ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

SEBE

23

وَلَا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ عِندَهُ إِلَّا لِمَنْ أَذِنَ لَهُ حَتَّى إِذَا فُزِّعَ عَن

قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ قَالُوا الْحَقَّ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ

 

23. O'nun nezdinde şefaat kendisine izin verdiklerinden başkasına fayda vermez. Nihayet kalblerinden korku giderilince: "Rabbiniz ne buyurdu?" diyeceklerdir. Onlar: "Hak" diyeceklerdir. O, çok Yüce, çok Büyüktür.

 

"O'nun" Allah'ın "nezdinde" meleklerin ve başkalarının yapacağı "şefaat kendisine izin verdiklerinden başkasına fayda vermez" buyruğunda geçen: "İzin verdi" lafzının hemzesi genellikle üstün olarak okunmuştur.

 

Buna sebep ise daha önceden Yüce Allah'ın adının geçmiş olmasıdır. Ebu Amr, Hamza ve el-Kisai ise meçhul bir fiil olarak, hemze'yi ötreli okumuşlardır. (İzin verilen ... demek olur.) İzin veren ise Yüce Allah'tır.

 

"Kimse" lafzının şefaat edenlere de kendilerine şefaat edilenlere de raci olması mümkündür.

 

"Nihayet kalblerinden korku giderilince" buyruğu ile ilgili olarak, İbn Abbas: kalblerinden korku uzaklaştırılınca, Kutrub: kalblerinde bulunan korku çıkartılınca, Mücahid: Kıyamet gününde kalbleri üzerinden perde açılınca, diye açıklamışlardır.

 

Yani şefaat Yüce Allah'tan başka kendilerine ibadet olunan melek, peygamber ve put kabilinden mabudlardan hiç kimsenin yetkisinde olan bir şey değildir. Ancak Yüce Allah, şefaat hususunda peygamberlere ve meleklere izin verecektir. Onlar da Yüce Allah'tan son derece korkar halde bulunacaklardır. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde: "Onlar korkusundan titrerler'' (Enbiya, 28) diye buyurmaktadır. Yani Yüce Allah, şefaat hususunda kendilerine izin verip onlar Allah'ın kelamını işiteceklerinde, dehşete ve korkuya kapılacaklardır. Çünkü kendilerine izin verilen hususu yerine getirmek isterken herhangi bir kusur işlerler diye çok korkacak ve endişe edeceklerdir. Bu emrin onlara verilmesi sona erdikten sonra, izin verildiğine dair vahyi kendilerine getiren, kendilerinden yukarıdaki meleklere: "Rabbiniz ne buyurdu?" yani Allah neyi emretti, diyecekler, melekler de kendilerine: "Hak, diyeceklerdir." Bu da: O, mü'minlere şefaat etmek hususunda size izin verdi, sözüdür. "O, çok yüce, çok büyüktür." Kulları hakkında dilediği şekilde hüküm vermek yetkisi O'nundur.

 

Diğer taraftan bunun, onlara bir takım kavimlere şefaatte bulunmak için dünyada verilen bir izin olması mümkün olduğu gibi, ahirette olması da mümkündür. ifadede hazfedilmiş sözler vardır. Yani O'nun nezdinde şefaat ancak kendilerine izin verdiği kimselere fayda verecektir. Kendilerine izin verilen bu kimselere izin geleceği vakit, Yüce Allah'ın buyruğu dolayısıyla korkuya kapılırlar. Nihayet bu korku kalblerinden gitti mi ilahi emre itaatle çağrıya uyarlar.

 

Denildiğine göre bu korku, Yüce Rabbin vermiş olduğu herbir emir dolayısıyla melekler tarafından bugün dahi duyulmaktadır. Yani şefaatleri fayda verecek olanlar ancak bugün Yüce Allah'a itaat eden ve O'ndan korkan meleklerin şefaatidir, cansız varlıkların ve şeytanların şefaati değildir.

 

Tirmizi'nin, Sahih'inde Ebu Hureyre'den gelen rivayete göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Allah semada bir emre hükmettiği zaman, melekler Yüce Allah'ın buyruğu dolayısıyla itaatle boyun eğip kanatlarını çırparlar. Tıpkı dümdüz kaya üzerinde sürüklenen bir zincirmiş gibi (ses çıkarırlar.) Nihayet korku kalblerinden giderilince, Rabbiniz ne buyurdu? derler. Hak buyurdu, o pek yücedir, büyüktür, derler." (Peygamber) buyurdu ki: "Şeytanlar da bu halde biri diğerinin üstünde bulunurlar." (Tirmizi) dedi ki: Bu hasen, sahih bir hadistir.

 

en-Nevvas b. Sem'an dedi ki: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Yüce Allah bir emri vahyetmek istediği takdirde vahyi kelamı ile dile getirir. Yüce Allah'tan korkuları dolayısıyla bu sesten ötürü semavatı bir sarsılma yahut şiddetli bir titreme alır. Semavattakiler bunu duydukları takdirde baygın düşerler ve Yüce Allah'a secdeye kapanırlar. Başınıilk kaldıran kişi Cebrail olur. Yüce Allah onunla konuşur ve ona dilediği şeyleri vahyeder. Daha sonra Cebrail meleklere uğrar. Bir semadan geçtiği her seferinde oradaki melekler: Rabbimiz ne buyurdu, ey Cebrail? diye sorarlar. Cebrail: Hak (buyurdu). O pek yücedir, pek büyüktür, diye cevab verir. (Peygamber) buyurdu ki: Hepsi de Cebrail'in dediği gibi derler. Nihayet Cebrail vahyi Yüce Allah'ın kendisine emrettiği yere kadar ulaştırır. ''

 

el-Beyhaki'nin naklettiğine göre İbn Abbas Yüce Allah'ın: "Nihayet kalblerinden korku giderilince" buyruğu hakkında şöyle demiştir: Cinlerden herbir kabilenin semada oturduğu belli bir yeri vardı. O yerden vahye kulak verir ve dinlemeye çalışırlardı. Vahiy indi mi tıpkı zincirin dümdüz bir kaya üzerinde geçirilmesi gibi bir ses işitilir. Vahiy bir semada bulunanlar üzerine nazil oldu mu, mutlaka baygın düşerler. kalblerinden korku giderilince: Rabbiniz ne buyurdu? derler. Hak buyurdu, O pek yücedir, pek büyüktür, diye cevab verirler. Sonra (melek) şöyle der: Bu sene şöyle olacak, bu sene böyle olacak. Cinler bunu işitirler ve bunu kahinlere haber verirler. Kahinler de insanlara: Bu sene şöyle olacak, bu sene böyle olacak, derler. (İnsanlar) gerçekten böyle olduğunu görürler. Yüce Allah, Muhammed (s.a.v.)'ı peygamber olarak gönderince (cinler) alevli ateşlerle kovalanıp uzaklaştırıldılar. Cinler bu hususları kendilerine haber vermeyince, Araplar: Semada bulunanlar helak oldu, dediler. Deve sahibi olan kimseler hergün bir deve, inek sahibi olan kimseler hergün bir inek, koyunu olan kimseler hergün bir koyun kesmeye başladı. Nihayet hızlıca mallarını tüketmeye başlayınca, Sakifliler -ki Arapların en aklı başında kabilesi idiler-: Ey insanlar mallarınızı böyle tüketmeyin. Sema da bulunanlar ölmedi. Bu bir dağınıklık sebebiyle değildir. Sizler belli işaretleriniz olan yıldızların, güneşin, ayın, gece ve gündüzün olduğu gibi durduğunu görmüyor musunuz? dediler.

 

(İbn Abbas devamla) dedi ki: İblis de şöyle dedi: Bugün semada önemli bir olay meydana gelmiş olmalıdır. Bana yerin her tarafından toprak getirin. Ona yerin toprağından getirdiler, toprakları koklamaya başladı. Mekke toprağını koklayınca: İşte bu önemli olay burada olmuştur, dedi. Olanlara kulak kabarttılar, Resulullah (s.a.v.)'ın peygamber olarak gönderilmiş olduğunu anladılar. 

 

Bu anlamdaki açıklamalar (peygambere) merfu olarak ve özlü ifadelerle el-Hicr Süresi'nde (17-18. ayetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

Aynı şekilde onlara alevli ateşler atılıp onlarla yakıldıkları anlamındaki açıklamalar da geçmiş bulunmaktadır. İleride el-Cin Süresi'nde (4-10. ayetlerin tefsirinde) Yüce Allah'ın izniyle buna dair açıklamalar gelecektir.

 

Bir görüşe göre onların korkmalarına sebep kıyametin kopacak olmasıdır. el-Kelbi ve Ka'b şöyle demişlerdir: İsa ile Muhammed (ikisine de selam olsun) arasında beşyüzelli yıllık bir fetret dönemi geçmiştir. Bu dönemde peygamber gelmemiştir. Yüce Allah, Muhammed (s.a.v.)'ı peygamber olarak gönderince, Yüce Allah Cebrail ile risaleti vermesini emir buyurdu. Melekler Allah'ın kelamını işitince, kıyamet koptu zannettiler ve bu işittiklerinden dolayı baygın yıkıldılar. Cebrail semavattan inince, geçtiği herbir semada bulunanlar kendilerine geliyor, başlarını kaldırıyor ve biri diğerine: Rabbimiz ne buyurdu? diyordu. Rabblerinin ne dediğini bilmediklerinden herbirisi: Hak buyurdu, O yücedir, büyüktür. Çünkü Muhammed (s.a.v.) semavattakilere göre kıyametin alametlerindendir.

 

ed-Dahhak dedi ki: Yeryüzündekiler arasında görevleri değişip duran el-Muakkibat adlı melekler insanların amellerini yazarlar. Şanı Yüce ve mübarek olan Rabb onları (görevleri için) gönderir. Yerlerinden ayrıldıklarında oldukça şiddetli sesleri işitilir. Daha aşağıda bulunan melekler bunun kıyametten ötürü olduğunu zannederler. Hemen secdeye kapanırlar ve kendilerinden geçerler. Nihayet kıyametin kopma emri olmadığını öğrenirler.

İşte bu, seçkinliklerine ve üstün konumlarına rağmen kendilerine izin verilmediği sürece meleklerin hiçbir kimseye şefaat etmelerinin mümkün olmadığına dair Yüce Allah'ın melekler hakkında verdiği bir haberi ve bir uyarısıdır. Onlara izin verdi mi buyruğunu işitir ve baygın düşerler. İşte onların hali budur. Peki putlar nasıl şefaat edebilecekler yahut sizler kıyameti kabul etmezken nasıl şefaat umabilirsiniz?

 

el-Hasen, İbn Zeyd ve Mücahid şöyle demişlerdir: Nihayet korku müşriklerin kalblerinden açılıp gidince ... demektir. Yine el-Hasen, Mücahid ve İbn Zeyd şöyle demişlerdir: Ahirette ölüm geleceği vakit onlara karşı delil ortaya koymak üzere melekler kendilerine: Dünyada iken Rabbiniz ne buyurmuştu? diyecekler, onlar da: Hak buyurmuştu, O, pek yücedir, pek büyüktür, diyerek ikrar ve itirafın kendilerine fayda vermeyeceği bir zamanda itiraf ta bulunacaklardır. Yani onlar: Hak buyurdu diyeceklerdir.

 

''kalblerinden korku giderilince" buyruğunda fiil, genel olarak meçhul okunmuştur. Ancak İbn Abbas: "kalblerinden korkuyu giderince" diye malum bir fiil olarak okumuştur ki, fail olan zamir Yüce Allah lafzına racidir.

 

Bunu meçhul fiil olarak okuyanların kıraatine göre car ve mecrur ("kalblerinden" anlamındaki buyruk) ref' konumundadır (sözde öznedir). Fiil ise mana itibariyle Yüce Allah'a aittir. (Yani korkuyu kalblerinden gideren O'dur).

 

Her iki kıraate göre de anlam şöyledir: Daha önceden açıklandığı üzere kalblerinden korku giderilince ... Bu fiilin bir benzeri de; "Şikayet ettiği şeyi ortadan kaldırdı" kullanımıdır.

 

el-Hasen genellikle okunduğu gibi meçhul bir fiil olarak ama: "Giderildi" diye "ze" harfini şeddesiz okumuştur. Bunda da yine car ile mecrur ("kalblerinden" anlamındaki lafız) yine ref' konumundadır. Bu da: "Bu işten, bu işe yöneldi" demeye benzer. Bu fiilin "ze" yerine "re" harfi ile, "ayn" yerine "gayn" harfi ile şeddesiz olarak ve meçhul bir fiil halinde: "Bitirildi, sona erdirildi" anlamı da aynı şekildedir. Böyle bir kıraat de yine el-Hasen ve Katade'den rivayet edilmiştir. Yine her ikisinden gelen bir başka rivayete göre "Bitirdi, sona erdi" diye malum bir fiil olarak "re" ve "gayn" harfi ile okumuşlardır, anlamı da: Yüce Allah, kalblerini bitirince yani onların kalbleri üzerindeki örtüyü açınca demek olur. Bu da kalblerindeki korku ve dehşeti giderince, boşaltınca anlamınadır. Bu kıraate göre meçhul fiil olarak okunuş da bu anlamı ifade eder. Yine el-Hasen'den "re" harfini şeddeli olarak: "(V): Boşaltınca ... " diye okuduğu da rivayet edilmiştir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Sebe 24

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR