YASİN 20 / 29 |
وَجَاء مِنْ
أَقْصَى
الْمَدِينَةِ
رَجُلٌ يَسْعَى
قَالَ يَا
قَوْمِ
اتَّبِعُوا
الْمُرْسَلِينَ
{20} اتَّبِعُوا
مَن
لاَّ
يَسْأَلُكُمْ
أَجْراً
وَهُم
مُّهْتَدُونَ
{21} وَمَا لِي
لاَ
أَعْبُدُ
الَّذِي فَطَرَنِي
وَإِلَيْهِ
تُرْجَعُونَ
{22} أَأَتَّخِذُ
مِن دُونِهِ
آلِهَةً إِن يُرِدْنِ
الرَّحْمَن
بِضُرٍّ
لاَّ تُغْنِ عَنِّي
شَفَاعَتُهُمْ
شَيْئاً
وَلاَ يُنقِذُونِ
{23} إِنِّي
إِذاً لَّفِي
ضَلاَلٍ
مُّبِينٍ {24}
إِنِّي
آمَنتُ بِرَبِّكُمْ
فَاسْمَعُونِ
{25} قِيلَ
ادْخُلِ الْجَنَّةَ
قَالَ يَا
لَيْتَ
قَوْمِي يَعْلَمُونَ
{26} بِمَا
غَفَرَ لِي
رَبِّي وَجَعَلَنِي
مِنَ
الْمُكْرَمِينَ
{27} وَمَا
أَنزَلْنَا
عَلَى
قَوْمِهِ
مِن بَعْدِهِ
مِنْ جُندٍ مِّنَ
السَّمَاءِ
وَمَا كُنَّا
مُنزِلِينَ {28}
إِن كَانَتْ
إِلاَّ صَيْحَةً
وَاحِدَةً
فَإِذَا
هُمْ
خَامِدُونَ {29} |
20.
Derken şehrin uzak bir yerinden bir adam koşarak gelip: "Ey kavmim!
Elçilere tabi olun" dedi.
21.
"Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun. Hem onlar hidayet bulmuş
kimselerdir.
22.
"Ben, beni yaratana ne diye ibadet etmeyecek mişim? Üstelik siz yalnız
O'na döndürüleceksiniz.
23.
"Ben O'ndan başka bir takım ilahlar edinir miyim? Eğer Rahman bana bir zarar
vermek dilerse, onların şefaatinin bana hiçbir faydası olmaz ve onlar beni
kurtaramazlar.
24.
"Bu takdirde ben muhakkak apaçık bir sapıklık içinde olurum.
25.
"Şüphesiz ben Rabbinize iman ettim. Artık bana kulak verin."
26.
(Ona): "Cennete gir" denildi. Dedi ki: "Keşke kavmim bilse idi;
27.
"Rabbimin bana mağfiret ettiğini ve beni ikram olunanlardan kıldığını.
"
28.
Ondan sonra Biz, kavminin üzerine gökten hiçbir ordu indirmedik, indirecekler
de değildik.
29. O
ancak tek bir çığlıktan ibaretti. Hemen sönmüş (kor gibi) oldular.
"Derken şehrin uzak
bir yerinden bir adam koşarak gelip ... " Buradaki adam Habib b.
Murri'dir. Marangoz idi. Bunun dokumacı olduğu veya kassar (elbise ağartan)
olduğu da söylenmiştir.
İbn Abbas, Mücahid ve
Mukatil derler ki: Bu marangoz Habib b. İsrail idi.
Put yontardı. O
Peygamber (s.a.v.)'a altıyüz sene öncesinden iman edenlerdendir. Nitekim büyük
Tubba' ile Varaka b. Nevfel ve başkaları da böyle iman etmişlerdi. Halbuki
(bunlardan başka) hiçbir peygambere peygamber olarak ortaya çıkmadan önce kimse
iman etmiş değildir.
Vehb dedi ki: Habib
cüzzamlı idi, evi de şehrin en uzak kapılarından bir kapının yakınında idi.
Yetmiş yıldan beri putlara ibadet ediyor, onlara dua ediyordu. Belki bu putlar
ona acırlar ve bu hastalığım giderirlerdi, fakat onun bu duası kabul olunmadı.
Elçileri görünce, elçiler kendisini Allah'a ibadete çağırdılar. o: Peki bir
delil (mucize, belge)niz var mı? deyince, elçiler: Evet dediler. Biz gücü
herşeye yeten Rabbimize dua ederiz ve senin bu hastalığını iyileştirir. Adam:
Bu gerçekten hayret edilecek bir iştir, dedi. Ben bu putlara yetmiş yıldan beri
benim bu hastalığımı gidermeleri için dua edip duruyorum, onlar buna güç
yetiremediler. Sizin Rabbiniz bu işi bir sabah vaktinde nasıl giderebilecek?
Onlar: Evet, bizim Rabbimiz dilediği herşeye güç yetirendir. Bu putların ise
hiçbir fayda ve zararı yoktur, dediler. O da onlara iman etti, onlar da
Rabblerine dua ettiler. Allah da onun hastalığını iyileştirdi. Daha önce onda
sanki bu hastalık yokmuş gibi. İşte o vakit para kazanmaya koyuldu. Akşam
olunca, kazancını sadaka olarak dağıttı. Yarısını çoluk çocuğuna yedirdi, geri
kalan yarısını da tasadduk etti. Kavmi elçileri öldürmek isteyince, kavmine
varıp: "Ey kavmim! Elçilere tabi olun, dedi."
Katade dedi ki: O bir
mağarada -Allah'a ibadet ediyordu. Elçilerin geldiği haberini duyunca, koşarak
geldi ve elçilere: Siz bu getirdikleriniz karşılığında bir ücret istiyor
musunuz? diye sorunca, elçiler hayır bizim mükafatımızı ancak Allah verecektir
dediler.
Ebu'l-Aliye dedi ki:
Bunun üzerine Habib onların doğru söylediklerine inandı, onlara iman etti ve
kavmine yönelerek: "Ey kavmim! elçilere tabi olun dedi."
"Sizden hiçbir
ücret istemeyenlere uyun." Yani eğer onlar doğru söylemeyen kimseler
olsalardı, şüphesiz sizden mal isteyeceklerdi.
"Hem onlar hidayet
bulmuş kimselerdir." Siz de onlar sebebiyle hidayet bulunuz.
"Ben, beni yaratana
ne diye ibadet etmeyecek mişim?" Katade dedi ki: Kavmi ona: Sen de o
elçilerin dini üzere mı sin? diye sordu. O da kendilerine: "Ben, beni
yaratana ne diye ibadet etmeyecek mişim?" diye cevap verdi.
"üstelik siz yalnız
O'na döndüreleceksiniz." O, bu sözleriyle onlara karşı delil getirmiş
oluyordu. Yaratılmayı kendisine izafe etmesinin sebebi de bunun şükretmeyi
gerektiren bir nimet oluşundan dolayıdır. Öldükten sonra dirilişi onlara izafe
etmesi ise bunun tutumlarını değiştirmelerini gerektiren bir tehdit oluşundan
dolayıdır. Böylelikle nimeti kendisine izafe etmesi ile o şükrünü açığa vurmuş,
öldükten sonra dirilişi kafirlere izafe etmesi ise daha etkileyici bir ifade
olmuştur.
"Ben O'ndan başka
birtakım ilahlar" yani putlar edinir miyim? "Eğer Rahman bana bir
zarar vermek dilerse" bu sözleriyle daha önceki hastalık musibetini
kastetmektedir. "Onların şefaatinin bana hiçbir faydası olmaz ve onlar
beni" içine düştüğüm bela ve musibetlerden "kurtaramazlar."
"Bu takdirde"
yani böyle bir şeyi yapacak olursam "ben muhakkak apaçık bir
sapıklık" yani bir hüsran "içinde olurum."
"Şüphesiz ben
Rabbinize iman ettim. Artık bana kulak verin." İbn Mes'ud dedi ki: O
Rabbleri olan Allah'a iman ettiğini belirterek elçilere hitab etti. "Bana
kulak verin" buna şahid olun, demektir. Yani iman ettiğime dair benim
şahidlerim olunuz.
Ka'b ile Vehb derler ki:
O bu sözleri kavmine söylemişti: Sizin inkar ettiğiniz Rabbinize şüphesiz ben
iman ettim, demişti.
Denildiğine göre o
kavmine: "Ey kavmim! elçilere tabi olun. Sizden hiçbir ücret istemeyenlere
uyun" deyince, onu krallarının yanına götürdüler ve: Sen bize düşman
olanlara uydun, dediler. O da elçileri öldürmesinler diye onları uğraştırmak
maksadıyla onlarla uzun uzun konuştu ve nihayet: "Şüphesiz ben Rabbinize
iman ettim" deyince, üzerine atılıp onu öldürdüler.
İbn Mes'ud dedi ki:
Bağırsakları duburünden çıkıncaya kadar onu ayaklarıyla çiğnediler. Daha sonra
onu bir kuyuya attılar. İşte er-Ress diye bilinen kuyu budur, Ashab-ı Ress de
onlardır.
Bir rivayete göre de
onlar her üç elçiyi de öldürmüşlerdi.
es-Süddı dedi ki: Onu
taşa tuttular. O ise: Allah'ım, kavmimi hidayete ilet, diye dua ediyordu. Fakat
onu öldürünceye kadar taşlamaya devam ettiler.
el-Kelbı dedi ki: Bir
çukur kazdılar ve onu o çukura attılar. üzerine de toprak doldurdular ve bu
şekilde onu öldürdüler.
el-Hasen dedi ki: Onu
ateşte yaktılar ve şehrin suruna astılar. Kabri Antakya suru içindedir. Bunu da
es-Salebi nakletmiştir.
el-Kuşeyri de şöyle der:
el-Hasen dedi ki: Kavmi onu öldürmek isteyince, Yüce Allah onu semaya kaldırdı.
O cennettedir, ancak semanın yok oluşu ile cennetin de yok olması halinde
ölecektir. Yüce Allah, tekrar cenneti yaratacağında onu da cennete koyacaktır.
Bir başka açıklamaya
göre bacaklarından ikiye ayırıncaya kadar onu testere ile biçtiler. Allah'a
yemin olsun ki, ruhu çıkar çıkmaz cennete gitti ve cennete girdi. İşte Yüce
Allah'ın: "Cennete gir denildi" buyruğunda anlatılan budur. O cenneti
görünce: "Dedi ki: Keşke kavmim bilse idi; Rabbimin bana mağfiret
ettiğini..." Rabbimin günahlarını bağışladığını. ..
Burada; "Mağfiret
ettiğini" ifadesindeki; (...) fiil ile birlikte mastar konumundadır.
Bunun; (...); ism-i mevsulu anlamında olup sılanın aidinin hazfedilmiş olduğu
da söylenmiştir. Bununla birlikte teaccüb (hayret) anlamını ihtiva eden bir
soru olması da mümkündür. Sanki şöyle demiş gibidir: Keşke kavmim, Rabbimin
bana ne sebeble mağfiret ettiğini bilmiş olsalardı. Bu açıklamayı el-Ferra
yapmıştır.
el-Kisai ona itiraz
ederek şöyle demektedir: Eğer bu doğru olsaydı, bunun "elif"siz
olarak; (...) şeklinde gelmesi gerekirdi.
el-Ferra: Soru olmakla
birlikte bunun "elif"li kullanılması da caizdir deyip buna dair
birtakım beyitler dahi zikreder.
ez-Zemahşerı der ki:
"Ne diye bana mağfiret ettiğini.;." şeklinde "elif"siz daha
güzeldir. Bununla birlikte "elif"le gelmesi de caizdir. "Bunu ne
diye yaptın?" denilirken, (birincisi) "elif"li (ikincisi)
"elif"siz kullanılır.
el-Mehdevi der ki: Soru
halinde "elif"in tesbiti çok azdır, Buna göre "Bilselerdi"
buyruğu üzerinde vakıf yapılır. Bir kesim de şöyle de" miştir:
"Cennete gir, denildi"
buyruğu senin cennete girmen vacib oldu, demektir. Bu onun cennete girmeyi
hakettiğine dair bir haberdir. Çünkü cennete girme hakkı dirilişten sonra elde
edilir.
Derim ki: Ancak ayetin
zahirinden anlaşılan öldürüldüğü vakit ona; Cennnete gir, denildiğidir.
Katade dedi ki: Yüce
Allah, onu cennete koydu, o orada diridir ve rızıklanmaktadır. Bununla da Yüce
Allah'ın: "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar
Rabbleri katında diridirler, rızıklanırlar'' (Al-i İmran, 169) buyruğunu kastetmektedir.
-Al-i İmran Suresi'nde (belirtilen ayet-i kerimenin tefsirinde) açıklaması
geçtiği üzere- o Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
"Dedi ki: Keşke
kavmim bilse idi" ifadeleri, bir sonraki ayet-i kerimede sözü edilen o pek
büyük lutfa mazhar oluşunu ifade eden sözleri ona soru sorulmuş olması
takdirine binaen söylenmiş sözlerdir.
"Rabbimin bana
mağfiret ettiğini ve beni ikram olunanlardan kıldığını" buyruğundaki:
"İkram olunanlardan" lafzı (...) diye de okunmuştur.
Bu temennisinin anlamı ile
ilgili iki görüş vardır. Birincisine göre o, kavminin güzel sonuç ve övülmeye
değer akıbetini bilmeleri için durumunun ne olduğunu öğrenmelerini temenni
etmiştir. İkinci görüşe göre ise onlar da kendisi gibi iman edip sonunda kendi
durumuna erişsinler diye bu temennide bulunmuştur.
İbn Abbas der ki: O hem
hayatta iken, hem öldükten sonra kavmine samimiyetle öğüt vermiş bir kimsedir.
el-Kuşeyri bunu Peygamber (s.a.v.)'a merfu bir rivayet olarak kaydederek şöyle
der: Haberde belirtildiğine göre Peygamber (s.a.v.) bu ayet-i kerime hakkında:
"O hayatta iken de, ölümünden sonra da kavmine samimi olarak öğüt
vermiştir" diye buyurmuştur.
İbn Ebi Leyla der ki:
ümmetlerin ileri geçenleri üç kişidir. Bunlar göz açıp kırpacak kadarlık bir
süre dahi kafir olmamışlardır. Bunların en faziletlileri olan Ali b. Ebi Talib,
ondan sonra Firavun hanedanından iman eden şahıs ile Yasin Süresi'nde sözkonusu
edilen kişidir. İşte bunlar sıddik olan kimselerdir. ez-Zemahşeri ise bunu
Rasülullah (s.a.v.)'dan gelmiş merfu bir rivayet olarak zikretmektedir.
Bu ayet-i kerimede
öfkeyi yutup cahil kimselere karşı müsamahakar davranmanın kendisini kötü
kimselerle azgınların arasına katanlara merhamet ve şefkat beslemenin gerekli
olduğuna, ayrıca böylelerini kurtarmak için elden geleni yapıp onları kurtarmak
maksadı ile yumuşak davranarak bu hallerine sevinmek, ona beddua etmek yerine
kurtuluşları için çalışmanın gerekliliğine delalet vardır. Nitekim bu şahsın
kendisini öldüren ve puta tapıcı kafir oldukları halde kendisinin başına her
türlü sıkıntıyı getirmeye çalışan kimseler için nasıl hayrı temenni ettiğine
dikkat etmemiz gerekir.
Habib öldürülünce, Yüce
Allah, onun için gazaba geldi ve kavminden intikam almayı çabuklaştırdı.
Cibril'e verdiği emir üzerine o da bir çığlık kopardı ve onlardan tek bir kişi
kalmamak üzere hepsi öldüler. İşte Yüce Allah'ın şu buyruğu bunu dile
getirmektedir:
"Ondan sonra Biz,
kavminin üzerine gökten hiçbir ordu indirmedik.
İndirecekler de
değildik." Yani Biz Habib'in öldürülmesinden sonra onlara ne bir risalet,
ne de bir peygamber gönderdik. Bu açıklamayı Katade, Mücahid ve el-Hasen
yapmıştır.
el-Hasen der ki:
"Ordu"dan kasıt peygamberlere vahiy indiren meleklerdir. Ordunun
askerler olduğu da söylenmiştir. Yani Ben onları helak etmek için ne ordu, ne
de asker göndermeye ihtiyaç duydum. Aksine onları tek bir çığlık ile helak
ederim. Bu anlamdaki açıklamayı İbn Mes'ud ve başkaları yapmıştır.
Yüce Allah'ın:
"İndirecekler de değildik" buyruğu onların durumlarının pek önemli
olmadığına işarettir. Yani Biz, o şahıstan yahut onun semaya yükseltilmesinden
sonra onları sadece bir çığlıkla helak ettik. "İndirecekler de
değildik" buyruğunun onlardan öncekilere indirmedik, anlamında olduğu da
söylenmiştir.
ez-Zemahşeri der ki: O
halde Yüce Allah: "Biz de üzerlerine bir rüzgar ve görmediğiniz ordular
göndermiştik. "(el-Ahzab, 9) buyruğu ile; '7ndirilen üçbin melekle ...
işaretlenmiş beşbin melekle size yardım edecektir." (Al-i İmran, 124-125)
buyruklarında da belirtildiği gibi, Bedir ve Hendek günü gökten neden askerler
gönderdi diye soracak olursan, şöyle derim: Aslında tek bir melek dahi yeterdi.
Çünkü Lut kavminin şehirleri Cebrail'in kanatlarından sadece bir tüy ile helak
edildiği gibi Semud ülkesi ile Salih kavmi tek bir çığlık ile helak edilmiştir.
Fakat Yüce Allah Muhammed (s.a.v.)'ı -Habibu'n-Neccar şöyle dursun- bütün
peygamberler ve ulu'l-azm peygamberlerine her hususta üstün kılmış, hiç kimseye
vermediği şekilde şerif ve aziz kılmanın sebeblerini ona ihsan etmiştir. İşte
bunlardan birisi de onun için semadan ordular indirmiş olmasıdır. Sanki
"indirmedik, indirecekler de değildik" buyruğu ile Ordular indirmenin
ancak senin gibi kimselerin ehil kabul edildiği pek büyük işlerdendir ve Biz
böylesini senden başkası için yapmayız, demek istemiş gibidir.
"O ancak tek bir
çığlıktan ibarettir." Genel olarak; "Tek bir" lafzını;
"Onların cezalandırılması ancak tek bir çığlıktan ibaret oldu"
takdirine binaen nasb ile okumuşlardır.
Ebu Ca'fer b. el-Ka'kaa'
ile Şeybe ve el-A'rec ise; "Birçığlık" buyruğunu hem burada, hem de
Yüce Allah'ın: "O tek bir çığlıktan ibarettir. Artık hepsi ...''(Yasin,
53) buyruğunda ref' ile okumuşlar ve böylelikle "kevn" fiilini vaki
olmak, meydana gelmek anlamında kullanmışlardır. Sanki Yüce Allah: Onların
başına ancak bir tek çığlık geldi, diye buyurmuş gibidir.
Ancak Ebu Hatim ve bir
çok nahivci bu okuyuşu "sayha"nın müennes oluşu sebebiyle zayıf kabul
etmişlerdir. Nitekim: "Hind'den başkası kalkmadı" şeklinin zayıf
oluşu gibi. Çünkü anlamı; (...) şeklindedir. Ebu Hatim der ki: Şayet Ebu Ca'fer
(b. el-Ka'ka)'ın okuduğu gibi olsaydı, o takdirde; (...) diye buyurulması
gerekirdi.
en-Nehhas ise şöyle
demektedir: Burada olmaz denileh şeylerin hiçbirisi yerinde bir itiraz
değildir. Çünkü; "Senih cariyenden başkası bana gelmedi" tabiri:
"Senin cariyenden başka bir kadın ya da bir cariye bana gelmedi"
anlamındadır. Ref' ile okuyuşun takdiri, Ebu İshak'ın dediği şekildedir. O
şöyle demektedir: Bu kıraat: "Onların başına gelen sadece tek bir
çığlıktan ibaretti" demektir. Başkasının takdiri ise; "Onların başına
gelen sadece tek bir çğlık idi" şeklindedir. Arapçada: " 'nin
"Meydana geldi" anlamında kullanılması çokça görülen bir şeydir.
Abdurrahman b. el-Esved
ise -ki Abdullah b. Mes'ud'un kıraatinin de böyle olduğu söylenir-: " O
ancak tek bir çığlıktan ibaretti" diye okumuştur. Fakat bu şekildeki
okuyuş, mushafa uymamaktadır. Diğer taraftan bu kökten fiilin bilinen şekli
"Feryad etti, feryad eder, çığlık attı, atar" şeklindedir.
"Horozların ötüşünden daha ağır" deyimi de buradan gelmektedir. Bu
durumda burada bu kelimenin; (...) şeklinde gelmesi gerekirdi. Bu açıklamaları
en-Nehhas zikretmiştir.
Derim ki: el-Cevheri
şöyle demektedir: (...) ile (...) mastardır. "Peryad etti, eder"
demektir. Yüksek sesle bağıran herkes de; (...) de çığlık demektir.
Derim ki: Bu
açıklamalara göre bu; (...) ile (...) şekillerinde kullanılabilir ve bunlar iki
ayrı söyleyiştir. O halde böyle bir kıraat sahihtir, ona itiraz etmek söz
konusu olamaz. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
"Hemen sönmüş
oldular." Yani hareketsiz ölülere döndüler. Bu, alevi sönmüş, küle dönmüş
ateşe bir benzetmedir. Katade helak oldular, diye açıklamıştır ki, mana birdir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN