NEML 44 |
قِيلَ
لَهَا
ادْخُلِي
الصَّرْحَ
فَلَمَّا رَأَتْهُ
حَسِبَتْهُ
لُجَّةً
وَكَشَفَتْ عَن سَاقَيْهَا
قَالَ
إِنَّهُ
صَرْحٌ
مُّمَرَّدٌ
مِّن
قَوَارِيرَ
قَالَتْ
رَبِّ
إِنِّي ظَلَمْتُ
نَفْسِي
وَأَسْلَمْتُ
مَعَ سُلَيْمَانَ
لِلَّهِ
رَبِّ
الْعَالَمِينَ |
44. O kadına:
"Köşke gir" denildi. Onu görünce derin bir su sanıp ayaklarının
üzerini açtı. (Süleyman): "Gerçekten o billurdan yapılmış, iyice
düzeltilmiş bir köşktür" dedi. Kadın dedi ki: "Rabbim, ben nefsime zulmettim
ve Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum."
"O kadına: Köşke
gir denildi" buyruğunda; "Köşke gir" ifadesinin takdiri
Sibeveyh'e göre; "Köşke gir" şeklindedir. Burada harf-i cer
hazfedilip fiil dolaysız olarak teaddi etmiştir (geçişli olmuştur). Ebu'l-Abbas
ise bu hususta onun hatalı olduğunu söylemektedir: Çünkü zaten giriş, girilen
bir yere delalet etmektedir.
Burada köşkten kasıt,
içinde balıkların bulunduğu suyun üstünde camdan (billurdan) yapılmış geniş bir
avlu idi. O bunu kadına kendi mülkünden daha büyük bir mülkü göstermek üzere
yaptırmıştı. Bu açıklamayı Mücahid yapmıştır.
Katade dedi ki: Bu köşk
arkasında su bulunan sırça bir köşk idi. Kadın da onu "derin bir su"
sandı. Ebu Ubeyde'den nakledildiğine göre "sarh" köşk demektir.
Şairin şu mısraında olduğu gibi: "Onların yüksek binalarını köşkler
zannedersin."
Sarh (mealde köşk)'in
avlu olduğu da söylenmiştir. Nitekim: "Bu evin sarhası ve avlusu"
denildiği zaman bu iki lafız da aynı manadadır. Ebu Ubeyde de 'el-Carib
el-Musannef" adlı eserinde yerden yükseltilmiş, yüksek herbir binaya sarh
denilir. "Mümerred (iyice düzeltilmiş)" ise uzun ve yüksek
anlamındadır.
en-Nehhas dedi ki: Bunun
aslı şudur: Tek bir elden çıkmış gibi yapılmış herbir binaya "sarh"
denilir. Bu da Arapların su katılmamış süt hakkında kullandıkları: "Sarih
(saD süt" tabirlerinden alınmıştır. Aynı şekilde işi tasrih etti,
sözlerinden de gelmektedir. Bu sarih bir Araptır (salih bir Araptır) ifadesi de
buradan gelmektedir.
Denildiğine göre Süleyman
(a.s) bu köşkü cinlerin hakkında söyledikleri: Annesi cinlerden idi, ayakları
da eşek ayağına benzer, şeklindeki sözlerinin doğruluğunu araştırmak için
yapmıştı. Bu açıklamayı Vehb b. Münebbih yapmıştır.
Kadın suyu görünce
korktu ve kendisini suda boğmak istediğini zannetti. Ayrıca onun tahtının su
üzerinde oluşundan da hayrete düştü. Kendisini dehşete düşürecek daha başka
şeyler de gördü, fakat ona verilen emri yerine getirmekten başka bir yolu
yoktu.
"Ayaklarının
üzerini açtı." Bir de ne görsün! İnsanlar arasında bacakları en güzel
olanlardan birisi idi. Cinlerin söylediklerinden hiçbir eser yoktu, ancak
tüyleri fazlaca idi. Bu noktaya varınca, Süleyman (a.s) yüzünü ondan
çevirdikten sonra: "Gerçekten o billurdan yapılmış, iyice düzeltilmiş bir
köşktür" dedi.
"İyice
düzeltilmiş" (anlamı verilen: el-mumerred) zımparalanmış, düzeltilmiş
demektir. Tüysüz olana "emred" denilmesi buradan gelmektedir.
"Ergenlik yaşına geldikten sonra sakalının bitmesi gecikti" demektir.
Bu açıklamayı el-Ferra yapmıştır. üzerinde yaprak bulunmayan çıplak ağaca;
(...) denilmesi de buradan gelmektedir. Bitki yetişmeyen kumluk yere de; (...)
denilir. "Mumerred" aynı zamanda uzatılmış anlamına da gelir. Kaleye;
(...) denilmesi de buradan gelmektedir. Ebu Salih dedi ki: Bu, hurma ağacı
şeklinde uzun demektir. İbn Şecere de: Eni de, boyu da oldukça fazla
anlamındadır, demiştir. Şair şöyle demiştir: "Sabah erkenden gittim onları
buldum, Kuşluk vaktinden önce mümerred (eni boyu fazla) zırhlar içinde."
Görüldüğü gibi burada
şair "mümerred" kelimesini bol ve geniş anlamında kullanmıştır.
İşte o vakit Belkıs
teslimiyetini gösterdi, itaatini arzetti, müslüman oldu ve kendisi hakkında
-ileride geleceği üzere- zalimlik ettiğini itiraf etti. Süleyman (a.s) onun
ayaklarını görünce, şeytanlar arasından kendisine doğru şeyler söyleyip
iyiliğini isteyen kimseye şöyle dedi: Bedenine zarar vermeksizin bu tüyleri
nasıl yok edebilirim? Bu şeytan ona kıl dökme ilacının nasıl yapılacağını
öğretti. İşte bu ilaçlar ve hamamlar o günden beri yapılmaya başlandı.
Rivayet olunduğuna göre
Süleyman (a.s) o vakit onunla evlendi ve onu Şam'a yerleştirdi. Bunu da
ed-Dahhak söylemiştir.
Said b. Abdu'l-Aziz:
"Kitabu'n-Nekkaş"da şöyle demektedir: Onunla evlendi ve tekrar onu
Yemen'deki hükümdarlığına geri gönderdi. Ayda bir defa rüzgar ile onun yanına
giderdi. Ona kendi döneminde vefat etmiş, Davüd adını verdiği bir çocuk
doğurdu. Kimi haberlerde belirtildiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "Belkıs dünyada bacakları en güzel kadınlardan idi. O
cennette Süleyman (a.s)'ın hanımları arasında olacaktır. Aişe: Onun bacakları
benden de mi güzeldi? deyince, Peygamber şöyle buyurdu: "Cennette senin
bacakların ondan güzel olacaktır.'' Bunu el-Kuşeyri zikretmiştir. es-Sa'lebi'nin
de naklettiğine göre Ebu Musa, Rasülullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet
etmektedir: "İlk hamam edinen kişi Süleyman b. Davud'dur. O sırtını duvara
yapıştırınca hamamın sıcağı ona dokundu. Bu sefer: "Yüce Allah'ın
azabından vay halimize!" dedi."
Süleyman (s.a.v.)
Belkıs'ı çokça sevdi ve onu Yemen'deki hükümdarlığında bıraktı. Cinlere emir
vererek ona insanların benzerini görmediği yükseklikte üç kale inşa etti.
Bunlar Selhun, Beynun ve Umdan kaleleridir. Diğer taraftan Süleyman ayda bir
defa onu ziyaret eder, yanında üç gün ikamet ederdi.
eş-Şa'bi'nin
naklettiğine göre Himyerlilerden bazıları kralların mezarlarını kazdılar. Orada
üzerinde, altın ile dokunmuş elbiseler bulunan kadının bulunduğu bir kabir
buldular. Bu kabrin baş ucunda da şu beyitlerin yazılı olduğu bir mermer
parçası gördüler:
"Ey kavimler hep
birlikte dönün, Benim kabrimin olduğu yerde de develeri rahatça serbest
bırakın. Bilin ki ben o kadın hükümdardım ki, Bir zamanlar Belkıs diye
anılırdım. Kavmim Himyerliler arasında krallık sarayını yükselttim, Eskiden
(bir zamanlar) orada insanlar yaşardı. Hükümdarlığımda ve mülkümü idare
edişimde, Allah uğrunda burunları yere sürterdim. Kocam peygamber Süleyman'dı
ki, O Tevrat'ı çokça okuyandı. Rüzgar ona binek olarak müsahhar kılınmıştı,
Kimi zaman uçarak eserdi. Davud'un oğlu o peygamber ile birlikte ki, Rahman
olan Allah onu takdis etmiştir."
Muhammed b. İshak ile
Vehb b. Münebbih dediler ki: Süleyman, Belkıs ile evlenmedi ona: Kendine bir
koca seç dedi, o da: Benim gibi birisi -böyle hükümdarlığı olmuş iken-
başkasının nikahı altına girmez. Bu sefer ona:
İslamda nikahlanman
kaçınılmaz bir şeydir, dedi. Bunun üzerine Hemdan hükümdarı Zu Tübba'ı seçti. O
da Hemdan hükümdarını Belkıs ile evlendirdi ve Belkıs'! Yemen'e geri gönderdi.
Yemen cinlerinin emiri Zevbea'ya da Zu Tubba'a itaat etmesini emretti. Ona çok
yüksek kaleler inşa etti. Süleyman (a.s) vefat edinceye kadar emirliği devam
etti.
Bazıları da şöyle
demiştir: Ne Süleyman'ın Belkıs ile evlendiği, ne de onu başkası ile evlendirdiği
hususunda sahih herhangi bir haber varid olmuş değildir.
Belkıs'ın babası es-Serh
b. el-Hedahid b. Şerahil b. Eded b. Hadr b. esSerh b. el-Hares b. Kays b.
Sayfi: b. Sebe' b. Yeşceb b. Ya'rub b. Kahtan b. Abir b. Şalih b. Erfahşed b.
Sam b. Nuh'dur. Dedesi el-Hedhad şanı büyük bir hükümdar idi, hepsi de kral;
kırk oğlu olmuştu. Bütün Yemen topraklarını eline geçirmişti. Babası es-Serh
ise çevre hükümdarlarına şöyle derdi: Aranızda bana denk hiçbir kimse yoktur. O
bakımdan onların kızları ile evlenmeyi kabul etmedi. Bundan dolayı Reyhane
bintü's-Seken diye anılan cinlerden bir kadın ile onu evlendirdiler. Bu
kadından Belkame diye bir kızı oldu ki; Belkıs budur. Bundan başka da bir
çocuğu olmamıştır.
Ebu Hureyre dedi ki:
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Belkıs'ın ebeveyninden birisi cinni
idi." Babası vefat ettiğinde kavmi ona karşı ikiye bölündüler. O bakımdan
başlarına birisini hükümdar olarak geçirdiler; o da çok kötü uygulamalarda
bulundu. Nihayet yönetiminin altındakilerin kadınları ile hayasızca ilişkilere
girdi. Belkıs bundan dolayı gayrete geldi ve kendisi ile evlenmesini teklif
edince, onunla evlendi. Ona içki içirdi ve nihayet onun kafasını kesti, evinin
kapısına kafasını astı, sonra da onu kendilerine kraliçe yaptılar.
Ebu Bekre dedi ki:
Peygamber (s.a.v.)'ın nezdinde Belkıs'den söz edildi. Bunun üzerine o:
"Yönetim işlerinin başına bir kadını getiren bir toplum asla iflah
olmaz." diye buyurdu.
Şöyle de denilmektedir:
Belkıs'ın babasının cinlerden birisiyle evlenmesinin sebebi şudur: Babası
oldukça zorba ve yönetimi altındakilerin kadınlarına zorla el koyan azgın bir
hükümdarın veziri idi. Vezir olarak da kendisi çok kıskanç birisiydi, bundan
dolayı hiç evlenmedi. Bir sefer yolda tanımadığı birisiyle arkadaşlık etti.
Ona: Evli misin? diye sordu, o: Ebediyyen evlenmem dedi. Çünkü bizim ülkemizin
hükümdarı kadınları kocalarından zorla alıyor. Arkadaşı kendisine: Şayet benim
kızımla evlenecek olursan, eb ediyyen onu senden alamaz. Babası: Hayır alır
deyince, arkadaşı ona: Biz cinlerden bir topluluğuz, asla bize güç yetiremez,
dedi. Bunun üzerine arkadaşının kızı ile evlendi ve ona Belkıs'ı doğurdu. Daha
sonra anne vefat etti. Belkıs da çölde bir köşk inşa etti, derken babası bir
seferinde yanılarak kızının durumundan sözetti. Kızının bu haberi hükümdara
ulaştırılınca, ona şöyle dedi: Ey filan kişi, benim kadınlara olan düşkünlüğümü
bildiğin halde, senin de böyle güzel bir kızın varken onu bana getirmiyorsun
olur mu? Sonra hapsedilmesini emretti. Belkıs ona: Ben senin emrindeyim diye
haber gönderdi. Kral sarayına gitmek üzere hazırlıklarını yaptı.
Beraberindekilerle birlikte içeri girmek isteyince, ona yüzleri güneş parçası
gibi olan cin kızlarından cariyeleri çıkarıp gönderdi ve kendisine şöyle
dediler: Utanmıyor musun? Bizim hanımefendimiz sana şöyle diyor: Bu erkekler
seninle birlikte iken sen hanımının yanına mı gireceksin? Kral
beraberindekilere gitmeleri için izin verdi ve tek başına saraya girdi. Belkıs
üzerine kapıyı kapattı ve ayakkabılarla vurarak öldürdü. Sonra başını kopartıp
askerlerin arasına başını attı. Onlar da Belkıs'ı başlarına kraliçe seçtiler.
Hüdhüd onun durumunu Süleyman (a.s)'a bildirinceye kadar bu hali üzere devam
etti.
Bu da şöyle olmuştu:
Süleyman (a.s) bir yerde konakladığı bir sırada hüdhüd: Süleyman konaklamak ile
meşguldür deyip, semaya doğru yükseldi. Dünyanın enini boyunu gördü, dünyanın
sağını solunu gördü. Belkıs'ın bir bahçesinde bir hüdhüd gördü. O hüdhüdün adı
Ufeyr idi. Yemen'in Ufeyr adındaki hüdhüdü, Süleyman'ın Ya'fur adındaki
hüdhüdüne: Nereden geldin? nereye gitmek istiyorsun? diye sordu. O da: Ben
Şam'dan benim sahibim Davüd oğlu Süleyman ile birlikte geldim. Ufeyr: Süleyman
da kim? diye sorunca, Ya'fur: O cinlerin, insanların, şeytanların, kuşların,
yabani hayvanların, rüzgarın, sema ile arz arasındaki herbir şeyin
hükümdarıdır. Peki sen nerelisin? deyince, Ufeyr şöyle dedi: Ben de bu
ülkedenim, bu ülkeye Belkıs adındaki bir kadın hükümdar oldu. Onun emri altında
onikibin hükümdar vardır. Herbir hükümdarın emri altında da kadın ve çocuklar
dışında yüzbin savaşçı bulunmaktadır. Onunla beraber gidip, Belkıs'a ve onun
krallığına baktı, sonra ikindi vakti Süleyman (a.s)'ın yanına döndü. Süleyman
(a.s) namaz vaktinde onu aramış fakat bulamamıştı. Bulundukları yerde de su
yoktu. Bir rivayete göre İbn Abbas: üzerine bir parça güneş düşmüştü. Kuşlardan
sorumlu vezire: Burası kimin yeridir? diye sorunca, vezir: Ey Allah'ın
peygamberi bu hüdhüdün yeridir dedi. Süleyman (a.s): Nereye gitti? diye sordu,
vezir: Allah hükümdarımızın işlerini yoluna koysun bilemiyorum, dedi. Süleyman
kızıp: ''Ben onu elbette şiddetli bir azab ile azablandırırım ...'' (Neml, 21)
dedi.
Daha sonra kuşların
efendisi en kararlısı ve en güçlüsü olan kartalı çağırdı. Kartal ona: Ey
Allah'ın peygamberi emrin nedir? diye sordu. O da: Derhal bana hüdhüdü getir,
dedi. Kartal semaya doğru yükseldi, dünyaya sizden herhangi birinizin önündeki
tepsi gibi baktı. Hüdhüdün Yemen tarafından gelmekte olduğunu gördü. Ona doğru
indi ve pençesiyle onu yakaladı. Hüdhüd ona dedi ki: Sana beni ele
geçirebilecek güç ve kudreti veren Allah adı için and veriyorum ki bana
merhamet eyle. Kartal ona vay başına geleceklere anan seni kaybedesice dedi.
Çünkü Allah'ın peygamberi Süleyman mutlaka seni azaplandıracak ya da kesecek
diye yemin etti. Sonra hüdhüdü alıp gitti. Akbabalar ve diğer kuş askerleri onu
karşıladı, vay başına geleceklere dediler. Allah'ın peygamberi seni tehdid
etti. Hüdhüd: Benim değerim ne, ben neyim ki, hiç yemininde istisna yapmadı mı?
diye sordu. Evet dediler çünkü o: "Ya da bana apaçık bir
delilgetirir" (Neml, 21) dedi. Sonra Süleyman (a.s)'ın huzuruna girdi,
başını kaldırıp kanatlarını ve kuyruğunu Süleyman (a.s)'ın önünde alçak
gönüllülük göstererek yere doğru gevşetti. Süleyman ona:
Hizmetini ve yerini
bırakıp nereye gittin? Ben seni ya çetin bir şekilde azaplandıracak ya da
keseceğim dedi. Hüdhüd ona: Ey Allah'ın peygamberi sen Allah'ın huzurundaki
duruşunu, benim senin huzurundaki şu duruşum ile bir karşılaştır. Bu sefer
Süleyman'ın tüyleri diken diken oldu, titredi ve onu affetti.
İkrime dedi ki: Yüce
Allah, Süleyman'ın, hüdhüdü kesmesine mani oldu, çünkü o anne babasına iyilikle
davranan birisi idi. Onlara yemek taşır ve onları beslerdi. Daha sonra Süleyman
ona şöyle dedi: Gecikmene sebeb nedir? Hüdhüd ona Yüce Allah'ın bize haber
verdiği şekilde Belkıs'dan, tahtından ve kavminden -az önce geçtiği üzere-
sözetti.
el-Maverdi dedi ki:
Belkıs'ın annesinin cinlerden olduğu görüşü cinslerin farklılığı, tabiatların
ayrılığı, her iki varlık türünün hislerinin birbirine benzememesi dolayısı ile
akıl tarafından kabul edilemez. Çünkü Ademoğulları cismanidir, cinler ise
ruhanidir. Yüce Allah Ademoğullarını ses veren kurumuş çamurdan yarattı,
cinleri ise dumansız ateş alevinden yarattı. Böyle bir farklılık varken,
bunların birbirleriyle imtizacı mümkün değildir. Bu ayrılıklarla birlikte
bunlardan ortak bir nesil çıkması imkansız bir şeydir.
Derim ki: Bu hususta
açıklamalar önceden geçmiş bulunmaktadır. Ancak bu hususta gelmiş olan haber
ile birlikte akıl böyle bir şeyi imkansız görmemektedir. Eğer hilkatin aslına
bakılacak olursa, önceden de açıklandığı gibi hilkatin aslı sudur. Böyle bir
şey de uzak bir ihtimal görülemez, doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Kur'an-ı
Kerim'de ise daha önceden de geçtiği gibi: "Mallarına, evlatlarına ortak
ol'' (el-İsra, 64) diye buyurulmuştur. İleride geleceği üzere de er-Rahman
Süresi'nde de: "O ikisinde de bunlardan evvel ne bir insanın, ne de bir
cinnin asla dokunmadığı ... eşler vardır" (er-Rahman, 56) diye buyurmaktadır.
"Rabbim ben
nefsime" İbn Şecere'nin dediğine göre şirk üzere bulunmaktan dolayı
"zulmettim." Süfyan da şöyle demiştir: Süleyman hakkında sahib
olduğum zanlarla zulmettim. Çünkü ona büyükçe salondan geçip gelmesini
emredince o burayı büyük bir su zannetmiş, Süleyman'ın da kendisinin o suda
boğulmasını istediği kanaatine kapılmıştı. Bunun sırçadan son derece güzel
düzeltilmiş bir köşk olduğunu anlayınca, bu zan sebebiyle kendisine zulmetmiş
olduğunu anladı.
Burada; (...)'nin
hemzesinin meksur gelmesi "dedi ki"den sonra başa gelmiş olmasından
dolayıdır. Araplar arasından bunu üstün okuyarak "demek" fiilinin
onda amel etmesini sağlayanlar da vardır.
"Ve Süleyman'la
birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum."
Bu buyruktaki;
"Birlikte, beraber" lafzı sakin okunacak olursa, o takdirde belli bir
mana için getirilmiş bir harftir ve bu hususta nahivciler arasında görüş
ayrılığı yoktur. Şayet üstün okunacak olursa, bu hususta iki görüş vardır.
Birincisine göre bu zarf anlamında bir isimdir, diğerine göre bu fetha üzere
mebni cer harfidir. Bu açıklamayı da en-Nehhas yapmıştır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN