ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

FURKAN

74

/

77

وَالَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ أَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ أَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ إِمَاماً {74} أُوْلَئِكَ يُجْزَوْنَ الْغُرْفَةَ بِمَا صَبَرُوا وَيُلَقَّوْنَ فِيهَا تَحِيَّةً وَسَلَاماً {75} خَالِدِينَ فِيهَا حَسُنَتْ مُسْتَقَرّاً وَمُقَاماً {76} قُلْ مَا يَعْبَأُ بِكُمْ رَبِّي لَوْلَا دُعَاؤُكُمْ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَاماً {77}

 

74. Ve onlar ki: "Rabbimiz, eş ve çocuklarımızdan bize gözlerimizin aydınlığı olan kimseler ver. Bizi takva sahiplerine önder yap" derler.

75. İşte bunlar sabretmelerinden ötürü cennetin yüksek köşkleri ile mükafatlandırılacaklar ve onlar orada esenlik dileği ve selam ile karşılanacaklardır.

76. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar. O, ne güzel karargah ve ikamet yeridir!

77. De ki: "Eğer duanız olmasaydı, Rabbimin yanında sizin ne değeriniz olurdu? Şimdi siz yalanladınız, artık yakında ceza kaçınılmaz olacaktır."

 

"Ve onlar ki: Rabbimiz, eş ve çocuklarımızdan bize gözlerimizin aydınlığı olan kimseler ver ... derler" buyruğu ile ilgili olarak ed-Dahhak: Yani sana itaat edecek kimseler ver, derler, diye açıklamıştır. Bu buyruktan evlat sahibi olmak için dua etmenin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Buna dair açıklamalar daha önceden (AI-i İmran Süresi, 37-38 ayetler, 3. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

 

Zürriyet (mealde: çocuklarımız) lafzı tekil de olabilir, çoğul da olabilir.

Bunun tekil için kullanılabileceğinin delili Yüce Allah'ın: "Rabbim bana katından çok temiz bir soy (zürriyet) bağışlar (Al-i İmran, 38); "Bundan dolayı bana lutfundan bir veli (oğul) bağışla'' (Meryem, 5) buyruklarıdır. Çoğul için kullanılabileceğinin delili de: ''Arkalarında kendileri hakkında endişe edecekleri aciz ve güçsüz çocuklar (zürriyet) bırakacak olanlar ... '' (Nisa, 9) buyruğudur. el-Bakara Süresi'nde de (124. ayet, 19. başlıkta) bu kelimenin türediği kök ile ilgili yeterli açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.

 

Nafi', İbn Kesir, İbn Amir ve el-Hasen "Zürriyetlerimiz, çocuklarımız" şeklinde çoğul ile okumuşlardır. Ebu Ömer, Hamza, el-Kisai, Talha ve İsa ise tekil olarak; (...) diye okumuşlardır.

 

"Gözlerimizin aydınlığı" mef'ul olarak nasb edilmiştir. Bizim için göz aydınlığı. .. anlamındadır. Bu da Peygamber (s.a.v.)'ın Enes'e söylediği şu sözlere benzer: "Allah'ım malını, çocuklarını çoğalt ve bunları onun için bereketli kıl. " Buna dair açıklamalar daha önceden Al-i İmran Süresi'nde (az önce belirtilen yerde) ile Meryem Süresi'nde (5. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

İnsanın malına ve çoluk çocuğuna bereket ihsan edildiği takdirde, kişinin aile efradı dolayısıyla gözü de aydın olur. Öyle ki, bu kimsenin bir hanımı varsa güzellik, iffet, malına dikkatle bakmak, ihtiyat gibi dilediği bütün özellikler onda bulunur. Yahut çocukları varsa bunlar da itaat üzere devam ederler. Din ve dünya vazifeleri hususunda ona yardımcı olurlar. Böyle bir kimse başkasının eşine ya da çoluk çocuğuna dönüp bakmaz bile. Başkasına (imrenerek) bakmaya gerek duymadan gözü huzur bulur ve gözü gördüğü her şeye dikilmemiş olur. İşte bu, göz aydınlandığı ve nefis huzur ve sükun bulduğu zaman gerçekleşir.

 

"Aydınlık"ın tekil gelmesi masdar oluşundan dolayıdır. Mesela; "Gözün aydın oldu, olmak" denilir. "Göz aydınlığının" "karar"dan gelme ihtimali olduğu gibi, "el-kurr: soğuk" kökünden gelme ihtimali de vardır. Daha meşhur olan da budur. Çünkü Araplar sıcaktan rahatsız olur, soğukta (serinlikte) dinlenir. Aynı şekilde sevinç gözyaşı da serin akar. Kederden gelen gözyaşları ise sıcaktır.

 

Bundan dolayı: "Allah senin gözünü aydınlatsın (serinletsin), düşmanın gözünü de ısıtsın, denilir. Şair şöyle demiştir: "Dün nice aydın (serin) gözler ısındı, Ve bugün gözyaşları akan nice gözler aydınlandı (serinledi)."

 

"Bizi takva sahiplerine önder yap!" Hayırda kendilerine uyulacak önderler kıL. Bu ise dua eden kimsenin ancak takva sahibi ve kendisine uyulacak bir kimse olmasını gerektirir. İşte dua eden kimsenin maksadı da budur. Mu vatta'da şöyle denilmektedir: "Sizler, ey bu kimseler, size uyulacak önderlersiniz''

 

İbn Ömer duası esnasında şöyle derdi: Allah'ım, sen bizi takva sahibi önderlerden kıl!

Burada "Önder" denilerek çoğul olarak; (...): Önderler, denilmeyiş sebebi (önder anlamındaki) "imam" lafzının masdar oluşundan dolayıdır. O bakımdan: "Filan kişi kavme önder oldu" denilir. Bu da "siyam ve kıyam" kelimelerinin masdar oluşu gibidir. Bazıları da: Bununla çoğul olarak; "Önderler" demeyi kastetmiştir, derler. Bir kimsenin: Bizim emirimiz bunlardır, derken, emirlerimiz demek istemesi gibi. Şair de şöyle demiştir: "Ey beni kınayan hanımlar, beni fazla kınamayın. Çünkü kınayıcı hanımlar bana emir değildir." Burada "emir" çoğul olarak "umera' (emirler)" anlamındadır.

 

Sufi'lerin şeyhi el-Kuşeyri Ebu'l-Kasım şöyle derdi: İmamet (önderlik) dua ile olur, iddia ile olmaz. Yani bu Allah'ın tevfiki, kolaylaştırması ve lutfu ile gerçekleşir, yoksa herkesin kendi adına yaptığı iddialarla olmaz.

 

İbrahim en-Nehai dedi ki: Onlar bu dualarıyla başkanlığı taleb etmiyorlar. Aksine dinde kendilerine uyulacak kimseler olmayı diliyorlar.

 

İbn Abbas dedi ki: Bizi hidayet önderleri kıl, demektir. Yüce Allah'ın: "Bi zim emrimizle hidayete ileten önderler kıldık.'' (es-Secde, 24) buyruğunda olduğu gibi.

 

Mekhul dedi ki: Sen bizleri takva sahibi kimselerin uyacakları takva önderleri kıl!

Bunun kalbedilmiş ifadelerden olduğu da söylenmiştir. Bunun da mecazi anlamı şudur: Sen münakileri bize önder (ve yönetici) kıl, demektir. Bu açıklamayı da Mücahid yapmıştır.

Ancak birinci görüş daha kuvvetlidir. İbn Abbas ve Mekhul'ün kanaati de bu anlamdadır. Bu buyrukta dinde önderliği taleb etmenin mendub oluşuna da delil vardır. Buradaki "imam: önder" tekil olmakla birlikte, çoğula delalet eder. Çünkü "kıyam" gibi bir mastardır. el-Ahfeş dedi ki: "İmam"; (...)'in çoğuludur. Bu da "Önderlik etti, eder" fiilinden gelmektedir. çoğul olarak; (...) vezninde yapılmıştır. "Arkadaş, arkadaşlar" ile "Ayakta duran, ayakta duranlar" gibi.

 

"İşte bunlar sabretmelerinden ötürü ... mükafatlandırılacaklar" buyruğunda geçen "İşte bunlar" buyruğu "Rahman'ın kulları"nın haberidir. Bu ise daha önce geçtiği gibi ez-Zeccac'ın görüşüdür ve bu hususta yapılmış açıklamaların en güzeli budur. Mübteda ile haberi arasındaki ifadeler ise, onların terketmeleri ve sahip olmaları gereken vasıfları ile alakalıdır. Söz konusu bu vasıflar da onbir tanedir: Tevazu, hilm (cahillere karşı cahilce davranmamak), teheccüd, havf, israfı ve cimriliği terketmek, şirkten uzak durmak, zina etmemek, öldürmemek, tevbe etmek, yalandan uzak durmak, kötülük yapanı affetmek, verilen öğütleri kabul etmek, Yüce Allah'a yalvarıp yakarmak.

 

"Yüksek köşk" yüksek derece ve mevki demektir. Bu da cennetin en üstün ve en değerli konağıdır. Nitekim "ğurfe (yüksekçe oda)"nin dünya meskenlerinin en yükseği olduğu gibi. Bu açıklamayı İbn Şecere yapmıştır. ed-Dahhak bundan kasıt cennettir, diye açıklamıştır.

"Sabretmelerinden ötürü" Rabblerinin emri ve peygamberinin (salat ve selamın en üstünü ona olsun) itaati üzere sabretmeleri sebebiyle verilecektir.

 

Muhammed b. Ali b. el-Huseyn dedi ki: Yani dünyada iken fakru zarurete

"sabretmelerinden ötürü" (bu mükafatlara nail olacaklardır).

 

ed-Dahhak da şehvet ve arzularına karşı direnerek "sabretmelerinden ötü rü" diye açıklamıştır.

 

"Ve onlar orada esenlik dileği ve selam ile karşılanacaklardır" buyruğundaki "Karşılanacaklardır" lafzInı Ebu Bekir, el-Mufaddal, el-A'meş, Yahya, Hamza, el-Kisai ve Halef şeddesiz olarak: "Karşılaşırlar" diye okumuştur. el-Ferra da bu okuyuşu tercih etmiştir. Çünkü Araplar -şeddeli olarak- "Filan kişi selam, esenlik dileği ve hayır ile karşılanır" dediklerinde "te" harfi ile kullanırlar. Onlar bu anlamda (te'siz olarak sadece) "ya" harfi ile: Esenlikle karşılanır, şeklini nadiren kullanırlar.

 

Diğerleri ise bunu; (...) şeklinde "ya" harfi ötreli, "kaf" harfi de şeddeli olarak okumuşlardır. Ebu Ubeyd ve Ebu Hatim de bu okuyuşu tercih etmişlerdir. Buna sebeb de Yüce Allah'ın: 'Ve onlara birgü zellik ve bir sevinç verir" (el-İnsan, 11) diye buyurmuş olması (ve burada aynı anlamı veren fiilin te'siz kullanılmış olması)dır.

 

Ebu Ca'fer en-Nehhas dedi ki: el-Ferra'nın benimseyip tercih ettiği yanlıştır. Çünkü onun kanaatine göre eğer bu lafız; (...) şeklinde kullanılırsa, Arapçada bu tahiyye (esenlik dileği) ve selam olur. "Filan kişi selam ve hayır ile karşılanır" denildiği gibidir. Bu konuda hayret edilecek husus şudur: el-Ferra; (...) derken, ayet-i kerime; (...) şeklindedir. Her iki kip arasındaki fark ise açıkça bellidir. Zira "Filan kişi hayır ile karşılanır" denilirken "be" harfinin hazfedilmesi caiz değildir. Peki bu durumdaki bu ifade öbürüne nasıl benzeyebilir? Bundan daha da hayret edilecek husus ise şudur: Kur'an-ı Kerım'de: "Onlara bir güzellik, bir sevinç verir. "(el-İnsan, 11) diye buyurulmuş olup, bunun başka türlü okunmasının da caiz olmayışıdır. Bu da evla olanın, onun söylediğinin aksi olduğunu açıklamaktadır.

Tahiyye (esenlik dileği); Allah'tan, selam ise melekler tarafından verilecektir. Buradaki tahiyye'den kasdın, ebedi kalış ve pek büyük mülk anlamında olduğu da söylenmiştir. Daha kuvvetli görülen görüş ise her ikisinin aynı anlamda olduğu ve her ikisinin de Allah tarafından söyleneceğidir. Buna delil de Yüce Allah'ın: "Ona kavuşacakları gün onlara sağlık dileği selam dır. "(el-Ahzab, 44) buyruğudur, ki ileride gelecektir.

 

"Onlar orada ebedi kalıcıdırlar" buyruğundaki "Ebedi" lafzı hal olarak nasbedilmiştir. "O ne güzel karargah ve ikamet yeridir!"

 

Yüce Allah'ın: "De ki: Eğer duanız olmasaydı, Rabbimin yanında sizin ne değeriniz olurdu!" buyruğuna gelince, bu ayet-i kerime inkarcıların delil diye ele aldıkları, açıklanması nisbeten zor (müşkil) bir ayet-i kerimedir.

 

"Filana hiç aldırmadım" yani onun benim nezdimde herhangi bir değeri, bir ağırlığı yoktur, anlamındadır. (...):, aslı "ağırlık" demek olan (...)'den gelmektedir. Şair şöyle demiştir:

"Sanki göğsünde ve iki böğründe çeşitli kokular vardır da, Onları bir damat birbirine karıştırıyor."

 

Yani bir kısmını öbürüne katıyor. Buna göre; "Ağır yük" demek olup, çoğulu da; (...) diye gelir. Tekili aynı zamanda mastardır.

 

Bu buyruktaki; "Ne" istifham (soru edatı)'dır. Bu ez-Zeccac'ın ifadelerinden anlaşılandır, el-Ferra da bunu açıkça ifade etmiştir. Ancak bunun nefyedici olması da uzak bir ihtimal değildir. Zira bunun bir soru olduğu hükmüne varacak olsak dahi, aynı zamanda istifham şeklinde ortaya çıkmış bir nefiydir. Yüce Allah'ın: "İyiliğin karşılığı iyilikten başkası olabilir mi?" (er-Rahman, 60) buyruğunda olduğu gibi.

 

İbnu'ş-Şeceri der ki: Kanaatimce işin gerçek mahiyeti şudur: "Ne" nasb mahallindedir, ifadenin takdiri de şöyledir: "Size ne ağırlık versin ki?" Yani sizin duanız olmasaydı, Rabbim size niye aldırsın? Ya da O'nun size kendisine ibadet etmeniz için yaptığı davet olmasaydı (size ne diye önem versin)? demektir. Buna göre "dua" mastarı mef'ulüne izafe edilmiştir. el-Ferra'nın tercih ettiği görüş de budur, faili ise hazfedilmiştir. "Olmasaydı" lafzının cevabı ise Allah'ın: "Eğer kendisiyle dağlarınyürütüldüğü ... bir Kuran olsaydı ...'' (Ra'd, 31) buyruğunda olduğu gibi hazf edilmiştir. Burada da ifade: Size aldırmazdı takdirindedir. Bu görüşün delili de Yüce Allah'ın: "Ben cinleri de, insanları da ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım. "(ez-Zariyat, 56)

 

Burada hitab bütün insanlaradır. Sanki insanlar arasından Kureyş'e şöyle demiş gibidir: Eğer -faraza olsa idi- sizin O'na ibadetiniz olmasaydı, Allah size hiçbir değer vermez, kıymet biçmezdi. İşte insanlara değer verilmesine sebep budur. Bunu ayrıca İbn ez-Zübeyr ve başkalarının: "Fakat kafirler yalanladılar" şeklindeki kıraati de desteklemektedir. Buna göre; kendisi sebebiyle aldırış hususunda hitab, bütün insanlaradır. Daha sonra da Kureyş'e şöyle demektedir: Sizler ise yalanladınız, O'na ibadet etmediniz, o halde bu yalanlamak azabın sebebidir ve azab kaçınılmaz olarak sizi bulacaktır.

 

en-Nekkaş ve başkaları da şöyle demektedir: Anlam şudur: Şayet zorlu zamanlarda ve benzeri hallerde sizin O'na yalvarıp yakarmanız olmasaydı... Bunun açıklaması da: "Gemiye bindiklerinde dini yalnız Allah'a halis kılan larolarak O'nayalvarırlar.'' (el-Ankebut, 65) buyruğunda ve buna benzer buyruklarda dile getirilmektedir.

 

Bu buyruk şöyle de açıklanmıştır: Eğer O'nunla birlikte başka ilahlara ve O'na ortak koştuğunuz varlıklara "duanız olmasaydı" O'nun nezdinde pek de büyük bir şeyolmayan günahlarınızı bağışlamanın "ne değeri olurdu!" Bunu da Yüce Allah'ın: "Eğer şükredip iman ederseniz Allah size azabı neylesin!"(en-Nisa, 147) buyruğu açıklamaktadır. Bu açıklamayı ed-Dahhak yapmıştır.

 

el-Velid b. Ebi'l-Velid dedi ki: Bu hususta bana şöyle bir açıklama ulaşmıştır: Ben sizlere muhtaç olduğum için sizi yaratmadım, sizi yaratmamın tek sebebi sizin Benden dilekte bulunmanız, Ben de günahlarınızı bağışlayarak size isteklerinizi vermemdir.

Vehb b. Münebbih'in rivayet ettiğine göre Tevrat'ta -bir zamanlar- şu ifadeler de varmış: "Ey Ademoğlu! İzzetime yemin ederim ki, Ben senin vasıtanla bir kar sağlayayım diye seni yaratmadım. Benim seni yaratmamın tek sebebi, senin Benden kar sağlamandır. O halde herşeyin karşılığında sen Beni ilah edin. Ben senin için herşeyden daha hayırlıyım."

İbn Cinni dedi ki: İbn ez-Zübeyr ile İbn Abbas bu buyruğu; "Ancak kafirler yalanladılar" diye okumuşlardır. ez-Zehravi ile en-Nehhas dedi ki: Bu İbn Mes'ud'un da kıraatidir, ancak bu bir kıraat değil, bir açıklamadır. Buna sebeb ise "Yalanladınız" buyruğundaki muhatab zamirini teşkil eden "te" ve "mim" harfleridir.

 

el-Kutebi ile el-Farisi'nin kanaatine göre burada dua, faile izafe edilmiş olup mef'ul hazfedilmiştir. İfade aslında: Sizin Allah'tan başka bir takım ilahlara dua etmeniz olmasaydı, demektir. "Olmasaydı" edatının cevabı ise mahzuf olup, buna göre ifadenin takdiri: Sizi azaplandırmazdı, şeklinde olur. Onun: "Sizin Allah'tan başka bir takım ilahlara dua etmeniz olmasaydı" şeklindeki ifadesinin bir benzeri de Yüce Allah'ın şu buyruğunda dile getirilmektedir: "Allah'ı bırakıp da taptıklarınız şüphesiz sizin gibi kul lardır. "(el-A'raf, 194)

 

"Şimdi siz yalanladınız" yani kendisine davet olunduğunuz şeyleri yalanladınız. Bu, birinci açıklamaya göredir. İkinci açıklamaya göre ise; siz Allah'ı, tevhidi yalanladınız.

"Artık yakında ceza kaçınılmaz olacaktır." Yani sizin yalanlamanız, sizin yakanızı bırakmayacaktır. Bunun da anlamı şudur: Yalanlamanın cezası sizi gelip bulacaktır. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: "Onlar işle dıklerini de hazır bulacaklardır. "(el-Kehf, 49); yani yaptıkları amellerin karşılığını hazır bulacaklardır. Yüce Allah'ın şu buyruğu da bu kabildendir: "Öyle ise küfre saptığınızdan dolayı azabı tadın." (el-En'am, 30) Dünyada iken küfre sapmanızın cezasını tadın, demektir.

 

Daha önce fiili geçmiş olduğundan dolayı "tekzib: yalanlama"nın takdir edilmesi güzeldir. Çünkü fiil zikredildi mi lafzı ile mastarına da delalet etmektedir. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: "Eğer kitab ehli iman etmiş olsalardı, kendileri için daha hayırlı olurdu." (Al-i İmran, 110) Yani iman kendileri için daha hayırlı olurdu. Yüce Allah'ın: "Eğer şükür ederseniz, faydanız için ondan razı olur. "(ez-Zümer, 7) Şükür etmenize razı olur, demektir ki bunun benzeri pek çoktur.

 

Müfessirlerin büyük çoğunluğu burada sözü edilen "lizam: kaçınılmaz" ile kasıt, Bedir günü onların başına gelen musibettir. Abdullah b. Mes'ud, Ubeyy b. Ka'b, Ebu Malik, Mücahid, Mukatil ve başkalarının görüşü de budur. Müslim'in, Sahih'inde Abdullah'dan şöyle dediği nakledilmektedir: "(Ayetlerde sözü geçen): el-Batşe (zorlu yakalayış) duman ve lizam geçmiş bulunmaktadır. '' İleride Yüce Allah'ın izni ile ed-Duhan Suresi'nde (16. ayetin tefsirinde) açıklanacaktır.

 

Bir kesim de; bu ahiret azabı ile bir tehdiddir diye açıklamıştır. Yine İbn Mes'ud'dan açıklandığına göre; lizam, yalanlamanın kendisidir. Yani yalanlamaktan tevbe etmeleri nasib olmaz. Bunu ez-Zehravı zikretmektedir. Bunun kapsamına Bedir günü ve onların yakasını kaçınılmaz olarak bırakmayan başka azaplar da girer.

 

Ebu Ubeyde dedi ki: "Lizam" ayırd edici hüküm demektir. Yani sizler ile mü'minler arasında ayırd edici hüküm verilecektir. Kurranın cumhuru bu kelimeyi "lam" harfi esreli okurlar. Ebu Ubeyde, Sahr'ın şu beyitini zikretmektedir: "Eğer bir yerin dibine geçmekten kurtulsalar dahi, Yine de kaçınılmaz olarak ölümleriyle karşılaşıcaklardır."

 

"Lizam" ile "mülazemet" aynı şeydir. et-Taberı der ki: "Lizam" yakayı bırakmayan, daimi sürekli azab, birinizi ötekinizin ardı arkasından yetiştirecek, yok edip bitirici bir helak oluş demektir. Şair Ebu Zueyb'in şu beyitinde olduğu gibi: "Ansızın biri diğerinin arkasından gelen hücum edenlerle karşılaştı, Taşları sökülüp yıkılan havuzun (sularının) taşması gibi." Burada "lizam" ardı arkasına gelen demektir.

 

en-Nehhas dedi ki: Ebu Hatim'in naklettiğine göre Ebu Zeyd şöyle demiştir: Ben, Ka'neb Ebu's-Semmal'i: (...) diye "lam" harfini üstün olarak okuduğunu dinledim. Ebu Ca'fer dedi ki: O takdirde lafız, (...)'in mastarıdır, esreli gelmesi daha uygundur. "Kital ve mukatele" gibi olur. Nitekim Yüce Allah'ın şu buyruğunda da bu kelimeyi icma ile esreli okumuşlardır: "Eğer Rabbinden bir söz verilmemiş ve belli bir vade olmasaydı (azab) lazım olurdu. "(Ta-Ha, 129)

 

Başkaları da şöyle demektedir: Esreli olarak "lizam" "Ondan ayrılmadı, ayrılmamak"ın masdarıdır. "Hasımlaştı, hasımlaşmak" gibi. "Lam" harfi üstün olarak "lezam" ise; "(r!) Gerekli oldu" fiilinin masdarıdır. "Kurtuldu, esenliğe kavuştu" gibi. Buna göre üstün ile "lezam" lazım olmak, gerekli olmak demektir. "lizam" ise yakasını bırakmamak, ondan ayrılmamak demektir. Her iki kıraatte de masdar ism-i fail konumundadır. "LiZam" mülazim (yakayı bırakmayan, ayrılmayan) konumunda, lezam ise lazım olan konumundadır. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: "De ki: Bana haber verin. Eğer suyunuz yerin dibine geçiriliverse ... '' (Mülk, 30) buyruğundaki; (...) şeklindeki "geçirilivermek" masdarı ismi fail olarak: (...): geçerse anlamındadır.

 

en-Nehhas dedi ki: Bu ayette geçen "Olacak"ın ismi ile ilgili el-Ferra'nın şöyle bir görüşü vardır: Bunun ismi meçhul olabilir. Ancak bu yanlıştır. Çünkü ismi, meçhul olursa haberi ancak cümle olur. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: "Çünkü kim korkar ve sabrederse ...'' (Yusuf, 90) buyruğunda olduğu gibi. Nahivcilerin de zikrettikleri şekilde; "Zeyd gidiyordu" ifadesinde (...)'de meçhul bir isim olur. Bu durumda mübteda ve haberi bu meçhul ismin haberi olur. İfadenin takdiri de; "Söz konusu edilen ... " (Zeyd'in gidiyor) olduğu şeklinde idi, olur. Ancak; "gidiyordu" denilecek olur ve yine; (...)'de meçhul bir isim olduğu söylenecek olursa, bu bildiğimiz kadarıyla hiçbir kimseye göre caiz değildir.

Başarı Allah'tandır, yardım O'ndandır. Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun.

FURKAN SüRESİ'NİN VE

 

ONİKİNCİ CİLDİN SONU

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

26-ŞUARA سورة الشعراء

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR