ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

FATIR

32

/

35

ثُمَّ أَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذِينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَا فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ وَمِنْهُم

مُّقْتَصِدٌ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِإِذْنِ اللَّهِ ذَلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَبِيرُ {32} جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِن ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤاً وَلِبَاسُهُمْ فِيهَا حَرِيرٌ {33} وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَذْهَبَ عَنَّا الْحَزَنَ إِنَّ رَبَّنَا لَغَفُورٌ

شَكُورٌ {34} الَّذِي أَحَلَّنَا دَارَ الْمُقَامَةِ مِن فَضْلِهِ لَا يَمَسُّنَا

فِيهَا نَصَبٌ وَلَا يَمَسُّنَا فِيهَا لُغُوبٌ {35}

 

32. Sonra Kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras verdik. Onlardan kimisi nefsine zulmedicidir, kimisi itidal üzeredir, kimisi de Allah'ın izni ile hayırlarda öne geçmiştir. İşte bu büyük lütfun ta kendisidir.

33. (Bu mükafat) Adn cennetleridir ki, oraya girerler. Orada altın bileziklerle ve incilerle süslenirler. Orada elbiseleri de ipektir.

34. Diyeceklerdir ki: "Bizden üzüntüyü gideren Allah'a hamdolsun. Muhakkak Rabbimiz mağfiret edicidir, Şekurdur.

35. "O ki lütfu ile bizleri ebedi kalıcılık yurduna yerleştirdi. Burada bize hiçbir yorgunluk değmeyecek, burada bize hiçbir usanç da dokunmayacak."

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:

 

1- Kitabı Miras Alan Seçkin Kullar ve Kısımları:

2- Kitabı Miras Almış Seçkin Kullar ve Kısımları:

3- Ayet-i Kerimede Öncelikle ("Nefsine Zulmeden" Kesimin Sözkonusu Edilmesinin Sebebi:

4- Mü'minlere Mükafat Olarak Verilecek Olan Cennet ile Cennetliklerin Allah'a Hamdetmeleri:

 

1- Kitabı Miras Alan Seçkin Kullar ve Kısımları:

 

Bu ayet-i kerime, müşkil (anlaşılması zor) bir ayettir. Çünkü Yüce Allah, önce "kullarımızdan seçtiklerimiz" diye buyurmakta, sonra da "onlardan kimisi nefsine zulmedici" diye buyurmaktadır.

 

Ashab, tabıin ve ondan sonra gelen alimler bu ayet-i kerıme hakkında çeşitli açıklamalarda bulunmuşlardır. en-Nehhas şöyle demektedir; Bu hususta gelmiş rivayetlerin en sahihlerinden birisi de İbn Abbas'tan gelen şu rivayettir: "Onlardan kimisi nefsine zulmedicidir" buyruğu ile kastedilen kafir kimsedir. Bunu İbn Uyeyne, Amr b. Dinar'dan, o Ata'dan, o da İbn Abbas'tan diye rivayet etmiştir.

 

Yine İbn Abbas'tan gelen rivayete göre "onlardan kimisi nefsine zulmedicidir, kimisi itidal üzeredir, kimisi de Allah'ın izni ile hayırlarda öne geçmiştir" buyruğu hakkında şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bunlardan iki kesim kurtuluşa erecektir. Buna göre Arapça'da ifadenin takdiri şöyle olur: O kullarımızın arasından kimileri kendi nefsine zulmedicidir, yani kafirdir. elHasen ise yani fasıktır, diye açıklamıştır. Bu durumda "oraya girerler" buyruğundaki zamir itidal üzere hareket eden, orta yollu kimse ile hayırlarda öne geçen kimseye ait olur, zalime ait olmaz.

 

İkrime, Katade, ed-Dahhak ve el-Ferra'dan nakledildiğine göre itidal üzere olan kimse isyankar mü'mindir. İleri giden kimse ise mutlak olarak takva sahibi olan kimsedir. Derler ki: Bu ayet-i kerıme Vakıa Suresi'nde yer alan Yüce Allah'ın şu; "Sizler de üç sınıf olduğunuzda ... "(el-Vakıa, 7) buyruğuna benzemektedir. Bunlar şöyle derler: Yüce Allah'ın seçtiği kimseler arasında zalimin bulunması uzak bir ihtimaldir. Bu açıklamayı ayrıca Mücahid, İbn Abbas'tan rivayet etmiştir. Mücahid şöyle demektedir: "Onlardan kimisi nefsine zulmedicidir" buyruğundan kasıt, Ashabu'l-Meş'eme (kitabIarı sol tarafından verilecek olanlar)dır. "Kimisi itidal üzeredir"den kasıt, Ashabu'l-Meymene (kitabIarı sağ taraflarından verilecek olanlar)dır. "Kimisi de Allah'ın izni ile hayırlarda öne geçmiştir" buyruğundan kasıt ise bütün insanlar arasından öne geçen kimselerdir.

 

Buradaki "oraya girerler" buyruğundaki zamirin üç kesime de ait olduğu söylenmiştir. Ancak burada zalimin kafir ve fasık olarak anlaşılmaması gerekir. Bu görüşte oldukları rivayet edilenler arasında Ömer, Osman, Ebu'd-Derda, İbn Mes'ud, Ukbe b. Amr ve Aişe (Allah hepsinden razı olsun) da vardır. Buna göre ifadenin takdiri şöyle olmalıdır: Nefsine zulmeden kişi küçük günah işleyen kimsedir. İtidal üzere olan kimse hakkında da Muhammed b. Yezid şöyle demiştir: Bu dünyaya da hakkını veren, ahirete de hakkını veren kimsedir. "Adn cennetleridir ki, oraya girerler" buyruğu bu açıklamaya göre hepsi hakkında sözkonusu olur. Bu görüş ayrıca Ebu Said el-Hudri'den de rivayet edilmiştir.

Ka'b el-Ahbar da şöyle demiştir: Ka'be'nin Rabbi hakkı için, onlar hep aynı boyda olacaklar, ancak amelleri ile biri diğerinden üstün gelecektir.

 

Ebu İshak es-Sebii şöyle demektedir: Benim altmış yıldan beri duyduğum şu ki bunların hepsi de cehennemden kurtulan kimselerdir.

 

Usame b. Zeyd'in rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) bu ayet-i kerımeyi okumuş ve: "Hepsi cennettedirler" diye buyurmuştur. 

 

Ömer b, el-Hattab da bu ayet-i kerımeyi okuduktan sonra şöyle demiştir:

Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Bizim ileri geçenimiz, zaten ileri geçmiş olacaktır. Bizim itidal üzere olanımız kurtulacaktır, zalimimize de günahları bağışlanmış olacaktır." 

 

Bu görüşe göre Yüce Allah'ın: "Kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras verdik" buyruğunda geçen "seçme"nin mef'ulü, hazfedilmiş bir muzaf olarak takdir edilir. Tıpkı: "Şehire sor" (Yusuf, 82) buyruğunda muzafın hazfedilmesi gibi. Yani Biz onların dinlerini seçtik, demek iken geriye sadece onları seçtik anlamı kalmış olmaktadır. Bu durumda mevsule ait olan zamir de hazfedilmiş olmaktadır.

 

Bu da Yüce Allah'ın: "Gözlerinizin hor gördüğü kimselere de ... demiyorum. "(Hud, 31) buyruğundan aidin hazfedildiği gibi. "Kendilerini hor gördüğü ... " takdirindedir. Buna göre burada seçilmişlik onların dinleri hakkındadır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah sizin için bu dini beğenip seçti. "(el-Bakara, 132)

 

en-Nehhas dedi ki: Burada üçüncü bir görüş daha vardır. Buna göre zalim büyük günah işleyen, itidal üzere olan orta halli ise, iyilikleri kötülüklerinden fazla gelmediği için cennete hak kazanmayan kimse demektir. Bu durumda "Adn cennetleridir ki oraya girerler" buyruğu sadece hayırlarla öne geçen kimseler hakkında sözkonusu olur, başkaları hakkında değiL. Ehlu'n-Nazar (kelam ve benzeri akli ilimlerle uğraşanlar)dan bir topluluğun görüşü budur. Çünkü zamirin aklen hemen kendisinden önce gelene ait olması daha uygundur.

 

Derim ki: Yüce Allah'ın izni ile ortadaki görüş en uygun olanlarıdır. Çünkü kafir ile münafık -yüce Allah'a hamdolsun ki- seçilmiş kimseler değildirler. Onların dinleri de seçilmiş olamaz. Bu, Ashab-ı Kiram'dan altı kişinin kabul ettiği bir görüştür ve bu da kabul edilmesi için yeterlidir. Ayet-i kerıme'nin geri kalan bölümleri açıklanırken daha geniş açıklamalarda bulunacağız.

 

2- Kitabı Miras Almış Seçkin Kullar ve Kısımları:

 

"Kitabı ... miras verdik." İhsan ettik, anlamındadır. Miras gerçek veya mecazi anlamıyla vermek demektir. Bir başkasının ölümünden sonra insanın eline geçen şey hakkında da kullanılır.

 

"Kitab" ile burada kitabın anlamları, ilmi, hükümleri ve inanç esasları kastedilmektedir. Sanki Yüce Allah, Muhammed (s.a.v.) ümmetine -aynı zamanda indirilmiş kitabIarın anlamlarını da ihtiva eder halde bulunan- Kur'an-ı Kerım'i vermekle, Muhammed (s.a.v.)'ın ümmetine bizden önceki ümmetlerde bulunan kitabı da vermiş gibidir.

 

"Seçtiklerimiz" buyruğundaki fiilin türediği kök: (...) olup bu da her türlü bulanıklık şaibesinden uzak ve arınmışlık demektir. Asıl şekli: (...) olup "te" "tı"ya, "vav" da "ya"ya ibdal edilmiştir.

 

"Kullarımızdan" buyruğu ile kastedilenlerin Muhammed (s.a.v.)'ın ümmeti olduğu söylenmiştir. Bu açıklamayı İbn Abbas ve başkaları yapmıştır. Aslında lafzın her ümmetin bütün mü'minlerini kapsama ihtimali bulunmaktadır. Şu kadar var ki; Kitabın miras verilmesi tabiri, ancak Muhammed (s.a.v.)'ın ümmeti hakkında söz konusu olmuştur. Önceki ümmetler ise Kitabı miras almış değillerdir.

 

Seçilenlerin peygamberler oldukları da söylenmiştir. Onların Kitabı miras almaları ise kitabın birinden diğerine geçmesi anlamındadır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Süleyman, Davud'a mirasçı oldu." (en-Neml, 16); "Bana da mirasçı olsun, Yakub oğullarına da mirasçı olsun. "(Meryem, 6) Peygamberliğin miras alınması caiz olduğuna göre; Kitabın miras verilmesi de aynı şekilde caizdir.

 

"Onlardan kimisi nefsine zulmedicidir." Küçük günah işleyen kimseler kastedilmiştir. İbn Atiyye dedi ki: Bu, birkaç sebebten ötürü reddedilmesi gereken bir görüştür.

 

ed-Dahhak dedi ki: Yüce Allah'ın: "Onlardan kimisi nefsine zulmedicidir" buyruğunun anlamı, onların soylarından gelenler arasında nefsine zulmeden kimse vardır demektir ki, bunlar da müşrik kimselerdir. el-Hasen ise -zalimin kimliği hususunda önceden sözü edilen görüş ayrılıkları ile birlikte- onların ümmetlerinden (nefsine zulmeden vardır) diye açıklamıştır. Ayeti kerime ise Muhammed (s.a.v.)'ın ümmeti hakkındadır.

 

Kalb ehli kimselerin zalim, itidal üzere olan orta yollu ile ileri geçen kimsenin kimliğine dair kullandıkları ifadeler de birbirinden farklı bulunmaktadır.

 

Sehl b. Abdullah şöyle demiştir: İleri giden alim, itidal üzere olan öğrenen, zalim ise cahil kimsedir.

 

Zünnun el-Mısr!: Zalim sadece diliyle Allah'ı zikreden, orta yollu itidal üzere olan, kalbiyle Allah'ı zikreden, ileri geçen ise Allah'ı asla unutmayan kimsedir.

 

el-Antaki der ki: Zalim sadece konuşan kimse, orta halli mu te dil davranış sahibi kimse, ileri geçen kişi ise hal sahibi kimsedir.

 

İbn Ata da şöyle demiştir: Zalim dünya dolayısıyla Allah'ı seven, orta halli mutedil ahiret dolayısıyla onu seven, ileri geçen kimse ise hakkın muradı dolayısıyla kendi muradını bir kenara iten kimsedir.

 

Zalim cehennem korkusuyla Allah'a ibadet eden, orta hallı ise cennet ümidiyle Allah'a ibadet eden, ileri geçen ise herhangi bir sebebe bağlı olmaksızın Allah için Allah'a ibadet eden kimsedir.

 

Bir başka açıklamaya göre, zalim dünyada zahid kimsedir, çünkü böyle bir kimse nefsine zulmederek dünyaya bir pay bırakmıştır ki, bu da marifet ve muhabbettir. İtidal üzere olan kişi arif, ileri geçen kişi ise muhib (seven kimse)dır.

 

Zalim belalar karşısında sabırsızlık gösteren, orta halli belalara karşı sabreden, ileri geçen ise belalardan lezzet alan kimsedir, diye de açıklanmıştır.

 

Zalim gafletle ve adet gereği Allah'a ibadet eden, orta halli umutla ve korku ile Allah'a ibadet eden, ileri geçen ise heybeti dolayısıyla Allah'a ibadet eden kimsedir, diye de açıklanmıştır.

 

Bir diğer açıklamaya göre; zalim kendisine verildiği halde başkasına vermeyen, orta halli kendisine verildiği için cömertçe dağıtan, ileri geçen ise kendisine bir şey verilmemiş olduğu halde şükreden ve başkasını kendisine tercih eden kimsedir.

 

Rivayet edildiğine göre; iki abid karşılaşmış. Biri diğerine: Basra'da kardeşleriniz nasıldır? diye sormuş, o: İyidirler, onlara bir şey verilirse şükrederler, bir şey bulmazlarsa sabrederler, demiş. Bunun üzerine diğeri: Bizim Belh'te de köpeklerin hali budur, diye cevab vermiş. Bizim abidlerimize bir şey verilmediği takdirde şükrederler, bir şey buldukları vakit de başkalarını tercih eder (dağıtırlar).

 

Zalim malı dolayısıyla kendisinin muhtaç olmadığını zanneden, orta halli ise dini dolayısıyla başkasına ihtiyaç duymayan, ileri geçen ise Rabbi dolayısıyla başkasına muhtaç olmayandır.

 

Bir başka açıklama da şöyle yapılmıştır: Zalim Kur'an'ı okumakla birlikte onunla amel etmeyen, itidal üzere olan kişi Kur'an'ı okuyup onunla amel eden, ileri giden kimse ise Kur'an'ı okuyan onunla amel eden ve onu bilen kimsedir.

 

Bir diğer açıklama: İleri geçen kişi müezzinin ezan okumasından sonra mescide girendir, orta halli ezandan sonra mescide giren, zalim ise namaza ikamet getirildikten sonra mescide giren kimsedir. Çünkü böyle bir kimse ecirden mahrum kalarak nefsine zulmetmiş ve başkasının kazandığı ecri kazanamamış olur.

 

Bazı ilim ehli de bu hususta şöyle demişlerdir: İleri geçen hem vakte, hem de cemaate yetişerek her iki fazileti elde eden, orta halli vakit hususunda kusuru bulunmamakla birlikte cemaati kaçıran, zalim ise vakti de cemaati de kaçırıncaya kadar namazdan gaflete düşen kimsedir. Böyle bir kimsenin zalim olması en uygundur.

 

Zalimin kendi nefsini seven, itidal üzere olan orta hallinin dinini seven, ileri gideninse Rabbini seven kimse olduğu da söylenmiştir.

 

Bir başka açıklamaya göre zalim, adalete talib olmakla birlikte kendisi adil olmayan, orta halli mutedil, hem adalet yapılmasını isteyen hem de adalet yapan, ileri geçen ise adalet yapmakla birlikte (kendisine) adalet yapılmasını istemeyen kimsedir.

 

Aişe (r.anha) da şöyle demiştir: İleri geçen hicretten önce İslam'a giren, orta yollu hicretten sonra müslüman olan, zalim kimse ise ancak kılıç zoruyla müslüman olan kimsedir. Bunların hepsine de mağfiret olunmuştur.

 

Derim ki: es-Sa'lebi tefsirinde bu görüşleri ve hatta daha fazlasını zikretmiş bulunmaktadır. Özetle burada iki uç ve ortadakilerden sözedilmektedir.

 

Ortadaki itidal üzere olan, orta yolu devam ettiren kimse demektir. (Muktasıd'ın türediği kök olan "el-kasd") başka tarafa meyletmeyi terketmek demektir. Cabir b. Huneyy et-Tağlibi'nin şu beyitinde de bu anlamda kullanılmıştır: "Krallara biz barışı teslim ederiz, onlar bize karşı itidalli (adaletli) davrandıkları sürece, Bununla birlikte onlarla savaşıp onları öldürmek de bize haram değildir."

 

Yani onlar bize karşı orta yollu hareket ettikleri yani zulmetmedikleri sürece biz de onlarla barış içinde yaşarız. Bununla birlikte adaletsizlik ve zalimlik yapacak olurlarsa, onları öldürmek de bize haram kılınmış değildir. işte bundan dolayı itidaHi kimse (muktesid), iki uç nokta arasındaki bir yerdedir. Böyle bir kimse kendisine zulmedenin yukarısında, hayırlarda ileriye geçmiş olanın da altındadır.

 

"İşte bu" yani bizim onlara kitabı verişimiz "büyük lütfun ta kendisidir."

Kusurlarını bilmekle birlikte onları bu şekilde seçişimiz, büyük lutfun kendisidir, diye açıklandığı gibi, bu üç gruba da cenneti vaadetmek büyük lütfun kendisidir, diye de açıklanmıştır.

 

3- Ayet-i Kerimede Öncelikle ("Nefsine Zulmeden" Kesimin Sözkonusu Edilmesinin Sebebi:

 

ilim adamları zalimin, itidal üzere hareket eden ile ileri geçenden önce sözkonusu edilmesini ele alıp açıklamalarda bulunmuşlardır. Onlardan öncelikle sözedilmiş olması daha şerefli olmalarını gerektirmez, denilmiştir. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: ''Cehennemlikler ıle cennetlikler bir olmaz. " (el-Haşr, 20)

 

Zalimin öncelikle sözkonusu edilmesi, fasıkların çokluğu ve daha fazla oluşundan dolayıdır. Orta halli olanlar ise onlara nisbeten azdır, ileri geçenler ise azdan da daha azdır, diye açıklanmıştır. ez-Zemahşeri sadece bu açıklamayı zikretmiş ve başka açıklamadan sözetmemiştir. 

 

Bir açıklama da şöyledir: Zalimi öncelikle sözkonusu etmesi, Allah'ın rahmetini ummasının pekiştirilen bir husus olması gerektiğinden dolayıdır. Zira böyle bir kimsenin Rabbinin rahmetinden başka güvenecek hiçbir şeyi yoktur. Orta halli kimse ise hüsnü zannına binaen Allah'a güvenir, ileri geçen ise itaati dolayısıyla ümit sahibidir.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Zalimin öncelikle sözkonusu edilmesi, Allah'ın rahmetinden ümit kesmemesi, ileri geçenin sonradan sözkonusu edilmesi ise ameline kanarak kendisini beğenmemesi içindir.

 

Cafer b. Muhammed b. Ali es-Sadık (r.a) da şöyle demiştir: Yüce Allah'ın zalimi önce zikretmiş olması, ilahi rahmet ve keremi dışında hiçbir şeyde ona yakınlaşamayacağından, zulmün ise, eğer ilahi bir inayet sözkonusu ise, seçilmiş olmayı etkilemeyeceğinden dolayıdır. Daha sonra Yüce Allah orta hallileri sözkonusu etmiştir, çünkü bunlar korku ile ümit arasında bir yerdedirler. Son olarak da ileri geçenleri zikretmiştir. Kimse Allah'ın mekrinden kendisini emniyette hissetmesin diye. Bununla birlikte hepsi de ihlas kelimesi olan "la ilahe illallah Muhammedu'r-Rasülullah" kelimesi hürmetine cennette olacaklardır.

 

Muhammed b. Ali et-Tirmizi şöyle demiştir: Yüce Allah hepsini seçilmişlik noktasında ilahi bağışlara dair ileri sürülecek gerekçeleri ortadan kaldırmak için toplamıştır. Çünkü seçilmek mirasçı olmayı gerektirir, yoksa mirasçı olmak seçilmeyi değiL. Bundan dolayı hikmetli sözler arasında şöyle denilmiştir: Önce nesebin sahih olduğunu ortaya koy, sonra miras sahibi olduğunu iddia et.

 

Bir açıklama da şöyledir: Yüce Allah'ın ileri geçeni sonradan sözkonusu etmesi (anılışı itibariyle), cennet ve mükafatlara daha yakın olması içindir. Nitekim el-Hac Süresi'nde (40. ayet-i kerimede) manastırlar ile kilise ve havraları mescidlerden önce sözkonusu etmiştir. Böylelikle manastırlar yıkılmaya ve harab olmaya (anılış itibariyle) daha yakın olsun, mescidler de Yüce Allah'ın adının anılmasına daha yakın olsun diye.

 

Bir diğer açıklamaya göre hükümdarlar bir kaç şeyi bir arada anmak istedikleri takdirde daha alt mertebede olanı öncelikle zikrederler. Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi: "Şüphe yok ki Rabbin cezayı çabucak verendir ve muhakkak ki O, mağfiret ve rahmet edendir. "(el-Araf, 167); "Dilediğine kızlar ihsan eder, dilediğine de erkek evlat bağışlar." (eş-Şura, 49); "Cehennemlikler ile cennetlikler bir olmaz." (el-Haşr, 20)

 

Derim ki: Şu beyiti söyleyen ne güzel söylemiş: "Bu cömertliğin gayesi sensin ve ancak, Gayelere işin sonunda ulaşılır."

 

4- Mü'minlere Mükafat Olarak Verilecek Olan Cennet ile Cennetliklerin Allah'a Hamdetmeleri:

 

"Adn cennetleridir ki oraya girerler" buyruğu ile Yüce Allah, hepsinin cennete gireceklerinden sözetmektedir. Çünkü o bir mirastır. (Anne-babasına) kötü davranan ile iyi davranan kimse eğer nesebleri kabul edilen kimseler iseler mirasta aynı durumdadırlar. O halde isyankar da, itaatkar da Rabbin varlığını kabul etmektedir.

 

"Adn cennetleri" buyruğu tekil olarak; (...) diye de okunmuştur. Bu önceden de geçtiği gibi sanki azlıkları dolayısıyla ileri geçen kimselere has olan bir cennet gibi bir izlenim vermektedir.

 

"Adn cennetlerine" diye zahir olan fiilin açıkladığı bir fiil takdiri ile nasb ile de okunmuştur. Yani onların girecekleri yer Adn cennetleridir. Bu da hepsi için sözkonusu olacaktır. Yüce Allah'ın izniyle sahih olan görüş de budur.

 

Ebu Amr, "oraya girerler" anlamındaki buyruğu: "Oraya girdirilirler" diye "ye" harfini ötreli, "hı" harfini de üstün olarak okumuş ve şöyle demiştir: Çünkü "süslenirler" diye buyurulmuştur.

 

"Orada altın bileziklerle ve incilerle süslenirler. Orada elbiseleri de ipektir" buyruğuna dair açıklamalar daha önceden el-Hac Süresi'nde (23. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

"Diyeceklerdir ki: Bizden üzüntüyü gideren Allah'a hamdolsun" buyruğu hakkında Ebu Sabit şöyle demiştir: Bir adam mescide girip şöyle demiş:

 

Allah'ım garipliğime merhamet buyur, yalnızlığımı tesellilendir ve bana salih bir kimseyi meclis arkadaşı kıL. Bunun üzerine Ebu'd-Derda şöyle demiş:

 

Eğer bu söylediklerinde samimi ise şüphesiz bundan dolayı ben senden daha mutluyum. Çünkü Peygamber (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Sonra Kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras verdik. Onlardan kimisi nefsine zulmedicidir, kimisi itidal üzeredir, kimisi de Allah'ın izni ile hayırlarda öne geçmiştir." İşte şu ileri geçen kişi gelir ve hesabsız olarak cennete girer. Orta halli kimse ise kolay bir şekilde hesaba çekilir. Nefsine zulmeden kişi ise, makamda hapsedilir, azarlanır, ona sitemler edilir. Sonra da cennete girer.

 

İşte; "bizden üzüntüyü gideren Allah'a hamdolsun. Muhakkak Rabbimiz merhamet edicidir, Şekurdur" diyecekler bunlardır. Bir başka lafızda da şöyle denilmektedir: Nefislerine zulmedenlere gelince, işte mahşer boyunca alıkonulacaklar bunlardır. Sonra bunları Yüce Allah rahmeti ile karşılar. İşte bundan dolayı: "Bizden üzüntüyü gideren Allah'a homdolsun. Muhakkak Rabbimiz mağfiret edicidir, Şekurdur ... Burada bize hiçbir usanç da dokunmayacak diyecekler bunlardır. " 

 

Şöyle de denilmiştir: Bu bulunduğu yerde yaptıklarının cezası kendisine verilen kimsedir. Yani karşı karşıya kalacağı keder ve üzüntü dolayısıyla günahları keffaret edilecektir. İşte Yüce Allah'ın: "Kim bir kötülük yaparsa, onun cezasını görür" (Nisa, 123) buyruğu da bu kabildendir ki, dünyada cezasını çeker, demektir.

 

es-Sa'lebi de şöyle demektedir: Bu açıklama buyrukların zahirine daha uygun görülmektedir. Çünkü Yüce Allah: "Adn cennetleridir ki oraya girerler." diye buyurmaktadır. Ayrıca "kullarımızdan seçtiklerimize" diye buyurmuştur. Kafir ve münafık ise seçilmiş kimseler değildirler.

 

Derim ki: İşte sahih olan budur. Nitekim Peygamber (s.a.v.) da şöyle buyurmuştur: "Kur'an'ı okuyan münafıkın misali reyhan (fesleğen)e benzer. Kokusu hoş fakat tadı acıdır." Böylelikle Peygamber münafıkın da Kur'an okuduğunu haber vermektedir. Şanı Yüce Allah da münafıkın cehennemin en aşağısında olacağını bildirmiştir. Günümüzde de birçok kafir, yahudi ve hristiyan bunu okumaktadırlar. Malik dedi ki: Kendisinde hiçbir hayır bulunmayan kişi de Kur'an okuyabilir.

 

(...): Yorgunluk; (...) da "usanç ve bitkinlik" demektir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Fatır 36-37

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR