ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

SAD

84

/

88

 

قَالَ فَالْحَقُّ وَالْحَقَّ أَقُولُ {84} لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنكَ وَمِمَّن تَبِعَكَ

مِنْهُمْ أَجْمَعِينَ {85} قُلْ مَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ وَمَا أَنَا مِنَ الْمُتَكَلِّفِينَ

{86} إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِّلْعَالَمِينَ {87} وَلَتَعْلَمُنَّ نَبَأَهُ بَعْدَ حِينٍ {88}

 

84. Buyurdu ki: "Hak budur. Ben de şu hakkı söyleyeyim:

85. "Andolsun ki cehennemi senden ve onlar arasından sana uyanların hepsinden dolduracağım."

86. De ki: "Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum ve ben kendiliğimden bir şeyler uyduranlardan da değilim.

87. "O ancak alemlere bir öğüttür.

88. "Onun haberini bir süre sonra elbette bileceksinizdir."

 

"Buyurdu ki: Hak budur. Ben de şu hakkı söyleyeyim" buyruğu Haremeyn ehli, Basralılar ve el-Kisai'nin okuyuş şeklidir.

 

ibn Abbas, Mücahid, Asım, el-A'meş ve Hamza ise birincisini merfu okumuşlardır. el-Ferra bunun esreli okunmasını da caiz kabul etmektedir.

 

ikincisinin: "Söyleyeyim" ile nasbedildiğinde görüş ayrılığı yoktur.

 

Birincisinin nasb ile okımması ise iğra olmasındandır. Yani hakka tabi olun ve hakkı dinleyin. ikincisinin nasbı ise "söylemek" fiilinin üzerinde cereyan etmesi (mefulu) olması dolayısıyladır. Bunun (birincisinin) "ben hakkı hak ediyorum" yani hakkı yapıyorum anlamında olduğu da söylenmiştir.

 

Ebu Ali dedi ki: Birinci "hak" kelimesi hazfedilmiş bir fiille nasbedilmiştir. Yahut kasem ve cer harfinin hazfi dolayısıyla nasbedilmiştir. "Allah adına yemin ederim ki mutlaka yapacağım" demeye benzer. Bunun anlamı da şöyle olur: Yüce Allah hakka yemin ederim ki ... diye buyurdu. Bu da Yüce Allah'ın kendi zatına yemin etmesi demektir. "Ben de şu hakkı söyleyeyim" anlamındaki cümle de kasem ile hakkında kasem edilen (yemin edilen) şeyarasına ara cümlesi olarak gelmiştir. Bu da anlatılan şeyleri te'kid etmek demektir. Şayet "hak" hazfedilmiş bir fiil ile mansub kabul edilecek olursa, o takdirde "andolsun ki ... dolduracağım" kasem anlamı kastedilmiş bir ifade olur.

 

el-Ferra ve Ebu Ubeyd "hak" lafzının "Gerçekten ve andolsun ki cehennemi ... dolduracağım" anlamında mansub olabileceğini kabul etmişlerdir. Ancak bu bazı nahiv alimlerine göre bir yanlışlıktır. Çünkü: "Andolsun ki Zeyd'i döveceğim" anlamında kullanılması caiz değildir. Zira "Iam"dan sonra gelen ifadenin öncekiyle bir ilişkisi yoktur. O bakımdan onda ameli olmaz. el-Ferra ve Ebu Ubeyd'in görüşlerine göre ise ifade: "Andolsun ki cehennemi gerçekten dolduracağım" takdirindedir.

 

"Hak" lafzını merfu okuyanlar da mübteda olarak merfu okumuşlardır. Yani ben hakkım yahutta hak Bendendir. Bu iki açıklama da Mücahid'den rivayet edilmiştir. ifadenin, bu haktır takdirinde olması da mümkündür.

 

Sibeveyh ve el-Ferra'nın kanaatlerine göre üçüncü bir açıklama şekli de: "Gerçek şu ki, andolsun Ben cehennemi dolduracağım" şeklindeki ifade: "Gerçek şu ki, cehennemi dolduracağım" anlamında olur.

 

Esreli okunuşa gelince, bu da İbn es-Semeyka' ve Talha b. Musarrif'in kıraati olup açıklaması ile ilgili iki görüş vardır. Birincisine göre burada kasem harfi hazfedildiği için mecrur okunmuştur. Bu el-Ferra'nın görüşüdür. Bir kimsenin: "Aziz ve celil olan Allah hakkı için yemin ediyorum ki, mutlaka bunu yapacağım" demesine benzer. Bu türden bir ifadeyi Sibeveyh de uygun karşılamıştır. Ancak Ebu'l-Abbas bu konuda onun yanlış olduğunu söylemiş ve esreli okunuşu caiz kabul etmemiştir. Çünkü cer edatları (ki yemin harfleri de bunlardandır) hazfedilmezler. Diğer görüşe göre ise baştaki "fe" harfi kasem (yemin) "vav"ından bedel olarak gelmiştir. Nitekim şairin zikrettikleri şu mısraında da böyledir: "Senin gibi nice gebe ve süt emzikli kadına geceleyin gitmişimdir."

 

"Andolsun ki cehennemi senden" yani bizzat senden ve senin soyundan gelenlerden "ve onlar arasından" Ademoğullarından "sana uyanların hepsinden dolduracağım."

 

Yüce Allah buyuruyor ki: "De ki: Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum." Vahyi tebliğ etmem karşılığında bir mükafat istemiyorum. Peygamber (s.a.v.)'dan daha önceden sözedilmediği halde ondan zamir ile sözedilmiştir. Bunun Yüce Allah'ın: "Aramızdan bu zikir onun üzerine mi indirildi?" (Sad, 8) buyruğuna raci olduğu da söylenmiştir.

 

"Ve ben kendiliğinden bir şeyler uyduranlardan da değilim." Yani ben bir şeyler uydurmak için kendimi zorlamıyorum ve emrolunmadığım şeyleri uydurup söylemiyorum.

 

Mesruk, Abdullah b. Mesud'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bilmediği şey hakkında kendisine soru sorulan bir kimse bilmiyorum desin ve lekellüfe kaçmasın (bir şeyler uydurmaya kendisini zorlamasın). Çünkü onun:

 

Bilmiyorum demesi dahi bir ilimdir. Zaten Yüce Allah peygamberine: "De ki:

Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum ve ben kendiliğimden bir şeyler uyduranlardan da değilim" demesini emir buyurmuştur.

 

Resulullah (s.a.v.)'dan da şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Mütekellih (bilmediği şeyleri söylemek için kendisini zorlayan kimse)'in üç tane alameti vardır. Kendisinden yukarıda olanlarla tartışır, asla nail olamayacağı şeyleri elde etmeye kalkışır ve bilmediği şeyleri söyler. ''

 

Darakutni, Nafi'den, o İbn ömer'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.) seferlerinden birisinde bir gece yol aldı. Büyükçe bir havuzunun başında oturmakta olan bir adamın yanından yolları geçti. ömer ona: Ey bu havuzun sahibi, bu gece yırtıcı hayvanlar gelip senin bu havuzundan su içtiler mi diye sordu. Peygamber (s.a.v.) ona: "Ey havuzun sahibi, bu adama sorduğunun cevabını verme, Çünkü bu gereksiz yere kendisini zora koşan bir kimsedir. (Eğer içmişlerse) karınlarında taşıdıkları kendilerinindir, geriye kalan da bizim için hem bir içecektir, hem bir temizlenme suyu (abdest. suyu)dır."

 

Muvatta'da Yahya b. Abdurrahman b. Hatıb'dan rivayete göre ömer b. elHattab aralarında Amr b. el-As'ın da bulunduğu bir kafile ile birlikte yola çıkmıştı. Nihayet bir havuzun başına geldiler. Amr b. el-As: Ey havuzun sahibi, yırtıcı hayvanlar senin bu havuzuna geliyorlar mı? diye sordu. ömer: Ey havuzun sahibi, bize haber verme, çünkü biz yırtıcı hayvanların olduğu yere gittimiz gibi, onlar da bizim yanımıza gelirler, demiştir.

 

Sulara dair gerekli açıklamalar daha önce Furkan Süresi'nde (48. ayet, 1. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır.

 

"O" yani Kur'an-ı Kerim "ancak alemlere" cinlere ve insanlara "bir öğüttür. Onun haberini bir süre sonra elbette bileceksinizdir." Zikrin yani Kur'an'ın haberinin hak olduğunu mutlaka "bir süre sonra" bileceksinizdir.

 

Katade: ölümden sonra diye açıklamıştır. ez-Zeccac da böyle demiştir. İbn Abbas, İkrime ve İbn Zeyd de: Kıyamet günü diye açıklamışlardır. el-Ferra da: ölümden önce ve sonra diye açıklamıştır. Yani "bir süre sonra" söylediğimin hakikati sizin için açıklık kazanmış olacaktır. Bir süre sonra bu böyle olacaktır, bu da müslümanların kılıçları tepenize ineceği zaman açığa çıkacaktır, demektir. es-Süddı: Bu da Bedir günü olacaktır diye açıklamıştır.

el-Hasen şöyle derdi: Ey Ademoğlu, ölüm esnasında sana kesin haber gelecektir.

İkrime'ye: Bir süreye kadar (hın) mutlaka bu işi yapacağına dair yemin eden kimse hakkında soru sorulmuş o da şöyle demiştir: Bazı "bir süre (hın)" lafzının ne demek olduğu anlaşılamaz (veya onun gerçekleşeceği zamana yetişilemez). Yüce Allah'ın: "Onun haberini bir süre sonra elbette bileceksinizdir" buyruğu gibi. Kimisi de ne demek olduğu bilinebilir. Yüce Allah'ın:

 

"O ağaç Rabbinin izniyle ker zaman (kin) meyvelerini verir" (İbrahim, 25) buyruğunda olduğu gibi. Buradaki hın'den kasıt hurmaların toplanmasından tekrar tomurcuklanmasına kadar geçen altı aylık zamandır. Bu hususa dair açıklamalar daha önce el-Bakara Süresi'nde (36. ayet, 6. başlıkta ve İbrahim Süresi'nde 25. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

Yüce Allah'a hamdolsun,

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

39-ZÜMER سورة الزمر

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR