedip düzeltirse, artık onun mükafatını vermek Allah'a aittir. Şüphe yok ki O, zalimleri sevmez.

41. Kim de zulme uğradıktan sonra intikamını alırsa, işte onların aleyhine bir yol yoktur.

42. Ancak insanlara zulmedenler ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık gösterenler aleyhine yol vardır. İşte bunlar için çok acıklı bir azab vardır.

43. Bununla beraber kim de sabreder ve bağışlarsa, muhakkak bu üzerinde kararlılıkla durmaya değer işlerdendir.

 

Bu buyruklara dair açıklamalarımızı onbir başlık halinde sunacağız:

 

1- Haksızlıklara Karşılık Vermek:

2- Kötülüğün Karşılığı Ona Denk Bir Kötülük Olmalıdır:

3- Affedip, Düzeltmenin Mükafatı:

4- Zulmeden Kafir ve Müslümandan İntikam Almanın Hükmü:

5- İntikam ve Cezanın Bizzat Zulme Uğrayan Tarafından Uygulanması:

6- İnsanlara Zulüm ve Haksızlık Yapanlar:

7- İyilik Yapanlar İle Zulmün İntikamını Alanlar:

8- Haksız Vergiden Kurtulmanın Hükmü:

9- Hakların Helal Edilmesi:

10- Üzerinde Başkalarına Ait Haklar Bulunan Ölünün Durumu:

11- Sabretmek ve Bağışlamak:

 

1- Haksızlıklara Karşılık Vermek:

 

"Ve onlar ki kendilerine zulüm isabet ettiğinde" müşriklerin zulmü onları gelip bulduğunda ... demektir.

 

İbn Abbas dedi ki: Müşrikler Rasülullah (s.a.v.)'a, onun ashabına zulmetmiş, onlara eziyet etmiş, onları Mekke'den çıkarmışlardı. Yüce Allah da Mekke'nin dışına çıkmalarına izin verdi, yeryüzünde onlara imkan ve iktidar verdi. Kendilerine haksızlık edenlere karşı onlara yardım etti. İşte bu el-Hac Süresi'nde: "Kendileri ile savaşılanlara zulme uğradıkları için (cihada) izin verildi. Allah onlara yardım etmeye elbette kadirdir. Onlar ki yurtlarından haksız yere ... çıkarıldılar" (el-Hac, 39-40) buyrukları ile dile getirilmektedir.

 

Bunun, kafir olsun olmasın haksızlık eden herkesin haksızlığı ile ilgili olarak umumi olduğu da söylenmiştir. Yani bir zalimin zulmü onlara isabet edecek olursa, onun zulmüne teslim olmazlar. İşte bu, iyiliği emredip kötülükten alıkoymaya ve hadleri uygulamaya bir işarettir.

 

İbnu'I-Arabi dedi ki: Yüce Allah yapılan haksızlıklara karşılık vermeyi övgü sadedinde sözkonusu etmiştir. Buna karşılık bir başka yerde yapılan kötülüğü affetmeyi yine övgü sadedinde sözkonusu etmiştir. Bundan dolayı birinin diğerinin hükmünü kaldırma ihtimali olduğu gibi, onun iki farklı durum hakkında olma ihtimali de vardır. Birincisine göre haksızlık yapan ve haddi aşan günahı açıktan açığa işleyen birisi olup ve herkes arasında yüzsüzce bunu işlerken küçüğe de, büyüğe de eziyet eden birisidir. Böyle birisinden intikam almak daha faziletlidir. İbrahim en-Nehai böyle birisi hakkında şöyle demiştir: Onlar, kendilerini zelil kılarak fasıkların kendilerine karşı cesaret kazanmalarından hoşlanmazlardı. İkinci durum ise istemeyerek ya- hutta hata işlediğini kabul edip bağışlanmayı dileyen bir kimse hakkında söz konusu olabilir. İşte bu durumda af daha faziletlidir. "Sizin bağışlamanız ise takvaya daha yakındır." (el-Bakara, 237); "Fakat kim onu sadaka olarak bağışlarsa, bu ona keffaret olur." (el-Maide, 45) ile; ''Affetsinler ve görmezlikten gelsinler. Allah'ın size mağfiret etmesini sevmez misiniz?" (en-Nur, 22) buyrukları bu gibi haller hakkında inmiştir.

 

Derim ki: Bu güzel bir açıklamadır. el-Kiya et-Taberi de "Ahkam(u'lKur'an)" adlı eserinde böylece açıklamıştır: Yüce Allah'ın: "Ve onlar ki kendilerine zulüm isabet ettiğinde, yardımlaşarak zulme karşılık verirler" buyruğunun zahiri böyle bir durumda intikam almanın daha faziletli olduğuna delil teşkil etmektedir. Nitekim Yüce Allah bu buyruğu Allah'ın çağrısını kabul etmek ve namazı dosdoğru kılmak ile birlikte zikretmiş bulunmaktadır. Bu da İbrahim en-Nehai'nin sözünü ettiği şekilde onların (ashabın) mü'minlerin kendi nefislerini küçük düşürerek, fasıkların kendilerine karşı cesaret kazanacak duruma gelmelerinden hoşlanmadıkları ile açıklanır. Bu hüküm haksızlık yapıp bu durumda ısrarlı olan kimseler hakkındadır. Affetmenin emrolunduğu yer ise, haksızlık yapan ve cinayet işleyen kimsenin pişman olup yaptığından vazgeçen birisi olması halindedir. Yüce Allah bu ayet-i kerimenin sonunda da: "Kim de zulme uğradıktan sonra intikamını alırsa, işte onların aleyhine yol yoktur" diye buyurmaktadır. Bu ise zulmün intikamını almanın mübah olmasını ve bunun emredilen bir iş olmamasını gerektirmektedir. Bundan sonra ise Yüce Allah; "Bununla beraber kim de sabreder ve bağışlarsa, muhakkak bu üzerinde kararlılıkla durmaya değer işlerdendir" diye buyurmuştur. Bu da ısrar etmeyen kimsenin bağışlanması hakkında yorumlanır. Haksızlık ve zulmünde ısrar eden kimseye gelince, daha faziletli olan bundan önceki ayet-i kerimenin delaleti ile ondan intikam almaktır.

 

Şöyle de denilmiştir; Yani onlara haksızlık isabet ettiği vakit, o haksızlığa karşı birbirleriyle onu üzerlerinden kaldırıp uzaklaştırıncaya kadar yardımlaşırlar. Bu açıklamayı İbn Bahr yapmıştır ki, bu açıklama da daha önce sözünü ettiğimiz genel açıklamanın kapsamı içerisindedir.

 

2- Kötülüğün Karşılığı Ona Denk Bir Kötülük Olmalıdır:

 

"Bir kötülüğün cezası onun gibi bir kötülüktür" buyruğu ile ilgili olarak ilim adamları şöyle demektedir: Yüce Allah mü'minleri iki sınıfa ayırmıştır. Bir sınıf zalimleri affeder, bundan dolayı Yüce Allah; "öfkelendiklerinde de onlar bağışlarlar" (Şura, 37) diye buyurarak öncelikle onları sözkonusu etmiştir. Bir diğer kesim ise kendilerine zulmedenden intikam alırlar. Bundan sonra da Yüce Allah alınacak intikamın sınırını: "Bir kötülüğün cezası onun gibi bir kötülüktür" buyruğu ile açıklamaktadır. Kendisine zulmeden kişiden haddi aşmaksızın intikamını alır.

 

Mukatil ve Hişam b. Huceyr şöyle demişlerdir: Bu yaralanıp da kendisini yaralayan kimseden kısas yoluyla intikam alan ve ayrıca sövüp saymayan kimse hakkındadır. Bu açıklamayı Şafii, Ebu Hanife ve Süfyan yapmıştır. süfyan dedi ki; İbn Şubrume şöyle derdi; Mekke'de Hişam gibisi yoktur. Şafii de bu ayet-i kerimeyi tevil ederek insanın kendisine hainlik eden kimsenin malından onun bilgisi olmaksızın hainlik ettiği kadarı ile alabileceği hükmüne varmıştır. Bu hususta da Peygamber (s.a.v.)'ın Ebu Süfyan'ın hanımı Hind'e söylemiş olduğu: "Onun malından sana ve çocuğuna yetecek kadarını al. '' buyruğunu delil göstermiştir. Peygamber bu buyruğuyla Hind'e kocasının izni olmaksızın malından belli bir miktar almayı caiz kılmıştır. Bu hususa dair yeterli açıklamalar daha önceden Bakara Suresi'nde (194. ayet, 2. başlık ve devamında) geçmiş bul unmaktadır.

 

İbn Ebi Necih dedi ki: Bu yaralamalara karşılık vermek hakkında kabul edilir. Eğer bir kimse: "Allah onu rezil etsin" yahut "Allah ona lanet etsin" diyecek olursa, onun benzerini ona söyler. Bununla birlikte zina iftirasına aynı şekilde karşılık vermez, yalana yalan ile karşılık vermez.

 

es-Süddi dedi ki: Yüce Allah kendisine haksızlık yapılan kimsenin Arapların yaptığı gibi yapmayıp kendisine yapılan haksızlık miktarından fazlasını işlemeyip haddi aşmaksızın intikam alan kimseleri övmektedir.

 

Burada kötülüğe karşılık vermeye yine "seyyie: kötülük" adının veriliş sebebi, bunun da kötülüğe karşılık olmasından dolayıdır. Birincisi diğerine mali ya da bedeni bir konuda kötülük yapmıştır. Ona uygulanan kısas ise aynı şekilde kısas uygulanan için bir kötülüktür ve onun hoşuna gitmez. Yine bütün bunlara dair yeterli açıklamalar daha önceden Bakara Suresi'nde (az önce gösterilen yerde) geçmiş bulunmaktadır.

 

3- Affedip, Düzeltmenin Mükafatı:

 

"Kim affedip düzeltirse" İbn Abbas'ın dediğine göre kısası terk edip kendisi ile kendisine zulmedenin arasını -affetmek suretiyle- düzeltirse, "artık onun mükafatını vermek Allah'a aittir." Yani şüphesiz Allah bunun ecrini o kimseye verir.

 

Mukatil dedi ki: Buna göre affetmek salih amellerden olmaktadır. Daha önce bu hususta yeterli açıklamalar Al-i İmran Suresi'nde (134. ayet, 3. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamdolsun.

 

Hafız Ebu Nuaym'in zikrettiğine göre Ali b. el-Huseyn (r.anhuma) şöyle demiştir: Kıyamet gününde bir münadi: Hanginiz fazilet ehlidir! diye seslenir. İnsanlar arasından birtakım kimseler ayağa kalkar, onlara: Haydi cennete gidin denilir, melekler onları karşılarlar ve: Nereye! diye sorarlar. Onlar: Cennete diye cevab verirler. Melekler: Peki hesaptan önce mi? diye sorunca, onlar: Evet, derler. Yine melekler: Peki siz kimsiniz? diye sorarlar. Onlar:

 

Biz fazilet ehli kimseleriz, derler. Peki sizin faziletiniz ne idi? diye sorarlar:

Bizler bize karşı cahillik yapıldığında tahammül gösterirdik, zulmedildiğinde sabrederdik, bize kötülük yapıldığında da affederdik, derler. Bunun üzerine melekler: Haydi cennete giriniz, amelde bulunanların mükafatı ne güzeldir, diyecekler ... diye bu rivayetin tamamını zikretmektedir.

 

"Şüphe yok ki O, zalimleri" Said b. Cübeyr'in dediğine göre ilk olarak zulme başlayan kimseleri "sevmez." Bir başka açıklamaya göre: O kısasta haddi aşan ve haksızlık yapan kimseyi sevmez, demektir. Bu açıklamayı da İbn İsa yapmıştır.

 

4- Zulmeden Kafir ve Müslümandan İntikam Almanın Hükmü:

 

"Kim de zulme uğradıktan sonra intikamını alırsa ... " Yani müslüman kafirlerden intikam alacak olursa, onu kınamaya imkan yoktur. Aksine kafirden intikam aldığından ötürü, övülür, fakat zalim bir müslümandan intikam alırsa, bundan dolayı da kınanmaz, Buna göre kafirden intikam almak kati bir emirdir, müslümandan intikam almak mübahtır, affedilmesi mendubtur.

 

5- İntikam ve Cezanın Bizzat Zulme Uğrayan Tarafından Uygulanması:

 

Yüce Allah'ın: "Kim de zulme uğradıktan sonra intikamını alırsa, işte onların aleyhine bir yol yoktur" buyruğunda kişinin intikamını bizzat alabileceğine delil vardır. Bu ise üç kısımdır:

 

1. Bir insanın bedeninde hakettiği bir kısas olması. Eğer bu hakkı da hakimler tarafından sabit görülmüşse haksızlığa sapmaksızın bizzat bu kısası kendisi uygulayabilirse, bu kimse için bunda bir vebal yoktur. Fakat bundan dolayı imam böyle bir kimseyi bizatihi kısası uyguladığından dolayı azarlar. Çünkü böyle bir uygulamada kanların dökülmesi konusunda cesareti arttıran bir taraf vardır. Şayet hakim tarafından böyle bir hakkı sabit görülmemiş ise (ancak kendisi bunu sabit görüyorsa) o takdirde (bizzat kısas yaparsa) kendisi ile Allah arasında onun için günah yoktur. Fakat zahiren kendisinden bu yaptığına karşılık hak taleb edilir, ettiğinden sorumlu tutulur ve ona ceza verilir.

 

2. Eğer kul hakkı olmayan Yüce Allah'ın hadlerinden -zina ve hırsızlık haddi gibi- bir had olup bu had hakim nezdinde sabit görülmemiş ise (bizzat haddi uygulamaya kalkışan) bundan dolayı sorumlu tutulur ve cezalandırılır. Şayet hakim tarafından sabit görülmüş ise, duruma bakılır, eğer bu hırsızlık dolayısıyla el kesme cezası ise kesilmesi gereken organın ortadan kalkması dolayısıyla had ortadan kalkar. Bundan ötürü de o kimsenin üzerine herhangi bir hak (ceza) tereddüb etmez, Çünkü tazir bir tedibdir. Eğer bu ceza sopa cezası ise uygulanacağı yerin mevcudiyeti ile birlikte haksızca uygulanmasından ötürü bu yolla had düşmez ve bu sebebten ötürü de (intikam alan) uygulamasından sorumlu tutulur, 

 

3. Hak, mali bir hak olup hak sahibi bu hakkını bilen bir kimse ise, hakkını elde edinceye kadar gücünü kullanabilir. Eğer hakkını bilmeyen birisi ise duruma bakılır. Şayet istemesi halinde bu hakka ulaşması mümkün ise, bunu gizli saklı bir şekilde almaya kalkışma hakkı yoktur. Eğer hak sahibinin lehine tanıklık edecek bir delil bulunmadığından ve üzerinde hak bulunan kimsenin inkarı dolayısıyla, istemekle hakkını elde edemiyor ise hakkını gizlice almasının caiz olup olmadığı hususunda iki görüş vardır. Bir görüşe göre bu caiz olup Malik ve Şafii bu görüştedir. İkincisine göre ise caiz değildir. Bu da Ebu Hanife'nin görüşüdür.

 

6- İnsanlara Zulüm ve Haksızlık Yapanlar:

 

"Ancak insanlara" ilim adamlarının çoğunluğunun görüşüne göre haksızlık yapmak suretiyle; İbn Cureyc'e göre ise dinlerine aykırı olan şirk ile zulmetmekle "insanlara zulmedenler ve yeryüzünde" çoğunluğun görüşüne göre can ve mallar hususunda "haksız yere taşkınlık gösterenler aleyhine yol vardır." Mukatil şöyle demiştir: Onların taşkınlık göstermeleri, masiyetler işlemeleridir. Ebu Malik de şöyle demiştir: Bu, Kureyş kafirlerinin Mekke'de İslam'dan başka bir dinin olması şeklindeki ümitleridir. İbn Zeyd de buna binaen şöyle demiştir: Bütün bunlar cihad ile neshedilmiştir ve bunlar sadece müşrikler hakkındadır. Katade'nin görüşüne göre ise bu buyruklar umumidir, ifadelerin zahiri de buna delalet etmektedir. Yüce Allah'a hamd olsun ki, biz bunu açıklamış bulunuyoruz.

 

7- İyilik Yapanlar İle Zulmün İntikamını Alanlar:

 

İbnu'l-Arabi dedi ki: Bu ayet-i kerime daha önce et-Tevbe Suresi'nde geçen Yüce Allah'ın: "İyilik edenler aleyhine bir yol yoktur" (...) buyruğunun karşılığını teşkil etmektedir. Yüce Allah iyilik yapanların aleyhine yol olmayacağını belirttiği gibi, zulme karşılık vererek intikamlarını alanların aleyhine de bir yol olmadığını belirtmiş ve böylelikle her iki kısım eksiksiz bir şekilde açıklanmış olmaktadır.

 

8- Haksız Vergiden Kurtulmanın Hükmü:

 

(Maliki mezhebimize mensub) ilim adamlarımız bir belde halkına belli bir mal ödemeyi tayin edip bundan dolayı onları sorumlu tutan ve malları oranında da bu ödemede bulunmalarını isteyen yönetici(ye ödeme yapmaktan kurtulmanın hükmü) hakkında farklı görüşlere sahiptirler. Böyle bir kimse acaba bu ödemeden kurtulabilirse, böyle yola başvurabilir mi? Çünkü bu kimse bu ödemeden kurtulduğu takdirde, beldenin diğer ahalisi haklarında tayin edilen miktarın tamamını ödemekten sorumlu tutulurlar. Durum bu ise kurtulmaya kalkışması caiz değildir, denilmiştir. Bu da bizim (mezhebimiz) alimlerimizden Suhnun'un görüşüdür. Evet, kurtulabilme gücünü bulursa, yapabilir de denilmiştir. önceleri ed-Davudi (Davud ez-Zahiri mezhebinden) olan, sonra da Maliki mezhebine giren Ebu Cafer Ahmed b. Nasr bu kanaattedir. O şöyle demektedir: Buna delil de İmam Malik'in ortaklardan birisinin koyunlarından, koyunlarının tamamı nisaba erişmemiş olmakla birlikte, bir koyun almasının bir haksızlık olacağını ve koyunu haksızca alınmış olan kimsenin belli bir miktarda arkadaşlarından (ortaklarından) rücu edip bir şeyler alma hakkının bulunduğuna dair görüşü delil teşkil etmektedir. (Ebu Cafer devamla) dedi ki: Ben Suhnun'dan gelen rivayet gereğince hüküm vermiyorum. Çünkü başkasının zulme uğraması bir gerekçe teşkil etmez. Kendisinden başkalarının zulmü katlanır korkusu ile kişinin kendisini zulme atması gerekmez. Çünkü Şanı Yüce Allah da: "Ancak insanlara zulmedenler ... aleyhine yol vardır" diye buyurmaktadır.

 

9- Hakların Helal Edilmesi:

 

İlim adamları hakların helal edilmesi hususunda farklı görüşlere sahibtir.

 

İbnu'I-Müseyyeb ister şeref ve haysiyetle alakalı, ister mal ile alakalı olsun kimseye hakkını helal etmezdi. Süleyman b. Yesar ve Muhammed b. Sir'in ise hem şeref ve haysiyet (ırz) ile ilgili, hem mal ile ilgili hakları helal ediyorlardı. Malik'in görüşü ise maldan helallık vermek, fakat ırz (şeref. haysiyet ve namus) ile ilgili hususlarda helallık vermemek şeklindedir.

 

İbnu'l-Kasım ve İbn Vehb'in, rivayetlerine göre İmam Malik'e Said b. elMüseyyeb'in: "Ben kimseye hakkımı helal etmiyorum" sözü hakkında sorulmuş, o da şöyle demiştir: Bu farklılık arzeder. Ben ona: Ey Abdullah'ın babası, kişi bir adama borç verir! de o adam ödeyecek bir mal bırakmaksızın ölür giderse ne olur! Malik dedi ki: görüşüme göre ona helallık versin. Bence bu daha faziletlidir. Çünkü Yüce Allah: "Onlar sözü işitip en güzeline uyarlar." (ez-Zümer, 18) diye buyurmaktadır. Bu sefer ona: Peki bir adam bir adama zulmederse ne dersin? Malik: Bu hususta helallikte bulunacağı görüşünde değilim. Kanaatimce de bu birincisinden farklıdır. Çünkü Yüce Allah:

 

"Ancak insanlara zulmedenler ... aleyhine yol vardır" diye buyurmuştur. Yine Yüce Allah: "İyilik edenlerin aleyhine bir yol yoktur" (et-Tevbe, 91) diye buyurmaktadır. O bakımdan böyle bir kimseye yaptığı haksızlıktan ötüü helallik verebileceği görüşünde değilim. İbnu'I-Arabi dedi ki: Böylece bu mesele hakkında üç görüş ortaya çıkmaktadır.

 

1. Hiçbir şekilde ona helallık vermez. Bu Said b. el-Museyyeb'in görüşüdür.

2. (Her durumda) ona helallık verir. Bu da Muhammed b. Sir'in'in görüşüdür.

 

3. Eğer hak, bir mal ise ona helallık verir.  Şayet bir zulüm ise ona helallik vermez. Bu da Malik'in görüşüdür.

 

Birinci görüşün açıklaması Allah'ın haram kıldığını helal kılmasın, diyedir Böylelikle (helallık verirse) Allah'ın hükmünü değiştirmek gibi olur İkinci görüş şöyle açıklanır: Bu hak o kimse'ye aittir. Nasıl ki kan ve kendi ırzına ait bir hakkı düşürebiliyor (onu almaktan vazgeçiyor) ise, bunu da düşürebilir.

 

Malik'in tercih ettiği üçüncü görüşün açıklamasına gelince, eğer kişi senin hakkını vermeyecek olursa, ona yumuşak davranmanın gereği olarak ona helallık verirsin. Şayet zalimlik yapan bir kimse ise, zalimler buna aldanmasın ve çirkin işlerinde serbestçe ileriye gitmesinler diye onu hakkını almadan terketmek hakkın bir gereğidir.

 

Müslim'in Sahih'inde Ebu'l-Yeser yoluyla gelen uzunca bir hadis vardır.

O hadiste belirtildiğine göre Ebu'l-Yeser borçlusuna: Çık yanıma gel, ben senin nerede olduğunu biliyorum, demiş. Borçlu da çıkıp gelince, ona: Benden saklanmaya seni iten nedir? demiş. Adam: Allah'a yemin ederim, sana anlatacağım ve asla sana yalan söylemeyeceğim. Allah'a yemin ederim, sana bir şeyler söyleyip yalancı olmaktan sana söz verip sözümde duramamaktan korktum. Sen Resulullah (s.a.v.)'ın ashabındansın. Allah'a yemin ederim ben de ödeyecek durumda değilim. (Ebu'l-Yeser) dedi ki: Allah adına yemin ediyor musun! dedim. o: Allah adına yemin ederim dedi. Bunun üzerine Ebu'lYeser'e bir kağıt getirildi, o da kağıdın üzerindeki yazıları sildikten sonra şöyle dedi: ödeyecek imkanın olursa ödersin, aksi takdirde sana helal olsun ... diyerek hadisin geri kalan bölümünü zikretmektedir.

 

İbnu'I-Arabi dedi ki: Bu, kişinin sağlığı dolayısıyla ödeme ümidi ve bazı yollara başvurma ihtimali bulunduğundan ötürü hayatta olan kimseye karşı yapılacak bir uygulamadır.

Peki helallık verilmesi ve hakkını ödeyebilme imkanı sözkonusu olmayan ölünün durumu ne olacaktır!

 

10- Üzerinde Başkalarına Ait Haklar Bulunan Ölünün Durumu:

 

Kimi ilim adamı şöyle demiştir: Zulmedilip malı alınmış olan bir kimsenin hiç şüphesiz ölünceye kadar kendisine verilmeyen hakkının sevabı ona verilir. Sonra bu sevap onun mirasçılarına, sonra aynı şekilde sonuncularına kadar ulaşır. Çünkü ölenin bıraktığı miras kendisinden sonraki mirasçıp aittir.

 

Ebu Cafer ed-Davudi el-Maliki dedi ki: Bu aklen doğrudur. Bu görüşe göre zalim eğer kendisine zulmedenden önce ölür de geriye bir şey bırakmazsa ya da zulmen mirasçısı da bilinmeyen bir şeyler bırakacak olursa, mazlumun alacakları zalimin mirasçılarına intikal etmez. Çünkü zalimin, mazlumun mirasçılarının almaları gereken bir şeyi kalmamıştır.

 

11- Sabretmek ve Bağışlamak:

 

"Bununla beraber kim de" eziyete "sabreder ve" Yüce Allah'ın rızası için intikam almayı terkederek "bağışlarsa ... " Bu husus müslüman tarafından zulme uğrayan kimse hakkındadır.

 

Nakledikliğine göre bir adam el-Hasen -Allah'ın rahmeti üzerine olsun-in meclisinde bir adama sövmüş, sövülen ise öfkesini yutuyor, terliyor ve terini siliyormuş. Sonra da ayağa kalkıp bu ayet-i kerimeyi okumuş. el-Hasen:

 

Allah'a yemin ederim ki cahillerin bunu kaybettikleri bir zamanda o bu ayeti akletmiş ve iyice kavramış bulunuyor.

 

Özetle söylenecek olursa, affetmek teşvik edilmiş bir şeydir. Diğer taraftan bazı hallerde durum tam aksine döner. Bu durumda -az önce geçtiği üzere- affın terkedilmesi mendub olur. Bu ise haksızlığın artmasının önlenmesi ve eziyetin kökünün kazınmasına ihtiyac,: duyulması halinde böyledir. Peygamber (s.a.v.)'dan da buna delalet edecek şekilde bir rivayet gelmiştir. Buna göre Zeyneb, Aişe (r.anha)'a onun huzurunda birtakım sözler işittirirken, kendisi bu işten vazgeçmesini istediği halde o bir türlü vazgeçmiyordu. Bunun üzerine Aişe'ye: "Serbestsin, sen de intikamını al" demişti. Bu hadisi bu manada Müslim, Sahih'inde rivayet etmiştir.

 

"Kim de sabreder" buyruğu masiyetlere karşı direnir ve kötülükleri örterse ... diye de açıklanmıştır.

 

"Muhakkak bu üzerinde kararlılıkla durmaya değer işlerdendir." Allah'ın üzerinde kararlılıkla durmayı emrettiği hususlardandır. Allah'ın (gerçekleştirme) başarısını verdiği büyük ve üzerinde kararlılıkla durulması gereken doğrulardandır, diye de açıklanmıştır.

 

el-Kelbi ile el-Ferra'nın naklettiklerine göre bu ayet-i kerime, kendisinden önceki üç ayet-i kerime ile birlikte Ebu Bekr es-Sıddik (r.a.) hakkında inmiştir. Ensardan bir kişi ona sövmüş, o da önce kendisine karşılık vermiş, sonra da susmuştu. Bu sürenin Medine'de inen ayetleri de bunlardır.

 

Bu ayetlerin müşrikler hakkında olduğu da söylenmiştir. Savaş emredilmeden İslam'ın başlangıç dönemlerinde bu böyle idi. Daha sonra kital (savaşı emreden) ayeti bunları neshetti. Bu İbn Zeyd'in görüşü olup daha önceden de geçmişti.

 

"Kim de zulme uğradıktan sonra intikamını alırsa ... " buyruğunun tefsiri ile ilgili olarak İbn Abbas'tan nakledikliğine göre, bu buyrukla Hamza b. Abdi'l-Muttalib, Ubeyde, Ali ve bütün Muhacirler -Allah hepsinden razı olsun- kastedilmektedir.

 

"İşte onların aleyhine bir yol yoktur" buyruğunda da Hamza b. Abdi'l-Muttalib, Ubeyde ve Ali -Allah hepsinden razı olsun- kastedilmektedir.

 

"Ancak insanlara zulmedenler ... " buyruğunda Utbe b. Rabia, Şeybe b. Rabia, el-Velid b. Utbe, Ebu Cehil ve (yalancı peygamber) el-Esved ile Bedir günü müşriklerden savaşa katılanların tümü kastedilmektedir.

 

"Ve yeryüzünde" zulüm ve küfür ile "haksız yere taşkınlık gösterenler aleyhine yol vardır."

"İşte bunlar için çok acıklı" acıtıcı, can yakıcı "bir azab vardır." "Bununla beraber kim de sabreder ve bağışlarsa" buyruğu ile Ebu Bekir, ömer, Ebu Ubeyde b. el-Cerrah, Mus'ab b. Umeyr ve Bedir"e katılan bütün müminler -Allah hepsinden razı olsun- kastedilmektedir.

 

"Muhakkak bu üzerinde kararlılıkla durulmaya değer işlerdendir." Çünkü onlar (Bedir'de alınan esirler karşılığında) fidyeyi kabul etmişler ve eziyetlere sabretmişlerdi .

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Şura 44

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR