AHZAB 60 / 62 |
لَئِن
لَّمْ
يَنتَهِ
الْمُنَافِقُونَ
وَالَّذِينَ فِي
قُلُوبِهِم
مَّرَضٌ
وَالْمُرْجِفُونَ
فِي
الْمَدِينَةِ
لَنُغْرِيَنَّكَ بِهِمْ
ثُمَّ لَا
يُجَاوِرُونَكَ
فِيهَا إِلَّا
قَلِيلاً {60} مَلْعُونِينَ أَيْنَمَا
ثُقِفُوا
أُخِذُوا
وَقُتِّلُوا
تَقْتِيلاً {61} سُنَّةَ
اللَّهِ فِي الَّذِينَ
خَلَوْا مِن
قَبْلُ
وَلَن تَجِدَ
لِسُنَّةِ
اللَّهِ
تَبْدِيلاً {62} |
60. Eğer
münafıklar, kalplerinde hastalık bulunanlar ve Medine'de yalan haber yayanlar
vazgeçmezlerse, andolsun sana onlarla çarpışmanı emrederiz. Sonra da onlar
orada ancak az bir süre sana komşuluk ederler.
61.
Lanete uğramışlar olarak. Nerede ele geçirilirlerse, yakalanır ve alabildiğine
öldürülürler.
62. Daha
önce geçenler hakkında Allah'ın sünneti(dir bu). Sen Allah'ın sünnetinde asla
bir değiştirme bulamazsın ...
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:
1- Medine'de Yalan Haber Yayan
Münafiklar:
2- Böyleleriyle Çarpışmanı Emrederiz:
3- Yalan Haber Yaymanın Cezası:
4- Lanete Uğramışlar Olarak:
5- Allah'ın Sünneti:
1- Medine'de Yalan
Haber Yayan Münafiklar:
"Eğer münafıklar
... vazgeçmezlerse" ayeti ile ilgili olarak tefsir alimlerinin kanaatine
göre bu üç vasıf aynı şey içindir. Nitekim Süfyan b. Said, Mansur'dan, o Ebu
Rezin'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Münafıklar, kalplerinde
hastalık bulunanlar ve Medine'de yalan haber yayanlar" aynı kimselerdir.
Yani bunlar, bu üç vasfı kendilerinde toplamış kimselerdir. Dolayısıyla
buradaki "vav", mukhame (fazladan) gelmiştir. Şairin şu beyitinde
olduğu gibi: "Ta'zim edilen efendi ve kahraman, cömertin oğlu, Ve savaş
esnasında birliğin arslanı olan hükümdara ... "
Şair burada muazzam, hem
kahraman, hem cömert ve birliğin arslanı olan hükümdara ... demek istemiştir
ki, daha önceden de el-Bakara Süresi'nde (49. ayet, 9. başlıkta) geçmiş
bulunmaktadır.
Şöyle de denilmiştir: Bu
münafıklar arasında kimileri yalan haber yayıyor, kimileri şüphe uyandırmak
için kadınların arkasından gidiyor, kimileri de müslümanları şüpheye
düşürüyorlardı.
İkrime ve Şehr b. Havşeb
dedi ki: "Kalplerinde hastalık bulunanlar"dan kasıt kalblerinde zina
meyli bulunanlardır.
Tavus da şöyle demiştir:
Ayet-i kerime kadınların durumu hakkında inmiştir. Seleme b. Kuheyl dedi ki:
Ayet-i kerime hayasızca iş yapan kimseler hakkında inmiştir. Hepsinin
açıklamalarının anlamı birbirine yakındır.
Yine denildiğine göre
münafıklar ile kalplerinde hastalık bulunanlar, aynı kimselerdir. Onlardan iki
ayrı lafızIa sözedilmiştir. Buna delil de el-Bakara Süresi'nin baş taraflarında
(7. ayet ve devamında) münafıklar hakkındaki ayet-i kerimelerdir.
Medine'de yalan haber
yayanlar, mü'minlere düşmanları hakkında hoşlarına gitmeyecek haberleri
bildiren bir topluluk idi. Onlar Rasülullah (s.a.v.)'ın askeri birlikleri
Medine'nin dışına çıktıklarında öldürüldüler, yahut bozguna uğratıldılar,
düşman üzerinize geliyor, gibi haberler yayıyorlardı. Bu açıklamayı Katade ve
başkası yapmıştır.
Yine denildiğine göre;
bu gibi kimseler: Suffe ashabı bekar kimselerdir.
İşte kadınlara dil
uzatanlar bunlardır, diyorlardı.
Bir başka açıklamaya
göre bunlar, müslümanlar arasında bir topluluktu. Bu gibi kimseler fitneye olan
düşkünlükleri sebebiyle yalan haberleri dillerine doluyorlardı. Nitekim İfk
olayına katılanlar arasında müslüman kimseler de vardı. Ancak bunlar fitneye
sevgileri dolayısı ile bu sözlere daImışlardı.
İbn Abbas dedi ki:
İrcaf, fitne aramaya kalkışmaktır. Yine bu kelime yalan ve batıl şeyleri bu
yolla başkalarının üzülmesi için yaymak demektir. Kalpleri harekete getirmek
anlamına geldiği de söylenmiştir. Mesela (aynı kökten olmak üzere): "Yer
sarsıldı, hareket etti" denilir. "Hareket eder" müzari fiili;
(...) da onun mastarıdır. "Şiddetli derecede sarsılmak" anlamındadır.
"Deniz" demektir, çalkantısı sebebiyle ona bu isim verilmiştir. Şair
der ki: "Her akşam et yedirenler, Güneş denizde kayboluncaya kadar."
İrcaf, uydurma
haberlerden birisi demektir. "Bir şeye daldılar" anlamındadır.
Nitekim şair şöyle demiştir:
"Bizleri her ne
kadar siz onu öldürdüğünüzden ötürü ayıplasanız dahi, Ve İslam hakkında
haksızca hareket edenler ve kıskançlar söze dalıp ileri, geri konuşsalar bile
... "
Bir başka şair de şöyle
demektedir: "Ey adiliğin oğlu! Uydurma haberlerle mi tehdid ediyorsun
beni? Ve sen adiliği ve zaafı uydurmalarda bulmak istiyorsun."
Yalan haber uydurmak
(ircaf), haramdır. Çünkü bu yolla eziyet vermek sözkonusudur. Böylelikle ayet-i
kerime yalan haberlerle başkalarına eziyet etmenin haram olduğuna delil teşkil
etmektedir.
2- Böyleleriyle
Çarpışmanı Emrederiz:
"Andolsun sana
onlarla çarpışmanı emrederiz." Yani seni onlara musallat kılar ve sen de
onları öldürerek kökten imha edersin. İbn Abbas dedi ki: Bunlar kadınlara
eziyet etmekten vazgeçmediler, Yüce Allah da peygamberini onlara musallat etti.
Diğer taraftan Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Onlardan ölen
hiçbir kimsenin namazını asla kılma, kabrinin başında da durma!" (et-Tevbe,
84) Ayrıca Yüce Allah ona, onlara lanet etmesini emretmiştir. İşte onlara
musallat kılınması budur.
Muhammed b. Yezid dedi
ki: Yüce Allah bundan sonraki ayet-i kerime ile onu, onlara musallat kılmıştır
ki, bu ayetler de anlam itibariyle birbirine yakındırlar. Bu da Yüce Allah'ın:
"Nerede ele geçirilirlerse, yakalanır ve alabildiğine öldürülürler"
buyruğudur. İşte bu buyrukta onların öldürülmeleri ve yakalanmaları emri de
manen bulunmaktadır. Yani onlar münafıklıklarını ve asılsız haberleri yaymalarını
sürdürecek olurlarsa, hükümleri budur. Hadis-i şerifte, Peygamber (s.a.v.)'dan
şöyle buyurduğu sabittir: "Beş canlı vardır ki, bunlar Harem bölgesi
dışında da, Harem bölgesinde de öldürülürler ... '' İşte bunda da tıpkı ayet-i
kerimede olduğu gibi emir manası vardır.
en-Nehhas dedi ki: Bu
açıklama, bu ayet-i kerime hakkında yapılmış açıklamaların en güzelidir.
Denildiğine göre onlar
yalan haber yaymaktan vazgeçtiler. Bu bakımdan Peygamber Efendimiz de onlara
musallat kılınmadı.
"Andolsun sana ... çarpışmanı
emrederiz" buyruğundaki "lam", kasem "lam"ıdır. Yemin
de bu buyruğun başına gelmiştir. (...): ... se'nin başına gelen "lam"
ise, kasem "lam"ına hazırlık (tevlie) içindir.
3- Yalan Haber
Yaymanın Cezası:
"Sonra da onlar
orada" yani Medine'de "ancak az bir süre sana komşuluk ederler"
buyruğunda yer alan: "Ancak az bir süre" buyruğu "sana komşuluk
ederler" lafzındaki zamirden hal olmak üzere nasb konumundadır. Nitekim
durum şanı Yüce Allah'ın dediği gibi idi, zira bunlar oldukça az idiler. İşte bu
el-Ferra'nın bu hususta verdiği iki cevaptan birisidir. Ona göre daha uygun
olanı da budur, onlar ancak çok az oldukları halde sana komşuluk ederler,
demektir.
Diğer cevaba gelince,
anlamı ancak seninle az bir süre komşuluk ederler şeklindedir. Yani onlar
seninle birlikte ancak kısa bir süre kalırlar. Medine'de helak oluncaya kadar
sana ancak çok kısa bir süre komşuluk edeceklerdir, demektir. Bu takdirde
buyruk ya bir mastarın sıfatı olur, yahut da hazfedilmiş bir zarfın sıfatı
olur. Ayrıca bu bir kimse ile birlikte aynı şehirde yaşayan kimsenin o kimse
ile komşu olacağına delil teşkil etmektedir. Buna dair açıklamalar daha önceden
en-Nisa Suresi'nde (36. ayet, 4. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
4- Lanete Uğramışlar
Olarak:
"Lanete uğramışlar
olarak" buyruğunda Muhammed b. Yezid'e göre ifade tamam olmaktadır. Bu,
hal olarak nasb edilmiştir. İbnu'l-Enbari de: "Ancak az bir süre ...
lanete uğramışlar olarak" üzerinde vakıf yapmak güzeldir, der.
en-Nehhas da şöyle
demiştir: İfadenin "Ancak az bir süre"de tamam olması ve:
"lanete uğramışlar olarak" buyruğunun da onlara hakaret anlamı olmak
üzere (şetm) nasb ile gelmesi de mümkündür. Nitekim İsa b. Ömer: "Karısı
da odun taşıyıcısı olarak" diye okumuştur. Bazı nahivcilerden şöyle dediği
nakledilmektedir: Buyruğu: Onlar nerede ele geçirilirlerse, lanete uğramışlar
olarak yakalanırlar demektir. Ancak bu bir yanlışlıktır, zira ceza cümlesi ile
birlikte bulunan ifade kendisinden önceki ifadelerde amel etmez.
Ayetin anlamının şöyle
olduğu da söylenmiştir: Eğer onlar münafıklık üzere ısrar edecek olurlarsa,
Medine'de ancak lanete uğramış ve kovulmuşlar olarak kalabilirler. Nitekim bu
onlara böylece uygulanmıştır. Çünkü et-Tevbe Süresi nazil olduğunda biraraya
toplandılar ve Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ey filan! Kalk ve çık,
şüphesiz sen münafıksın. Ey filan! Kalk ve çık ... " bunun üzerine
müslümanlardan kardeşleri olanlar ayağa kalkıp onları mescidin dışına çıkarmayı
üzerlerine aldılar.
5- Allah'ın Sünneti:
"Allah'ın
sünneti" buyruğu mastar olarak nasbedilnüştir. Yüce Allah peygamberler
hakkında asılsız haber yayıp da münafıklığını açığa çıkartan kimseler hakkında
yakalanıp öldürülmeleri sünnetini kanun yapmıştır demektir. "Sen Allah'ın
sünnetlnde asla bir değiştirme" herhangi bir değişiklik ya da başka bir
şekle dönüştürme "bulamazsın." Bu açıklamayı enNekkaş nakletmiştir.
es-Süddi dedi ki: Bu
hakka uygun olarak öldürülen kimsenin katili tarafından diyetinin ödenmesi
sözkonusu değildir, demektir. el-Mehdevi dedi ki:
Ayet-i kerımede yapılan
tehdidin yerine getirilmesinin terkedilebileceğine delil vardır: Buna delil
ise, Peygamber Efendimiz'in vefat ettiği vakte kadar münafıkların onunla
birlikte kalmış olmasıdır. Fazilet ehlinin uyguladıkları bilinen ise,
verdikleri sözü eksiksiz yerine getirmeleri, tehditlerini ise, ertelemeleridir.
Bu anlamdaki açıklamalar daha önce Al-i İmran Süresi (186. ayetin tefsiri)nde
ve başkalarında geçmiş bulunmaktadır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN