ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

NUR

55

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْناً يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئاً وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

 

55. Allah, içinizden iman edip, salih amel işleyenlere vaad etti ki: "Onlardan öncekileri halife yaptığı gibi -andolsun ki- onları da muhakkak yeryüzünde halife kılacak. Kendileri için seçip beğendiği dinlerini onlar için iktidar yapacak, önceki korkularını güvene çevirecektir." (Böylece) onlar Bana hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ibadet etsinler. Bundan sonra artık kim kafir olursa, onlar fasıkların ta kendileridir.

 

Bu ayet-i kerıme Ebu Bekir ve Ömer (r.a.) hakkında nazil olmuştur. Bu açıklamayı İmam Malik yapmıştır.

 

Yine denildiğine göre, bu ayetin iniş sebebi şudur; Peygamber (s.a.v.)'in bazı ashabının, düşmanla çarpışmanın zorluklarından ve bu hususta başlarına gelecek tehlikeden, duydukları korkulardan ve bir türlü silahı elden bırakmadıklarından (sürekli savaştıklarından) söz etmesi üzerine bu ayet-i kerıme nazil olmuştur.

 

Ebu'l-Aliye dedi ki: Rasulullah (s.a.v.), Yüce Allah kendisine vahyi bildirdikten sonra, on yıl Mekke'de kendisi ve ashabı korku içerisinde kaldılar. Gizli ve açık Allah'ın yoluna davet ettiler. Sonra Allah Resulüne Medine'ye hicret etmesi emri verildi. Orada da korku içindeydiler, sabah-akşam silahla beraberdiler. Bir adam: Ey Allah'ın Resulü dedi, içinde güvenlik duyacağımız ve silahımızı bırakacağımız bir gün görecek miyiz? Peygamber (s.a.v.): "Aradan fazla zaman geçmeyecek; öyle ki sizden herhangi bir adam pek büyük bir topluluk arasında üzerinde silah namına bir şey bulunmaksızın oturmuş olacaktır" diye buyurdu ve bu ayet-i kerime nazil oldu. Yüce Allah da peygamberini Arap yarımadasının tamamında hakim kıldı. Silahlarını bıraktılar ve güvenlik duydular.

 

en-Nehhas dedi ki: Bu ayet-i kerimede Resulullah (s.a.v.)ın peygamberliğine açık bir delalet vardır. Çünkü Yüce Allah, ona vermiş olduğu bu vaadi yerine getirmiştir.

 

en-Nekkaş, Kitab'ında naklettiğine göre Dahhak şöyle demiştir: Bu ayeti kerime Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali'nin halifeliğini ihtiva etmektedir. Çünkü onlar hem iman ehli idiler, hem salih amel işlediler. Resulullah (s.a.v.) da: "Halifelik benden sonra otuz yıldır'' diye buyurmuştur.

 

İbnu'l-Arabi ''Ahkamu'l-Kur'an"adlı eserinde bu görüşü benimsemiş ve tercih ederek şöyle demiştir: ilim adamlarımız derler ki: Bu ayet-i kerime dört halifenin halifeliğine delildir. Bu ayette Yüce Allah'ın onları halifelik makamına getirdiğine ve onların emanet sahibi olup onlardan razı olduğuna delil bulunmaktadır. Onlar, Allah'ın kendileri için beğenip seçtiği din üzere idiler. Zira günümüze kadar hiçbir kimse fazilette onların önüne geçebilmiş değildir. Onlar yönetimi ellerinde tuttular, müslümanları idare ettiler. Dinin alanını himaye ettiler. O bakımdan verilen bu ilahi söz onlar hakkında gerçekleşmiş olmaktadır. Eğer bu verilen söz onlar için gerçekleştirilmemiş, onlar vasıtasıyla gerçekleşmemiş, onlar hakkında varid olmamış ise, o takdirde başka kim hakkında söz konusu olabilir ki? Onlardan sonra da günümüze kadar onlar gibi kimse gelmemiştir, bundan sonra da gelmeyecektir. Allah onlardan razı olsun.

 

Bu görüşü el-Kuşeyri de ibn Abbas'tan rivayet etmiş bulunmaktadır. Bu görüşün sahipleri Resulullah (s.a.v.)ın azadlı kölesi Sefine'nin rivayet ettiği şu hadisi de delil gösterirler. Sefine dedi ki: Ben Resulullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Halifelik benden sonra otuz yıldır, sonra da hükümdarlık olacaktır." Sefine dedi ki: Şimdi hesab et. Ebu Bekir'in halifeliği iki yıl, Ömer'in halifeliği on yıl, Osman'ın halifeliği oniki yıl, Ali'nin halifeliği de altı yıl.

 

Kimileri de şöyle demiştir: Bu yeryüzünün tamamının islam adı altında egemenliğe kavuşacağı hususunda bütün ümmete verilmiş bir sözdür. Nitekim Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Yeryüzü benim önüme getirildi. Doğularını ve batılarını gördüm. Benim ümmetimin mülkü bana yeryüzünün gösterilen her tarafına yayılacaktır. ''

 

İbn Atiyye de Tefsir'inde bu görüşü şu sözleriyle tercih etmiş bulunmaktadır: Sahih olan ayet-i kerimenin cumhurun halifelik makamına getirildiği doğrultusundadır. Onların halifelik makamına getirilmesi ise onlara ülkelerin egemenliğini verip, bu ülkelerin sahipleri olmalarıdır. Şam'da, Irak'ta, Horasan'da ve Mağrib'de görüldüğü gibi.

 

İbnu'l-Arabi dedi ki: Biz onlara deriz ki: Bu peygamberlik, halifelik, davetin yerleştirilmesi ve şeriatın genelliği hususunda bir genel vaaddir. Böylece verilen bu söz herkes hakkında kendi gücü ve haline göre tahakkuk etmiştir. Hatta müftüler, kadılar ve imamlar hakkında bile gerçekleşmiştir. Bu verilen şerefli sözün yerine getirilmesi ile ilgili olarak halifelik, yalnızca daha önceden geçmiş halifeler ile sınırlıdır.

 

Daha sonra o bu konuda bir itirazı ve farklı bir kanaati söz konusu etmektedir ki, muhtevası şudur: Denilse ki: Bu husus ancak sadece Ebu Bekir hakkında doğru kabul edilebilir. Çünkü Ömer ve Osman suikast ile öldürüldüler. Halifelik hususunda da Ali ile çekişildi.

Deriz ki: Korkunun güvene çevrilmesi kapsamına ölümden herhangi bir şekilde emin olup, esenliğe kavuşmak girmemektedir. Ali'nin savaşlara katılması ise güvenliği ortadan kaldırmış değildir. Ayrıca savaşın söz konusu olmaması güvenliğin bir şartı da değildir. Güvenliğin şartı sadece insanın kendi isteği ile kendisine hakim olabilmesidir. Peygamber (s.a.v.)ın Mekke'de ashabının durumunda olmamasıdır.

 

Daha sonra sözlerinin sonunda şunları söylemektedir: İşin gerçeği şu ki, onlar (Mekke'de) yenik düşürülmüş iken galip oldular. Takib altında iken, kendileri takib eden oldular. İşte bu, güvenlik ve güç sahibi olmanın en ileri derecesidir.

 

Derim ki: Bu durum sadece dört halifeye has değildir ki, ayetin umumu ile yanlızca onların kastedildiği söylenebilsin. Aksine bu hususta bütün muhacirler hatta başkaları dahi onlarla ortaktır. Nitekim Kureyşliler, Uhud ve başka savaşlarda özellikle de Hendek'te müslümanlara hücum ederek gelmişlerdi. Öyle ki Yüce Allah onların hepsi hakkında şu buyruklarla haber vermektedir: "Hani onlar size hem üstünüzden, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi. O vakit gözler yerinden kaymış, yürekler de gırtlaklara varmıştı. Allah hakkında da türlü zanlarda bulunuyordunuz. işte orada mü'minler imtihan edilmiş ve şiddetli şekilde sarsılmışlardı. ''(el-Ahzab, 10) Daha sonra Yüce Allah, kafirleri herhangi bir hayra nail olmaksızın gerisin geri çevirdi, mü'minlere güvenlik verdi. Onlara kafirlerin topraklarını, ülkelerini ve mallarını miras verdi.

 

İşte Yüce Allah'ın: "Andolsun ki, onları da muhakkak yeryüzünde halife yapacak" buyruğu ile kastedilen budur. "Onlardan öncekileri halife yaptığı gibi" buyruğunda da kastedilenler İsrailoğullarıdır. Zira Yüce Allah Mısır'daki zorbaları helak etmiş ve onların topraklarını ve ülkelerini İsrailoğullarına miras vermişti. Bu hususta da Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Zaafa uğratılagelmiş kavmi de bereketlendirdiğimiz yerin doğularına da, batılarına da mirasçı kıldık. "(A'raf, 137)

 

İşte ashab-ı kiram da böylece zaafa uğratılmış (mustaz'af) ve korku içerisinde idiler. Daha sonra Yüce Allah, onlara güvenlik verdi, onlara iktidar verdi ve onları yöneticiler kıldı. Böylelikle ayet-i kerimenin herhangi bir tahsis söz konusu olmaksızın genel olarak Muhammed (s.a.v.)ın ümmeti hakkında umumi olduğu ortaya çıkmaktadır. Zira tahsis (genelin özelleştirilmesi) ancak kendisine teslimiyetle boyun eğilmesi gereken kimseden gelen bir haber ile olur. Bilinen asli kaide ise (tahsis söz konusu olmadıkça) umuma yapışılması gerektiğidir.

 

Resulullah (s.a.v.)dan onların korkularının daha sonra güvenlik ile değiştirilmesi manasını ifade eden hadisler de gelmiş bulunmaktadır. Ashabı kendisine: İçinde güvenlik duyacağımız ve silahı elden bırakacağımız bir gün görecek miyiz? deyince, o şöyle buyurdu: "Fazla bir zaman geçmeden sizden herhangi bir kimse pek büyük bir kalabalık arasında üzerinde silah bulunmaksızın oturacağı zaman gelecektir. (Pek yakındır).''

 

Yine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Allah'a andolsun ki Allah bu işi tamamlayacaktır. O kadar ki suvari, San'a'dan, Hadramevt'e kadar yol alacak da ancak Allah'tan ve kurdun koyunlarına saldıracağından korkacaktır. Fakat sizler acele ediyorsunuz." Bu hadisi Müslim, Sahih'inde rivayet etmiştir. Tıpkı Resulullah (s.a.v.)ın haber verdiği gibi olmuştur.

 

O halde bu ayet-i kerime peygamberlik mucizelerinden birisidir, zira ileride olacakları haber vermektedir ve (böyle) olmuştur.

 

"Andolsun ki, onları da muhakkak yeryüzünde halife kılacak" buyruğu ile ilgili iki görüş vardır. Birinci görüşe göre, buradan kasıt, Mekke topraklarıdır. Çünkü muhacirler Yüce Allah'tan bunu istediler, onlara İsrailoğullarına vaad olunduğu gibi vaadolundu. Bu anlamdaki açıklamayı en-Nekkaş yapmıştır.

 

İkinci görüşe göre, kasıt; Arap ve Acemlerin topraklarıdır. İbnu'l-Arabi dedi ki: Sahih olan budur. Çünkü Mekke toprakları muhacirlere haram kılınmıştır. Peygamber (s.a.v.) da şöyle buyurmuştur: "Fakat zavallı Sa'd b. Havle ... " Resulullah (s.a.v.) bu sözleriyle Sa'd b. Havle'nin Mekke'de ölmesini üzüntüyle karşıladığını ifade ediyordu.

 

Yine Sahih(-i Buhari)de şöyle buyurmuştur: "Muhacir, hac ibadetinin gereklerini yerine getirdikten sonra, Mekke'de üç gün kalır."

 

"Andolsun ki, onları da ... halife kılacak" buyruğundaki "lam" gizli bir kasemin (yeminin) cevabıdır, çünkü vaad bir sözdür. Bu ifadenin takdiri şu şekildedir: Allah, iman edip salih amel işleyenlere dedi ki: Allah'a andolsun ki onları yeryüzünde halifelik makamına getirecektir ve onları oranın hükümdarları (ve emniyet içerisinde yaşayan) sakinleri kılacaktır.

 

"Onlardan öncekileri halife yaptığı gibi" buyruğunda kastedilenler İsrailoğullarıdır. O, Mısır ve Şam'daki zorbaları helak etti, onların yurtlarını topraklarını onlara miras olarak verdi.

"Halife yaptığı gibi" buyruğu genel olarak "te" ve "lam" harfleri üstün olarak okunmuştur. Buna sebep ise "vaadetti" ile "andolsun ki, onları da muhakkak halife kılacak" buyruklarıdır. İsa b. Ömer, Ebu Bekir ile el-Mufaddal'ın kendisinden rivayetine göre Asım ise "te" harfini ötreli, "lam" harfini esreli meçhul fiil olarak ("halife kılındıkları gibi" anlamında) okumuşlardır.

 

"Kendileri için seçip beğendiği dinlerini onlar için iktidar yapacak" buyruğunda sözü edilen din, İslam dinidir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ve size din olarak islam 'ı beğenip seçtim. "(el-Maide, 3) Bu buyruğa dair açıklamalar daha önceden (el-Maide, 3. ayet, 25. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

 

Suleym b. Amir, el-Mikdad b. el-Esved'den şöyle dediğini rivayet eder: Resulullah (s.a.v.)ı şöyle buyururken dinledim: "Yeryüzünde ne kadar taştan ya da kerpiçten bir ev varsa, mutlaka Allah o evin içine İslam sözünü ya aziz bir kimsenin izzetiyle ya da zelil bir kimsenin zilletiyle mutlaka sokacaktır. Onların izzetiyle girerse, o kimseleri İslam sözünün ehli kılar. Zilletiyle girerse, o söze boyun eğip, itaat ederler. " Bu hadisi el-Maverdi: Yeryüzünden kasıt Arap ve Acem topraklarıdır, diyenlerin görüşlerinin bir delili olarak zikretmektedir ki, bu da az önce geçtiği üzere bu husustaki ikinci görüşün ifadesidir .

 

"... larını ... çevirecektir" buyruğunu Ibn Muhaysın, Ibn Kesir,

Ya'kub ve Ebu Bekr; (...) kökünden gelen bir fiil olarak şeddesiz okumuştur. el-Hasen'in kıraati ve Ebu Hatim'in tercihi budur. Diğerleri ise; (...) den gelen bir fiil olarak şeddeli okumuşlardır. Ebu Ubeyd'in tercihi de budur, çünkü Kur'an-ı Kerim'de çokça kullanılan kip budur. Nitekim Yüce Allah: ''Allah'ın sözlerinde asla değiştirme olmaz. "(Yunüs, 64); "Biz, bir ayeti diğer bir ayetin yerine getirip değiştirdiğimizde ... " (en-Nahl, 101) buyruklarında ve benzerlerinde hep bu kipler kullanılmıştır. Bu ise iki ayrı söyleyiştir.

 

en-Nehhas der ki: Muhammed b. el-Cehm, el-Ferra'dan şöyle dediğini nakletmektedir: Asım ile el-A'meş " ... larını ... çevirecektir" buyruğunu şeddeli okumuşlardır. Ancak bu Asım'dan gelen yanlış bir rivayettir. Bundan sonra yine bundan daha ağır bir yanlışlığı söz konusu etmektedir ki o da diğerlerinin de bu kelimeyi tahfif ile (şeddesiz) okuduklarını nakletmiş olmasıdır. en-Nehhas der ki: Ahmed b. Yahya'nın iddiasına göre şeddeli okumak ile şeddesiz okumak arasında bir fark bulunmaktadır ve şeddeli okuyuşun anlamı:

Değiştirmektir, olur. Şeddesiz ve (mazisi hemzeli) okuyuş ise izale etmek ve bir şeyin yerine başkasını koymak demektir. en-Nehhas dedi ki: Bu doğru bir açıklamadır, nitekim benim için bu dirhemi değiştir diye (hemzeli ve şe ddesiz olarak fiili) kullandığımız takdirde bunu izale et (benden aL) ve bana başkasını ver, demek isteriz. Bununla birlikte şeddeli olarak da kullanıldığı vakit değiştirmek manasını ifade eder. Şu kadar var ki, bunların biri diğerinin yerine kullanılabilmektedir. Onun sözünü ettiği şekil ise, daha çok kullanılır. Buna dair açıklamalar daha önceden en-Nisa Süresi'nde (56. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamdolsun. İbrahim (a.s) Süresi'nde de şeddeli kullanımın bir şeyin bizzat kendisini izale etmek anlamına geldiğine dair sünnetten delili de kaydetmiş bulunuyoruz. Bu hususu orada tetkik edebilirsiniz. (İbrahim, 48-52. ayetlerin tefsiri). "Rabbimizin bize onun yerine, ondan hayırlısını değiştirmesi (vermesı) umulur. " (el-Kalem, 32) buyruğunda "değiştirme" anlamını veren fiil hem şeddeli, hem de şeddesiz okunmuştur.

 

"Bana ... ibadet etsinler" buyruğu hal konumundadır. Yani onlar Allah'a ihlasla ibadet ettikleri halde ... Bununla birlikte onlara övgü üslübunda yeni bir cümle olması da mümkündür. (Mealde olduğu gibi)

 

"Bana hiçbir şeyi ortak koşmaksızın" buyruğu ile ilgili olarak dört görüş vardır:

 

1. Benden başka hiçbir ilaha ibadet etmezler. Bu görüşü en-Nekkaş nak-

letmiştir.

2. Hiçbir kimseye karşı, Bana ibadetlerinde riyakarlık yapmazlar.

3. Benden başkasından korkmazlar. Bu da İbn Abbas'ın açıklamasıdır.

4. Benden başkasını sevmezler. Bu da Mücahid'in açıklamasıdır. "Bundan sonra artık kim kafir olursa" yani bu nimetleri inkar ederse, görüldüğü gibi burada nimetlere karşı nankörlük kastedilmektedir. Çünkü daha sonra Yüce Allah: "Onlar fasıkların ta kendileridir" diye buyurmaktadır. Allah'ı inkar eden kafir ise, bu nimetlerden önce de, bu nimetlerden sonra da fasık bir kimsedir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Nur 56

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR