NEML 15 / 16 |
وَلَقَدْ
آتَيْنَا
دَاوُودَ
وَسُلَيْمَانَ
عِلْماً وَقَالَا
الْحَمْدُ
لِلَّهِ
الَّذِي
فَضَّلَنَا
عَلَى
كَثِيرٍ
مِّنْ
عِبَادِهِ
الْمُؤْمِنِينَ
{15} وَوَرِثَ
سُلَيْمَانُ
دَاوُودَ
وَقَالَ يَا
أَيُّهَا
النَّاسُ
عُلِّمْنَا
مَنطِقَ
الطَّيْرِ وَأُوتِينَا
مِن كُلِّ
شَيْءٍ
إِنَّ هَذَا لَهُوَ
الْفَضْلُ
الْمُبِينُ {16} |
15.
Andolsun Biz, Davüd'a ve Süleyman'a bir ilim verdik. İkisi de: "Bizi
mü'min kullarının pek çoğuna üstün kılan Allah'a hamd olsun" dediler.
16.
Süleyman, Davüd'a mirasçı oldu. Dedi ki: "Ey insanlar! Bize kuşların dili öğretildi,
herşeyden bize verildi. Muhakkak ki bu apaçık üstünlüğün ta kendisidir."
"Andolsun Biz,
Davud'a ve Süleyman'a bir ilim" yani Katade'ye göre bir kavrayış
"verdik." Bunun din, hüküm vermek ve bunların dışındaki hususlara
dair bilgi demek olduğu da söylenmiştir. Nitekim Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Ve Biz ona sizin faydanıza ... giyecek (zırh) yapma
sanatını öğ rettık "(el-Enbiya, 80) Bunun kimya sanatı olduğu da
söylenmiştir ki, bu şaz bir görüştür. Yüce Allah'ın onlara verdiği ise
peygamberlik, yeryüzünde halifelik ve Zebur'dur.
"Bizi mü'min
kullarının pek çoğuna üstün kılan Allah'a hamd olsun, dediler." Bu ayet-i
kerimede ilmin şerefine, konumunun üstünlüğüne ve ilim ehli kimselerin
önderliklerine, ilim nimetinin en değerli nimetlerden ve en büyük kısmetlerden
birisi olduğuna, kendisine ilim verilen kimseye Yüce Allah'ın diğer mü'min
kullarına göre pek büyük bir üstünlük vermiş olduğuna delil teşkil etmektedir.
"Allah sizden iman edenleri ve (özellikle) ken dilerine ilim verilenleri dereceler
ile yükseltsin. "(el-Mücadele, 11) Bu hususa daha önceden bir kaç yerde de
değinilmiş bulunmaktadır.
"Süleyman, Davud'a
mirasçı oldu. Dedi ki: Ey insanlar, bize kuşların dili öğretildi, herşeyden
bize verildi." el-Kelbı dedi ki: Davud (a.s)'ın ondokuz çocuğu vardı.
Aralarından onun peygamberliğine ve mülküne Süleyman mirasçı oldu. Eğer bu
mirasçılık bir mal mirasçılığı olsaydı, onun bütün evlatlarının bu hususta eşit
olmaları gerekirdi. İbnu'l-Arabı de böyle demiştir. (İbnu'l-Arabı devamla) dedi
ki: Eğer bu, mala bir mirasçılık olsaydı, bu malın sayılarına göre
paylaştırılması gerekirdi. Yüce Allah Davud (a.s)'ın sahip olduğu hikmet ve
nübuvveti (diğer kardeşleri arasından) özellikle Süleyman (a.s)'a verdi. Ayrıca
lütuf ve kereminden de kendisinden sonra hiçbir kimseye verilmemiş büyük bir
mülk de verdi.
İbn Atiyye dedi ki:
Davüd İsrailoğullarından idi. O bir hükümdar idi. Süleyman da onun
hükümdarlığına ve peygamberlik mevkiine mirasçı oldu. Yani babasının vefatından
sonra bunlar ona verildi. Dolayısıyla bunlara mecazi olarak "miras"
dendi. Bu da Peygamber (s.a.v.)'ın: "İlim adamları, peygamberlerin
mirasçılarıdır." buyruğuna benzer. Ayrıca Peygamber (s.a.v.):
"Muhakkak biz peygamberler topluluğuna mirasçı olunmaz. '' buyruğu ile de
şunu kastetmiş olabilir: Böyle bir durum peygamberlerin işi ve yaşayışının bir
gereğidir. Her ne kadar aralarında bu husustaki en meşhur görüşe göre Zekeriya
gibi malı mirasçı alınmış kimse bulunsa da bu böyledir. Bu da -müslümanların
çoğunlukla davranışlarını gözönünde bulundurup-; biz müslümanlar topluluğunu
ibadet yeteri kadar meşgul etmektedir, demeye benzer. İşte Sibeveyh'in
naklettiği şu: Biz Araplar topluluğu insanlar arasında misafirlere en çok
ikramda bulunanlarız, ifadeleri de bu kabildendir.
Derim ki: Bu husus daha
önceden Meryem Süresi'nde (6. ayet, 1. başlık ve devamında) geçmiş
bulunmaktadır. Ancak sahih olan birinci görüştür. Çünkü Peygamber (s.a.v.):
"Biz peygamberler topluluğuna mirasçı olunmaz" diye buyurmuştur ve bu
buyruk umumidir. Herhangi bir delil ile olmadığı sürece kimse bunun kapsamı
dışında tutulamaz.
Mukatil dedi ki:
Süleyman (a.s)'ın mülkü (hükümdarlığı) Davud'dan daha büyük ve hüküm vermesi,
hakimliği ondan daha ileri derecede idi. Davüd da, Süleyman (a.s)'dan ibadete
daha düşkün birisi idi.
Başkası da şöyle
demiştir: Hiçbir peygamberin mülkü ve hükümdarlığı onun mülkü ve
hükümdarlığının ulaştığı seviyeye ulaşmamıştır. Çünkü Yüce Allah insanları,
cinleri, kuşları, yabani hayvanları onun emrine verdiği gibi, alemlerden hiçbir
kimseye vermediği şeyleri ona vermiştir. Süleyman hükümdarlık ve peygamberlik
bakımından babasına mirasçı olmuştur. Ondan sonra onun şeriatı ile
hükmetmiştir. Musa'dan sonra peygamber olarak gelen herkes, ister ayrıca
risalet verilmiş olsun, ister verilmemiş olsun Musa (a.s)'ın şeriati ile
hükmetmiştir ve bu Yüce Allah'ın Mesih İsa'yı peygamber gönderip onun şeriatını
nesh ettiği vakte kadar böylece sürmüştür. Süleyman (a.s) ile hicret arasında
yaklaşık 1800 yıllık bir süre vardır. Yahudiler ise 1362 yıl vardır, derler.
Yine denildiğine göre,
Süleyman (a.s)'ın vefatı ile Peygamberimizin doğumu arasında yaklaşık 1700 yıl
vardır. Yahudiler ise bundan üçyüz yıl eksik bir tarih verirler. Süleyman, elli
küsur yıl yaşamıştır.
Yüce Allah'ın:"Dedi
ki: Ey insanlar" buyruğu şu demektir: Süleyman, İsrailoğullarına Yüce
Allah'ın nimetlerine şükürünü ifade etmek üzere "bize kuşların dili
öğretildi" dedi. Yani Yüce Allah, Davüd (a.s)'dan miras olarak aldığımız
ilim, peygamberlik ve yeryüzünde halifeliğine mirasçı oluşumuzdan ayrı olarak,
bizlere kuşların çıkardığı seslerden içlerindeki manaları kavrama lütfunu da
ihsan etmiştir.
Mukatil bu ayet-i kerime
hakkında şöyle demektedir: Bir gün Süleyman (a.s) oturur iken yanında belli bir
şeyin etrafında dönen bir kuş geçti. Yanında bulunanlara: Bu kuşun ne
dediklerini biliyormusunuz' Bu kuş bana şunları söyledi: Ey saltanat sahibi
hükümdar ve ey İsrailoğullarının peygamberi selam sana! Yüce Allah sana ikramda
bulunmuştur. Seni düşmanlarına karşı muzaffer kılmıştır. Ben şimdi yavrularımın
yanına gideceğim, ikinci bir defa sana geleceğim. O biraz sonra bize ikinci
defa gelecek derken kuş döndü, Süleyman (a.s) dedi ki: Bu kuş şöyle diyor: Ey
saltanat sahibi hükümdar selam sana. Eğer izin verirsen ben yavrularım için bir
şeyler kazanayım taki yetişsinler, sonra senin yanına geleyim o vakit bana
istediğini yap. Süleyman onlara kuşun söylediklerini bildirdi, ondan sonra da
ona izin verdi, kuş da gitti.
Ferkad es-Sebehi dedi
ki: Süleyman bir ağacın üzerinde kafasını oynatan, kuyruğunu hareket ettiren
bir bülbülün yanından geçiyordu. Arkadaşlarına bu: Bülbülün ne dediğini biliyor
musunuz? diye sordu. Onlar: Hayır ey Allah'ın peygamberi dediler. Süleyman dedi
ki: Bu bülbüI şöyle diyor: Ben bir meyvenin yarısını yedim. Artık bundan sonra
dünya umurumda değiL. Yine bir ağacın üstünde bir hüdhüd kuşu gördü, küçük bir
çocuk da ona bir tuzak kurmuşttı. Süleyman: Ey hüdhüd dikkat et dedi, kuş: Ey
Allah'ın peygamberi bu akılsız bir çocuktur, ben de onunla dalga geçiyorum,
dedi.
Daha sonra Süleyman geri
döndüğünde kuşun çocuğun tuzağına yakalanmış olduğunu ve çocuğun elinde
bulunduğunu gördü. Ey hüdhüd bu da ne? dedi. Hüdhüd: Ey Allah'ın peygamberi ben
o tuzağı göremedim ve nihayet ona düştüm dedi. Süleyman: Yazık sana, sen yerin
altındaki suyu görüyorsun da sana kurulan tuzağı görmüyor musun? Hüdhüd dedi
ki: Ey Allah'ın peygamberi tedbirin takdire karşı faydası yoktur.
Ka'b dedi ki; Süleyman
b. Davud'un yanında bir yaban güvercini (ya da erkek kumru) öttü. Süleyman:
Bunun ne dediğini biliyor musunuz? diye sordu. Onlar: Hayır dediler, dedi ki:
Bu kuş diyor ki: Ölmek için doğunuz, sonunda yıkılsın diye bina yapınız.
Bir üveyik kuşu öttü,
bunun ne dediğini biliyor musunuz? diye sordu. Onlar: Hayır dediler. Dedi ki:
Bu kuş şöyle diyor: Keşke bu mahlukat yaratılmamış olsaydı, madem yaratıldılar
keşke ne için yaratıldıklarını bilmiş olsalardı.
Yine onun önünde bir
tavus kuşu öttü. Bunun ne dediğini biliyor musunuz? diye sordu. Onlar: Hayır
dediler. Dedi ki; Bu ne şekilde davranırsan sana öyle muamele yapılır demektedir.
Yanında bir hüdhüd kuşu öttü, bunun ne dediğini biliyor musunuz? diye sordu.
Onlar: Hayır dediler. Dedi ki: Bu: Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz dedi.
Yine yanında bir göçeğen
kuşu öttü. Bunun ne dediğini biliyor musunuz? diye sordu. Onlar: Hayır dediler.
Dedi ki: Ey günahkarlar Allah'tan mağfiret dileyin. İşte bundan dolayı
Resulullah (s.a.v.) o kuşun öldürülmesini yasaklamıştır.
Denildiğine göre göçeğen
kuşu Evin (Kabe'nin) mekanını Adem'e gösteren kuştur. İlk oruç tutan kuş odur.
Bundan dolayı bu kuşa "es-savvam" denilmiştir. Bu da Ebu Hureyre'den
rivayet edilmiştir.
Huzurunda bir bağırtlak
kuşu öttü. Bunun ne dediğini biliyor musunuz? diye sordu. Onlar: Hayır dediler.
Dedi ki: Bu diyor ki: Her yaşayan ölür, her yeni eskir.
Yanında dişi bir
kırlangıç öttü. Bunun ne dediğini biliyor musunuz? diye sordu. Onlar: Hayır
dediler. Dedi ki: Bu kuş diyor ki: Önden hayır gönderiniz, onu bulacaksınızdır.
Bundan dolayı Resulullah (s.a.v.) kırlangıç kuşunun öldürülmesini
yasaklamıştır.
Denildiğine göre; Adem
cennetten çıktı, Yüce Allah'a yalnızlıktan şikayet etti. Yüce Allah ona
kırlangıç kuşu ile teselli verdi ve bu kuşun evlerde barınmasını takdir
buyurdu. O bakımdan bu kuşlar teselli vermek için Adem oğullarından
ayrılmazlar.
Bu kuş Yüce Allah'ın
kitabından dört ayet-i kerimeyi de bilir: "Şayet Biz bu Kuran'ı bir dağa
indirseydik. .. "buyruğundan surenin sonuna kadar bilir ve Yüce Allah'ın:
"O Azizdir, Hakimdir." (el-Haşr, 21-24) buyruğunu da okurken sesini
uzatır.
Süleyman (a.s)'ın huzurunda
bir güvercin öttü. Ne dediğini biliyor musunuz? diye sordu. Onlar: Hayır
dediler. Dedi ki: Bu güvercin diyor ki: Semavat ve arzında mevcut olan
varlıkların sayısınca subhane rabbiye'l-a'la.
Yine Süleyman (a.s.)'ın
yanında bir kumru öttü. Bunun ne dediğini biliyor musunuz? diye sordu. Onlar:
Hayır dediler. Dedi ki: Bu kuş: Subhane rabbiye'l-aziym el-Müheymin (pek büyük
ve herşeye mutlak egemen olan Rabbimin şanı ne yücedir) demektedir.
Ka'b dedi ki: Yine
Süleyman onlara anlatmaya devam etti. Dedi ki: Karga şöyle diyor: Allah'ım
gümrük ve vergi memurlarına lanet eyle! Çaylak da şöyle diyor: "O'nun zatı
müstesna herşey helak olacaktır." Keklik: Susan esenliğe kavuşur der.
Papağan: Bütün çabası dünya için olanın vay haline! Kurbağa: Subhane Rabbiye'l-Kuddus.
Karta!: Subhane Rabbiy ve bi hamdihi. Yengeç: Her mekanda her dil ile adı
anılanın şanı ne yücedir, diyor dedi.
MekhuI dedi ki:
Süleyman'ın yanında turaç kuşu öttü. Bu ne diyor biliyor musunuz? diye sordu.
Onlar: hayır dediler. Dedi ki: Bu kuş: "Rahman (olan Allah) Arşa istiva
etti" diyor.
el-Hasen dedi ki:
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Horoz öttüğü vakit ey gafiller Allah'ı
anın der."
el-Hasen b. Ali b. Ebi
Talib dedi ki: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Kerkez öttüğünde der ki:
Ey Ademoğlu istediğin kadar yaşa, sonunda öleceksin. Tavşancıl kuşu da öttümü
der ki: İnsanlardan uzak kalmak rahattır. Kamber kuşu öttü mü şöyle der:
Allah'ım, Muhammed soyundan gelenlere buğzedenlere lanet et. Kırlangıç kuşu
öttü mü: "Elhamdu lillahi Rabbi'l-alemiyn"i sonuna kadar okur ve
"vele'd-dalliyn" diyerek Kur'an okuyan kimsenin yaptığı gibi sesini
uzatır.''
Katade ve eş-Şa'bi dedi
ki: Bu husus sadece kuşlara mahsustur. Çünkü Süleyman (a.s): "Bize
kuşların dili öğretildi" demiştir. Karınca da uçan bir varlıktır, çünkü
bazılarının kanatları bulunabilir. eş-Şa'bi dedi ki: İşte bu karınca da iki
kanatlı bir karınca idi.
Bir kesim de şöyle
demiştir: Süleyman (a.s)'a bütün hayvanların dili öğretilmişti. Özellikle
kuşların söz konusu edilmesi, Süleyman (a.s)'ın güneşe karşı gölgelenmek, bir
takım işler için onları göndermek hususunda onlara duyduğu ihtiyaç dolayısıyla
zikredilmişlerdir. Kuşların bu şekilde çokça müdahaleleri olduğundan ötürü
bilhassa anılmışlardır. Diğer taraftan; diğer hayvanların bu gibi özellikleri
nadirdir ve kuşlarda görüldüğü gibi çokça tekrarlanmaz.
Ebu Ca'fer en-Nehhas
dedi ki: Mantık (dil) bazen söz söylemeksizin de anlaşılabilen şeyler hakkında
kullanılır. Bununla birlikte neyi murad ettiğini en iyi bilen Yüce Allah'tır.
İbnu'l-Arabi dedi ki:
Süleyman (a.s) için o sadece kuşların dilini biliyordu diyen kimselerin bu
bilgileri büyük bir eksikliktir. Çünkü insanlar ittifakla şunu kabul
etmişlerdir: O, konuşmayan varlıkların sözlerini anlardı. Hatta bitkilerde dahi
onun için konuşma kabiliyeti halk edilirdi. Herbir bitki ona:
Ben filan bitkiyim,
filan ağacım, şu şu işe yararım ve şöyle şöyle zararlarım vardır, derlerdi.
Durum böyle olduğuna göre ya hayvanlar hakkında ne denilir!
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN