NUR 60 |
وَالْقَوَاعِدُ
مِنَ
النِّسَاء
اللَّاتِي
لَا يَرْجُونَ نِكَاحاً
فَلَيْسَ
عَلَيْهِنَّ
جُنَاحٌ أَن
يَضَعْنَ
ثِيَابَهُنَّ غَيْرَ
مُتَبَرِّجَاتٍ
بِزِينَةٍ
وَأَن يَسْتَعْفِفْنَ
خَيْرٌ
لَّهُنَّ
وَاللَّهُ سَمِيعٌ
عَلِيمٌ |
60. Nikah ümidi
kalmamış, yaşlanıp oturmuş kadınlar için, süslerini göstermemek şartıyla,
rubalarını bırakmakta onlar üzerine vebal yoktur. Bununla beraber iffet etmeleri
onlar için hayırlıdır. Allah, çok iyi işitendir, çok iyi bilendir.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:
1- Yaşlanıp Oturmuş Kadınlar:
2- Oturan Kadınlardan Kasıt:
3- Yaşlanıp Oturmuş Kadınların Özel
Hükmünün Sebebi:
4- Yaşlanmış Kadınların, Üzerlerine
Almama Ruhsatına Sahip Oldukları Örtüler:
5- Süsten Uzak Durmak ve İffet Yolunu
Seçmek:
1- Yaşlanıp Oturmuş
Kadınlar:
"Yaşlanıp oturmuş
kadınlar" buyruğunda geçen; "Yaşlanıp, oturmuşlar" lafzının
tekili, sonunda "te" harfi olmaksızın: (...) şeklinde gelir. Bu
"te" harfinin hazfi bu oturmanın yaşlılık dolayısıyla olduğuna
delalet etmesi içindir. Nitekim; "Hamile kadın" lafzında da "he
(yuvarlak te)"nin hazfi, yükünün hamilelik dolayısıyla olduğuna delalet
etmesi içindir. Şair de şöyle demektedir:
Şayet onun karnındaki,
kadınlar arasında olsaydı hamile kalırlardı; Oturan kadınlar kısır iseler de
... "
Bunun dışındaki sebepler
dolayısıyla oturan kadın hakkında ise; "Evinde oturan kadın" denilir ve
he (yuvarlak te) harfi ile; "Sırtı üzerinde yük taşıyan kadın"
denilir.
"el-Kavaid"
aynı zamanda evin temeli demektir. Bunun da tekili "he"li olarak;
(...) şeklinde gelir.
2- Oturan Kadınlardan
Kasıt:
"Yaşlanıp oturmuş
kadınlar (el-kavaid)" yaşları dolayısıyla herhangi bir iş yapamadığından
dolayı yerinde oturup kalan, çocuk doğuramayan, ay halinden kesilmiş, acuze
kadınlar kastedilir. çoğu ilim adamının görüşü budur. Rabia şöyle demektedir:
Bu göründüğü zaman yaşlılığından dolayı kendisinden hoşlanılmayan kadındır. Ebu
Ubeyde de der ki: Bunlar çocuk doğuramayacak yaşa gelmiş kadınlardır. Ancak bu
uygun bir açıklama değildir. Çünkü kadın çocuk doğuramayacak yaşa gelmiş
olmakla birlikte, ondan kadın olarak yararlanmak mümkün olabilir. Bu açıklamayı
el-Mehdevı yapmıştır.
3- Yaşlanıp Oturmuş
Kadınların Özel Hükmünün Sebebi:
Yüce Allah'ın:
"Nikah ümidi kalmamış, yaşlanıp oturmuş kadınlar için süslerini
göstermemek şartıyla rubalarını bırakmakta, onlar üzerine vebal yoktur"
buyruğunda özellikle yaşlanmış kadınlar hakkında bu hükmü söz konusu etmesi,
nefislerin onlara meyledecek halde olmamalarından dolayıdır. Çünkü erkeklerin
onlara karşı bir arzuları olmaz. Dolayısıyla bu gibi kadınlara başkalarına
mübah olmayan şeyler mübah kılınmış ve kendileri için yorucu bir özellik
arzeden tesettüre ileri derecede riayet külfeti üzerlerinden kaldırılmıştır.
4- Yaşlanmış
Kadınların, Üzerlerine Almama Ruhsatına Sahip Oldukları Örtüler:
İbn Mes'ud, Ubeyy ve İbn
Abbas "rubalarını bırakmakta ... " anlamındaki buyruğu; (...)
şeklinde; (...) ziyadesi ile okumuşlardır.
İbn Abbas dedi ki:
Burada kasıt cilbabdır. Yine İbn Mes'ud'dan rivayet edildiğine göre
"Cilbablarından (rubalarından)" diye okuduğu da rivayet edilmiştir.
Araplar da yaşı ilerlemiş, bundan dolayı da üzerine başörtüsü almayan kadın
için; (...) derler.
Bazıları da şöyle
demektedir: Burada söz konusu edilen kadınlar evlenme ümidi kalmamış, oldukça
yaşlanmış olanlardır. Böyle bir kadının saçının görülmesinde bir mahzur yoktur.
Buna göre böyle bir kadının başörtüsünü almaması caizdir. Ancak sahih olan,
tesettüre riayet hususunda böyle bir kadının da, genç bir kadın gibi olduğudur.
Şu kadar var ki, bu şekilde yaşlı bir kadın gömleğin ve başörtüsünün üzerine
konulan cilbabı almaması mümkündür. Bu açıklamayı da İbn Mes'ud, İbn Cübeyr ve
başkaları yapmıştır.
5- Süsten Uzak Durmak
ve İffet Yolunu Seçmek:
"Süslerini
göstermemek şartıyla" buyruğu, kendilerine bakılsın diye zınetlerini açığa
çıkarmaksızın ve süslenmeye kalkışmaksızın çünkü böylesi en çirkin ve haktan en
uzak bir işdir.
"Teberruc"
süslenmek, açılmak ve gözlere açık vaziyette görülmek demektir. "Yüksek
burçlar" ile; "Semaların ve surların burçları" tabiri de buradan
gelmekte olup, onları örtecek herhangi bir perde ve engelin olmaması demektir.
Aişe (r.anha)ya: Ey
mü'minlerin annesi! Kına yakmak, gerdanlık, küpe, halhal, altın yüzük ve ince
elbiseler hakkında ne dersin? diye sorulmuş, o da şu cevabı vermiş: Ey kadınlar
topluluğu! Hepinizin durumu birinizin durumu gibidir. Allah, sizden görmeleri haram
olan bir şeyi görmek, helal olmayan kimselerin karşısında süslerinizi
göstermemek şartıyla zineti size helal kılmıştır.
Ata dedi ki: Bu
evlerindeki hükmü ifade eder, dışarı çıktığı takdirde üzerinden cilbabını
bırakması helal değildir. Bu açıklamaya göre "süslerini göstermemek
şartıyla" ifadesi, evlerinden çıkmamak şartıyla anlamında olur. Buna göre
de: Eğer evinde bulunuyor ise entarisinin üzerinde mutlak bir cilbab
giyinmelidir, demek gerekmez. Çünkü böyle bir şeyi kabul etmek uzak bir ihtimaldir,
ancak bulunduğu yere yabancı (namahrem) birisinin girmesi hali müstesnadır.
Daha sonra Yüce Allah
hepsinin kendilerini koruyarak tesettüre riayet etmelerinin, üst elbiselerini
çıkarmayıp iffetli hareket ederek genç kadınların yaptıklarını yapmalarının,
kendileri için daha faziletli ve hayırlı olduğunu söz konusu etmektedir.
İbn Mes'ud, "iffet
etmeleri" anlamındaki buyruğu; (...) şeklinde; "ya" harfi ile
"te" harfleri arasında "sin" bulunmaksızın okumuştur.
Diğer taraftan şöyle
denilmiştir: Kadının vücudunun çizgilerini gösterecek şekilde ince elbiseler
giymesi, süslenmesi kabilindendir. Sahih(-i Müslim), Ebu Hureyre'den şöyle
dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"İki sınıf insan
vardır ki bunlar cehennem ehlindendir. Henüz onları görmüyorum. (Bunların) bir
kesimi ile birlikte tıpkı sığır kuyruklarını andıran kamçılar bulunur. Onlarla
insanları döverler. (Diğerleri ise) giyimli fakat çıplak, kendilerine meylettiren
ve kendileri de meyleden, başları yan yatmış deve hörgüçlerini andıran
kadınlardır. Bu kadınlar cennete girmeyecekler, kokusunu dahi almayacaklardır.
Şüphesiz cennetin kokusu şu kadar, şu kadar mesafeden alınır. ''
İbnu'l-Arabi dedi ki:
Peygamber (s.a.v.)ın onları giyimli olarak değerlendirmesi, üzerlerinde elbise
bulunacağındandır. Çıplak olarak nitelendirmesi ise, elbise ince olduğu
takdirde onların niteliklerini ortaya çıkarmasından, güzelliklerini açığa
vurmasındandır, bu ise haramdır.
Derim ki: Bu, bu hususta
ilim adamlarının yaptıkları iki yorumdan birisidir. İkincisine gelince, onlar
elbiseleri bakımından giyimlidirler fakat şanı Yüce Allah'ın hakkında:
"Takva elbisesine gelince, o daha hayırlıdır. " (el-A'raf, 26) diye
buyurduğu takva elbisesi açısından da çıplaktırlar. Bu kabilden olmak üzere şu
beyitleri de nakletmektedirler: "Eğer kişi takva elbisesini giymeyecek
olursa, O giyimli olsa bile çıplak olarak gider, gelir. Kişinin giydiği en
hayırlı elbise Rabbine itaattir, Hayır yoktur, Rabbine asi olan kimsede."
Müslim'in, Sahih'inde
Ebu Said el-Hudri'nin şöyle dediği kaydedilmektedir: Rasulullah (s.a.v.)
buyurdu ki: "Uykuda olduğum sırada insanların bana arzedildiklerini
gördüm. Onların üzerlerinde gömlekler vardı. Kimisi memelere kadar ulaşmış,
kimisi bundan daha yukarıda. Ömer b. el-Hattab geçti, üzerinde eteklerini
yerden çektiği uzunca bir gömlek vardı." (Ashab): Bunu ne ile te'vil
ettin, ey Allah'ın Rasulü? diye sordular. Peygamber: "Din" diye
buyurdu.
Peygamber (s.a.v.)ın
gömleği dine bağlılık diye yorumlaması Yüce Allah'ın:
"Takva elbisesine
gelince, o daha hayırlıdır. "(el-A'raf, 26) buyruğundan alınmadır. Araplar
da fazilet ve iffetten kinaye yoluyla "elbise" diye söz ederler.
Nitekim bir şair şöyle demektedir: "Avfoğullarının elbisesi tertemizdir ve
kirden, pastan uzaktır."
Peygamber (s.a.v.),
Osman (r.a)'a şöyle demiştir: "Şüphesiz Allah sana bir gömlek
giydirecektir, eğer senden o gömleği sıyırıp çıkarmanı isteyecek olurlarsa,
sakın çıkarma." Burada da Peygamber (s.a.v.) halifelikten
"gömlek" diye söz etmiştir ki, bu da bilinen ve güzel bir istiaredir.
Derim ki: Bu yorum konu
ile ilgili iki yorumun sahih olanıdır. Bu dönemde onlara yakışan yorum da
budur. Özellikle genç kadınlar için bu böyledir, çünkü onlar süslenmekte ve
süslerini açığa vurdukları halde dışarı çıkmaktadırlar. Onlar elbiseleri
itibariyle giyimlidirler, fakat gerçekte takva bakımından çıplaktırlar. Hem
zahiren, hem batınen. Çünkü kadın zinetini açığa vurmakta ve kendisine kimlerin
baktığına aldırmamaktadır. Hatta onların gözettikleri maksat dahi budur, bu
onların açıkça görülen bir halleridir. Eğer onlarda takvadan bir eser
bulunsaydı, asla böyle bir şey yapmazlar ve hiç kimse oralarda kimin olduğunu
dahi farketmezdi. Bu yorumu pekiştiren hususlardan birisi de hadisin geri kalan
bölümünde onların nitelikleri ile ilgili söz konusu edilen şu sözlerdir:
"Başları yan yatmış deve hörgüçlerini andırır." Hadiste sözü edilen
"el-buht" adındaki deve türü oldukça iri yarı bir deve çeşididir,
hörgüçleri de pek büyüktür. Onların başlarını bu develerin hörgüçlerine
benzetmesinin sebebi, bunların saçların örüklerini başlarının ortalarında
kaldırıp toplamalarından dolayıdır. Bu, görülen ve bilinen bir husustur. Onlara
bakan bir kimse de elbette kınanır. Peygamber (s.a.v.) da şöyle buyurmuştur:
"Ben, benden sonra erkeklere kadınlardan daha zararlı bir fitne terketmiş
değilim." Bu hadisi Buhari rivayet etmiştir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN