RUM 41 |
ظَهَرَ
الْفَسَادُ
فِي
الْبَرِّ
وَالْبَحْرِ
بِمَا
كَسَبَتْ أَيْدِي
النَّاسِ
لِيُذِيقَهُم
بَعْضَ الَّذِي
عَمِلُوا
لَعَلَّهُمْ
يَرْجِعُونَ |
41. İnsanların kendi
elleri ile kazandıklarından ötürü karada ve denizde fesad başgösterdi.
İşlediklerinin bazısını onlara tattırsın diye. Belki dönerler.
"İnsanların kendi elleri
ile kazandıklarından ötürü karada ve denizde fesad başgösterdi" buyruğunda
sözü geçen, "karada ve denizde fesad"ın ne demek olduğu hususunda
ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Katade ve es-Süddı, fesad şirktir
demişlerdir ki, en büyük fesat, budur. İbn Abbas, İkrime ve Mücahid de şöyle
demişlerdir: Karada fesad Ademoğlunun kardeşini öldürmesidir. Kabil, Habil'i
öldürmüştür. Denizde fesad ise, herbir gemiyi gasb ve haksızlık yoluyla alan
hükümdar vasıtası ile olmuştur.
Bir açıklama da şöyledir:
Fesattan kasıt yağmur yağmaması, bitki ve verimin az olması, bereketin
gitmesidir. İbn Abbas da buna yakın bir açıklama yaparak şöyle demiştir: Fesat,
kulların tevbe etsinler diye amelleri sebebiyle bereketin eksilmesidir.
en-Nehhas dedi ki: Bu ayet-i kerime hakkında yapılmış en güzel açıklama budur.
Yine ondan nakledildiğine göre (İbn Abbas) şöyle demiştir: Denizde fesat,
Ademoğullarının günahları sebebiyle deniz av hayvanlarının kesilmesidir.
Atiyye (el-Avfi) dedi
ki: Yağmur azaldı mı o vakit denize (avlanmak maksadıyla) dalmak ta azalır,
avcılar tedirgin olup ne yapacaklarını bilmez, denizin canlıları da kör olur.
İbn Abbas dedi ki:
Yağmur yağdı mı denizdeki sadefler açılır, semadan onların içine düşen yağmur,
işte o inci tanelerini meydana getirir.
Bir başka açıklamaya
göre fesat, piyasanın durgunlaşması ve geçim sebeplerinin azalmasıdır. Fesadın
masiyetler, yol kesicilik ve zulüm olduğu da söylenmiştir. Yani yapılan bu
işler ziraati, bayındırlığı ve ticareti engeller.
Bütün bu açıklamalar
mana itibariyle birbirine yakındır.
Kara ve denizden kasıt
da, sözlükte olsun, insanlar tarafından olsun bilinen ünlü varlıklardır. Bazı
ibadet ehli kimselerin söyledikleri gibi, karadan kasıt dil, denizden kasıt
kalb değildir. Bunu söylemelerine gerekçe olarak da, dilin üzerinde olanın
görülmesi, kalbte olanın da gizli olmasını gösterirler.
Karadan kastın çölde
kalınan yerler, denizden kastın ise kasabalar kentler olduğu da söylenmiştir.
Bu açıklamayı da İkrime yapmıştır. Ayrıca Araplar büyük şehirlere bihar
(denizler) adını da verirler. Katade dedi ki: Karadan kasıt, çadır ehli,
denizden kasıt ise köy ve kasaba ehlidir.
İbn Abbas dedi ki: Kara
nehir kıyısında bulunmayan şehir ve kasabalar demektir. Deniz ise nehir
kıyısında bulunan yerler demektir. Mücahid de böyle açıklamıştır. O dedi ki:
Allah'a yemin ederim bundan kasıt, sizin şu deniziniz değildir, ancak akar su
kenarında bulunan herbir kasaba, denizdir.
Bu anlamdaki açıklamayı
en-Nehhas da yapmıştır ve bunun iki anlamının olduğunu söylemiştir. Birincisi
karada kuraklık başgöstermiştir, yani çöllerde ve çöllerdeki yerleşim
birimlerinde. Denizde de yani deniz kıyısındaki şehirlerde ... Bu da: "O
kasabaya sor" (Yusuf, 82) buyruğu gibidir. Yani yağmurun azlığı ve
fiyatların yüksekliği başgöstermiştir.
"İnsanların kendi
elleri ile kazandıklarından ötürü" dür ve "işlediklerinin
bazısını" yani yaptıklarının bazısının cezasını "onlara tattırsın
diye."
Burada "ceza"
lafzı hazfedilmiştir. Bir diğer görüşe göre; yol kesmek ve zulüm gibi
masiyetler başgöstermiştir. İşte bu, gerçek anlamıyla fesadın ta kendisidir.
Birincisi ise mecazdır. Şu kadar var ki: İkinci cevaba göre ifadede bir hazf ve
bir ihtisar sözkonusudur ki; buna da sonraki ibareler delalet etmektedir. Buna
göre de mana şöyle olur; Karada ve denizde masiyetler başgösterdiğinden ötürü
Allah da her ikisine yağmur yağdırmadı. İnsanların ihtiyaçlarının fiyatlarını
yükseltti, pahalılık oldu. Böylece işlediklerinin bazısının cezasını onlara
tattırsın diye. "Belki dönerler" tevbe ederler.
Yüce Allah:
"İşlediklerinin bazısını" diye buyurması, cezanın büyük bir bölümünün
ahirette oluşundandır.
"Onlara tattırsın
diye" anlamındaki buyruğun benimsenen kıraat şekli; (...) şeklinde
"ya" iledir. İbn Abbas ise bunu "nun" ile" ... tattıralım
diye" anlamında okumuştur. Aynı zamanda bu es-Sülemi', İbn Muhaysın,
Kunbul ve Ya'kub'un da kıraati olup, ta'zim ifade eder. Biz onlara
işlediklerinin bazısının cezasını tattıralım diye demek olur.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN