HAC 28 / 29 |
لِيَشْهَدُوا مَنَافِعَ
لَهُمْ
وَيَذْكُرُوا
اسْمَ اللَّهِ
فِي
أَيَّامٍ
مَّعْلُومَاتٍ عَلَى
مَا
رَزَقَهُم
مِّن
بَهِيمَةِ
الْأَنْعَامِ
فَكُلُوا
مِنْهَا
وَأَطْعِمُوا الْبَائِسَ
الْفَقِيرَ {28} ثُمَّ
لْيَقْضُوا
تَفَثَهُمْ
وَلْيُوفُوا نُذُورَهُمْ
وَلْيَطَّوَّفُوا
بِالْبَيْتِ
الْعَتِيقِ {29} |
28.
"Ta ki kendileri için menfaatlere tanık olsunlar. Belirli günlerde
Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurban edilen hayvanlar üzerine
Allah'ın adını ansınlar. Artık onlardan yeyin ve eli dar olan fakire de
yedirin."
29.
"Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve Beyti
Atik'i tavaf etsinler."
Bu buyruklara dair
açıklamalarımızı yirmi üç başlık halinde sunacağız:
1- Haccın Faydalarına Tanık Olmak:
2- Bilinen Günler:
3- Kurban Bayramı Birinci Günü Kurban
Kesme Vakti:
4- Bayram Namazı Kılınmayan Yerde Ne
Zaman Kurban Kesilir ?:
5- Kurban Kesme Günleri:
6- Kurban Kesme Günlerinin Geceleri,
Kurban Kesme Günlerine Dahil midir?
7- Kurban Edilen Hayvanlar:
8- Kurban Etinden Yemenin Hükmü:
9- Keffaret Kurbanları:
10- Kurban Sahibi Yemesi Yasak Olan
Kurbanından Yerse:
11- Tazminat Ayni mi Ödenir? Nakdi mi
Ödenir?:
12- Hediye Kurbanı Yerine Ulaşmadan Önce
Sakatlanır ya da Telef Olursa:
13- Kurbanlık Etlerinden Yemek:
14- Kurban Etinin Müstehab Olan
Paylaştırma Şekli:
15- Yolcunun Kurban Kesme Yükümlülüğü:
16- Kurban Etini Saklamak:
17- Nesh ile Hükmün Kaldırılması ile
illetinin Kalkması Dolayısıyla Hükmün Kaldırılması Arasındaki Fark:
18- Kurban Etini Saklamayı Yasaklayan
ve Mübah Kılan Rivayetler:
19- Eli Dar Olan Fakire Yedirmek:
20- Kurban Kestikten Sonra Haccın Diğer
işleri:
21- Adakları Yerine Getirip
el-Beytu'l-Atik'i Tavaf Etmek:
22- Hacdaki Tavaflar:
23- Beytullah'ın ''Atik" Diye
Nitelendirilmesi:
1- Haccın Faydalarına
Tanık Olmak:
" ... Tanık
olsunlar." Yani tanık olsunlar diye sen haccı ilan et, onlar da sana yayan
ve binekli olarak gelsinler.
"Tanık
olsunlar" hazır bulunsunlar demektir. Çünkü tanık olmak (şuhud) hazır
bulunmak demektir.
"Kendileri için
menfaatlere" yani Arafat ve Meş'ar-i Haram gibi hac menasiklerinde
bulunsunlar. Mağfiret diye de açıklandığı gibi, ticaret diye de açıklanmıştır.
Genel kapsamlı olduğu da söylenmiştir, yani kendileri için faydalı olacak
şeylere tanık olsunlar, hazır bulunsunlar. Yani dünya ve ahiret ile ilgili
işlerden Allah'ı razı edecek işler yapsınlar. Bu açıklamayı da Mücahid ve Ata
yapmış, İbnu'l-Arabi de tercih etmiştir. Çünkü bu açıklama hac ibadetleri,
ticaret, mağfiret, dünya ve ahiret menfaatlerini kapsayan bir açıklamadır.
Yüce Allah'ın: '(Hac
aylarında) Rabbinizden bir lütuf istemenizde size bir günah yoktur" (el-
Bakara, 198) buyruğunda ticaretin kastedildiğinde görüş ayrılığı yoktur.
2- Bilinen Günler:
"Belirli günlerde
Allah'ın ... adını ansınlar." Daha önce "bilinen günler" ile
"sayılı günler"e dair açıklamalar el-Bakara Suresi'nde (203. ayet, 1.
başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır.
Yüce Allah'ın adının
anılmasından kasıt ise, davarların ve develerin kesilip boğazlanması esnasında
besmele çekmektir. "Bismillahi vallahu ekber, Allahumme minke ve leke:
Allah'ın adı ile, Allah en büyüktür, Allah'ım, bu Sendendir, Senin
içindir" demek gibi. Ya da kesim esnasında: "Şüphesiz benim namazım,
kurban kesmem ... "(el-En'am, 162) ayetini okumak gibi.
Kafirler putlarının
adını anarak kesederdi. Şanı Yüce Rabbimiz Allah'ın adını anarak kesmek
gerektiğini açıklamış olmaktadır. Buna dair açıklamalar da daha önceden
el-En'am Suresi'nde (118-121. ayetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
3- Kurban Bayramı
Birinci Günü Kurban Kesme Vakti:
İlim adamları kurban
bayramı birinci günü (yevmu'n-nahr) kurban kesme vakti hususunda farklı
görüşlere sahiptirler. Malik (r.a) imamın (halifenin ve onun namaz kıldırmak
için tayin ettiği kimsenin) namaz kılıp kurbanını kesmesinden sonradır, der.
Ancak haddi aşacak kadar bir gecikme de bulunursa, o takdirde ona uyma gereği
de sakıt olur,
Ebu Hanife, kurban
kesmeyi değil de sadece namazı bitirmeyi göz önünde bulundurmuştur.
Şafii, namaz vaktinin
girip iki hutbe irad edilecek kadar bir süre geçmesini göz önünde
bulundurmuştur. Buna göre, namazı değil de vakti nazar-ı itibara almaktadır.
el-Müzeni'nin ondan yaptığı rivayet bu şekildedir, et-Taberi'nin görüşü de
budur,
er-Rabi'in
el-Buveyti'den naklettiğine göre Şafii şöyle demiştir: İmam kurbanını
kesmedikçe -kurban kesmesi gerekmeyenlerden olması müstesnahiç kimse kurbanını
kesmez. İmam namazını kılıp hutbeyi bitirdikten sonra da kurban kesmek helal
olur, Bu, Malik'in görüşüne benzemektedir.
Ahmed der ki: İmam
namazını bitirdi mi, sen de kurbanını kesebilirsin, Bu, İbrahim'in de
görüşüdür.
Bu görüşlerin en sahih
olanı, Malik'in görüşüdür. Çünkü Cabir b. Abdullah rivayet ettiği hadiste şöyle
demektedir: Rasulullah (s.a.v.) kurban günü bize Medine'de namaz kıldırdı. Bir
takım kimseler acele edip kurbanlarını kestil er. Çünkü Peygamber (s.a.v.)ın
kesmiş olduğunu zannettiler. Peygamber (s.a.v.) kesmiş olanlara tekrar yeni bir
başka kurban kesmelerini emretti ve Peygamber (s.a.v.) kesmedikçe,
kesmemelerini söyledi. Bu hadisi Müslim ve Tirmizi rivayet etmiş olup Tirmizi:
Bu hususta Cabir'den, Cundub'dan, Enes'ten,
Uveymir b. Eşkar'dan,
ibn Ömer'den ve Ebu Zeyd el-Ensari'den de rivayetler gelmiştir, bu da hasen bir
hadistir. ilim ehli de buna göre uygulama yapmaktadırlar. Şehirde bulunan bir
kimse imam kesmedikçe, kurbanını kesmemelidir.
Ebu Hanife de
el-Bera'nın rivayet ettiği hadisi delil göstermektedir. O hadiste şöyle
denilmektedir: "Kim namazdan sonra kurbanını keserse, artık onun kurban
kesmesi tamam demektir ve müslümanların sünnetini de isabet ettirmiştir."
Bu hadisi de Müslim rivayet etmiştir.
Görüldüğü gibi burada
kurban kesme sadece namaza bağlı olarak zikredilmiş ve imamın kurban kesmesi
söz konusu edilmemiştir. Cabir'in rivayet ettiği hadis ise bunu
kayıtlamaktadır. Aynı şekilde yine el-Bera yoluyla gelen hadis de böyledir.
Buna (bu hadisin başka rivayetlerine) göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "Bizim bugünde yapacağımız ilk iş önce namaz kılmak, sonra
dönüp kurban kesmektir. Kim böyle yaparsa bizim sünnetimizi de isabet ettirmiş
olur. ''
Ebu Ömer b. Abdi'l-Berr
de şöyle demektedir: ilim adamları arasında şehir halkından (yani bayram namazı
kılınan bir yerde yaşayanlardan) olup da namazdan önce kurbanını kesen bir
kimsenin kurban kesmemiş olacağında bir görüş ayrılığı bulunduğunu bilmiyorum.
Çünkü Peygamber (s.a.v.): "Namazdan önce kim kurban keserse, o kestiği
(kurban değil) et için kesilmiş bir koyun olur."
4- Bayram Namazı
Kılınmayan Yerde Ne Zaman Kurban Kesilir ?:
Çölde yaşayanlarla,
imamları olmayanlara gelince Malik'in mezhebindeki meşhur görüşe göre imamın
yahut da kendi bölgesine yakın imamın kurban kesim vaktini tesbit etmeye
çalışır.
Rabia ile Ata, imamı
olmayan kimseler hakkında şöyle demişlerdir: Şayet güneş doğmadan önce
kurbanını keserse, yerini bulmaz. Güneş doğduktan sonra keserse, yerini bulur.
Re'y sahipleri ise tan yerinin ağırmasından sonra yeterli olur demişlerdir.
ibnu'l-Mubarek'in görüşü de budur, Tirmizi bu görüşü ondan nakletmektedir.
Bunlar Yüce Allah'ın: "Belirli günlerde Allah'ın kendilerine rızık olarak
verdiği kurban edilen hayvanlar üzerine Allah'ın adını ansınlar" buyruğunu
delil göstermişlerdir. Burada görüldüğü gibi Yüce Allah, kurban kesmeyi güne
izafe etmiştir. Günün tan yerinden mi, yoksa güneşin doğuşundan itibaren mi
başladığı hususunda da iki görüş vardır.
Kurban bayramı birinci günü
tan yeri ağırmadan önce kurban kesmenin yerini bulmayacağı hususunda görüş
ayrılığı yoktur.
5- Kurban Kesme
Günleri:
Kurban kesme günlerinin
kaç gün olduğu hususunda görüş ayrılığı vardır. Malik, kurban bayramı birinci
günü ve ondan sonraki iki gün olmak üzere üç gündür, demiştir. Ebu Hanife,
es-Sevri ve Ahmed b. Hanbel de bu görüştedirler. Aynı zamanda bu Ebu Hureyre ve
Enes b. Malik'ten de -onlardan farklı bir rivayet söz konusu olmaksızın-
nakledilmiştir.
Şafii, kurban bayramı
birinci günü ve ondan sonraki üç gün olmak üzere dört gündür, demiştir.
el-Evzai de bu görüştedir. Bu görüş Ali (r.a), İbn Abbas ve İbn Ömer
(r.anhum)dan da rivayet edilmiştir. Yine onlardan Malik ve Ahmed'in
görüşlerinin aynısı da rivayet edilmiştir.
Kurban günlerinin özel
olarak kurban bayramının birinci günü yani zülhicce'nin onuncu günü olduğu da
söylenmiştir. Bu görüş İbn Sirin'den de rivayet edilmiştir.
Said b. Cübeyr ile Cabir
b. Zeyd'den şöyle dedikleri nakledilmektedir: Şehirlerde kurban kesme günü bir
gündür. Mina'da ise üç gündür.
Hasan-ı Basri'den bu
hususta üç rivayet gelmiştir. Birisi Malik'in görüşü gibi, ikincisi Şafii'nin
görüşü gibidir. üçüncüsü ise zülhicce'nin son gününe kadar devam eder. Muharrem
ayının hilali görülmekle birlikte artık kurban kesmek söz konusu olmaz.
Derim ki: Bu, aynı
zamanda Süleyman b. Yesar ve Ebu Seleme b. Abdu'rRahman'ın da görüşüdür. Bunlar
Darakutni'nin, Sünen'inde kaydettiği mürsel ve merfu bir hadis olarak:
"Kurban kesmeler zülhicce ayı(nın sonundaki muharrem) hilaline kadardır"
(Darakutni, IV, 275) şeklinde bir hadis rivayet etmişlerse de bu hadis sahih
değildir. Bizim delilimiz ise Yüce Allah'ın: "Belirli günlerde"
buyruğudur ki, bu cem-i kıllet (azlık bildiren çoğul)dır. Bundan kat'i olarak
bilinen sayı ise üçtür. üçten sonrasının bu çoğula girip girmediği kat'i olarak
bilinmemektedir. O bakımdan ondan sonrası ile amel edilmez.
Ebu Ömer b. Abdi'l-Berr
der ki: İlim adamları yevmu'n-nahr'ın kurban kesme günü olduğunu icma ile kabul
etmişlerdir. Yine zülhicce ayının bitiminden sonra kurban kesmenin söz konusu
olmayacağını da icma ile kabul etmişlerdir. Bana göre bu hususta sadece iki
görüş sahihtir. Bunlardan birincisi Malik ile Kufelilerin görüşüdür, diğeri ise
Şafii ile Şamlıların görüşüdür. Bu iki görüş Ashab-ı Kiram'dan rivayet
edilmiştir. O halde bunlara muhalif olan görüşlerle uğraşmanın bir anlamı
yoktur, çünkü bunlara muhalif olan görüşlerin ne sünnette, ne de Ashab-ı
Kiram'ın sözlerinde herhangi bir asli dayanağı bulunamaz. Bu iki görüşün
dışında görüş belirtenler, görüşleriyle başbaşa bırakılırlar.
Katade'den altıncı bir
görüş daha rivayet edilmiştir ki buna göre kurban yevmu'n-nahr (kurbanın
birinci günü) ile ondan sonraki altı gündür. Bu da aynı şekilde Ashab-ı
Kiram'ın görüşleri dışında kalmaktadır ve bunun da bir anlamı yoktur.
6- Kurban Kesme
Günlerinin Geceleri, Kurban Kesme Günlerine Dahil midir?
Kurban kesme günlerinin
gecelerinin, kurban kesme günlerine dahil olup olmadığı ve bu gecelerde kurban
kesmenin caiz olup olmadığı hususunda farklı görüşler vardır. Malik'ten rivayet
olunan meşhur görüşüne göre geceler dahil değildir ve geceleyin kurban kesmek
caiz olmaz. Ashabın cumhuru ile re'y sahiplerinin çoğunluğu bu görüştedir.
Çünkü Yüce Allah: "Belirli günlerde Allah'ın ... adını ansınlar" buyruğu
bunu gerektirmektedir. Burada görüldüğü gibi "el-eyyam: Günler"i söz
konusu etmektedir. Günlerin söz konusu edilmesi, geceleyin kurban kesmenin caiz
olmadığına delildir.
Ebu Hanife, Şafii,
Ahmed, İshak ve Ebu Sevr ise şöyle demektedirler: Geceler de günlere dahildir
ve geceleyin de kurban kesmek yerini bulur. Malik ve Eşheb'den de buna yakın
bir görüş rivayet edilmiştir. Eşheb'in görüşüne göre ise hedy (hediye kurbanı)
ile udhiye (kurban) arasında fark gözetilir. Hediye kurbanının geceleyin
kesilmesini caiz kabul etmiş, udhiye'nin geceleyin kesilmesini caiz kabul
etmemiştir.
7- Kurban Edilen
Hayvanlar:
Yüce Allah'ın:
"Kendilerine rızık olarak verdiği" ve kurban olarak kestikleri
"kurban edilen hayvanlar üzerine Allah'ın adını ansınlar" buyruğunda
sözü edilen hayvanlar (el-en'am), kurban olarak kesilen deve, inek ve koyun
türleridir. "Kurban edilen hayvanlar" bizzat hayvanlar (demek olan:
el-en'am) demektir. Bu da bir kimsenin "birinci namaz" "cami'
mescid" demesine (yani bir şeyin bizzat kendisine izafe edilmesine)
benzer.
8- Kurban Etinden
Yemenin Hükmü:
"Artık onlardan
yeyin" buyruğundaki emrin anlamı, cumhura göre mendubluk ifade etmesidir.
Kurban kesen bir kimsenin hediye ya da udhiye kurbanı olsun, ondan yemesi ve çoğunluğunu
da tasadduk etmesi müstehabtır. Bununla birlikte ilim adamları tamamını sadaka
olarak vermeyi de tamamını yemeyi de caiz görmüşlerdir.
Bir kesim istisnaı
olarak yemeyi ve yedirmeyi ayet-i kerımenin zahiri dolayısıyla, bir de
Peygamber (s.a.v.)ın: "Yiyin, saklayın ve tasadduk edin.'' buyruğu
dolayısıyla vacib kabul etmişlerdir.
el-Kiya (et-Taberi) der
ki: Yüce Allah'ın: "Artık onlardan yeyin ... ve yedirin" buyruğu
tamamını satmanın yahut ta tamanını tasadduk etmenin caiz olmadığına delil teşkil
etmektedir.
9- Keffaret
Kurbanları:
Keffaret maksadı ile
kesilen kurbanlardan kurban sahipleri yiyemezler. Malik (r.a)ın meşhur olan
görüşü kurban sahibi üç kurbandan yiyemez: (İhramlı iken) avlandığı hayvana
ceza olarak kestiği kurban, yoksulların adak kurbanları ve eziyet (başındaki
rahatsızlık) dolayısı ile (başını traş ettiği için) kestiği fidye kurbanı.
Bunun dışında kestiği kurbanlar, kurban kesme yerine ulaşması şartıyla ister
vacib, ister nafile olsun yiyebilir. Bu hususta gerek seleften, gerek değişik
bölgelerdeki fukahadan bir topluluk Malik'in görüşüne uygun kanaat
belirtmişlerdir.
10- Kurban Sahibi
Yemesi Yasak Olan Kurbanından Yerse:
Kurban kesen şahıs şayet
kendisi için yemesi yasak olan kurbandan yiyecek olursa, acaba yediği miktarının
tazminatını mı öder, yoksa kendisinden bir miktar yediği hediye kurbanının
tamamını mı öder? Bu hususta mezhebimizde iki görüş vardır. İbnu'l-Macişun
birinci görüşü benimsemiştir. İbnu'l-Arabı de: Hak olan görüş budur ve kurban
sahibine bunun dışında bir mükellefiyet de düşmez, demektedir. Aynı şekilde bir
kimse yoksullar için bir kurban hediye etmeyi adayacak olur da kurban mahalline
ulaştıktan sonra ondan yiyecek olursa -"el-Müdevvene"deki ifadenin
aksine- sadece yediği kadarının tazminatını öder. Çünkü kurban kesme işi (nahr)
gerçekleşmiş bulunmaktadır. Herhangi bir haddi aşmak ise sadece ete
yapılmıştır, o bakımdan bu hususta haddi aştığı kadarının tazminatını öder.
Yüce Allah'ın
"adaklarını yerine getirsinler" buyruğu adağın gereğinin yerine getirilmesinin
vacib olduğuna delildir. Bu adak ister bir kan akıtmak (kurban kesmek), ister
hediye kurbanı, isterse de başka türlü olsun hüküm değişmez. Bir kimsenin
adağını gereği gibi yerine getirmesi ondan yemesinin caiz olmaması buna
delildir. İhramlı iken avlanmanın cezası da baştaki rahatsızlık dolayısıyla
(traş etmekten dolayı) kesilen fidye kurbanının durumu da böyledir. Çünkü
istenen şey, etinden, yahut başka cihetten herhangi bir eksiklik söz konusu
olmaksızın adağını tam anlamıyla yerine getirmektir. Şayet ondan bir şey
yiyecek olursa, onun tam bir hediye kurbanı kesmesi icab eder. (Bu da ikinci
görüşe bir delildir). Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
11- Tazminat Ayni mi
Ödenir? Nakdi mi Ödenir?:
Bu şekildeki bir kurban
etinden yiyen kimse etin kıymetini mi tazminat olarak öder? yoksa yiyecek
olarak mı tazminat öder. "Muhammed'in Kitabı"nda Abdu'l-Melik'ten
rivayetle yiyecek olarak tazminat öder, ancak birinci görüş daha sahihtir.
Çünkü yiyecek ibadet olarak hediye kurbanının tamamiyle gönderilmesine imkan
bulunmadığı halde hediye kurbanının karşılığı olarak verilir. Haddi aşmanın
hükmü ile ibadetin hükmü ise aynı değildir.
12- Hediye Kurbanı
Yerine Ulaşmadan Önce Sakatlanır ya da Telef Olursa:
İhramlı iken avlanmanın
cezası yahut (baştaki) rahatsızlık dolayısıyla fidye olarak verilmesi gereken
kurban, ya da yoksullar için adanmış olan ve tazminat altında olan bu hediye
kurbanında bir sakatlık olursa, bu kurbanın sahibi ondan yiyebilir, zenginlere
de, fakirlere de, sevdiği kimselere de ondan yedirebilir. Ancak etini, derisini
ve ona gerdanlık olarak taktığı şeylerden herhangi bir şeyi satamaz.
İsmail b. İshak dedi ki:
Çünkü (gerektiğinde) tazminatı ödenmesi icab eden hediye kurbanı mahalline
ulaşmadan önce telef olursa, onun bedelini vermesi gerekir. Bundan dolayı o
kurban sahibinin ondan yemesi de, yedirmesi de caizdir. Şayet nafile hediye
kurbanı mahalline ulaşmadan önce telef olursa, ondan yemesi de, başkasına
yedirmesi de caiz değildir. Çünkü onun bedelini ödeme mükellefiyeti
olmadığından dolayı hediye kurbanı telef olmadan da bu uygulamayı
yapabileceğinden ve telef olmadan kurbanı kesmeye kalkışabileceğinden korkulur.
O bakımdan insanlara karşı ihtiyatla hüküm verilmiştir, uygulama da böylece
devam edegelmiştir.
Ebu Davud'un, Naciye el-Eslemı'den
rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.v.) kendisi ile birlikte hediye
kurbanlarını göndermiş ve şöyle buyurmuştur: "Şayet bunlardan sakatlanan
bir şeyolursa, onu kes. Sonra da (boyunlarına alamet olarak taktığın)
nalınlarını kanı ile boya, sonra da onu insanlarla başbaşa bırak (onların
yemesine izin ver)."
Malik ile iki görüşünden
birisinde Şafii, Ahmed, İshak, Ebu Sevr, Re'y ashabı ve onlara tabi olanlar da
nafile hediye kurbanında bu hadisin gereğine göre görüş belirtmişler ve bu
hediye kurbanlarını götüren kimse onlardan bir şey yemez ve o kurbanı insanlar
yesinler diye onlara terkeder, demişlerdir.
Müslim'in, Sahih'indeki
hadiste şöyledir: "Sen de, beraberindeki yol arkadaşlarından hiçbir kimse
de ondan yemesin. "
İbn Abbas ve diğer görüşünde
de Şafii bu nehyin zahirine uygun olarak görüş belirtmişlerdir. İbnu'l-Münzir
de bunu tercih etmiştir. İbn Abbas ile Şafii derler ki: Hediye kurbanlarını
güden onlardan bir şey yemediği gibi arkadaşlarının ahalisinden hiç kimse de o
kurbanlardan bir şey yemez.
Ebu Ömer (İbn
Abdi'l-Berr) der ki: Peygamber (s.a.v.)ın: "Onlardan sen de, yol
arkadaşlarından bir kimse de yemesin" ifadesi sadece İbn Abbas'ın rivayet
ettiği hadiste vardır. Hişam b. Urve'nin babasından, onun Naciye'den naklettiği
hadiste bu şekilde değildir. Bize göre Naciye yoluyla gelen hadis İbn Abbas'ın
hadisinden daha sahihtir, fukahaya göre uygulama da ona göredir. Peygamber
(s.a.v.)ın: "O kurbanlığı insanlara terket" ifadesinin kapsamına
kişinin yol arkadaşının yakınları da, başkaları da girer.
Şafii ve Ebu Sevr derler
ki: Aslı itibariylE. vacib olan hediye kurbanlarından hiçbir şey yemez. Ancak
tatavvu', yahut hac ibadetinin bir nüsükü (kurbanı) ise ondan yer, hediye eder,
saklar ve tasadduk da eder. Ona göre temettu' ve kıran haccı da bir nüsüktür.
el-Evzai'nin mezhebi de buna yakındır.
Ebu Hanife ve
arkadaşları da derler ki: Temettu ve tatavvu' dolayısıyla kesilen kurbanlardan
yer. Bunların dışında ihramlı olması dolayısıyla kesmesi vacib olan diğer
kurbanlardan ise yemez.
Malik'ten de: İhrama
aykırı fiilleri dolayısıyla kestiği kurbanlardan yemez, dediği nakledilmiştir.
Buna kıyasen bir hatayı telafi etmek için kesilen kurbandan da yiyemez.
Şafii ve Evzai'nin
dediği gibi.
Malik bu görüşlerine
şunları delil göstermektedir: Yüce Allah: "Yahut düşkünlere yemek yedirmek
şeklinde bir keffaretdir" (el-Maide, 95) buyruğunda ihramlı iken
avlanmanın cezasını yoksullara (düşkünlere, miskinlere) tahsis etmiştir.
Başındaki bir rahatsızlık dolayısıyla saçlarını traş edenin fidyesi ile ilgili
olarak da: "Oruç, sadakayahut kurbandan bir fidye vermesigerekir"
(el-Bakara, 196) diye buyurmaktadır. Peygamber (s.a.v.) da Ka'b b. Ucre'ye
şöyle demiştir: "Sen ya herbir miskine iki mud olmak üzere altı yoksul
doyur, yahut üç gün oruç tut, yahut ta bir koyun kurban kes" demiştir.
Yoksullar için yapılan
adak zaten açıkça ifade edilmiştir. Bunun dışındaki hediye kurbanlıklar ise
Yüce Allah'ın şu buyruğunda belirtilen esas hüküm üzeredir: "Kurbanlık
develeri de size Allah'ın şeairinden kıldık ... Artık yanları üzere, düşüp can
verince etindenyeyin ... "(el-Hac, 36) Peygamber (s.a.v.) da, Ali (r.a) da
getirdikleri hediyelik kurbandan yemişler, etinin suyundan içmişlerdir.
Peygamber (s.a.v.) de konu ile ilgili en sahih rivayete ve görüşe göre hacc-ı
kıran yapmıştır. O bakımdan onun getirdiği hediye kurbanı vacib idi.
Dolayısıyla Ebu Hanife'nin delil diye yapıştığı sahih olamaz. Doğrusunu en iyi
bilen Allah'tır.
Şanı Yüce Allah'ın
hediye kurbanlıklardan yemeye izin vermesi şundan dolayıdır: Araplar hac dolayısıyla
kesilen kurbanlıklardan yemeyi uygun görmüyorlardı. Şanı Yüce Allah
peygamberine onlara muhalefet etmeyi emretmiştir. Şüphesiz ki o bunu böylece
teşri' buyurmuş ve böylece tebliğ etmiştir. Nitekim hediye olarak kurbanlık
gönderip ihrama girdiğinde de o böyle yapmıştır.
13- Kurbanlık
Etlerinden Yemek:
"Artık onlardan
yeyin" buyruğu ile ilgili olarak kimi ilim adamı şöyle demiştir: Yüce
Allah'ın: "Artık onlardan yeyin" buyruğu Arapların (İslam'dan önceki)
uygulamalarını neshetmiştir.
Çünkü onlar kurbanlık
etlerinden yemeyi kendilerine haram kabul ediyorlardı ve bunlardan -dediğimiz
gibi -hediye kurbanlıklarından yemezlerdi. İşte Yüce Allah onların bu
uygulamasını: "Artık onlardan yeyin" buyruğu ile; Peygamber (s.a.v.)
de: "Kim bir kurban keserse, o kestiği kurbandan yesin" buyruğu ile
neshetmiştir. Ayrıca Peygamber (s.a.v.) da bizzat kendi kurbanından ve hediye
kurbanlıklarından yemiştir. ez-Zührı der ki: Sünnet ilk olarak kurbanın
ciğerinden yemektir.
14- Kurban Etinin
Müstehab Olan Paylaştırma Şekli:
İlim adamlarının
çoğunluğunun kanaatine göre kurban etinin üçte birini sadaka olarak vermek,
üçte birini (dost, tanıdık ve akrabaya) yedirmek, üçte birini de
çoluk-çocuğuyla birlikte yemek müstehabtır.
İbnu'l-Kasım, Malik'ten şöyle
dediğini nakletmektedir: Bize göre kurbanlıkların nitelikleri belli ve bilinen
bir paylaştırma şekli yoktur. Malik bu husustaki hadis hakkında şunları
söylemektedir: Bana İbn Mes'ud'dan (bu şekilde bir rivayet) ulaşmış olmakla
birlikte uygulama buna göre yapılmamıştır.
Sahih(-i Müslim) ile Ebu
Davud'un kaydettikleri rivayete göre Resulullah (s.a.v.) bir koyun kurban etmiş
ve şöyle buyurmuştur: "Ey Sevban! Bu koyunun etini pişir." Dedi ki:
Ben Medine'ye gelinceye kadar peygambere o koyunun etinden yedirip,
durdum.
Bu rivayet, bu maksada
açıklık getiren bir nasstır. Şafii'nin bu husustaki görüşü farklıdır. Bir
seferinde: Yarısını yer, öbür yarısını da tasadduk eder demiştir. Çünkü Yüce
Allah: "Artık onlardan yeyin ve eli dar olan fakire de yedirin" buyurmuş
ve burada iki şahıs söz konusu etmiştir. Bir başka seferinde de şöyle
demektedir: üçte birini yer, üçte birini hediye eder, üçte birini de yoksullara
yedirir. Çünkü Yüce Allah: ''Artık yanları üzere düşüp can verince etinden
yeyin ve ondan dilenen, dilenmeyen fakirlere yedirin. "(elHac, 36)
buyruğunda üç kişiden söz etmektedir.
15- Yolcunun Kurban
Kesme Yükümlülüğü:
Mukim kurban kesmekle
muhatab olduğu gibi, yolcu da kurban kesmekle muhataptır. Çünkü asl olan bu
hususta hitabın umumi olduğudur. Genel olarak bütün ilim adamlarının görüşü de
budur. Ancak bu hususta Ebu Hanife ve en-Nehai farklı kanaattedirler. Bu farklı
kanaat Ali (r.a)dan da rivayet edilmiştir, ancak hadis onlara karşı delil
teşkil etmektedir.
Malik yolculardan
Mina'daki hacıları istisna etmiştir. Ona göre hacının kurban kesme yükümlülüğü
yoktur. en-Nehai de bu görüştedir. Yine bu görüş iki halife Ebu Bekir ve Ömer
ile seleften bir topluluktan (Allah hepsinden razı olsun) da rivayet
edilmiştir. Çünkü hacı aslında hediye kurbanı kesmeye muhataptır, eğer o kurban
kesmek isteyecek olursa hediye kurbanı olarak keser. Hacı dışındakiler ise
Mina'da bulunanlara kendilerini benzetmek maksadıyla kurban kesmekle
emrolunmuşlar, böylelikle onlar da Mina'dakilerin ecirlerinden bir payelde etmiş
olurlar.
16- Kurban Etini
Saklamak:
ilim adamları kurban
etini saklamak hususunda dört farklı görüşe sahiptirler. Ali ve ibn Ömer
(r.a)dan sahih bir yolla rivayet edildiğine göre üç günden sonra kurban
etlerinden bir şey saklanmamalıdır. Onlar bunu Peygamber (s.a.v.)dan rivayet
etmişlerdir. ileride gelecektir.
Bir topluluk da şöyle
demektedir: Kurban etlerinin saklanmasının yasaklandığına dair gelen rivayet
nesh edilmiştir. O bakımdan kurban kesen istediği vakte kadar etini
saklayabilir. Ebu Said el-Hudrı ile Bureyde el-Eslemı bu görüştedirler.
Bir başka kesim şöyle
demektedir: Kurban etinden yemek mutlak olarak caizdir. Bir başka kesim de
şöyle der: Şayet insanların kurban etine ihtiyaçları varsa saklamaz, çünkü
yasaklama belli bir illet (sebeb) dolayısıyla yapılmıştır. O da Peygamber
(s.a.v.)ın şu buyruğunda dile getirilmektedir: "Benim size (kurban
etlerini saklamanızı) yasaklamamın sebebi çevreden misafir olarak gelen bedevi
Araplardır." Bu ihtiyaç ortadan kalkınca daha önceden söz konusu edilmiş
olan yasak, bu yasağı gerektiren sebeb kalktığı için kaldırılmış oldu, yoksa
neshedildiği için kaldırılmış değildir. işte burada bir usul meselesi ortaya
çıkmaktadır ki o da bir sonraki başlığın konusunu teşkil etmektedir:
17- Nesh ile Hükmün
Kaldırılması ile illetinin Kalkması Dolayısıyla Hükmün Kaldırılması Arasındaki
Fark:
Nesh dolayısıyla hükmün
kaldırılması ile illetinin kalkması dolayısıyla hükmün kaldırılması arasında
bir fark vardır. Şunu belirtelim ki, nesh dolayısıyla kaldırılmış bir hükümle
bir daha ebediyyen hüküm verilemez. illetinin kalkması dolayısıyla kaldırılmış
olan hüküm, illetinin avdet etmesi dolayısı ile tekrar geri gelir. Buna göre
bir belde ahalisinin yanına kurban kesme zamanında ihtiyaç sahibi bir takım
insanlar gelecek olursa ve o belde ahalisi gelenlerin ihtiyaçlarını ancak
kurban etleri ile karşılayabiliyorlarsa, o takdirde Peygamber (s.a.v.)ın
yaptığı gibi üç günden sonrası için kurban etlerini saklamamaları muayyen bir
yükümlülük olarak ortaya çıkar.
18- Kurban Etini Saklamayı
Yasaklayan ve Mübah Kılan Rivayetler:
Bu hususta yasak kılan
ve mubah kılan hadisler sahih ve sabittir. Aynı zamanda hem yasaklayıcı, hem
mubah kılıcı ifadeler gelmiştir. Nitekim Aişe, Seleme b. el-Ekva', Ebu Said
el-Hudri yoluyla gelen ve sahih kitaplarda yer alan hadislerde bu hususlar
açıkça belirtilmiştir.
Sahih(-i Buhari)nin, İbn
Ezher'in azatlısı Ebu Ubeyd'den rivayetine göre Ömer b. el-Hattab (r.a) ile
birlikte (kurban bayramında) hazır bulundu ve dedi ki: Sonra Ali b. Ebi Talib
(r.a) ile de bayram namazı kıldım. Bize hutbe okumadan önce namaz kıldırdı,
sonra insanlara hutbe irad edip, dedi ki: Muhakkak Resulullah (s.a.v.) sizlere
üç günden sonra kestiğiniz kurbanların etlerinden yemenizi yasak kılmıştır. O
bakımdan onlardan yemeyiniz, İbn Ömer'den de rivayet ettiğine göre Rasulullah
(s.a.v.) üç günden sonra kurban etlerinin yenilmesini yasaklamıştIr. Salim dedi
ki: İbn Ömer üç günden sonra kurban etlerinden yemezdi.
Ebu Davud da,
Nubeyşe'den şöyle dediğini rivayet eder: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Biz sizlere yetsin diye üç günden sonra kurban etlerinden yemenizi
yasaklamıştık. Artık Allah sizlere bolluk vermiş bulunuyor, yeyiniz, saklayınız
ve (Allah'tan) ecir isteyiniz. Şunu bilin ki bu günler yeme, içme ve aziz ve
celil olan Allah'ı anma günleridir."
Ebu Ca'fer en-Nehhas
dedi ki: Bu, bu hususta söylenmiş sözlerin en güzelidir. Ta ki konu ile ilgili
hadisler arasında uyum olduğu ve çelişki bulunmadığı ortaya çıksın. Mü'minlerin
emiri Ali b. Ebi Talib o sözleri Osman (r.a) kuşatma altında bulunurken
söylemiştir. Çünkü o sırada insanlar ihtiyaç içerisinde idiler ve darlık
çekiyorlardı. O da Rasulullah (s.a.v.) Medine'ye dışardan pek çok kimseler
geldiği vakit yaptığı gibi yaptı. Buna delil ise İbrahim b. Şerik'in bize
naklettiği şu rivayettir: İbrahim dedi ki: Bize Ahmed anlattı, dedi ki: Bize
Leys anlattı, dedi ki: Bana el-Haris b. Yakub, Yezid b. Ebi Yezid'den anlattı:
O hanımından naklettiğine göre, hanımı Aişe (r.anha)'ya kurbanlık etlerine dair
soru sormuş, şu cevabı vermiş: Ali b. Ebi Talib bir yolculuktan bizim yanımıza
geldi. Biz de ona kurban etinden takdim ettik. Rasulullah (s.a.v.)a sormadan
yemeyi kabul etmedi. Ona sorunca, Peygamber şöyle buyurdu: "Sen (kurban
etinden) zülhicce ayından gelecek zülhicce ayına kadar yiyebilirsin.''
Şafii der ki: üç günden
sonra kurban eti saklamanın yasak olduğu görüşünü kabul edenler bu husustaki
ruhsat bildiren rivayetleri işitmemişlerdir. Mutlak olarak ruhsatı kabul
edenler de et saklamayı yasaklayan hadisleri işitmemişlerdir. Hem yasak
olduğunu, hem ruhsat olduğunu söyleyen de her iki tür hadisi de işitmiş ve
gereklerince amel etmiş demektir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
İleride -yüce Allah'ın
izni ile- el-Kevser Süresi'nin tefsirinde kurban kesmenin vücubu ve mendub
oluşu ile ilgili görüş ayrılıklarına; kurbanın daha önceden söz konusu olan (ve
ibadet maksatlı) bütün kesimleri neshedici olduğuna dair açıklamalar
gelecektir.
19- Eli Dar Olan
Fakire Yedirmek:
"Ve eli dar olan
fakire de yedirin" buyruğunda aslında "el-fakir" kelimesi
"el-bais: eli dar" kelimesinin sıfatıdır. Bu da sefil düşmüş ve ileri
derecede fakir kimse demektir. Fakir düşen bir kimse hakkında; (...): Fakir
düştü, düşer, fakir düşmek" denilir. Bu durumda olan kimseye de (...)
denilir Cism-i fail). Fakir olmamakla birlikte başına bir musibet gelen kimse
hakkında da kullanılır. Peygamber (s.a.v.)ın: ''Fakat o zavallı Sa'd b. Havle
... " ifadeleri de bu kabildendir.
İleri derecede güçlü
kimseyi kastetmek üzere; (...) denilir. Oldukça güçlü kimse hakkında:
"Oldukça güçlendi, güçlenir, oldukça güçlü olmak" denilir. Yüce
Allah'ın: "Zulmedenleri de yapageldikleri fasıklıkları yüzünden şiddetli
bir azabla yakaladık. "(el-A'raf, 165) Burada görüldüğü gibi
"beis" şiddetli (güçlü, çetin) anlamındadır.
Kurbanlık etleri ne
kadar çok tasadduk edilirse, ondan da daha çok ecir alınır. Kendisinden
yenilmesi caiz olan miktar hususunda ise sözünü ettiğimiz şekliyle görüş
ayrılıkları vardır. Yüce Allah'ın: "Yeyin ... ve yedirin" buyruğu
dolayısıyla yarısının yenilebileceği söylendiği gibi, Hz. Peygamber'in:
"Yeyin, saklayın ve
başkasına yedirmek suretiyle de ecir bekleyin" buyruğu dolayısıyla üçte
ikisinin yenilebileceği dahi söylenmiştir.
Yemenin ve yedirmenin
hükmü hususunda da görüş ayrılığı vardır. Her ikisinin vacib olduğu söylendiği
gibi, müstehab oldukları da söylenmiştir. Yemek ile yedirmek arasında fark
olduğu da söylenmiştir. Buna göre yemek müstehab, yedirmek vacibtir ve bu
Şafii'nin görüşüdür.
20- Kurban Kestikten
Sonra Haccın Diğer işleri:
"Sonra kirlerini
gidersinler" buyruğu kurbanlıklarını ve hediye kurbanlıklarını kestikten
sonra traş olsunlar, cemrelere taş atıp (ihramda kalmaktan ötürü) üstbaşlarının
kirlerini gidersinler ve buna benzer hac işlerinden geri kalanlarını yerine
getirsinler, demektir. İbn Arafe der ki: "üzerlerindeki kirlerini
gidersinler" anlamındadır. el- Ezherı der ki: "Kirleri gidermek"
bıyıkları kısaltmak, tırnakları kesmek, koltuk altlarını yolmak ve etek traşı
yapmaktır. Bu da ihramdan çıktıktan sonra olur,
en-Nadr b. Şumeyl der
ki: Bu kelime Arap dilinde insanın üzerindeki kir pası gidermesi demektir.
el-Ezheri'yi şöyle derken dinledim: Arapçada bu kelimenin ne demek olduğu ancak
İbn Abbas ile tefsir alimlerinin açıklamalarından bilinmektedir.
el-Hasen dedi ki: Bu
ihram dolayısıyla insanın vücudundaki bakımsızlık sonucu meydana gelen kir
pasın izale edilmesi demektir.
Bu kelimenin haccın
bütün menasiki demek olduğu da söylenmiştir. Bunu da İbn Ömer ve İbn Abbas
rivayet etmişlerdir.
İbnu'l-Arabı der ki:
Eğer bu rivayet onlardan sahih olarak gelmişse bu onların ashabdan olmak şerefi
ve dili iyice bilmek özellikleri dolayısıyla bir delil olurdu ... Bu lafız
garib (yabancı) bir lafızdır. Arap dili ile uğraşanlar bu kelimenin
kullanıldığı bir şiir tesbit edemedikleri gibi, anlamına dair herhangi bir
rivayet te bilmemektedirler. Ancak ben bu kelimenin sözlük anlamının ne
olabileceğini tesbit etmeye çalıştım. Ebu Ubeyde Ma'mer b. el-Müsenna'nın
şunları söylediğini gördüm: Bu, tırnakları kesmek, bıyıkları kısaltmak ve
-nikah (cinsı beraberlik) dışında- ihramlı olan kimseye haram olan herbir işi
yapabilmektir. Bu hususta delil gösterilebilecek bir şiir de bize ulaşma
mıştır. "Kitabu'l-Ayn"ın müellifi (Halil b. Ahmed) der ki: et-Tefes:
Taş atmak, traş olmak, saçları kısaltmak, kurban kesmek, tırnakları kesmek,
bıyık ve koltuk altlarını da traş etmek demektir. ez-Zeccac ve el-ferra da
benzer açıklamalarda bulunmuşlardır. Ancak ben onların bu açıklamaları, ilim
adamlarının konu ile ilgili açıklamalarından almış oldukları kanaatindeyim.
Kutrub da der ki: (...) tabiri; adamın kiri pası arttığı zaman kullanılır.
ümeyye b. Ebi's-Salt da şöyle demektedir:
"Başlarını
çepeçevre kuşattılar (veya: saçlarını kısalttılar) hiçbir kirlerini (uzamış
saçlarını) da traş etmediler. Ne bitlerini ayıkladılar, ne de bitlerin
sirkelerini."
Kutrub'un işaret ettiği
bu anlam İbn Vehb'in, Malik'ten naklettiği anlamın aynısıdır. Bu kelimenin
doğru anlamı da budur. İşte bu, sözlük anlamı itibariyle kirleri giderme
şeklini ortaya koymaktadır. Şer'i bakımdan gerçek manasına gelince, hac yahut
umre yapan kimse kurbanını kesip de saçlarını traş edip, kirlerini giderip
temizlendiğinde, kirlerinden arınıp da elbise giydi mi artık o kimse
"üzerindeki kirleri gidermiş ve adağını yerine getirmiş" olur. Adak
ise insanın yerine getirmesi gereken ve kendisinin yerine getirmeyi üstlendiği
şey demektir.
Derim ki; Kutrub'un
naklettiği ve zikrettiği şiiri aynı şekilde el-Maverdi de Tefsir'inde zikretmiş
bulunmaktadır. Bir diğer beyit daha zikrederek şöyle demektedir:
"Kirlerini de giderdiler, ihtiyaç ve adaklarını da, sonra yola koyuldular,
Necid'e doğru ve Ali'yi de beklemediler."
es-Sa'lebi der ki: Bu
kelimenin sözlükteki asıl anlamı kirdir. Araplar kirli buldukları bir adama:
"Ne kadar pis, ne kadar kirlisin," derler. Ümeyye b. Ebi's-Salt'ta
şöyle demiştir: "Koltuk altlarını (oldukları gibi) bıraktılar, hiçbir
kirlerini atmadılar, üzerlerinden ne bir bit, ne de sirkesini
uzaklaştırdılar."
el-Maverdi der ki:
Salihlerden birisine: İhramlı olan kimsenin kir, pas içersinde kalmasından
maksat nedir, diye sorulmuş o şu cevabı vermiştir: Yüce Allah'ın senin kendi
nefsine ihtimam göstermekten yüz çevirdiğini görüp, nefsini O'na itaat uğrunda
feda etmekte samimi olduğunu ortaya çıkarmasıdır.
21- Adakları Yerine
Getirip el-Beytu'l-Atik'i Tavaf Etmek:
"Adaklarını yerine
getirsinler" buyruğunda masiyet olması hali müstesna kayıtsız ve şartsız
olarak adaklarını gereği gibi yerine getirmekle emrolunmuşlardır. Çünkü
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah'a isyan hususunda adağı
yerine getirmek söz konusu değildir"; "kim Allah'a itaat etmeyi
adamış ise O'na itaat etsin, O'na isyan etmeyi adayan ise asla O'na isyan
etmesin."
"Ve Beyt-i Atİk'i
tavaf etsinler" buyruğunda sözü edilen tavaf haccın farzlarından olan
ifada tavafıdır.
Taberı der ki: Bu
hususta te'vil alimlerinin herhangi bir görüş ayrılığı yoktur.
22- Hacdaki Tavaflar:
Hacda üç türlü tavaf
vardır. Kudum tavafı, İfada tavafı ve veda tavafı. İsmail b. İshak der ki:
Kudum tavafı sünnettir. Murahik, Mekkeli ve hac
için Mekke'den ihrama
giren herkesin üzerinden düşen bir tavaftır. (Yine) der ki: Vacib olan tavaf
ise hiçbir şekilde sakıt olmayan tavaftır. Bu da Arafe'den sonra yapılan ifada tavafıdır.
Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sonra kirlerini gidersinler,
adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i Atik'i tavaf etsinler." İşte Yüce
Allah'ın Kitabında farz kılınan tavaf budur. Hacının bütünüyle ihramdan çıkıp
(bütün) yasakların kendisine helal kılınmasına sebeb olan tavaf da budur.
Hafız Ebu Ömer (b.
Abdi'l-Berr) dedi ki: İsmail b. İshak'ın ifada tavafı ile ilgili naklettikleri
Medinelilere göre Malik'in görüşüdür. Bu aynı zamanda İbn Vehb'in, İbn Nafı'in
ve Eşheb'in ondan yaptığı rivayettir. Hicaz ve Irak fukahasından ilim ehlinin
çoğunluğunun görüşü de budur. Ancak İbnu'l-Kasım ve İbn Abdi'l-Hakem, Malik'ten
Kudum tavafının vacib olduğunu nakletmektedirler. İbnu'l-Kasım
"el-Müdevvene"nin birkaç yerinde de böyle demiş ve bunu yine İbn
Malik'ten rivayet etmiştir: Vacib tavaf, Mekke'ye gelenin yapacağı tavaftır.
Mekke'ye girdiği sırada tavaf etmeyi unutan yahut onun bir şavtını (turunu) ya
da sa'y etmeyi yahut ondan bir şavtı unutup da beldesine dönünceye kadar bunu
hatırlamaz, sonra bunu hatırlayacak olursa, şayet kadına yaklaşmamış ise
Mekke'ye geri döner, Beyt'i tavaf eder, tavaf namazını kılar Safa ile Merve
arasında sa'y eder, sonra da kurbanını keser. Şayet kadına yaklaşmış ise geri
döner, tavaf eder ve sa'y eder. Sonra da umre yapıp hediye kurbanını keser.
Onun bu görüşü tıpkı İfada tavafını unutan kimse hakkındaki görüşü gibidir. Bu
rivayete göre ise her iki tavaf da ve aynı şekilde sa'y etmek de vacibtir.
Veda tavafı diye de
adlandırılan Sader tavafına gelince; İbnu'l-Kasım ve başkalarının Malik'ten
abdestsiz olarak İfada tavafı yapan bir kimse hakkında şöyle dediğini rivayet
etmektedirler: Böyle bir kimse memleketinden geri döner ve İfada tavafı yapar.
Bundan sonra tatavvu' (nafile tavaD yapmış olması müstesnadır. Bu da Malik'in
ve arkadaşlarının icma ettikleri hususlardandır. Buna göre yaptığı nafile
tavaf, onun hakkında farz olan tavafın yerini tutar. Yine icma ile kabul
ettiklerine göre haccı esnasında hac amellerinden herhangi birisini tatavvu'
olarak yapan bir kimse, eğer hac amellerinden yapması farz olan o amelin de
vakti geçmiş bulunuyor ise, onun yaptığı o nafile amel -namazın hilafına-
tatavvu' değil, vacib'in yerine geçer. Hac esnasında yapılan nafile amel,
farzın yerini tuttuğuna göre, Mekke girişi dolayısıyla, yapılan tavafın, İfada
tavafının yerini tutması daha bir uygundur. Ancak kurban bayramı birinci günü
Akabe cemresine taş atmaktan yahut ta bundan sonra veda maksadıyla yapılan
tavaf böyle değildir. İbn Abdi'l-Hakem'in, Malik'ten yaptığı rivayet ise bundan
farklıdır. Çünkü oradaki rivayete göre Mekke'ye giriş tavafı ile birlikte sa'y
etmek, kurban kesmekle birlikte beldesine geri dönen kimse için yapması gereken
İfada tavafının yerini tutar. Tıpkı sa'y ile birlikte yapılmış İfada tavafının
Mekke'ye girdiği esnada tavaf da, sa'y de yapmayan bununla birlikte kurban
kesmiş kimsenin bu tavafının Kudum tavafı yerine geçmesi gibi.
Bu görüşü kabul eden
şunu da söyler: Mekke'ye giriş tavafının da İfada tavafının vacib olduğunun
söylenmesi onların birisinin, diğerinin yerini tutmasından dolayıdır. Çünkü
Malik'ten rivayet edildiğine göre bunlardan herhangi birisini unutan bir kimse
-belirttiğimiz üzere- beldesinden döner ve yerine getirir. Zira Yüce Allah hac
eden kimseye şu buyruğuyla sadece bir tavaf farz kılmıştır: "Ve insanlar
arasında haccı ilan et ... ve Beyt-i Atık'i tavaf etsinler." Bu görüşü
kabul edenlere göre bu ayetteki ve başka yerlerdeki "vav"ın rütbeyi
(tertibi) vacib kılması ancak tevkif ile (konu ile ilgili varid olmuş bir nass
ile) söz konusu olabilir.
et-Taberı de Amr b.
Seleme'den senedini kaydederek şöyle dediğini nakletmektedir: Ben Yüce
Allah'ın: "Ve Beyt-i Atİk'i tavaf etsinler" buyruğu ile ilgili olarak
Züheyr'e soru sordum da şöyle dedi: Buradaki tavaf, Veda tavafıdır. İşte bu da
onun vacib olduğuna delildir. Şafii'nin iki görüşünden birisi de budur. Çünkü
Peygamber (s.a.v.) ay hali olanın bu tavafı yapmadan Mekke'den ayrılmasına
müsaade etmiştir. Böyle bir müsaadeyse ancak vacib olan hakkında söz konusu
olabilir.
23- Beytullah'ın
''Atik" Diye Nitelendirilmesi:
Te'vil bilginleri,
Beytullah'ın "el-Atik" ile nitelendirilmesinin sebebi hususunda
farklı görüşlere sahiptirler. Mücahid ve el-Hasen: el-Atik kadim, eski
demektir. "Atik kılıç" demek "eski kılıç" demektir. Bu
görüşü kıyas da desteklemektedir. Sahih hadiste de: "O yeryüzünde kurulmuş
ilk mesciddir" denilmektedir.
Bir diğer açıklamaya
göre "atık" denilmesi, Yüce Allah'ın zorba herhangi bir kimsenin
kıyamete kadar onu küçümseyecek bir surette oraya musallat olmaktan yana o Ev'i
kurtarmış olmasından dolayıdır. Bu anlamdaki bir açıklama İbn ez-Zübeyr ve
Mücahid'den yapılmıştır. Tirmizi'de de, Abdullah b. ez-Zübeyr'den şöyle dediği
nakledilmektedir: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Beyt'e
"el-Atik" adının verilmesi, herhangi bir zorbanın onun üzerinde
üstünlük sağlayamamasından dolayıdır." Tirmizi dedi ki: Bu hasen, sahih
bir hadistir. Peygamber (s.a.v.)dan mürsel olarak da rivayet edilmiştir.
Herhangi bir kimse eğer
Haccac b. Yusuf'un sözünü edip de onun Ka'be'ye karşı mancınıklar kurup, oranın
bir bölümünü yıktığını ileri sürecek olursa, ona şöyle denilir: Yüce Allah
orayı zorba kafirlerin tasallutundan azade etmiştir. Çünkü bizzat onlar Allah'a
karşı isyan ile gelip Beytullah'ın hürmetine inanmayacak olurlarsa ve
böylelikle Ka'be'ye kötülük yapmak isteyecek olurlarsa, Ka'be onlara karşı
korunur ve onlar eliyle Ka'be'ye bir kötülük ulaşmaz. İşte bu, şanı Yüce
Allah'ın onları kendileri istemese bile ve zorla bu işten uzak tuttuğunu
gösterir.
Ka'be'nin saygınlığına
inanan müslümanlara gelince, onlar eğer Ka'be'ye zarar vermekten uzak duracak
olurlarsa, bu durum Ka'be'nin Allah nezdindeki değerine, düşmanların önlenmesi
halinde ortaya çıkacak olan değeri kadar ortaya çıkmaz. O bakımdan Yüce Allah
mü'minler taifesini Ka'be'ye yasak ve tehdit suretiyle zarar vermekten
vazgeçmelerini istemiştir. Bundan ileriye geçerek, kötülük yapmak isteklerini
mecburen ve çaresizce önlemek noktasına kadar götürmemiştir. Bu şekilde
(Ka'be'nin hurmiyetine inananların) Ka'be'ye saygısızlık etmeleri dolayısıyla
onları kıyamet günü ile tehdit etmiştir. Kıyamet günü ise daha büyük bir
musibet ve daha uzun sürelidir.
Bir başka kesim de şöyle
demektedir: Beyt'e "el-Atik" denilmesinin sebebi, onun hiçbir
kısmının asla mülkiyet altına alınamayacağından dolayıdır.
Bir kesim de şöyle der:
Beyt'e "el-Atik" denilmesinin sebebi, Yüce Allah'ın orada
günahkarların boyunlarını azaptan kurtarmasıdır.
Şöyle de açıklanmıştır:
Beyt'e "el-Atık" denilmesi, tufan suyunun baskınından azad edilmiş,
kurtarılmış olmasıdır. Bu açıklamayı İbn Cübeyr yapmıştır.
el-Atik'in, el-Kerim
anlamında olduğu da söylenmiştir. "Itk" de kerem demektir. Tarafe
atın kulaklarını nitelendirirken şöyle demektedir: "Kulakları çok
keskindir, sen onları görünce asaletini anlarsın,
Yaban öküzü sürüsü
içerisinde korkuya kapıldığı için kulaklarını dikmiş bir koyunun kulakları
gibi."
Rakik'in (kölenin) ıtk'ı
(azadı) ise köleliğin zilletinden, hürriyetin şerefine çıkıp kurtulmaktır.
"el-Atik"in bir
şeyin kaliteli oluşunu gerektiren bir övgü sıfatı olması ihtimali de vardır.
Nitekim Ömer (r.a)'in: Atik bir ata bindim ... sözleri bu kabildendir.
Birinci görüş, kıyas ve
sahih hadis dolayısıyla daha sahihtir. Mücahid der ki: Allah Beyt'i yeryüzünden
ikibin yıl önce yaratmıştır, bundan dolayı oraya atik (eski) denilmiştir.
Doğruyu en iyi bilen Allah'tır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN