ZÜMER 32 / 35 |
فَمَنْ
أَظْلَمُ
مِمَّن كَذَبَ
عَلَى
اللَّهِ
وَكَذَّبَ
بِالصِّدْقِ إِذْ
جَاءهُ
أَلَيْسَ
فِي
جَهَنَّمَ
مَثْوًى
لِّلْكَافِرِينَ
{32} وَالَّذِي جَاء
بِالصِّدْقِ
وَصَدَّقَ
بِهِ
أُوْلَئِكَ
هُمُ
الْمُتَّقُونَ
{33} لَهُم
مَّا
يَشَاءُونَ
عِندَ
رَبِّهِمْ
ذَلِكَ
جَزَاء
الْمُحْسِنِينَ
{34} لِيُكَفِّرَ
اللَّهُ
عَنْهُمْ
أَسْوَأَ
الَّذِي
عَمِلُوا
وَيَجْزِيَهُمْ
أَجْرَهُم بِأَحْسَنِ
الَّذِي
كَانُوا
يَعْمَلُونَ
{35} |
32.
Allah'a karşı yalan söyleyenden ve hak kendisine geldiğinde yalanlayandan daha
zalim kimdir? Kafirler için cehennemde yer mi yok?
33.
Doğruyu getiren ve onu doğrulayan ise, onlar sakınanların ta kendileridir.
34. Onlar
için Rabblerinin yanında diledikleri herşey vardır. İşte bu ihsan edenlerin
mükafatıdır.
35. Ta
ki Allah yaptıklarının en kötü olanlarını örtsün ve yapageldiklerinin en güzeli
ile onlara mükafatlarını versin.
"Allah'a
karşı" ortağının bulunduğunu, çocuğunun olduğunu iddia ederek "yalan
söyleyenden ve hak" yani Kur'an-ı Kerim "kendisine geldiğinde
yalanlayandan daha zalim kimdir?" Daha zalim kimse yok demektir.
"Kafirler"
inkarcılar "için cehennemde" kalacak "yer mi yok?"
Buradaki: '(kalacak) yer" kelimesi: "O yerde ikamet. etti"
tabirinden türetilmiştir. Muzari fiili: (...) şeklinde, mastarı da: (...) diye
gelir. ''Devam etti, gitti, gitmek" gibidir. şayet burada (...)'den gelmiş
olsaydı, (...) diye olması gerekirdi. Bu ise fasih söyleyişin (...) şeklinin
olduğunu göstermektedir.
Ebu Ubeyd ise; (...)
diye kullanıldığını da nakletmekte ve el-A'şa'nın şu beyitini zikretmektedir:
"Kendisine azık verilsin diye, orada kaldı ve bir geceyi kısalttı
(tamamiyle geçirdi), Ve geçip gitti de Kuteyle'ye verdiği sözünde
durmadı."
el-Esmai; ancak (...)
şeklini bilmekle, beyiti soru olmak üzere: "Kaldı mı'" diye rivayet
etmektedir.
"Benden başkasını
bıraktım, barındırdım" fiili ise hem geçişli, hem geçişsiz kullanılır.
"Doğruyu
getiren" buyruğu mübteda olarak ref konumundadır, haberi ise: "Onlar
sakınanların ta kendileridir" buyruğudur. Doğruyu getirip onu tasdik
edenin kimliği hususunda farklı görüşler vardır. Ali (r.a) şöyle demiştir:
"Doğruyu getiren kişi" Peygamber (s.a.v.)'dır. "Onu
doğrulayan" ise Ebu Bekir (r.a)'dır.
Mücahid de şöyle
demiştir: Kasıt Peygamber (s.a.v.) ile Ali (r.a)'dır. es-Süddi der ki: Doğruyu
getiren kişi Cebrail (a.s.), onu tasdik eden kişi de Muhammed (s.a.v.)'dır.
İbn Zeyd, Mukatil ve
Katade şöyle demişlerdir: "Doğruyu getiren" Peygamber (s.a.v.),
"onu doğrulayan" ise mü'minlerdir. Buna da Yüce Allah'ın:
"Onlar sakınanların
ta kendileridir" buyruğunu delil göstermişlerdir. Nitekim Yüce Allah:
"Takva sahibleri için bir hidayettir" (el-Bakara, 2) diye
buyurmuştur.
en-Nehai ve Mücahid de
şöyle demişlerdir: "Doğruyu getiren ve onu doğrulayan" kıyamet
gününde Kur'an-ı Kerım ile gelerek: İşte sizin bize verdiğiniz budur, biz de
onun içindekilere tabi olduk, diyecek olan mü'minlerdir. Bu durumda: "...
an" bu açıklamaya göre; çoğul anlamında olur. Tıpkı:
"Kimse(ler)" lafzının çoğul anlamında olması gibi. Şöyle de
açıklanmıştır: Burada ism-i mevsulden ismin uzunluğu dolayısıyla
"nun" hazfedilmiştir.
eş-Şa'bi bunu tekil
olduğu şeklinde yorumlamış ve şöyle demiştir: "Doğruyu getiren" Muhammed
(s.a.v.)'dır. Bu durumda onun haberi de çoğul olur. Nitekim tazim edilen kimse
hakkında: "O yaptılar, Zeyd şunu şunu yaptılar" denilmesi gibi.
Bir başka açıklamaya
göre: Bu Yüce Allah'ı tevhide davet eden herkes hakkında umumidir. İbn Abbas ve
başkaları böyle açıklamışlardır, Taberi de bunu tercih etmiştir.
İbn Mesud'un kıraatinde:
"Doğruyu getirenler ve onu söyleyerek doğru Söyleyenler" şeklindedir.
Bu ise tefsirı bir kıraattir. Ebu Salih el-Kufi'nin kıraatinde ise
"Doğruyu getiren ve o doğruyu söyleyerek doğru söyleyen diye (dal harfini)
şeddesiz olarak, onu getirdiğini söylemekle doğru söyleyen, anlamında
okumuştur, Yüce Allah'a itaatte doğru söylemiş demek olur.
Bakara Süresi'nde (17,
ayetin tefsirinde): (...) mevsul ismi hakkında açıklamalar ve bunun hem tekil,
hem çoğul için kullanılabileceğine dair ifadeler geçmiş bulunmaktadır.
"Onlar için
Rabblerinin yanında diledikleri herşey vardır." Yani cennette diledikleri
bütün nimetler onlara verilecektir. Nitekim bir kimseye: Senin benim nezdimde
bir ikramın olacaktır, denilirken bu ikram benden sana ulaşacaktır, demek olur.
"İşte bu ihsan
edicilerin mükafatıdır." Dünya hayatında övgü, ahirette de mükafat vardır
onlar için,
"Ta ki Allah
yaptıklarının en kötü olanlarını örtsün." Yani onlar "Allah
yaptıklarının en kötüsünü örtsün diye" doğruyu tasdik etmişlerdir. Bu da
şu demektir: Yüce Allah onlara ikramda bulunacaktır. İslam'dan önce
yaptıklarından dolayı onları sorgulamayacaktır.
"Ve
yapageldiklerinin en güzeli ile" ki bu da cennettir "onlara
mükafatlarını versin." Dünya hayatında işledikleri itaatlerin, sevabını
versin,
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN