SEBE 31 / 33 |
وَقَالَ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
لَن
نُّؤْمِنَ
بِهَذَا
الْقُرْآنِ
وَلَا بِالَّذِي
بَيْنَ
يَدَيْهِ
وَلَوْ
تَرَى إِذِ
الظَّالِمُونَ
مَوْقُوفُونَ
عِندَ رَبِّهِمْ
يَرْجِعُ
بَعْضُهُمْ
إِلَى بَعْضٍ
الْقَوْلَ
يَقُولُ
الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا
لِلَّذِينَ
اسْتَكْبَرُوا
لَوْلَا
أَنتُمْ
لَكُنَّا
مُؤْمِنِينَ
{31} قَالَ
الَّذِينَ
اسْتَكْبَرُوا
لِلَّذِينَ
اسْتُضْعِفُوا
أَنَحْنُ
صَدَدْنَاكُمْ عَنِ
الْهُدَى
بَعْدَ إِذْ
جَاءكُم
بَلْ كُنتُم
مُّجْرِمِينَ
{32} وَقَالَ
الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا
لِلَّذِينَ
اسْتَكْبَرُوا
بَلْ مَكْرُ
اللَّيْلِ
وَالنَّهَارِ
إِذْ
تَأْمُرُونَنَا
أَن
نَّكْفُرَ
بِاللَّهِ وَنَجْعَلَ
لَهُ
أَندَاداً
وَأَسَرُّوا
النَّدَامَةَ لَمَّا
رَأَوُا
الْعَذَابَ
وَجَعَلْنَا
الْأَغْلَالَ
فِي
أَعْنَاقِ
الَّذِينَ
كَفَرُوا هَلْ
يُجْزَوْنَ
إِلَّا مَا
كَانُوا
يَعْمَلُونَ
{33} |
31.
Kafir olanlar dediler ki: "Biz bu Kur'an'a da, bundan önce gelen kitaplara
da inanmayız." Sen o zalimleri Rabbleri huzurunda durdurulmuş sözü
birbirlerine döndürürlerken bir görsen! Güçsüz bırakılan (mustazaf) tabiler
büyüklük taslayan (müstekbir)lere: "Siz olmasaydınız, biz elbette iman
edenler olurduk" derler.
32.
Büyüklük taslayan önderler, güçsüz bırakılanlara derler ki: "Size
geldikten sonra sizleri hidayetten biz mi alıkoyduk? Hayır, siz zaten günahkar
kimseler idiniz. "
33.
Güçsüz bırakılanlar, büyüklük taslayanlara derler ki: "Hayır, gece gündüz
hilekarlıklar(ınız bizi bu hale koydu.) Çünkü siz bize Allah'ı inkar etmemizi,
O'na ortaklar koşmamızı emrederdiniz." Azabı göreceklerinde ise
pişmanlıklarını gizleyeceklerdir. Biz de kafirlerin boyunlarına tasmalar
koyarız. Ya onlar işleyegeldiklerinden başkası ile mi cezalandırılacaklar?
"Kafir
olanlar" buyruğu ile Kureyş kafirlerini kastetmektedir. "Dediler ki:
Biz bu Kur'an'a da, bundan önce gelen kitaba da inanmayız" buyruğu ile
ilgili olarak Said b. Cübeyr, Katade'den naklen: "Bundan önce gelen
kitablara da" yani daha önceki kitabIara ve peygamberlere de
"inaanmayız" demek istemişlerdir, dediğini nakletmektedir. Ahirete de
inanmayız, anlamında olduğu da söylenmiştir.
İbn Cüreyc dedi ki: Bu
sözleri söyleyen Ebu Cehil b. Hişam'dır.
Şöyle de açıklanmıştır:
Kitab ehli müşriklere Muhammed (s.a.v.)'ın vasıfları bizim kitabımızda şu
şekildedir. Ona sorular sorunuz, dediler. Müşrikler, ona soru sorunca, kitab
ehlinin söylediklerine uygun düştü. Bu sefer müşrikler: Biz asla bu Kur'an'a
da, bundan önce indirilmiş olan Tevrat ve İncil'e de inanmayız. Hepsini inkar
ediyoruz, dediler. Halbuki daha önceden kitab ehline başvuruyorlar, onların
sözlerini delil gösteriyorlardı. Böylelikle onların çelişki içerisinde
oldukları ve az bir bilgiye sahip oldukları ortaya çıkmış oldu.
Daha sonra Yüce Allah,
onların sözkonusu olacak olan hallerini haber vererek şöyle buyurmaktadır:
"Sen" ey Muhammed "o zalimleri Rabbleri huzurunda ... bir
görsen." Yani hesab için durdurulacakları yerde alıkonularak, birbirlerini
kınayarak ve sitemli bir şekilde kendi aralarında karşılıklı konuşmalarını bir
görsen! Oysa bunlar dünya hayatında iken dost ve dayanışma içerisinde idiler.
"Bir. ..
sen"in cevabı hazfedilmiştir. Bunu görecek olsan, çok dehşetli ve korkunç
bir hal görürsün, demektir.
Daha sonra Yüce Allah,
birbirlerine neler söyleyeceklerini sözkonusu ederek şöyle buyurmaktadır:
Dünyada kafirler arasından "güçsüz bırakılan (mustazaf) tabiler büyüklük
taslayan (müstekbir)lere" -ki bunlar önderleri ve başkanlarıdır-:
"Siz olmasaydınız biz elbette iman edenler olurduk, derler." Yani siz
bizleri azdırdınız, bizleri saptırdınız.
"Siz
olmasaydınız" anlamında kullanılan fasih söyleyiş şekli -ayet-i kerimede
olduğu şekilde-: (...) şeklindedir. Bununla birlikte Araplardan -aynı anlamda-:
(...) diyenler de vardır. Bunu da Sibeveyh nakletmiştir. Bu durumda
"Olmasaydı" edatı, zamiri mecrur kılarken, bundan sonra ortaya çıkan
zahir ismi mübteda olarak ref' eder, haberi ise hazfedilir. Muhammed b. Yezid
de (siz olmasaydınız, anlamında): (...) kullanımı mümkün değildir, der; çünkü
zamir zahir (açıkça kullanılan) lafızdan sonra gelir. Zahir (isim) icma ile
merfu olduğuna göre, zamirin de aynı şekilde merfu olması gerekmektedir. (Yani
ayetteki sekilden başkası doğru değildir.)
"Büyüklük taslayan
önderler, güçsüz bırakılanlara derler ki: Size geldikten sonra, sizleri
hidayetten biz mi alıkoyduk" buyruğu inkar anlamında istifham (soru)dır.
Yani biz sizleri hidayetten geri çevirmediğimiz gibi, sizi (bu yolda gitmeye)
zorlamadık da.
"Hayır, siz zaten
günahkar kimseler idiniz." Müşrik ve küfür üzere ısrar edenlerdiniz.
"Güçsüz
bırakılanlar, büyüklük taslayanlara derler ki: Hayır, gece gündüz hilekarlıklar
... " buyruğunda geçen: "hilekarlık"ın Arap dilindeki asıl
anlamı "hile yapmak ve aldatmak"tır. "Ona hilekarlık yaptı,
aldattı, yapar, aldatır" denilir. Bu işi yapan kimseye de: "hilekar,
hile yapan" denilir.
el-Ahfeş dedi ki: Bu
ifade: İşte bu gece ve gündüzün hilekarlığıdır takdirindedir.
en-Nehhas da şöyle
demektedir: Anlamı -doğruyu en iyi bilen Allah'tırşu şekildedir: Hayır, sizin
gece ve gündüz yaptığınız hilekarlıklar yani bize gizlice söyledikleriniz ve
bizi küfre davet edişiniz, bizi bu küfre itmiş oldu.
Süfyan es-Sevri de:
Hayır, gece ve gündüz yaptıklarınız ... demektir. Katade de: Hayır, sizin gece
ve gündüz yaptığınız hilekarlıklar bizi alıkoydu, anlamındadır. hilekarlığın
gece ve gündüze izafe edilmesi, zaman olarak onların içinde gerçekleşmiş
oluşundan dolayıdır ve bu, Yüce Allah'ın: ''Şüphesiz ki Allah'ın takdir ettiği
vakit geldi migeri bırakılmaz" (Nuh, 4) buyruğunda olduğu gibi, Yüce
Allah'ın vakti kendisine izafe etmiş olmasına benzemektedir. Yine Yüce Allah
bir başka yerde: ''Ecellerigelince, ne bir an geri bırakabilirler ...
"(el-A'raf, 34) diye buyurmaktadır. Burada da ecel onlar için sözkonusu
olduğundan onlara izafe edilmiştir. Bu bir kimsenin: O, gecesini namaz ile
gündüzünü oruç ile geçirendir, demesine benzer.
el-Müberred de şöyle
demektedir: Hayır, sizin gece ve gündüz yaptığınız hilekarlıklar. .. Bu da
Arapların: O gündüzünü oruç tutan, gecesini namaz kılan kimsedir, demelerine
benzer. Cerir'in de şu beyitini zikreder: "Ey Um Gaylan! Gece yürüdük diye
kınadın bizi, Ve sen uyudun, halbuki binek sırtında olanın gecesi
uyumaz.'"
Sibeveyh de şu mısrayı
nakletmektedir: "Gecem uyudu, kederim de ortaya çıktı." Ben o gecede uyudum demektir. Bunun bir
benzeri de Yüce Allah'ın: ''Gündüzü ise gören olarak (aydınlık olarak)"
(Yunus, 67) buyruğudur.
Katade: "Hayır,
gece gündüz hilekarlıklar" anlamındaki buyruğu: (...) diye;
"Hilekarlıklar" kelimesini tenvin ile, buna karşılık; "Gece ve
gündüz" kelimelerini de nasb ile okumuştur. İfade de: "Hayır, gece ve
gündüz meydana gelen hilekarlıklar" takdirinde olup takdirde görülen
ifadeler hazfedilmiştir.
Said b. Cübeyr ise
"kef" harfini üstün ve "ra" harfini de şeddeli olarak:
"Hayır, gece ile gündüzün tekrarlanıp durması" anlamında okumuştur ki
merfu olması, mübteda oluşundan dolayıdır, haberi ise hazfedilmiştir. Bununla
birlikte "sizleri... biz mi alıkoyduk" buyruğunun delalet ettiği
hazfedilmiş bir fiil ile merfu olması da mümkündür. Sanki onlara: Sizi
hidayetten biz mi alıkoyduk, dediklerinde, onlara: Hayır, gece ile gündüzün
ardı arkasına gelmesi bizi alıkoydu, diye cevap vermiş gibidirler.
Said b. Cübeyr'den de
"hayır, gece gündüz hilekarlıklar" buyruğunu gece ile gündüzün üzerlerinden
geçip gitmesi dolayısıyla gaflete düştüler, diye açıkladığı rivayet edilmiştir.
Bir diğer açıklama da
şöyledir: Gece ve gündüzde uzun uzadıya esenlikte olmaları ... Yüce Allah'ın:
''üzerlerinden uzun bir zaman geçti diye. "(Hadid, 16) buyruğuna
benzemektedir.
Raşid ise: "Hayır,
gece ve gündüzün ardı arkasına gelip durması..." diye nasb ile okumuştur.
Bu da: "Onu hacıların geldiği zaman gördüm" demeye benzer. Ancak
böyle bir kullanım marifelerde caiz olur. Şayet: "Zeyd'in geldiği vakit
onu gördüm" (anlamında) denilecek olursa, bu doğru olmaz. Bunu en-Nehhas
zikretmiştir.
"Çünkü siz bize
Allah'ı inkar etmemizi, O'na ortaklar" eşler, benzerler, O'nun gibi kabul
edilenler "koşmamızı emrederdiniz." Muhammed b. Yezid dedi ki:
"Filan kişi, filan gibidir" demektir, (...) de denilir. Şu beyiti de
zikretmektedir: "Siz nasıl olur da bana bir eş kabul ediyorsunuz, Halbuki
sizler şerefli bir kimseye denk olamazsınız."
Bu hususa dair
açıklamalar daha önceden el-Bakara Süresi'nde (22. ayet, 6. başlıkta) geçmiş
bulunmaktadır.
"Azabı
göreceklerinde ise pişmanlıklarını gizleyeceklerdir." Açığa vuracaklardır,
demektir. Çünkü bu kökten gelen kelime zıt anlamlı kelimelerden olup hem
gizlemek, hem açığa vurmak anlamındadır. İmruu'l-Kays da şöyle demektedir:
"Öyle gözcüler ve bir topluluğun tehlikelerini aşıp gittim ki, Bana karşı
çok istekliydiler, gizlice yakalasalar (keşke!) beni öldürmek için."
Bu beyitin sondan bir
önceki kelimesi: "Açıkça ... lar" diye de rivayet edilmiştir.
"Pişmanlıklarını
gizleyeceklerdir" buyruğu yüzlerinin ifadelerinden pişmanlık açıkça
anlaşılacaktır diye de açıklanmıştır. Bir başka açıklamaya göre: Pişmanlık
açığa çıkmaz, çünkü pişmanlık ancak kalpte olur. Pişmanlığın doğurduğu şeyler
açığa çıkar, daha önce Yunus Suresi'nde (54. ayetin tefsirinde ve Al-i İmran
Suresi'nde) geçtiği gibi.
Pişmanlıklarını açığa
vurmaları onların: ''Ne olurdu bir kere (dünyaya) dönmek imkanımız olsaydı da
mü'minlerden olsaydık?" (eş-Şuara, 102) sözlerini söyleyecek olmalarıdır,
diye de açıklanmıştır.
Bir açıklamaya göre de
onlar kendi aralarında pişmanlıklarını gizlice ifade edecekler, fakat bunu
açıktan söylemeyeceklerdir. Nitekim Yüce Allah: ''Zulmedenler aralarında
gizlice danışıp ...'' (el-Enbiya, 3) buyruğunda olduğu gibi.
"Biz de kafirlerin
boyunlarına tasmalar koyarız" buyruğundaki "Tasmalar"ın tekili
(...): Boynunda demirden bir tasma vardır" denilir. Bu bakımdan kötü huylu
-kadına: "Bitli tasma" adı verilir. Bunun asıl sebebi de şudur:
Tasma, üzerinde kılları bulunan kuru deriden yapılır ve bitlenirdi. (...):
Elini boynuna bağladım, bağlandı, tasma konuldu" denilir. Bu durumda olan
kimse de: "Tasmalı" olur. "Onun ne bir faydası vardır, ne de
delirdiği için boynuna tasma takılmıştır" denilir.
"Susuzluktan dolayı
bastıran hararet" demektir, (...) de aynı anlamdadır. Bu kabilden olmak
üzere: "Adam susadığından ateş bastırdı, bastırır" denilir. Böyle bir
kimseye de: "Susuzluktan hararet bastırmış kimse" denilerek, ism-i
mef'ul kullanılır. Bu açıklamalar el-Cevherı'den nakledilmiştir.
Buyruğun anlamı: Yani
hem başkalarına uyanların, hem de kendilerine uyulanların boyunlarına tasmalar
konulmuş olacaktır. Bu iki kesimin dışındaki kafirlerin boyunlarına da tasmalar
takılacaktır, diye de söylenmiştir. Bir diğer açıklamaya göre "kafirler"
ifadesi ile onlar kastedilmektedir.
Bir görüşe göre, Yüce
Allah'ın: "Azabı göreceklerinde" buyruğunda ifade tamam olmaktadır.
Daha sonra yeni bir
ifadeyle: "Biz de ... tasmalar koyarız" denilerek başlanmaktadır.
Bundan sonra diğer kafirlerin boynuna tasmalar koyarız, anlamındadır.
"Ya onlar"
dünyada "işleyegeldiklerinden başkası ile mi cezalandırılacaklar."
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN