MU’MİN 82 / 85 |
أَفَلَمْ
يَسِيرُوا
فِي
الْأَرْضِ
فَيَنظُرُوا
كَيْفَ كَانَ
عَاقِبَةُ
الَّذِينَ
مِن قَبْلِهِمْ
كَانُوا
أَكْثَرَ
مِنْهُمْ
وَأَشَدَّ قُوَّةً
وَآثَاراً
فِي
الْأَرْضِ
فَمَا أَغْنَى
عَنْهُم
مَّا
كَانُوا
يَكْسِبُونَ {82}
فَلَمَّا
جَاءتْهُمْ
رُسُلُهُم
بِالْبَيِّنَاتِ
فَرِحُوا
بِمَا
عِندَهُم مِّنَ
الْعِلْمِ
وَحَاقَ
بِهِم مَّا
كَانُوا
بِهِ
يَسْتَهْزِئُون
{83} فَلَمَّا رَأَوْا
بَأْسَنَا
قَالُوا
آمَنَّا
بِاللَّهِ
وَحْدَهُ
وَكَفَرْنَا
بِمَا
كُنَّا بِهِ مُشْرِكِينَ
{84} فَلَمْ يَكُ
يَنفَعُهُمْ
إِيمَانُهُمْ
لَمَّا
رَأَوْا
بَأْسَنَا
سُنَّتَ اللَّهِ
الَّتِي
قَدْ خَلَتْ
فِي
عِبَادِهِ
وَخَسِرَ
هُنَالِكَ
الْكَافِرُونَ
{85} |
82.
Kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmaları için,
yeryüzünde gezip, dolaşmadılar mı? Onlar bunlardan daha çok, kuvvetçe de,
yerlerinde eserleri itibarı ile de daha güçlü ve daha çetin idiler. Ama
kazanageldikleri şeyler onlara fayda vermedi.
83.
Peygamberleri onlara apaçık deliller ile geldiğinde onlar yanlarındaki ilim
dolayısı ile şımardılar ve alay edegeldikleri şey onları kuşatıverdi.
84.
Onlar Bizim azabımızı gördüklerinde: "Bir olarak Allah'a inandık. O'na eş
tutmakta olduğumuz şeyleri de inkar ettik" dediler.
85. Ama
bizim azabımızı gördüklerinde imanları onlara fayda vermedi. Bu, Allah'ın
kulları hakkında geçerli olagelen sünnetidir ve kafirler işte burada hüsrana
uğradı.
"Kendilerinden
öncekilerin" geçmiş ümmetlerin geriye bıraktıkları izlerini görsünler diye
"akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmaları için yeryüzünde gezip,
dolaşmadılar mı? Onlar bunlardan" sayıca "daha çok kuvvetçe de
yerlerinde eserleri itibarı ile de daha güçlü ve daha çetin idiler; ama
kazanageldikleri şeyler" inşa ettikleri yapılar, mallar, sahib oldukları
çocuklar ve onlara tabi olan kimseler "onlara fayda vermedi."
Buna göre; '' ... me ...
" olumsuzluk edatı, red ve inkar içindir. Yani bunların onlara hiçbir
faydaları olmadı. Bu edatın istifham (soru edatı) olduğu da söylenmiştir. Yani
helak edildikleri vakit kazandıklarının kendilerine ne faydası oldu?
"Daha çok"
lafzı munsarıf değildir, çünkü: (...) veznindedir. Küfelilerin iddia
ettiklerine göre munsarıf olmayan herbir lafzın munsarıf olması mümkündür,
ancak bundan daha üstün anlamını ifade eden kipin vezni olan: (...) veznindeki
lafızlar eğer beraberinde; " ... den, dan" var ise şiirde olsun,
başka yerde olsun hiçbir şekilde munsarıf gelemez.
Ebu'l-Abbas dedi ki:
Eğer munsarıf gelmesinin engeli: " ... den, dan" edatı olsa idi, o
takdirde: "Senden daha iyisine ve senden ve Amr'dan daha kötüsüne yolum
düştü" denilememesi icab ederdi.
"Peygamberleri onlara
apaçık delillerle" açık seçik belgelerle "geldiğinde onlar
yanlarındaki ilim dolayısı ile şımardılar" buyruğunun anlamı hakkında üç
görüş vardır. Mücahid dedi ki: Yanlarındaki ilim ile sevinen, şımaran: Biz
onlardan daha iyi biliriz. Ne azab ediliriz, ne de öldükten sonra diriltiliriz,
diyen kafirlerdir.
Bir başka açıklamaya
göre kafirler, ellerinde bulunan dünya bilgisi dolayısı ile şımarıp sevindiler.
Yüce Allah'ın: "Dünya hayatından görünen kısmı bilirler." (Rum, 7)
buyruğunda dile getirilen bilgi gibi,
Bir diğer açıklamaya
göre; sevinenler peygamberlerdir. Kafirler onları yalanlayınca, Yüce Allah
onlara kafirleri helak edip kendilerini ve mü'minleri kurtaracağını haber
verdi. Buna göre "onlar" mü'minlerin kurtulacağına dair
"yanlarındaki ilim dolayısı ile sevindiler" demek olur.
"Ve
alayedegeldikleri şey" yani peygamberlerin kendilerine getirdikleri şeyler
ile alayetmelerinin cezası "onları" kafirleri
"kuşatıverdi."
"Onlar bizim
azabımızı" gözleriyle "gördüklerinde: Bir olarak Allah'a inandık.
O'na eş tutmakta olduğumuz şeyleri de" yani ibadette O'na ortak koştuğumuz
putları da "inkar ettik, dediler."
"Ama bizim
azabımızı gördüklerinde" azabın geldiğini ve azabın kendisini gözleriyle
gördükleri vakit Allah'a "imanları onlara fayda vermedi."
"Allah'ın
sünneti" buyruğu bir mastardır, çünkü Araplar: "Sünnet kıldı, sünnet
kılar, sünnet kılmak" derler. Yani Yüce Allah kafirler hakkında şu sünneti
(kanunu) tesbit etmiştir: Azabı gördükleri takdirde İman edecek olurlarsa,
imanlarının kendilerine bir faydası olmaz. Bu hususa dair yeterli açıklamalar
daha önceden en-Nisa Süresi (17-18, ayetler, 2. başlık ve devamında) ile Yunus
Süresi'nde (98. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Yine Yüce Allah'ın
sünnetinin bir gereği olarak, azabın görülmesinden ve geleceğinin kesin olarak
anlaşılıp bilinmesinden sonra tevbe kabul edilmez.
Şöyle de açıklanmıştır:
Ey Mekkeliler! Kafirlerin helak edilmesi hususunda Allah'ın sünnetinden
sakınınız. Buna göre "Allah'ın sünneti" anlamındaki buyruk
(sakındırmak) ve iğra (teşvik) olarak nasbedilmiştir.
"Ve kafirler işte
burada hüsrana uğradı" buyruğu hakkında ez-Zeccac şöyle demiştir: Onlar
önceden de hüsran içinde idiler. Şu kadar var ki, onların azabı görecekleri
vakit hüsranda oldukları bizim için de açıklık kazanmış olur.
ifadede takdim ve tehir
olduğu da söylenmiştir. Yani "ama bizim azabımizı gördüklerinde imanları
onlara fayda vermedi" ... "ve kafirler işte burada hüsrana
uğradı" bütün kafirler hakkındaki sünnetimiz böylece olduğu gibi.
Buna göre "sünnet"
lafzının nasb ile gelmesi, başındaki harfi cerrin (gibi anlamını veren kef
harfinin) kaldırılması dolayısıyladır. Allah'ın bütün ümmetler hakkındaki
sünnetleri gibi demek olur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
el-Ğafir (el-Mu'min)
Süresi'nin tefsiri burada sona ermektedir. Yüce Allah'a hamdolsun.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN