FATIR 41 |
إِنَّ
اللَّهَ
يُمْسِكُ
السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ
أَن
تَزُولَا
وَلَئِن
زَالَتَا
إِنْ
أَمْسَكَهُمَا
مِنْ أَحَدٍ
مِّن بَعْدِهِ إِنَّهُ
كَانَ
حَلِيماً
غَفُوراً |
41. Muhakkak ki Allah,
göklerle yeri zeval bulmasınlar diye tutar. Eğer zeval bulsalar, andolsun ki
O'ndan başka hiçbir kimse onları tutamaz. Muhakkak O, Halimdir, mağfiret
edicidir.
Yüce Allah, onların ilahlarının
göklerle yerden hiçbir şey yaratma gücüne sahip olmadıklarını açıkladıktan
sonra "muhakkak ki Allah, göklerle yeri zeval bulmasınlar diye tutar"
buyruğu ile her ikisinin yaratıcısının da, onları tutanın da Allah olduğunu ve
O var etmedikçe yaratılmış hiçbir varlığın var olmadığını, O'nun verdiği beka
olmadıkça kalıcılığını sürdüremeyeceğini açıklamaktadır.
"Diye" nasb
mahallinde ve zeval bulmaları istenmediğinden yahut ta zeval bulmamaları için,
anlamındadır yahut ta manaya hamledilir, çünkü anlam şudur: Yüce Allah,
göklerin ve yerin zeval bulmalarını engeller. O takdirde böyle bir hazfedilmiş
ifadenin varlığını kabul etmeye gerek kalmaz. ez-Zeccac'ın görüşü de budur.
"Eğer zeval
bulsalar, andolsun ki O'ndan başka hiçbir kimse onları tutamaz" buyruğu
hakkında el-Ferra şöyle demektedir: Yani eğer zeval bulsalar hiçbir kimse
onları tutamaz. Buradaki (...) buyruğu, (...) olumsuzluk edatı anlamındadır.
(el-Ferra devamla) dedi ki: Bu da Yüce Allah'ın: "Eğer Biz bir rüzgar
göndersek, onlar da ardından onu sararmış görürlerse, bundan sonra onlar
muhakkak inkara saparlar" (er-Rum, 51) buyruğuna benzemektedir.
Kıyamet gününde
sonlarının gelmesinin kastedildiği de söylenmiştir. İbrahim'den de şöyle dediği
rivayet edilmiştir: İbn Mes'ud'un arkadaşlarından bir adam Ka'b el-Ahbar'ın
yanına ilim öğrenmek üzere gitti. Geri döndüğünde İbn Mes'ud ona: Ka'b'dan
neler öğrendin? diye sordu. Ka'b'ı şöyle derken dinledim diye cevab verdi: Sema
bir meleğin omuzu üzerindeki bir sütunda değirmen taşının ekseni gibi bir eksen
üzerinde döner. Abdullah ona şöyle dedi: İsterdim ki, sen bineğinle ve
üzerindeki yüküyle yıkılmış olsaydın. Ka'b yalan söylüyor, o yahudiliğini
terketmemiştir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Muhakkak ki Allah,
göklerle yeri zeval bulmasınlar diye tutar." Şüphesiz ki semalar dönmez.
Eğer dönseydi zeval bulmuş olacaklardı.
İbn Abbas'tan da buna
benzer bir rivayet gelmiştir. O Şam'dan gelen bir adama: Orada kiminle
karşılaştın? diye sormuş. Adam, Ka'b ile karşılaştım demiş. Peki Ka'b'ın neler
söylediğini duydun? diye sorunca, şu cevabı vermiş:
Ben onu şu sözleri
söylerken dinledim: Gökler bir meleğin omuzu üzerindedir. İbn Abbas, Ka'b yalan
söyledi, o hala yahudiliğini terketmedi mi? Şüphesiz Yüce Allah: "Muhakkak
ki Allah, göklerle yeri zeval bulmasınlar diye tutar" diye buyurmaktadır
demiş.
Semavat yedi, yerler de
yedi tanedir. Ancak Yüce Allah, her ikisini de müzekker olarak zikredince,
onları iki şeymiş gibi zikretmiştir (bundan dolayı tesniye: ikil zamir
kullanmıştır.) O bakımdan zamir her ikisine ait olmuştur. Bu da Yüce Allah'ın
şu buyruğuna benzemektedir: ''....ki göklerle yer (ikisi) birleşik ve yapışık
idi. Biz onları (o ikisinı) ayırdık." (el-Enbiya, 30)
Daha sonra Yüce Allah
ayet-i kerımeyi "muhakkak O, Halimdir, mağfiret edicidir" buyruğu ile
bitirmektedir. Çünkü bazı te'vil bilginlerinin naklettiklerine göre anlam
şöyledir: Yüce Allah, göklerle yeri kafirlerin küfrü ve "Allah evlat
edindi" şeklindeki sözleri dolayısıyla zeval bulmasınlar diye tutar.
el-Kelbı şöyle
demektedir: Yahudiler: Uzeyr, Allah'ın oğludur. Hristiyanlar: Mesih, Allah'ın
oğludur demeye koyulunca, göklerle yer neredeyse yerlerinden zeval
bulacaklardı. Yüce Allah, onları tuttu ve bu hususta şu ayeti kerımeyi indirdi:
"Andolsun ki siz pek çirkin bir şey söylediniz. Bundan dolayı nerdeyse
gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar parçalanıp dağılarak yıkılacak.
Rahman'a evlat isnad ettiler diye. "(Meryem, 89-91)
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN