ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

KASAS

15

/

19

وَدَخَلَ الْمَدِينَةَ عَلَى حِينِ غَفْلَةٍ مِّنْ أَهْلِهَا فَوَجَدَ فِيهَا رَجُلَيْنِ يَقْتَتِلَانِ هَذَا مِن شِيعَتِهِ وَهَذَا مِنْ عَدُوِّهِ فَاسْتَغَاثَهُ الَّذِي مِن شِيعَتِهِ عَلَى الَّذِي مِنْ عَدُوِّهِ فَوَكَزَهُ مُوسَى فَقَضَى عَلَيْهِ قَالَ هَذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ عَدُوٌّ مُّضِلٌّ مُّبِينٌ {15} قَالَ رَبِّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي فَاغْفِرْ لِي فَغَفَرَ لَهُ إِنَّهُ هُوَ

الْغَفُورُ الرَّحِيمُ {16} قَالَ رَبِّ بِمَا أَنْعَمْتَ عَلَيَّ فَلَنْ أَكُونَ ظَهِيراً لِّلْمُجْرِمِينَ {17} فَأَصْبَحَ فِي الْمَدِينَةِ خَائِفاً يَتَرَقَّبُ فَإِذَا الَّذِي اسْتَنصَرَهُ بِالْأَمْسِ يَسْتَصْرِخُهُ قَالَ لَهُ مُوسَى إِنَّكَ لَغَوِيٌّ مُّبِينٌ {18} فَلَمَّا أَنْ أَرَادَ أَن يَبْطِشَ بِالَّذِي هُوَ عَدُوٌّ لَّهُمَا قَالَ يَا مُوسَى أَتُرِيدُ أَن تَقْتُلَنِي كَمَا قَتَلْتَ نَفْساً بِالْأَمْسِ إِن تُرِيدُ إِلَّا أَن تَكُونَ جَبَّاراً فِي الْأَرْضِ وَمَا تُرِيدُ أَن تَكُونَ مِنَ الْمُصْلِحِينَ {19}

 

15. Şehre, ahalisinin haberi olmadığı bir vakitte, girdi. Orada birbiri ile döğüşen iki adam buldu. Şu kendi taraftarlarından, öbürü düşmanından. Taraftarlarından olan düşmanından olana karşı kendisinden yardım istedi. Musa ona bir yumruk vurmakla ölümüne sebeb olunca: "Bu, şeytanın işindendir. Şüphesiz ki o, apaçık saptırıcı bir düşmandır" dedi.

16. "Rabbim, gerçekten ben nefsime zulmettim. Onun için bana mağfıret eyle" dedi. O da ona mağfiret etti. Çünkü O, Gafurdur, Rahimdir.

17. Dedi ki: "Rabbim bana verdiğin nimet hakkı için artık günahkarlara arka çıkmam."

18. Nihayet şehirde korku ile gözetleyerek sabahı etti. Baktı ki dün kendisinden yardım isteyen yine ona feryad ediyordu. Musa ona: "Gerçekten sen apaçık azgın bir kimsesin" dedi.

19. İkisinin de düşmanı olanı yakalamak isteyince dedi ki: "Ey Musa, dün bir kişiyi öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Sen ancak yeryüzünde bir zorba olmak istersin, fakat ıslah edicilerden olmak istemezsin."

 

AŞAĞIDA İKİ BAŞLIK VAR

"Şehre ahalisinin haberi olmadığı bir vakitte girdi" buyruğu ile ilgili olarak şöyle denilmiştir: Musa (a.s) dininin hak olduğunu bilince, bu sefer Firavun'un kavminin izlediği yolu ayıplamaya koyuldu. Onun bu hali yaygınlık kazandı, bundan dolayı onu korkuttular. O da onlardan korktu. Bu bakımdan Firavun'un şehrine ancak korku ile ve gizlice giriyordu.

 

es-Süddi: dedi ki: Musa bu kıssanın cereyan ettiği sırada Firavun ile resmi seviyede ilişkisi olan birisiydi. Onun bindiği bineklere biniyor ve hatta, Firavun'un oğlu Musa diye biliniyordu. Firavun bir gün bineklerine binip Mısır şehirlerinden Menuf -Mukatil Mısır'dan iki fersah uzaklıktadır demiştir- diye bir yere gitti. Musa, Firavun'un binip gittiğini öğrenince o da arkasından bindi ve öğle vakti istirahati sırasında o kasabaya ulaştı. Bu da habersiz kalınan bir gaflet zamanıdır. Bu açıklamayı İbn Abbas yapmıştır. Yine o: Sözü edilen bu vakit akşam ile yatsı arasıdır, demiştir.

 

İbn İshak dedi ki: Burada sözü edilen şehir Mısır şehrinin kendisidir. Musa o dönemde Firavun'a muhalif olduğunu açıkça ifade ediyordu. Firavun'a ve putlara tapılmasını da ayıplıyordu. Bir gün Firavun'un şehrine ahalisinin haberi olmadığı bir sırada girdi.

Said b. Cübeyr ile Katade: Öğle vakti insanların uykuda olduğu bir sırada girdi, demiştir. İbn Zeyd de şöyle demektedir: Firavun, Musa ile tartışmış ve onu şehirden dışarıya göndermişti. Musa da bu şehirden yıllarca uzak kalmıştı. Durumunu unuttukları ve aradan uzunca bir zaman geçtiği için haberleri olmadık bir zamanda (onlardan habersiz) geldi. O gün bir bayram günüydü.

 

ed-Dahhak dedi ki: O ahalisinin haberlerinin olmayacağı bir zamanda şehire girmek istedi. Onların bu hallerini bildikleri bir zamanda şehire girdi. Öldürülme emrini (Allah'tan) almadan önce o adamı öldürme işi de elinden çıktı. Rabbinden mağfiret dileyince, Allah da ona mağfiret buyurdu.

 

"Ahalisinin farkında olmadığı bir sırada şehire girdim" anlamında (...) denilir, amma; "(...) denilmez. Bu ayet-i kerimede; (...)'in gelmesi ise asıl maksadın "gaflet: habersizlik" oluşundan dolayıdır. Böylelikle bu: "Gafil oldukları (habersiz oldukları) bir zamanda geldim" demeye benzer. Arzu edilirse; "Habersiz oldukları bir zamanda geldim" de denilebilir. Ayet de bu şekildedir.

 

"Orada birbiri ile döğüşen iki adam buldu. Şu kendi taraftarlarından" yani dışardan bakan bir kimse bu onun taraftarlarındandır. Yani İsrailoğullarındandır, diyebiliyordu. "Öbürü düşmanından" yani Firavun kavmindenidi.

 

"Taraftarlarından olan, düşmanından olana karşı kendisinden yardım istedi." Kendisine yardım etmesini, imdadına yetişmesini istedi. Daha sonra gelecek olan ayet-i kerimede de; "Baktı ki; dün kendisinden yardım isteyen yine ona feryad ediyordu" diye buyurulmuştur. Yani bir başka Kıpti'ye karşı kendisinden yardım istiyordu. Musa'nın ona yardım etmesinin sebebi, mazluma yardımcı olmanın bütün ümmetlerin dininde bulunan bir hüküm olduğundan dolayıdır ve bütün şeriatlerde farz olduğu içindir. Katade dedi ki; Kıpti, İsrailoğullarından olana angarya iş yükleyerek, Firavun'un mutfağına odun taşımasını istemişti. İsrailoğullarına mensub kişi bunu kabul etmeyince, Müsa'nın yardımını istedi. Said b. Cübeyr dedi ki; Bu kişi Firavun'un ekmekçisi idi.

 

"Musa ona bir yumruk vurmakla ölümüne sebeb olunca ... " Katade; Asasına vurmakla ... diye açıklamıştır. Mücahid ise avucuyla vurmakla diye açıklamıştır, yani onu itmekle ... (...) lafızları hep aynı anlamda olup, eli (bugün kullanılan Arap harfleriyle) yetmişüç şeklinde düğümlemek gibi parmakları bir araya getirmekle (yumrukla) vurmak demektir. İbn Mes'ud bunu; (...) diye okumuştur.

 

(...)'in çeneye; (...)'in ise göğüse yumruk vurmak demek olduğu da söylenmiştir. es-Sa'lebi'nin naklettiğine göre Abdullah b. Mes'ud'un Mushaf'ında bu lafız "nun" harfi ile; (...) şeklindedir. Manası birdir.

 

el-Cevheri, Ebu Ubeyde'den naklen şöyle demektedir: "Yumrukla göğse vurmak" demektir. Ebu Zeyd ise vücudun her tarafına vurmaktır, diye açıklamıştır. (...) ise tıpkı (...) gibi yumrukla göğse vurmak demektir. Bu açıklama da yine Ebu Ubeyde'den nakledilmiştir. Ebu Zeyd de der ki; Bu çenelere ve boyna yumrukla vurmak demektir. "Yumruk vuran adam" demek olup, "mim" esreli kullanılır. el-Esmai dedi ki: "Onu vurup itti" demektir. el-Kisai dedi ki; (...) lafzı tıpkı (...) gibidir, yani vurup itti, demektir. (...) ise zilleti dolayısıyla onu itti demek olup, bu muameleye maruz kalana da; (...) denilir. (...) da aynı anlamdadır. (Zilleti dolayısıyla onu itti) demektir. Tarafe bir adamı hicvederken şöyle demektedir: "(Savaşa) çağıranın (çağrısına) geç kulak verir, buna karşılık kötü sözlerde eli çabuktur,

 

Yiğitlerin yumruklarıyla çokça ve zelil kılınmış itilip, kakılmış bir kimsedir o."

Burada; (...) çokça itilip, kakılan demektir. Bunu şeddeli kullanması ise çokluk anlamını ifade etmek içindir.

 

Aişe (r.anha) da şöyle demektedir: "Beni -Peygamber (s.a.v.)'ı kastediyor- öyle bir itti ki; canımı acıttı" demektedir. Bunu Müslim rivayet etmiştir.

 

Musa (a.s) Kıpti'yi öldürme kast! olmaksızın bu işi yapmıştı. Onun maksadı sadece adamı itmekti, ancak bununla öleceği mukaddermiş. İşte Yüce Allah'ın: "Ölümüne sebeb olunca ... " buyruğunun anlamı budur. Bir şeyi yapıp bitirmeye de; "Ben o işi bitirdim" denilir. Şair de şöyle demektedir: "el-Eşca' ısırdı onu ve işini bitirdi."

 

"Bu, şeytanın işindendir." Onun aldatmalarındandır. el-Hasen dedi ki:

O gün için o durumda kafirin öldürülmesi helal değildi. Çünkü o sırada savaştan uzak durma hali söz konusu idi. "Şüphesiz ki o apaçık saptırıcı bir düşmandır, dedi" buyrukları da haberden sonra haber mahiyetindedir.

 

"Rabbim gerçekten ben nefsime zulmettim, onun için bana mağfiret eyle, dedi. O da ona mağfiret etti." Müsa (a.s) bir canın ölümüne sebeb teşkil eden o yumruğundan dolayı pişman oldu. Onun bu pişmanlığı Rabbinin önünde alçak gönüllülükle eğilmesine ve günahından ötürü Rabbinden mağfiret dilemesine itti.

 

Katade dedi ki: Allah'a andolsun ki o, bu işten nasıl kurtulacağını bilmişti. Bunun için Allah'tan mağfiret diledi. O kendisine mağfiret edildiğini bilmekle birlikte, kendi aleyhine bu işi sayıp dökmeye devam etmiştir. Nihayet kıyamet gününde de: Ben öldürmekle emrolunmadığım bir canı öldürdüm, diyecektir. O bunu kendi aleyhine bir günah olarak değerlendirmiş ve: "Rabbim gerçekten ben nefsime zulmettim. Onun için bana mağfiret eyle" diye buyurmuştur. Çünkü hiçbir peygamberin emrolunmadıkça öldürmemesi gerekir. Aynı şekilde peygamberler başkalarında bulunmayan korku ve şefkate sahiptirler.

 

en-Nekkaş dedi ki: O Kıpti'ye öldürmek maksadıyla vurmadı ve kasti olarak öldürmedi. O, sadece zulmünü bertaraf etmek maksadıyla Kıpti'ye yumruk vurmuştu. (en-Nekkaş devamla) dedi ki: Denildiğine göre bu peygamberlikten önce olmuştur.

 

Ka'b dedi ki: O sırada oniki yaşında idi. Bununla birlikte öldürmesi de hata yoluyla bir öldürme idi, çünkü yumruk çoğunlukla öldürmez.

 

Müslim'in rivayetine göre Salim b. Abdullah şöyle demiştir: Ey Irak ahalisi, sizler ne kadar çok küçük günahları soruyor ve aynı zamanda büyük günahları işliyorsunuz. Ben babam Abdullah b. Ömer'i şöyle derken dinlemiştim: Ben Rasulullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: Fitne hiç şüphesiz buradan -bu arada doğu tarafına eliyle işaret etti- şu şeytanın iki boynuzunun çıktığı yerden gelecektir ve sizler birbirinizin boynunu vuracaksınız. Şunu bilin ki; Musa Firavun hanedanından öldürdüğü kişiyi hataen öldürmüştü. Yüce Allah ise şöyle buyurmaktadır: "Ve sen birisini öldürmüştün; ama yine de senigamdan kurtardık ve seni deneyip mihnetten mihnete uğrattık." (Ta-Ha, 40)

 

 

[ - ]

Yüce Allah'ın: "Dedi ki: Rabbim, bana verdiğin nimet hakkı için artık günahkarlara arka çıkmam" buyruğu ile ilgili açıklamalarımızı da iki başlık halinde sunacağız:

 

1- Yüce Allah'ın Nimetlerine Karşı Şükrün Belirtileri:

2- Zalimlere Yardımcı Olmaktan Kaçınmak:

 

1- Yüce Allah'ın Nimetlerine Karşı Şükrün Belirtileri:

 

Yüce Allah'ın: "Dedi ki: Rabbim, bana verdiğin nimet hakkı için" bana verdiğin bilgi, hüküm (hikmet) ve tevhid hakkı için "artık günahkarlara" kafirlere "arka çıkmam" yardımcı olmam.

el-Kuşeyri dedi ki: Bana yaptığın mağfiret hakkı için demeyiş sebebi, bunun vahiy döneminden önce olması ve Yüce Allah'ın kendisine bu öldürme günahını bağışlamış olduğunu bilmemesi idi.

 

el-Maverdi dedi ki: "Bana verdiğin nimet hakkı için" buyruğu ile ilgili iki açıklama söz konusudur. Birincisine göre nimetten kasıt mağfirettir. el-Mehdevi ve es-Sa'lebi böyle demişlerdir. el-Mehdevi dedi ki: "Bana verdiğin nimet hakkı için" buyruğu, bana mağfirette bulunup beni cezalandırmadığın için anlamındadır. İkinci açıklama ise bana verdiğin hidayet hakkı için ... demektir.

 

Derim ki: Yüce Allah'ın (bir önceki ayette geçen): "O da ona mağfiret etti" buyruğu günahının bağışlanmış olduğuna delil teşkil etmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

ez-Zemahşerİ: dedi ki: Yüce Allah'ın: "Bana verdiğin nimet hakkı için" buyruğu cevabı hazfedilmiş bir yemin olabilir. İfadenin takdiri de şöyle olur: Senin bana mağfirette bulunmak suretiyle ihsan etmiş olduğun nimetin hakkı için elbette tevbe edeceğim ve "artık günahkarlara arka çıkmayacağım." Yüce Allah'ın rahmet ve atıfetini celbedecek bir ifade de olabilir. Şöyle demiş gibidir: Rabbim, bana nimet olarak ihsan ettiğin mağfiret hakkı için beni korursan, ben de -beni koruduğun takdirde- asla günahkarlara arka çıkmayacağım. O günahkarlara arka çıkmakla ya Firavun ile birlikte arkadaşlık edip onunla birlikte olanlar arasına katılarak etrafındakilerin sayısını arttırmayı kastetmiştir. Çünkü tıpkı çocuğun babasıyla birlikte binmesi gibi, Firavun'la beraber binerdi ve Firavun'un oğlu diye adlandırılıyordu. Ya da kendisine yardımcı olunması, günaha ve suça götüren kimselere yardımcı olmamayı kastetmiş olabilir. Tıpkı İsrailoğullarına mensup kimseye yaptığı yardımın kendisi için öldürülmesi helal olmayan kişiyi öldürmekle sonuçlandığı gibi.

 

Bir görüşe göre de şunu demek istemiştir: Emrolunmadığım bu öldürmede ben kötü bir iş yapmış olmakla birlikte, suçluIara karşı müslümanlara yardımcı olmayı asla bırakmayacağım. Buna göre İsrailoğullarına mensup kişi mü'min idi. Mü'min kimseye yardımcı olmak ise bütün şeriatlerde farzdır.

 

Bir rivayette şöyle denilmektedir: İsrailoğullarına mensup o kişi kafir idi. Ona onun taraftarlarından deniliş sebebi, İsrailoğullarına mensup olması idi, yoksa din bakımından ona uygunluk kastedilmiş değildir. Buna göre Musa (a.s) pişman olmuştur. Çünkü o kafire karşı bir diğer kafire yardımcı olmuştur. O bakımdan: Artık bundan sonra hiçbir zaman kafirlere yardımcı olmayacağım, demiştir.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Bu Musa (a.s)'ın verdiği bir haber değildir, bu bir duadır. Yani artık ben bundan sonra ... yardımcı olmayayım, demektir. Yani Rabbim Sen beni günahkarlara yardımcı kılma, anlamındadır.

 

el-Ferra dedi ki: Anlam şudur: Allah'ım, ben asla günahkarlara yardımcı olmayacağım. el-Ferra bu açıklamasının aynı zamanda İbn Abbas'ın görüşü olduğunu da iddia etmektedir.

 

en-Nehhas dedi ki: Bununla birlikte bu ifadelerin haber anlamında olması, ifadelerin akışı itibariyle daha uygun düşmektedir. Bu sözler: Ben Sana isyan etmeyeceğim, çünkü Sen bana nimet ihsan etmiş bulunuyorsun, demeye benzer. Gerçekte İbn Abbas'ın görüşü budur, el-Ferra'nın naklettiği değildir. Çünkü İbn Abbas şöyle demiştir: Musa bu sözünde (inşaallah diyerek) istisnada bulunmadığından ikinci gün tekrar sınandı. Duada ise istisna yapılmaz ve: Allah'ım dilersen, Sen bana mağfiret buyur denilmez. En hayret edilecek hususlardan birisi de el-Ferra'nın, İbn Abbas'tan bunu rivayet etmesi daha sonra da onun sözünü böylece nakletmesidir.

 

Derim ki: Bu hususun özet bir açıklaması en-NemI Süresi'nde (11. ayetin tefsirinde) geçmiştir. Bunun bir dua olduğu, haber olmadığı orada belirtilmiştir. İbn Abbas'tan da: İstisnada bulunmadığından dolayı ikinci bir defa onunla sınandı, yani o inşaallah olmayacağım demedi, demiştir. Bu da Yüce Allah'ın: "Bir de zulmedenlere meyletmeyin ... " (Hud, 113) buyruğunu andırmaktadır.

 

2- Zalimlere Yardımcı Olmaktan Kaçınmak:

 

Seleme b. Nubayt dedi ki: Abdu'r-Rahman b. Müslim, ed-Dahhak'a Buhara ahalisinin maaşIarını gönderdi ve: Bunu onlara ver dedi. ed-Dahhak: Bu işten beni affet dedi ve kendisini affedinceye kadar affedilmesini isteyip durdu. Ona: Senin onlara bir zararın olmadığı halde bağışlarını ne diye onlara vermiyorsun? denilince şöyle dedi: Ben hiçbir işlerinde zalimlere yardımcı olmayı sevmiyorum.

 

Ubeydullah b. el-Velid el-Vassafi dedi ki: Ata b. Ebi Rebah'a şöyle dedim:

Benim kalemim ile iş gören ve karşılığında bir ücret alan bir kardeşim var. Gireni ve çıkanı hesap ediyor. Çoluk-çocuğu da var, eğer bu işi bırakacak olursa muhtaç olur ve borçlanmak zorunda kalır. Ata ona: Baş kim? diye sordu. Ben: Halid b. Abdullah el-Kasri'dir deyince, şöyle dedi: Sen Yüce Allah'ın o salih kulunun: "Rabbim bana verdiğin nimet hakkı için günahkarlara arka çıkmam" dediği buyruğunu hiç okumuyor musun? İbn Abbas dedi ki: Müsa bu sözlerinde istisnada (inşaallah diyerek) bulunmadığından dolayı ikinci defa benzer bir işle sınandı, fakat Allah ona yardım etti. Bundan dolayı sen kardeşine söyle, onlara yardımcı olmasın. Allah ona yardımcı olacaktır.

 

Ata dedi ki: Hiçbir kimseye bir zalime yardımcı olmak, ona katiplik yapmak, onunla arkadaşlık yapmak helal değildir. Bunlardan herhangi birisini yapacak olursa, o zalimlere yardımcı olmuş olur.

 

Hadiste şöyle buyurulmaktadır: "Kıyamet gününde bir münadi: Nerede zalimler, nerede zalimlere benzeyenler ve zalimlere yardımcı olanlar, hatta onlara mürekkep hokkası uzatan yahut onların bir kalemini yontan dahi olsa(nerede)? Bunların hepsi demirden bir tabuta topluca konulurlar ve bu tabutta cehenneme atılır.''

 

Peygamber (s.a.v.)'dan da şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Uğradığı zulümde yardımcı olmak üzere bir mazlum ile yürüyen bir kimsenin ayaklarını kıyamet günü o ayakların kaydığı o günde sırat üzerinde sabit kılar. Her kim de bir zalim ile birlikte zulmünde ona yardımcı olmak üzere yürüyecek olursa, Yüce Allah ayakların kaydığı o günde sıratın üzerinde ayaklarını kaydıracaktır. ''

 

Yine hadiste: "Bir zalimle birlikte yürüyen günah işlemiş olur." denilmektedir.

 

Zalimle ancak ona yardımcı olmak maksadıyla yürüdüğü takdirde günah olur. Zira o Yüce Allah'ın: "Günah işlemek ve haddi aşmak üzerinde ise yardımlaşmayın" (el-Maide, 2) buyruğundaki yasağı işlemiş olur.

 

"Nihayet şehirde korku ile gözetleyerek sabahı etti" buyruğunda buna aykırı iddialarda bulunanların kanaatleri reddedilmekte; korkmanın marifetullah'a da, ona tevekküI etmeye de aykırı olmadığına işaret edilmektedir. Nitekim daha önceden Ta-Ha Suresi'nde (46. ayetin tefsirinde) ve başka yerlerde bu husus açıklanmıştır.

 

Denildi ki: Musa (a.s) öldürdüğü kişi karşılığında, öldürülmekten korkarak sabahı etti. Kavminin kendisini teslim edeceğinden korkarak diye açıklandığı gibi Yüce Allah'tan korkarak diye de açıklanmıştır.

 

"Gözetleyerek" buyruğunu Said b. Cübeyr: Korkusundan dolayı etrafına bakınarak diye açıklamıştır. Yakalanmayı gözetleyerek insanların kendisi hakkında neler söylediklerini tesbite çalışarak, diye de açıklanmıştır.

 

Katade dedi ki: "Gözetleyerek" yani takip edilmeyi gözetleyerek. Denildiğine göre o, durumun haberini öğrenmek üzere dışarı çıktı. İsrailoğullarına mensup o kişinin dışında Kıpti'nin öldürülmüş olduğunu bilen yoktu.

 

"Sabahı etti" buyruğunun; "İdi, oldu" anlamında olma ihtimali de vardır. Yani o katil olunca korkmaya başladı. Bunun "sabah vaktine girdi (sabahı etti)" anlamında olma ihtimali de vardır. Yani öldürdüğü günün ertesi gününün sabahında demek olur.

 

"Korku ile" buyruğu "Sabahı etti" buyruğunun haberi olarak nasbedilmiştir. hal olarak nasbedildiği de kabul edilebilir. Bu durumda zarf, haber mahallinde olur.

"Baktı ki dün kendisinden yardım isteyen yine ona feryad ediyordu."

 

Yani dün kurtarmış olduğu İsrailoğullarına mensup aynı kişi kendisine angarya iş yükletmek isteyen bir başka Kıpti ile kavga etmektedir.

"Yardım istemek" demektir. Bu da; "Feryad etmek" ten gelir, çünkü yardım isteyen kimse (el-müstağis) yüksek sesle bağırarak yardım ister. Şair şöyle demektedir: "(Bizlere) dehşete kapılmış bir feryad edici (yardım isteyen) geldi mi, Onun feryadına karşı feryadımız; (atlarımızın) bacaklarına kamçıları vurmak olurdu (çabucak yardımına koşardık)"

 

Denildiğine göre, İsrailoğullarına mensub olan yardım isteyen o kişi Samiri idi. Firavun'un mutfakçısı, mutfağa odun taşıma işini ona yükletmek istemişti. Bunu el- Kuşeyri zikretmektedir.

 

" ... en (kişi)" mübteda olarak merfudur. "Ona feryad ediyordu" haber mahallindedir. Hal olarak nasb konumunda olması da mümkündür. "Dün" ise içinde bulunduğumuz bugünün önceki günü demektir. Bu kelime iki sakinin arka arkaya gelmesi dolayısıyla esre üzere mebnidir. Başına elif lam gelecek yahut izafet olursa, o takdirde nahivcilerin çoğunluğuna göre ref' ve fetha ile i'rabı yapılabilir. "Eliflam"lı olduğu halde nahivcilerden onu mebni kabul edenler de vardır. Sibeveyh ve başkalarının naklettiğine göre Araplar arasından bu lafzı sadece ref' halinde iken gayr-ı munsarıf gibi değerlendirenler vardır. Şair de kimi zaman şiir zarureti dolayısıyla cer ve nasb halinde de aynı şeyi yapabilir. Şair der ki: "Andolsun dünden beri ben hayret edilecek bir şey gördüm"

 

Şair burada; (...) edatı ile geçmiş günü belirten bu lafzı mecrur okumuştur. Halbuki güzel söyleyiş bunun merfu olmasıdır. O burada; "Dün" lafzını cer halinde ikinci söyleyişe uygun olarak ref' halindeki gibi kullanmıştır.

 

"Musa ona: Gerçekten sen apaçık azgın bir kimsesin dedi." Buradaki; "Azgın, hüsrana uğramış" demektir. Çünkü sen güç yetiremeyeceğin kimselere karşı çıkıyorsun. Bunun apaçık sapık anlamında olduğu da söylenmiştir. Yani ben senden ötürü dün bir adam öldürdüm, bugün de beni bir başkası için çağırmaktasın.

 

"Azgın" lafzı; "Azdırdı, azdırır" fiilinden "fail" veznindedir ve; "Azdırıcı" anlamındadır. Bu da; (...) ile (...)'in "acıtıcı ve can yakıcı" anlamlarına gelmesine benzer. (...)'in "azan kimse" demek olduğu da söylenmiştir. Yani sen, sana yapacağı kötülüğü defedemeyeceğin kimselerle kavgaya tutuşmak suretiyle çok azgın (azan, azdırıcı) bir kimsesin.

 

el-Hasen dedi ki: Müsa (a.s): "Gerçekten sen apaçık azgın bir kimsesin" sözlerini İsrailoğullarına mensub kimseye angarya iş yükletmesi dolayısıyla Kıpti'ye söylemiş ve onu yakalamak istemişti.

 

"Yakaladı, yakalar" demektir. Bunun (muzari halinin "tı" harfinin) ötreli okunması kıyasa daha uygundur, çünkü bu müteaddi olmayan bir fiildir.

 

"Dedi ki: Ey Musa, dün bir kişiyi öldürdüğün gibi benide mi öldürmek istiyorsun?" İbn Cübeyr dedi ki: Müsa aslında Kıpti'yi yakalamak istemişti. İsrailoğullarına mensup kişi ise kendisini yakalamak istediğini sanmıştı. Çünkü ona ağır bir söz söylemişti ve: "Dün bir kişiyi öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun?" demişti. Kıpti bu sözü işitince etrafa yaydı.

 

Şöyle de denilmiştir: İsrailoğullarından biri Kıpti'yi yakalamak istemişti, Müsa ise bu işi yapmamasını ona söyleyince, ondan korktu ve: "Dün bir kişiyi öldürdüğün gibi benide mi öldürmek istiyorsun?" deyivermişti.

 

"Sen ancak yeryüzünde bir zorba" adam öldüren "olmak istersin."

 

İkrime ve eş-Şa'bi: Bir insan haksız yere iki kişi öldürmediği sürece zorba (cebbar) olmaz."Fakat ıslah edicilerden olmak" insanların arasını düzeltmeye çalışanlardan olmak "istemezsin."

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Kasas 20-22

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR