ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

NUR

33

/

34

وَلْيَسْتَعْفِفِ الَّذِينَ لَا يَجِدُونَ نِكَاحاً حَتَّى يُغْنِيَهُمْ اللَّهُ مِن فَضْلِهِ وَالَّذِينَ يَبْتَغُونَ الْكِتَابَ مِمَّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ فَكَاتِبُوهُمْ إِنْ عَلِمْتُمْ فِيهِمْ خَيْراً وَآتُوهُم مِّن مَّالِ اللَّهِ الَّذِي آتَاكُمْ وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاء إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّناً لِّتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَمَن يُكْرِههُّنَّ فَإِنَّ اللَّهَ مِن بَعْدِ إِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَّحِيمٌ {33} وَلَقَدْ أَنزَلْنَا إِلَيْكُمْ آيَاتٍ مُّبَيِّنَاتٍ وَمَثَلاً مِّنَ الَّذِينَ خَلَوْا

مِن قَبْلِكُمْ وَمَوْعِظَةً لِّلْمُتَّقِينَ {34}

 

33. Nikah (imkanı) bulamayanlar da Allah, lütfundan kendilerine zenginlik verinceye kadar, iffetlerini korusunlar. Sahib olduğunuz köle ve cariyeler arasından sizden mükatebe isteyenlerle eğer onlarda bir hayır görurseniz- mükatebe yapınız. Onlara Allah'ın size verdiği maldan verin. Cariyeleriniz kendilerini korumak isterken, dünya hayatının geçici metaını kazanmak için onları zinaya zorlamayın. Kim onları zorlarsa, şüphe yok ki Allah onların zorlanmalarından sonra mağfıret ve rahmet edicidir.

34. Andolsun ki Biz, size açıklayıcı ayetler, sizden önce geçmiş olanlardan misaller ve takva sahiplerine de bir öğüt indirdik.

 

Bu buyrukların: "Nikah (imkanı) bulamayanlar da Allah, lütfundan kendilerine zenginlik verinceye kadar, iffetlerini korusunlar" bölümüne dair açıklamalarımızı dört (ve on altı) başlık halinde sunacağız:

 

1- iffetlerini Koruma Emrinin Muhatabları:

2- İffetini Korumanın Mükafatı:

3- iffetli Davranma Emrinin Muhatabları:

4- Evlenmek isteyip imkanları Elverişli Olmayanın Tutumu Ne Olmalıdır?

 

5- Kitabet (Yazışma) isteyen Köleler:

6- Mükatebe Akdi:

7- Şer'i Bir Terim Olarak Mükatebenin Anlamı:

8- Bu Buyrukta Sözü Edilen "Hayr"ın Mahiyeti:

9- Mesleği Olmayanla Kitabet Akdi Yapmak:

10- Kitabet Bedelinin Nitelikleri ve Bedelin Taksitlere Bölünmesi:

11- Kitabet Akdi Yapan Köle Hürriyetine Kavuşmak için Bedelin Tamamını Ödemek Zorunda mıdır?

12- Köle Taksitlerini Ödemez, Efendi de istemezse:

13- Kölenin Kitabet Akdini Ödeyememesi ve Bundan Önce Yaptığı Ödemelerin Durumu:

14- Kitabet Akdi ile ilgili Çeşitli Hükümler:

15- Mükateb Kitabet Bedelini Ödemekle Hürriyetine Kavuşur:

16- Kitabet Akdi Yapanlara Yardımcı Olmak:

17- Kitabet Bedelinden indirim ilk Taksitlerden mi, Son Taksitlerden mi Yapılır?

18- Kitabet Akdi Yapmış Olan Kölenin Satılması:

19- Kitabet Akdinin Niteliği:

20- Mükatebin Mirası:

 

1- iffetlerini Koruma Emrinin Muhatabları:

 

"Nikah (imkanı) bulamayanlar da ... iffetlerini korusunlar" buyruğunda hitab, kendi işinin yetkisini elinde bulunduran kimseleredir. Yetkisi başkasının elinde bulunanlara hitab değildir, çünkü bu durumda olan kişiyi yetkili uygun göreceği cihete götürür. Hacr altında bulunan kimse gibi. Bu hususta farklı bir görüş bulunmamaktadır. İlim adamlarının bu husustaki iki görüşünden birisine göre de hitab köle ve cariyeyedir.

 

2- İffetini Korumanın Mükafatı:

 

"İffetini korudu, iffetli davrandı" fiilinin vezni (...) dir. Afif olmayı istemek demektir. Yüce Allah bu ayet-i kerime ile, nikahlama imkanını herhangi bir şekilde bulamayan kimselere iffetli olmalarını emretmektedir. Nikahın engellerinden çoğunlukla görülenİ mal sahibi olamamak olduğundan ötürü lütfuyla onu zengin kılarak kendisi ile evlenebileceği malı rızık olarak vereceği vaadinde bulunmaktadır. Ya da az miktardaki bir mehire razı olacak bir kadın bulacağını yahut kadınlara karşı duyduğu arzunun zail olacağı vaadini vermektedir.

 

Nesai'nin rivayetine göre Ebu Hureyre, Peygamber (s.a.v.)ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "üç kişi vardır ki hepsine aziz ve celil olan Allah'ın yardım etmesi O'nun üzerinde bir haktır: Allah yolunda cihad eden, iffetli davranmak talebiyle nikahlanan ve efendisine borcunu ödemeyi isteyen kitabet (yazışma) akdi yapmış olan. ''

 

3- iffetli Davranma Emrinin Muhatabları:

 

"Nikah (imkanı) bulamayanlar da" anlamındaki buyrukta -görüldüğü gibi- muzaf hazfedilmiştir. Denildiğine göre burada nikah hanımın nikahlanması için gerekli olan mehir ve nafakadır. Nitekim kendisi ile örtülen elbiseye "lihaf", giyilen şeye "libas" denilmesi de bu kabildendir. Bu açıklamaya göre ayette hazf söz konusu değildir. Bu açıklamayı müfessirlerden bir topluluk yapmıştır. Onları bu açıklamaya iten Yüce Allah'ın: "Allah lütfundan kendilerine zenginlik verinceye kadar" buyruğudur. Onlar buradan hareketle iffetli davranmakla emrolunan kimsenin, kendisiyle evlenebilecek kadar malı bulunmayan kişi olduğunu zannetmişlerdir. Ancak böyle bir açıklamaya göre, iffetli davranmakla emrolunanlar tahsis edilmektedir, bu da zayıf bir açıklamadır. Aksine iffetli davranma emri daha önceden de açıklamış olduğumuz gibi, hangi sebebten ötürü olursa olsun, nikahlanma imkanı bulamayan herkese yöneliktir.

 

4- Evlenmek isteyip imkanları Elverişli Olmayanın Tutumu Ne Olmalıdır?

 

İçinde nikahlanma arzusu bulunan bir kimse eğer buna imkan bulabiliyorsa, onun evlenmesi müstehabdır. Şayet imkanı yoksa, ona düşen iffetli hareket etmek, iffetini korumaktır. Oruçla dahi olsa bunun imkanını araştırmalıdır, çünkü oruç kişinin şehvetini keser. Nitekim sahih haberde de böyle bildirilmiştir.

 

Nikahlanma arzusu taşımayan kimseye de uygun olan kendisini Yüce Allah'a ibadete vermektir. Çünkü haberde: "Sizin en hayırlınız ailesi ve çocuğu olmayan (ve bu bakımdan) hafif olan kimsedir" denilmiştir.

 

Hür kadınlar ile evlenme imkanı bulamama halinde cariyeleri nikahlamanın caiz olduğuna dair açıklamalar daha önceden Nisa Süresi'nde (25. ayet, 1. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamdolsun.

 

Yüce Allah'ın bu durumda olan bir kimse için iffetli olmak ile nikahlamak arasında başka bir mertebeyi tesbit etmemiş olması, bunların dışındaki halin haram olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak bu haramlığın kapsamına sağ elinin malik olduğu (cariyeler) girmemektedir. Çünkü o başka bir nass ile mübah kılınmıştır ki, bu da Yüce Allah'ın: (...) yahut sahibi olduğunuz cariye(ler) ile (evlenmekle) yetinmelisiniz'' (en-Nisa, 3) buyruğudur. Bu buyrukta böylece fazladan cariyelerle evlenilebileceği hükmü de zikredilmiş olmaktadır. İmam Ahmed'in bu husustaki görüşünün aksine de istimna'nın haram olma hükmü de söz konusu olmaktadır. Aynı şekilde müt'a nikahı da nesh olduğundan dolayı bu kapsamın dışındadır. Buna dair açıklamalar da daha önceden el-Mu'minün Süresi'nin baş taraflarında (1-11. ayetler, 7. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

 

[ - ]

Buyruğun: "Sahip olduğunuz köle ve cariyeler arasından sizden mükatebe isteyenlerle -eğer onlarda bir hayır görurseniz- mükatebe yapınız" bölümüne dair açıklamalarımızı da on altı başlık halinde sunacağız:

 

5- Kitabet (Yazışma) isteyen Köleler:

 

"Sahip olduğunuz köle ve cariyeler arasından sizden mükatebe isteyenlerle" anlamındaki buyrukta yer alan: "... enler" ref' mahallindedir. el-Halil ve Sibeveyh'e göre bir fiil takdiri ile nasb mahallindedir. Çünkü ondan sonra bir emir gelmektedir.

 

Daha önceden köle ve cariyelerden söz edildiğinden, burada da kölenin kitabet isteğinde bulunması halinde onunla kitabet akdi yapmanın müstehab olduğu belirtilmektedir. Çünkü o, bağımsız olmak, kazanç sahibi olmak ve istediği takdirde de evlenmek maksadı ile bu istekte bulunmuş olabilir ve bu, onun için daha iffetli olur.

 

Denildiğine göre bu ayet-i kerime, Huvaytıb b. Abdu'l-Uzza'ya ait Subh -Sabih de denilmiştir- adındaki bir köle hakkında nazil olmuştur. Bu efendisinden mükatebe talebinde bulunduğu halde efendisi kabul etmemişti. Yüce Allah da bu ayet-i kerimeyi indirdi. Bunun üzerine Huveytıb onunla yüz dinar üzere yazıştı; ödemiş olduğu yirmi dinarı da ona geri verip bağışladı ve Huneyn savaşında öldürüldü. Bunu zikreden el-Kuşeyri olup, en-Nekkaş da nakletmiştir.

 

Mekki dedi ki: Bu Kıpti, Sabih olup Hatıb b. Ebi Beltea'nın kölesiydi. Özetle; Yüce Allah bütün mü'minlere kölesi bulunur bu köle kitabeti ister, efendisi de bu işin onun için hayırlı olacağını bilirse, onlarla mükatebe yapmalarını efendilere emretmektedir.

 

6- Mükatebe Akdi:

 

(Ayet-i kerimede lafzan geçen:) "el-Kitab" ile "el-mükatebe" aynı şeylerdir. Mükatebe de ancak iki kişi arasında cereyan eden işler hakkında kullanılan "müfaale" ve zni nde dir. Çünkü "mükatebe" efendi ile kölesi arasındaki bir akitleşmedir. Mesela; "Kitabet akdinde bulundu, mükatebe yaptı, mükatebe yapmak" denilir. "Savaştı, savaşmak" denildiği gibi.

 

Buna göre ayet-i kerimede "kitab" kelimesi fital, cilad ve difa' (çarpışma, vuruşma, savunma) kelimeleri gibi bir mastardır.

 

Burada "kitab" tabirinin, üzerinde bir şeyler yazılan bildiğimiz "kitab" anlamında olduğu da söylenmiştir. Çünkü Araplar köle ile yazıştıklarında buna dair hem kendileri, hem de köleleri hakkında bir yazı yazarlardı.

 

Buna göre buyruk, kendisi sebebiyle bir kitabın (belgenin) yazılıp kendilerine verilmesini gerektiren azat olmak isteğinde bulunanlar. .. demek olur.

 

7- Şer'i Bir Terim Olarak Mükatebenin Anlamı:

 

Şeriatte mükatebe, efendinin kölesi ile taksitlerle ödemek üzere belli bir mal üzerinde anlaşması demektir. Bunu tamamen ödediği takdirde o köle hür olur.

 

Mükıtebenin iki hali söz konusudur: Birincisi köle mükatebe talebinde bulunur, efendi de bunu kabul eder. Ayetin mutlak ve zahir ifadesinden anlaşılan budur.

 

İkinci halde ise köle taleb eder, fakat efendi bunu kabul etmez. Bu hususta iki görüş vardır: Birisi İkrime, Ata, Mesruk, Amr b. Dinar, ed-Dahhak b. Müzahim ve Zahirilerden bir topluluğun görüşü olup böyle bir talebi kabul etmek efendinin görevidir, derler.

 

Ancak İslam aleminin çeşitli bölgelerindeki ilim adamları, böyle bir yükümlülük yoktur, derler,

 

Bunun vacib olduğunu kabul edenler, emrin mutlak olduğunu delil gösterirler. "Yap" mutlak olarak zikredildiği takdirde, başka bir delil ile başka bir mananın kastedildiği anlaşılmadığı sürece vücub ifade eder. Bu görüş Ömer b. el-Hattab ve İbn Abbas'tan rivayet edilmiş olup, Taberi de bunu tercih etmiştir. Yine Davud (ez-Zahiri) şunu delil göstermektedir: Muhammed b. Sırın'in babası olan Sirın, efendisi olan Enes b. Malik'ten kitabet akdi talebinde bulunmuş ancak Enes kabul etmemiştir. Ömer (r.a) elindeki kamçıyı tepesine kaldırıp: "Eğer onlarda bir hayır görürseniz, mükatebe yapınız" buyruğunu okuyunca, o da mükatebede bulunmuştur. Davud dedi ki: Ömer (r.a)'ın, Enes için yapmaması mübah olan bir hususta elindeki kamçıyı kaldırması söz konusu olamazdı.

 

Cumhur da şunu delil göstermektedir: Köle, efendisinden kendisini bir başkasına satmasını isteyecek olursa, efendinin bunu yerine getirmesi icma' ile gerekli değildir. Bunun için mecbur edilemez, isterse ona değerinin kat kat fazlası verilsin. Aynı şekilde köle, efendisine: Beni azad et yahut beni müdebber kıl (ölümünden sonra azad olacağımı söyle) yahut ta beni evlendir diyecek olsa, yine efendinin bunları yerine getirmesi icma' ile zorunlu değildir. Kitabet de bu şekildedir, Çünkü kitabet karşılıklı bir ivaz akdidir. O bakımdan ancak rıza ile sahih olur. (Karşı görüşü savunanların) mutlak emir vücub gerektirir, sözleri doğrudur. Ancak o emrin vücubtan başka bir hükme yönlendirilmesini gerektirecek bir başka karinenin bulunmaması halinde bu böyledir. Burada ise "kölede bir hayır bilinmesi" şartına bağlı olarak zikredilmiştir. Yani vücub batını bir işe taalluk etmektedir. O da efendinin bu işin hayırlı olacağını bilmesidir. Şayet köle: Benimle yazış deyip, efendi: Ben bu işin senin için hayırlı olacağını bilmiyorum, diyecek olursa, -ve bu gizli bir iş olduğu halde- bu hususta ona başvurulur ve onun dediği esas alınır. Bu açıklama bu hususta gerçekten güçlüdür.

 

8- Bu Buyrukta Sözü Edilen "Hayr"ın Mahiyeti:

 

İlim adamları Yüce Allah'ın: "Bir hayır" buyruğu hakkında farklı görüşlere sahibtirler. İbn Abbas ve Ata, maldır demişlerdir. Mücahid mal ve ödeyebilme demektir, der. el-Hasen ve Nehai din(darlık) ve güvenilirliktir derler.

 

Malik der ki: Kimi ilim adamını şöyle derken dinledim: Bundan kasıt kazanabilme ve (mükatebe borcunu) ödeyebilme gücüdür. el-Leys'ten de buna benzer bir görüş nakledilmiştir. Şafii'nin görüşü de budur. Abide es-Selmani dedi ki: Bundan kasıt namaz ve hayırdır. Tahavi der ki: Bundan kastın mal olduğunu söyleyenlerin görüşü bize göre sahih değildir. Çünkü kölenin kendisi efendisinin malıdır. Onun ayrıca bir malı nasıl olabilir? Bize göre buyruğun anlamı şudur: Sizler onların din(dar) ve doğru kimseler olduklarını bilirseniz, ayrıca onların size karşı kendileri üzerindeki kitabet bedelini eksiksiz ödemek ve davranışlarında doğru olmakla yükümlü olduklarını ve bunun kendileri için bir ibadet olduğunu bilerek size karşı böylece davranacaklarını bilmeniz halinde onlarla yazışınız.

 

Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) der ki: Burada "hayır"dan kasıt, maldır görüşünü kabul etmeyenler "ben onların malının olduğunu biliyordum" anlamında: (...) ifadesinin kullanılabileceğini kabul etmezler. Ancak buna benzer ifade şekli; "Ben onlarda hayır, salah ve emanet vasıflarının olduğunu biliyorum" denilebilir. Ben yanında mal olduğunu biliyorum, anlamında; (...) denilmeyip, ancak; (...) denilir.

 

Derim ki: Berire hadisi -biraz sonra geleceği üzere-: Hayır'dan kasıt maldır, diyenlerin kanaatlerini reddetmektedir.

 

9- Mesleği Olmayanla Kitabet Akdi Yapmak:

 

İlim adamları meslek sahibi olmayan köle ile kitabet akdi yapmak hususunda farklı görüşlere sahiptir. İbn Ömer mesleği bulunmayan kölesi ile yazışma akdi yapmayı mekruh görür ve: Sen bana insanların kirlerini yememi mi emrediyorsun? derdi. Buna benzer bir görüş Selman el-Farisi'den nakledilmiştir.

 

Hakim b. Hizam'ın da şöyle dediği rivayet edilmektedir: Ömer b. el-Hattab, Umeyr b. Sa'd'a şunları yazdı: İmdi, sen huzurunda bulunan müslümanlara insanlardan dilenmesinler diye köleleri ile yazışmalarını yasakla.

 

el-Evzai, Ahmed ve İshak da bunu mekruh görmüşler. Malik, Ebu Hanife ve Şafii ise buna müsaade etmişlerdir.

 

Ali (r.a)'dan rivayet edildiğine göre müezzini olan İbnu't-Teyyah kendisine şöyle demiştir: Malım bulunmadığı halde mükatebe yapabilir miyim? Ali (r.a): Evet, dedikten sonra insanları bana sadaka vermeye teşvik etti. Bana mükatebe akdinde ittifak ettiğimiz miktardan fazlasını dahi verdiler. Ben Ali (r.a)ın yanına vardım, bana: Sen bu artan miktarı da kölelikten kurtulmak isteyenlere ver, dedi.

 

Malik'ten bunu mekruh gördüğü ve mesleği bulunmayan cariyenin halinin bozulmasına, fesada uğramasına sebeb teşkil edeceğinden dolayı böyle bir cariye ile mükatebe yapmayı mekruh gördüğü de rivayet edilmiştir. Ancak delil sünnettir, sünnete muhalefet eden şeyler delil olamaz. Hadis imamlarının Aişe (r.anha)dan rivayetlerine göre o şöyle demiştir: Berire yanıma geldi ve dedi ki: Benim efendilerim, her sene bir ukiye ödenmek üzere dokuz yılda dokuz ukiye ödemem şartıyla benimle mükatebe akdi yaptılar, bana yardımcı ol. .. diye hadisin geri kalan bölümünü rivayet etmektedir.

 

İşte bu; efendinin, yanında hiçbir şey bulunmasa dahi kölesiyle mükatebe akdi yapabileceğine delildir. Nitekim Berire'nin, Aişe (r.anha)ya gelerek, ona efendileri ile yazıştığını ve ondan kendisine yardımcı olmasını istediğini görüyoruz. Bu da henüz yazışmanın ilk sıralarında olmuştu, ondan herhangi bir taksit ödemeden gerçekleşmişti. Bunu İbn Şihab, Urve'den bu şekilde zikretmiştir ki Aişe'nin, Urve'ye haber verdiğine göre Berire yazışma bedelini ödemek hususunda Aişe'den yardım istemeye gelmişti ve henüz yazışma bedelinden herhangi bir ödeme yapmamıştı. Bunu Buhari ve Ebu Davud rivayet etmektedir.

 

İşte bunda herhangi bir sanat, meslek ve mal sahibi olmasa dahi cariye ile yazışma akdi yapmanın caiz oluşuna delil vardır. Peygamber (s.a.v.) da Berire'nin bir kazanç yolunun yahut da sürekli bir işinin ya da malının bulunup bulunmadığını sormamıştır. Eğer bu gerekli bir şeyolsaydı, elbette bu hususta onun hüküm vermesi için buna dair soru sorması gerekirdi. Çünkü o, açıklayıcı ve öğretici olarak gönderilmiştir. Bu hadiste Yüce Allah'ın: "Eğer onlarda bir hayır görürseniz" buyruğunda geçen "hayr"ı mal diye yorumlayanların te'villerinin sağlıklı bir te'vil olmadığına ve sözü geçen "hayr"ın güvenilirlikle birlikte kazanabilme gücü olduğuna delil bulunmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

10- Kitabet Bedelinin Nitelikleri ve Bedelin Taksitlere Bölünmesi:

 

Kitabet bedeli az miktarda da olabilir, çok da olabilir, taksitli de olabilir. Çünkü Berire ile ilgili hadisten anlaşılan budur. Bu hususta da ilim adamları arasında görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Hamd, Allah'adır.

 

Efendi, kölesi ile bin dirhem ödemek üzere anlaşacak olup da herhangi bir vade söz konusu etmeyecek olursa, bu -efendinin hoşuna gitmese dahi çalışma imkanını bulması miktarına göre taksitlere bölünür.

 

Şafii der ki: Kitabet bedeli için belli bir vadenin bulunması kaçınılmaz bir şeydir, asgarisi de üç taksitte ödenmesidir.

 

Bir defada ödenmesi üzerinde anlaşacak olurlarsa, ilim adamları arasında farklı görüşler vardır. Çoğu ilim adamı bir defada ödenmesini caiz kabul ederler. Şafii ise bir defada ödenmesinin caiz olmadığını söyler. Derhal ve peşin olarak ödenmesi ise elbette caiz olmaz. Çünkü bu, ancak belli bir şarta bağlı olarak azad etmektir. Sanki ona: Sen şunu şunu ödediğin takdirde hür olursun, demiş gibi olur ve bu bir kitabet değildir.

 

İbnu'l-Arabi der ki: İlim adamları ile selef, kitabet bedelinin peşin ödenmesi halinde iki farklı görüş ileri sürmüşlerdir. Bizim (Maliki mezhebine mensub) ilim adamlarımızın görüşleri de aynı şekilde farklı farklıdır. Kıyasa göre sahih olan, kitabetin vadeli olmasıdır. Berire hadisinde varid olduğu gibi yapılmalıdır. Çünkü efendileri onunla her yıl birer ukiye ödemek şartıyla dokuz ukiye ödemek üzerine onunla yazışmışlardır.

 

Ashab-ı Kiram da böyle yapmıştır. Bundan dolayı buna "kitabet" adı verilmiştir. Zira bu akid yazılır ve ona şahit tutulur. Böylelikle bu akde verilen isim ve gelen rivayet birbirini desteklemekte, bu akdin anlamı da buna güç kazandırmaktadır. Şayet ödenmesi istenen mal, peşin olacak ve kölenin yanında da bir şeyler var ise, bu bir mukataa malı ve mukataa akdi olur, kitabet akdi olmaz.

 

İbn Huveyzimendad der ki: Peşin ödenmek şartı üzere kölesiyle kitabet akdi yapacak olursa, bu belli bir mal karşılığında azad etmek olur, kitabet olmaz. Ondan başka bizim mezhebimize mensub ilim adamları, peşin ödenecek olan kitabet akdini caiz kabul etmiş ve buna "kitaa" adını vermişlerdir. Kıyas da bunu gerektirmektedir, çünkü kitabet akdinde vade belirlemek, sadece köleye kazanç elde etmek için geniş bir zaman tanımak demektir. Nitekim kitabet bedelini belirli taksitlerle ödemekle yükümlü olan köle, eğer taksit vadeleri dolmadan ödemesini getirip verecek olursa, efendi o ödemeleri almak ve (ödemesi bitmiş ise) mükatebi vadeden önce azad etmek zorundadır. Küfeli ilim adamları caiz peşin ödenmek şartıyla yapılan kitabet akdini kabul etmişlerdir.

 

Derim ki: Peşin kitabet hususunda Malik'ten açık bir nass varid olmuş değildir. Ancak Malikı mezhebine mensub ilim adamları: Bu caizdir derler ve buna "kitaa" adını verirler. Şafii'nin üç taksitten aşağısında kitabet caiz değildir, görüşü ise sahih olamaz. Zira bu sahih olsaydı, bir başkasının: Kitabet bedelinin beş taksitten daha aşağı ödenmesi caiz olamaz, demesi de mümkün olabilirdi. Çünkü Peygamber (s.a.v.)ın döneminde Berıre ile ilgili taksitlerin asgari miktarı bu idi. Peygamber (s.a.v.) bunu bilmiş ve bu hususta hüküm vermişti. O halde bunun doğru bir delil olması öncelikle daha uygundur.

 

Buhari, Aişe (r.anha)dan rivayet ettiğine göre Berıre, Aişe (r.anha)nın yanına gelmiş ve ondan kitabet bedelinde kendisine yardımcı olmasını istemişti. üzerinde de beş yıllık taksitlere bölünmüş beş ukiye kitabet bedeli borcu vardı ...

 

Ancak (bu rivayetin senedinde) el-Leys Yunus'tan, o İbn Şihab'dan, o Urve'den, o da Aişe'den: üzerinde beş yılda ödenmek üzere taksitlere bölünmüş beş ukiye borç vardı diye rivayet etmiştir.

 

Ebu Usame, Hişam b. Urve'den, o babasından, o Aişe (r.anha)dan dedi ki:

Berıre gelip şöyle dedi: Ben efendilerimle dokuz ukiye ... ödemek üzere mükatebe yaptım...

 

Her iki rivayetin zahiri birbiriyle tearuz halindedir. Şu kadar var ki Hişam'ın hadisi muttasıl Yunus'un hadisi de munkati' olduğundan (Hişam'ın rivayet i) daha uygundur. Zira Buharı "el-Leys dedi ki: Bana Yunus anlattı (haddeseni)" demiştir. Diğer taraftan Hişam babası ve dedesinden rivayet edilen hadislerde başkasına göre daha bir sağlamdır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

11- Kitabet Akdi Yapan Köle Hürriyetine Kavuşmak için Bedelin Tamamını Ödemek Zorunda mıdır?

 

Mükateb üzerinde kitabet bedelinden herhangi bir miktar ödenmeden kaldığı sürece, köle kalmaya devam eder. Çünkü Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Mükateb üzerinde kitabet bedelinden bir dirhem (ödenmeden) kaldığı sürece yine köledir." Bu hadisi Ebu Davüd, Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinden yoluyla rivayet etmiştir.

 

Yine ondan rivayet ettiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Herhangi bir köle yüz dinar ödemek üzere mükatebe akdi yapıp da on dinar müstesna geri kalanını ödemiş ise o yine köledir. "

 

Malik, Şafii, Ebu Hanife ve mezheblerine mensub ilim adamları ile es-Sevri, Ahmed, İshak, Ebu Sevr, Davud (ez-Zahiri) ve Taberi de hep bu görüştedir. Bu görüş aynı şekilde İbn Ömer'den de çeşitli yollardan rivayet edildiği gibi Zeyd b. Sabit, Aişe ve Um Seleme'den de rivayet edilmiştir. Bu konuda onlardan farklı bir rivayet gelmiş değildir.

 

Bu görüş aynı zamanda Ömer b. el-Hattab'dan da rivayet edilmiştir. İbnu'l-Müseyyeb, el-Kasım, Salim ve Ata da bu doğrultuda görüş belirtmişlerdir. Malik der ki: Beldemizde (ilim adamlarından) kime yetiştiysek hep bu şekilde görüş beyan ederdi.

 

Bu hususta bir başka görüş daha vardır ki, bu görüş Ali (r.a)dan rivayet edilmiştir. Buna göre köle eğer kitabet bedelinin yarısını ödeyecek olursa artık o bir borçludur. en-Nehai de böyle demiştir. Bu görüş Ömer (r.a)dan da rivayet edilmiştir. Ancak ondan, mükateb üzerinde bir dirhem kaldığı sürece köle kalmaya devam eder, şeklindeki görüşün isnadı, mükateb kitabet bedelinin yarısını ödediği takdirde artık onun üzerinde kölelik yoktur, şeklindeki görüşünün isnadından daha iyidir. Bu hükmü de Ebu Ömer (b. Abdi'lBerr) ifade etmiştir.

 

Yine Ali (r.a)dan rivayet edildiğine göre; ödediği miktar kadar o kölenin de bir bölümü hürriyete kavuşmuş olur. Yine ondan gelen bir başka rivayete göre, ödediği ilk taksit ile birlikte azad olmak, onun üzerinde cereyan eder.

 

İbn Mes'ud dedi ki: Köle kitabet bedelinin üçte birini ödediği takdirde artık o azad olmuş bir borçludur. Şureyh'in görüşü de budur. Yine İbn Mes'ud'dan rivayet edildiğine göre, şayet kitabet bedeli ikiyüz dinar olup kölenin değeri yüz dinar ise, köle değerini teşkil eden yüz dinarı ödediği takdirde artık hürriyetine kavuşur. Bu aynı şekilde en-Nehai'nin görüşüdür.

Bir yedinci görüş de şöyledir: Köle bedelinin dörtte üçünü ödeyip geriye dörtte biri kaldığı takdirde, artık o bir borçludur ve bir daha köle olmaz. Bunu da Ata b. Ebi Rebah ifade etmiş olup ondan bu görüşü İbn Cüreyc rivayet etmiştir.

 

Kimi selef alimlerinden nakledildiğine göre; köle bizzat kitabet akdi ile artık hürdür ve kitabet bedeli karşılığında borçludur, ebediyyen bir daha köle olmaz.

 

Ancak Berire hadisi -Peygamber (s.a.v.)dan gelişinin sıhhati dolayısıyla- bu görüşü reddetmektedir. Yine bu hadiste mükatebin köle olduğuna dair açık bir delil vardır. Eğer bu olmasaydı, Berire satılmayacaktı. Şayet Berire'nin bir bölümü azad edilmiş olsaydı, hiçbir şekilde bu azad edilmiş bölümünün satışı caiz olmazdı. Zira Peygamber efendimizin icma' ile kabul edilmiş sünnetlerinden birisi de hür olan kimsenin satılamayacağı şeklindedir.

 

Selman ile Cuveyriye'nin kitabeti de bu şekildedir. Peygamber (s.a.v.) kitabet bedellerini ödeyinceye kadar onların herbirisinin tamamen köle olduklarına dair hüküm vermiştir. Bu da; mükatebin üzerinde ödemesi gereken herhangi bir miktar kaldığı sürece o bir köledir, şeklindeki görüşlerin lehine bir delildir.

 

Mükateb hususunda Zeyd b. Sabit, Ali b. Ebi Talib ile tartışmıştır. Ali'ye şöyle demiştir: Böyle birisi zina edecek olursa, onu recm eder misin, yahut ta şahitlik edecek olursa, şahitliğini geçerli kabul eder misin? Ali (r.a): Hayır demiş. Bu sefer Zeyd: O halde üzerinde ödemesi gereken bir şey kaldığı sürece o bir köledir, demiş.

 

Nesai'nin, Ali ve İbn Abbas (r.anhum)dan naklen kaydettiği rivayete göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Mükateb'ten ödediği miktar kadarı azad edilir. Ödediği miktar kadarıyla ona had uygulanır ve ondan azad edildiği kadarı ile de miras alır." Bu hadisin isnadı sahihtir.

 

Bu da Ali (r.a)dan gelen rivayetin lehine bir delildir. Ayrıca Ebu Davüd'un, Um Seleme ile kitabet akdi yapmış bulunan Nebhan'dan kaydettiği rivayeti ile de desteklenmektedir. Nebhan dedi ki: Ben Um Seleme'yi şöyle derken dinledim: Rasulullah (s.a.v.) bize (biz hanımlarına) buyurdu ki: "Sizden herhangi birinizin mükateb bir kölesi olur da onun yanında (kitabet bedelini) ödeyecek bir şeyler var ise, o vakit ondan perde arkasına saklanmalısınız." Bu hadisi Tirmizi de rivayet etmiş olup, hasen, sahih bir hadistir, demiştir.

 

Şu kadar var ki, bunun Peygamber efendimizin zevcelerine bir hitabı olup onlar hakkında ihtiyat ve vera'a uygun olan bir talimat olma ihtimali vardır. Nitekim Peygamber (s.a.v.)in, bir erkeğin, hanımı Sevde'nin kardeşi olduğuna hüküm vermiş olmakla birlikte (ihtiyaten): "Ondan hicab arkasında gizlen" demesi ile Aişe ve Hafsa'ya: "Siz ikiniz de kör müsünüz? Siz onu görmüyor musunuz?" demesi de bu kabildendir. Burada kastettiği şahıs İbn Um Mektum'dur. Halbuki aynı zamanda o Fatıma bint Kays'a: "İbn Um Mektum'un yanında iddetini bekle" demişti. Bu hususa dair açıklamalar da daha önceden geçmiş bulunmaktadır.

 

12- Köle Taksitlerini Ödemez, Efendi de istemezse:

 

ilim adamlarının icma' ile kabul ettiklerine göre kitabet akdi yapmış olan kölenin ödemesi gereken taksitlerden birisinin veya ikisinin, yahut bütün taksitlerin zamanı geldiği halde, bu taksitleri istemeyip onu kendi haline bırakırsa, onlar kitabet akdini sürdürmekte sabit kalmaya devam ettikleri sürece fesholmaz.

 

13- Kölenin Kitabet Akdini Ödeyememesi ve Bundan Önce Yaptığı Ödemelerin Durumu:

 

Malik dedi ki: Kölenin görünen malı bulunuyor ise (kitabet bedelini ödemekten) aciz olduğunu söylemek hakkı yoktur. Eğer açıkta görünen bir malı yoksa, böyle bir hakka sahiptir.

 

el-Evzai der ki: Eğer köle borcunu ödeyecek kadar güç, kuvvet sahibi bir kimse ise aciz olduğunu söyleme imkanına sahip değildir.

 

Şafii ise der ki: Onun malının olduğu bilinsin, bilinmesin kitabetin bedelini ödeyebilecek gücünün olduğu bilinsin, bilinmesin ödemekten aciz olduğunu söylemek hakkına sahiptir. Ben bu bedeli ödeyemiyorum, kitabet akdini iptal ettim, diyebilmek hakkına sahiptir.

 

Malik de der ki: Mükateb aciz olduğunu ortaya koyarsa, acizlikten önce efendisinin ondan kabzettiği bütün taksitler efendiye helal olur. Bu ister kölenin kendi öz kazancı olsun, isterse de ona verilen sadaka olsun, farketmez. Kölelikten kurtarılması için kendisine yapılan fakat kitabetini karşılayamayacak miktardaki bedellere gelince, bu hususta ona yardımcı olan herkesin verdiğini yahut mükatebin helallık dilediği miktarı rucu' edip geri almak hakkı vardır. Şayet kölelikten kurtulmak için değil de sadaka olsun diye ona yardımcı olmuş iseler, bu miktar kölenin aciz olduğunu bildirmesi halinde efendisine helal olur. Eğer aldığı miktarlar kendisini kölelikten kurtarmaya yeterli gelip geriye bir miktar da artacak olursa verilen bu miktarlar şayet kölelikten kurtarılması maksadı ile verilmiş ise; artan miktarı bu maksatla kendisine yardımcı olanlara hisselerine göre geri çevirir, veya o miktarı ona helal ederler. Bütün bunlar ibnu'l-Kasım'ın naklettiği üzere Malik'in görüşleridir.

 

ilim adamlarının çoğunluğu da şöyle demektedir: Efendinin mükateb kölesinden kitabet bedeli olarak kabzettikleri ve köle aciz olduğunu beyan ettikten sonra efendisinin elinde artan sadaka ya da başka mallar, efendisine aittir. Efendisinin bütün bunları alması ona helaldir. Şafii ve Ebu Hanife mezheblerine mensub ilim adamlarının, Ahmed b. Hanbel'in görüşü ve Şureyh'ten gelen bir rivayet böyledir.

 

es-Sevri der ki: Efendi kölenin kendisine verdiklerini kölelikten azad etmeye ayırır. Mesruk'un, en-Nehai'nin görüşü ve Şureyh'ten gelen bir rivayet bu şekildedir.

 

Bir kesim de şöyle demektedir: Efendinin köleden kabzettikleri efendiye aittir. Acizlikten sonra elinde artmış olan miktar ise efendisine değil, köleye aittir. Bu da; kölenin de mülkiyet hakkı vardır, kanaatinde olan bazı ilim adamlarının görüşüdür.

 

İshak da der ki: Kitabet hali esnasında kendisine verilen miktarlar, gerçek sahiplerine geri iade edilirler.

 

14- Kitabet Akdi ile ilgili Çeşitli Hükümler:

 

Berire hadisi değişik yollardan ve çeşitli lafızlarla gelmiş olmakla birlikte Berire'nin satışının, önceden yapılmış bir kitabet akdinden sonra gerçekleştiğini ihtiva etmektedir. İlim adamları bundan dolayı mükatebin satışı hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Buhari de "razı olması halinde mükatebin satılması" diye bir başlık açmış bulunmaktadır. 

 

İbnu'l-Münzir ile ed-Davüdi mükatebin satılmaya razı olması halinde, bedelini ödemekten aciz olmasa dahi azad edilmek maksadı ile satılmasını caiz kabul edenlerdendir. Ebu Ömer b. Abdi'l-Berr'in beğendiği görüş de budur. İbn Şihab, Ebu'z-Zinad ve Rabia da böyle demişlerdir. Ancak onlar şöyle de derler: Çünkü kölenin satılmaya razı olması, onun bir acizliğinin ifadesidir.

 

Malik, Ebu Hanife ve mezheblerine mensub ilim adamları ise şöyle demektedirler: Mükateb, mükateb olarak kaldığı sürece -aciz olduğunu bildirmedikçe- satışı caiz olmaz. Onun kitabetinin satışı da hiçbir halde caiz değildir. Şafii'nin Mısır'daki görüşü de budur. Irak'ta ise: Satışı caizdir, ancak kitabetinin satılması caiz değildir, derdi. Malik ise kitabetin satışını caiz kabul etmektedir. Onu ödeyecek olursa azad olur, aksi takdirde kitabeti satın alanın kölesi olmaya devam eder. Ebu Hanife ise bunu kabul etmez, çünkü bu bir ğarar satışıdır (kesin olmayan satış).

 

Şafii'nin ise caiz kabul eden ve etmeyen şeklinde farklı görüşleri gelmiştir. Bir kesim de şöyle demektedir: Mükatebin kitabet bedeli devam etmek şartıyla satılması caizdir, eğer bedelini tamamen ödeyecek olursa azad olur ve onun velası onu satana ait olur. Eğer ödemekten acze düşerse, onu satanın kölesi olur. en-Nehai, Ata, el-Leys, Ahmed ve Ebu Sevr de böyle demiştir.

 

el-Evzai de şöyle demektedir: Mükateb ancak azad edilmek için satılır. Bedelini ödemekten acze düşmeden önce satılması ise mekruhtur. Ahmed ve İshak'ın da görüşü budur.

 

Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) der ki: Berire hadisinde mükatebin vadesi gelmiş herhangi bir taksidi ödemekten aciz olmamakla birlikte, satılmaya razı olduğu takdirde, satılmasının caiz olduğunu göstermektedir ve bu mükatebin aciz olmadıkça, satılması caiz değildir, iddiasında bulunanların görüşlerine muhaliftir. Çünkü Berire herhangi bir taksidi ödemekten acze düşmüş olduğunu söz konusu etmediği gibi, ödeme vadesi gelmiş bir taksidinin olduğunu da bildirmemiştir. Peygamber (s.a.v.) da kendisine: Sen ödemekten aciz misin? Yoksa vadesi gelmiş bir taksidin var mı? diye de sormamıştır. Şayet kitabet akdi yapmış köle ve cariyenin satılması ancak vadesi gelmiş bir taksidin ödenmesinden acze düşülmesi halinde caiz olması gibi bir durum olsaydı, Peygamber (s.a.v.) mutlaka ona: Aciz midir? değil midir? diye sorar ve onun vadesi gelmiş bir taksidini dahi olsun ödemekten acze düştüğünü bilmeden onun satın alınmasına asla izin vermezdi.

 

ez-Zühri yoluyla gelen hadiste de Berire'nin henüz kitabet bedelinden bir şey ödememiş olduğu kaydedilmektedir. Ben bu hususta sözü edilen Berire hadisinden daha sahih delil olacak bir rivayet bilmemekteyim. Peygamber (s.a.v.)dan da onunla çelişen bir rivayet nakl edilmemiştir. Gelen haberlerin hiçbirisinde de ödemekten yana aciz olduğuna delil teşkil edecek bir ifade bulunmamaktadır.

 

Mükatebin satılmasını kabul etmeyenler bazı hususları delil göstermişlerdir: Bunlardan birisi şudur: Sözü edilen bu kitabet akdi henüz gerçekleşmemişti. Berire'nin: "Ben efendilerimle kitabet akdi yaptım" demesinin anlamı, bu hususta onlarla karşılıklı rızamız oldu ve onlar kitabet miktarını ve vadesini belirlemekle birlikte henüz bu akdi gerçekleştirmediler, demektir. Şu kadar var ki, hadislerin zahiri ifadelerin akışı üzerinde dikkatle düşünülecek olursa, durumun bunun aksi olduğu görülecektir.

 

Bir diğer görüşe göre, Berire ödemekten acze düşmüş, o bakımdan efendileri ile birlikte kitabeti feshetmek üzere ittifak etmiştir. İşte o vakit satış sahih olmuştur. Ancak bu açıklama şu görüşü ileri sürenler için uygun düşer:

 

Mükatebin aciz olduğunun anlaşılması eğer köle ile efendi bu hususta anlaşacak olurlarsa, ayrıca hakimin hükmüne muhtaç değildir. Çünkü hak bu ikisi ile ilgilidir, bilinen mezheb (görüş) de budur. Suhnun ise şöyle der: Bu konuda mutlaka yetkilinin hükmü gereklidir. Çünkü o her ikisinin karşılıklı olarak Yüce Allah'ın hakkını terketmek üzere anlaşabileceklerinden korkmuştur.

 

Berire'nin ödemekten yana aciz olduğunun doğruluğuna şu rivayet delildir: Berire, Aişe (r.anha)nın yanına gelmiş ve kitabet bedelinin ödenmesi hususunda ondan yardım istemişti. Henüz daha kitabet bedelinden de hiçbir şey ödememişti. Aişe (r.anha) kendisine şöyle dedi: "Sahiplerinin yanına geri dön. Şayet istiyorlarsa senin yerine kitabet bedelini ödeyebilirim." Bu, ifadenin zahirine göre onun kitabet bedelinin tamamını ya da bir bölümünü ödemesi tahakkuk etmişti. Zira ödenmesi icab etmedikçe hiçbir hakkın yerine getirilmesine dair hüküm verilmez. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

İşte bu açıklamalar onların bu husustaki açıkladığımız görüşlerine dair en kuvvetli delilleridir.

 

İbnu'l-Münzir der ki: Efendi mükatebini satamaz, diyen kimselerin: Berire (ödemekten yana) acizlik çekmiş olabilir, demesi dışında herhangi bir delilinin bulunduğunu bilmiyorum. Şafii de der ki: Bu hadisin en açık manalarından birisi de, mükatebin sahibi olan kimsenin mükatebi satabileceğidir.

 

15- Mükateb Kitabet Bedelini Ödemekle Hürriyetine Kavuşur:

 

Mükateb kitabet bedelini tamamen öder ödemez hürriyetine kavuşur ve ayrıca efendisinin onu azad ettiğini bildirmesine gerek yoktur. Kitabet akdi döneminde kölenin cariyesinden doğan çocuklarının durumu da aynı şekildedir. Onun hürriyetine kavuşması ile onlar da hürriyetlerine kavuşurlar, ancak onun köleleşmesi dolayısıyla onlar köle olmazlar. Çünkü bir kimsenin cariyesinden olma çocuğu, hür olan nazar-ı itibara alınmak suretiyle kendi mesabesindedir. Kitabet akdi yapmış olan cariyenin çocukları da aynı durumdadır. Eğer kitabet akdinden önce çocukları varsa, bunlar şart koşulmadıkça kitabetin kapsamına girmezler.

 

16- Kitabet Akdi Yapanlara Yardımcı Olmak:

 

"Onlara Allah'ın size verdiği maldan verin" buyruğu efendilere kitabet malı hususunda kölelere yardımcı olmaya dair bir emirdir. Bu ya efendilerin ellerinde bulunan mallardan onlara bir şeyler vermeleri suretiyle gerçekleşir, yahut onların ödemekle yükümlü tutuldukları kitabet malının bir kısmını üzerlerinden indirmekle gerçekleşir. Malik der ki: Mükatebin üzerindeki son kitabet taksidinden indirim yapar. Nitekim İbn Ömer de otuzbeşbinden beşbin indirim yapmıştır. Ali (r.a) da indirilen bu miktarın kitabet bedelinin dörtte biri kadarı olmasını güzel görmüştür.

 

ez-Zehravi der ki: Bu Peygamber (s.a.v.)dan rivayet edilmiştir. İbn Mes'ud ile el-Hasen b. Ebi'l-Hasen ise üçte birinin indirilmesini güzel görmüşlerdir. Katade onda biri indirilir derken, İbn Cübeyr ondan bir şeyler indirir demiş ve buna dair bir sınır belirlememiştir. Şafii'nin görüşü de budur, es-Sevri de bu görüşü güzel bulmuştur.

 

Şafii der ki: "Şey" kendisine şey denilebilecek asgari miktardaki şey hakkında kullanılır. Efendi bu indirime mecbur edilir, efendi ölmüş ise hakim tarafından bu hususta mirasçıların aleyhine hüküm verilir.

 

Malik -Allah'ın rahmeti üzerine olsun-in görüşüne göre bu emir mendubluk ifade eder. İndirilecek miktar için herhangi bir sınır takdir etmemiştir.

 

Şanı Yüce Allah'ın: "Onlara ... verin" emrinin mutlak oluşunu delil göstermiş ve vacibin menduba atfedilmesinin Kur'an-ı Kerim'de olsun, Arap dilinde olsun bilinen bir ifade tarzı olduğu görüşünü dile getirmiştir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ''Şüphesiz Allah adaleti, ihsanı, akrabaya (birşeyler) vermeyi emreder ... " (en-Nahl, 90) vb.

 

İbnu'l-Arabi der ki: Bu hususu ondan önce Kadı İsmail b. İshak da zikretmiş bulunmaktadır. Şafii bir şeyler vermeyi vacib kabul etmiş, kitabeti ise vacib kabul etmemiştir. Böylelikle o asl olan kitabeti gayr-ı vacib, onun fer'i durumundakini (birşeyler vermeyi) ise vacib olarak değerlendirmiştir. Böyle bir görüşün ise benzeri bulunmamaktadır, o vakit bu katıksız bir iddia olur (delilsizdir.) Şayet: Bu nikah gibidir, nikah vacib değildir, fakat nikah akdi gerçekleşti mi onun hükümleri de vacib olur. Bunlardan birisi de (boşanan kadına) mut'a vermektir, denilecek olursa, biz de şu cevabı veririz: Bize göre mut'a vacib değildir, dolayısıyla Şafii'nin görüşünü kabul edenlerin ileri sürebilecekleri bir dayanak yoktur. Osman b. Affan ise kölesi ile mükatebe akdi yapmış ve onun kitabet bedelinden hiçbir indirim yapmayacağına dair de yemin etmiştir... diye uzun açıklamalarda bulunur.

 

Derim ki: el-Hasen, en-Nehai ve Büreyde şöyle demişlerdir: Yüce Allah'ın: "Onlara ... verin" buyruğunda hitab bütün insanlara, kitabet akdi yapmış olanlara sadaka vermeleri ve kölelikten kurtulmaları hususunda onlara yardımcı olmaları için bir hitabtır. Zeyd b. Eslem de der ki: Burada hitab yöneticileredir, kitabet akdi yapmış olanlara zekat mallarından paylarına düşeni vermelerini emretmektedir. İşte Yüce Allah'ın: "Sadakalar ... kölelere ... mahsustur.'' (et-Tevbe, 60) buyruğunun ihtiva ettiği anlam budur. Bu iki görüşe göre mükatebin efendisinin kitabet bedelinden bir şeyler indirmek yükümlülüğü yoktur. Buna delil de şudur: Şayet Yüce Allah kitabet taksitlerinden herhangi bir indirimde bulunmalarını kastetmiş olsaydı: Ve onlardan şunu indirin, demesi gerekirdi.

 

17- Kitabet Bedelinden indirim ilk Taksitlerden mi, Son Taksitlerden mi Yapılır?

 

Eğer bizler, bu buyrukta muhatablar efendilerdir, görüşünü kabul edecek olursak, şunu da belirtelim ki Ömer b. el-Hattab'ın görüşüne göre indirim bedelin ilk taksidinden yapılmalıdır. Böylelikle son taksidine erişilemeyecek korkusuyla yapılacak hayırda, efendi elini çabuk tutmuş olur.

 

Malik -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- ve başkalarının görüşüne göre ise indirim en son taksitte yapılır.

 

Bunun sebebine gelince, şayet indirim ilk taksitten yapılacak olursa, belki köle kitabet bedelini ödemekten acze düşer, o takdirde köle de malı da efendisine geri döner. O zaman da yaptığı indirim sadakanın bir bakıma tekrar kendisine dönüşü gibi dönmüş olur. Bu da Abdullah b. Ömer ve Ali'nin görüşüdür.

 

Mücahid der ki: Herbir taksitten bir miktar indirir.

İbnu'l-Arabi der ki: Görüşüme göre daha kuvvetli olan indirimin son taksitten olacağıdır. Çünkü indirim her zaman için borçların son ödemeleri sırasında gerçekleşir.

 

18- Kitabet Akdi Yapmış Olan Kölenin Satılması:

 

Mükateb, kitabet akdinden sonra kendisinin rızası ile azad edilmek üzere satılacak olur da satıcısı onun bedelini kabzettikten sonra, satıcının ona karşılık almış olduğu bedelden ona bir şeyler ödemek yükümlülüğü yoktur. İster azad edilsin diye satmış olsun, ister bu maksatla satmamış olsun farketmez. Bu da mükatebin kitabet bedelini ödediği efendisinin kölesine bu bedelden bir şeyler ödemesine yahut Yüce Allah'ın kitabında emrettiği üzere son taksidinden ya da herhangi bir şekilde ödemelerinden bir şeyler indirmesine benzememektedir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Berire'nin efendilerine, azad edilmesi için -onu satmış olmalarına rağmen- ondan kabzetmiş oldukları maldan tekrar Berire'ye bir şeyler vermelerini emretmiş değildir.

 

19- Kitabet Akdinin Niteliği:

 

İlim adamları kitabet akdinin niteliği hususunda farklı görüşlere sahibtirler. İbn Huveyzimendad der ki: Bu akdin niteliği şu şekildedir: Efendi kölesine; seninle şu kadar malı, şu taksitlerle ödemen şartı ile kitabet, akdi yapıyorum. Bu ödemeleri tamamladığın takdirde sen hürsün, der. Yahut ona: Sen bana on taksitte bin (dirhem) öde ve o takdirde hür olursun, demesi suretiyle olur. Köle de: Ben bunu kabul ettim veya buna benzer lafızlarla karşılık verir. Bu ödemeyi ne zaman tamamlarsa, hürriyetine kavuşur.

Aynı şekilde köle, efendisine benimle kitabet akdi yap diyecek olursa, efendi de yapayım yahut seninle yazışayım demesi halinde de böyledir.

 

İbnu'l-Arabi der ki: Böyle bir şeye gerek yoktur. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in lafzı böyle bir şeyi gerektirmediği gibi, hal de buna tanıklık etmektedir. Ancak söz konusu edilecek olursa güzel olur, şayet sözü edilmeyecek olursa bu da zaten bilinen bir husustur. Ayrıca sözle söylenmesine gerek yoktur.

 

Aslında bu bahsin meseleleri ve bunların dalları budakları pek çoktur. Biz bu meselelerin esaslarının bir bölümünü zikretmiş bulunuyoruz. Kısa açıklamaları yeterli görenler için bu kadarı kafidir. Hidayete iletme başarısı Allah'tandır.

 

20- Mükatebin Mirası:

 

Mükatebin mirası hususunda ilim adamlarının üç farklı görüşü vardır.

Malik'in görüşüne göre mükateb ölüp geriye, kalan kitabet borcundan daha fazla miktarda bir mal terkedecek olursa ve kitabet döneminde dünyaya gelmiş ya da onlar adına da kitabet yapmış olduğu çocukları varsa, onun çocukları kitabet bedelinin ödenmesinden sonra arta kalan mala mirasçı olurlar. Çünkü onların da hükmü babalarının hükmü gibidir. Eğer geriye artan bir mal bırakmamış ise, kitabet bedelinin geri kalan bölümünü onlar temin etmek için çalışmalıdırlar. Babaları azad edilmedikçe, onlar hürriyetlerine kavuşamazlar. Babaları onların da kitabet bedelini ödemiş ise, çocukların aleyhine bu hususta (efendinin) bir rücü' hakkı yoktur. Çünkü efendilerine rağmen hürriyetlerine kavuşurlar. Dolayısıyla babalarının mirasına onlar daha bir hak sahibidirler, çünkü babalarının bütün hallerinde babaları ile eşittirler.

 

İkinci görüşe gelince, geriye bıraktığı malından bütün kitabet bedeli ödenir ve hür olarak ölmüş gibi değerlendirilir. Bütün çocukları da ona mirasçı olurlar. Çocuklarından ölümünden önce hür olanlar ile kitabet akdi esnasında hür olmayıp, onlar adına akitleştiği çocukları yahut kitabet döneminde doğmuş olan çocukları arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü hepsi de kitabet yükümlülükleri kendi adlarına ödenmiş olmakla birlikte, hürriyet bakımından birbirleriyle eşitlenmiş olurlar.

 

Bu görüş Ali ve İbn Mes'ud'dan, Tabiin arasından Ata, el-Hasen, Tavıls ve İbrahim'den rivayet edilmiştir. Küfe fakihleri Süfyan es-Sevri, Ebu Hanife mezhebine mensub fakihler, el-Hasen b. Salih b. Hayy da bu görüştedir. İshak da bu görüşü benimsemiştir.

 

Üçüncü görüş; mükateb kitabet bedelinin tamamını ödemeden önce ölürse, köle olarak ölmüş olur. Geriye bırakacağı bütün mal da efendisine ait olur. Çocuklarından hiçbir kimse ondan miras alamaz. Ne hür çocukları, ne de kitabet akdinde onunla birlikte olan çocukları. Çünkü o bütün kitabet bedelini ödemeden önce öldüğünden ötürü köle olarak ölmüş olur, malı da efendisine ait olur. Dolayısıyla ölümünden sonra onun hürriyetine kavuşturulması sahih değildir. Zira bir kölenin ölümünden sonra hürriyetine kavuşturulması imkansız bir şeydir. Kendileri hakkında da kitabet akdi yapmış yahut kitabet akdi esnasında doğmuş çocuklarının ise, kitabetin geri kalan bölümünü tamamlamaya çalışmaları vazifeleridir. Onların üzerinden (babalarının) ödediği pay kadar da sakıt olur. Eğer (geri kalanı) ödeyecek olurlarsa, hürriyetlerini elde ederler. Çünkü bu hususta onlar babalarına tabi idiler. Eğer ödeyemezlerse kölelikleri devam eder. Şafii'nin görüşü budur. Ahmed b. Hanbel de böyle demiştir. Ömer b. el-Hattab'ın, Zeyd b. Sabit'in, Ömer b. Abdu'l-Aziz'in, ez-Zühri ve Katade'nin görüşü de budur.

 

[ - ]

"Cariyeleriniz kendilerini korumak isterken dünya hayatının geçici metaını kazanmak için onları zinaya zorlamayın" buyruğu ile ilgili olarak Cabir b. Abdullah ve İbn Abbas (r.anhum)dan rivayet edildiğine göre bu ayeti kerime Abdullah b. Ubeyy hakkında nazil olmuştur. Onun birisi Muaze, diğeri Museyke diye adlandırılan iki cariyesi vardı. O bu cariyelerini zina etmeye zorlar ve hem ücretlerini almak, hem de çocuklarının kazancına sahip olmak maksadıyla zina etmeleri için onları döverdi. Bu durumlarını Peygamber (s.a.v.)a şikayet ettiler. Bunun üzerine bu ayet-i kerime hem onun, hem de münafıklardan onun yaptığı gibi yapanların hakkında nazil oldu.

 

Sözü edilen Muaze, Peygamber (s.a.v.) ile kocası hakkında mücadele eden Havle'nin annesidir.

 

Müslim'in, Sahih'inde Cabir'den gelen rivayete göre ise Abdullah b. Ubeyy'in birisi Museyke, diğeri de Umeyme adında iki cariyesi vardı. O bunları zina etmeleri için zorlardı. Bu hususu Peygamber (s.a.v.)a şikayet etmeleri üzerine Yüce Allah: "Cariyeleriniz kendilerini korumak isterken ... onları zinaya zorlamayın ... mağfiret ve rahmet edicidir" buyruğunu indirdi.

 

Yüce Allah'ın: "Kendilerini korumak isterken" buyruğu "cariyeler"e raci'dir. Çünkü ancak cariyenin iffetini korumak istemesi halinde efendisinin onu zorlamaya kalkışması düşünülebilir ve ancak bu halde zorlamanın yasaklanması mümkün olur. Eğer cariye iffetini korumak istemiyor ise bu durumda efendisine: Sen onu zorlama, demek düşünülemez. Çünkü cariyenin kendisi zina etmeyi istiyor ise zorlamanın tasavvuruna imkan yoktur. O halde bu buyruk, durumu bu olan cariyeler hakkında bu gibi efendilere yönelik bir emirdir. İbnu'l-Arabi işte bu manaya işaret etmekte ve şöyle demektedir: Yüce Allah'ın burada kadının iffetini korumak isteyişini söz konusu etmesi zorlamanın ancak bu halde söz konusu olabileceğinden dolayıdır. Eğer kendisi zinayı istiyor ise zorlama düşünülemez, işte bunu iyi anlamak gerekir. Bu ince noktaya nüfuz etmek pek çok müfessir için mümkün olmamıştır. Kimi müfessir: Yüce Allah'ın: "Kendilerini korumak isterken" buyruğu (bir önceki ayette sözü edilen): "evli olmayanlar" a raci'dir, demiştir.

 

ez-Zeccac ve el-Huseyn b. el-Fadl ise: ifadede takdim ve tehir vardır, demişlerdir. Yani sizler içinizden evli olmayanları ve kölelerinizden de salih olanları iffetlerini korumak istemeleri halinde evlendirin, demektir. Kimisi ise: Yüce Allah'ın: "Kendilerini korumak isterken" buyruğundaki şart lağvedilmiştir ve buna benzer zayıf açıklamalar yapılmıştır. Başarıya ulaştıran Allah'tır.

 

"Dünya hayatının geçici metaını kazanmak için" buyruğundan kasıt ise, cariyenin zina yoluyla kazanacağı ve köleleştirilip satılmak kasdı ile zina mahsulü doğuracağı çocuktur. Şöyle de açıklanmıştır: Zina eden kimse kendisiyle zina ettiği cariyeden doğma çocuğuna karşılık cariyenin efendisine yüz deve fidye öder ve onu kölelikten kurtarırdı.

 

"Kim onları zorlarsa" buna mecbur bırakırsa "şüphe yok ki Allah onların zorlanmalarından sonra" onlar için "mağfıret ve" onlara "rahmet sahibidir."

 

ibn Mes'ud, Cabir b. Abdullah ve ibn Cübeyr "onlar için" lafzını ilave ederek "Onlar için mağfiret edicidir" diye okumuşlardır.

 

ikraha dair açıklamalar daha önceden en-Nahl Süresi'nde (106. ayet, 2. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamdolsun.

 

Daha sonra Yüce Allah mü'minlere indirmiş olduğu apaydın ayetlerindeki nimetlerini sayıp dökmekte ve bu ayetlerde geçmiş ümmetlere dair misaller de vermektedir. Bundan maksat, geçmiş bu ümmetlerin içine düştükleri hatalara düşmekten korunmaktır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Nur 35

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR