ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

ENBİYA

87

/

88

وَذَا النُّونِ إِذ ذَّهَبَ مُغَاضِباً فَظَنَّ أَن لَّن نَّقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَى فِي الظُّلُمَاتِ أَن لَّا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ {87}

 

 فَاسْتَجَبْنَا لَهُ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّ وَكَذَلِكَ نُنجِي الْمُؤْمِنِينَ {88}

 

87. Ve balık sahibini de (an), Hani gazaplanarak gitmiş ve Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. O bakımdan karanlıklar içinde: "Senden başka ilah yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zulmedenlerden oldum" diye seslenmişti.

88. Biz de duasını kabul edip kendisini gamdan kurtarmıştık. Biz mü'minleri işte böyle kurtarırız.

 

sayfanın devamında iki başlık var

"Ve balık sahibini de" an, "Zünnun (balık sahibi)" Metta oğlu Yunus'un lakabıdır. Çünkü nun (balık) kendisini yutmuştu, Nun da balık demektir. Osman (r.a.)'dan nakledilen hadise göre o güzel simalı bir çocuk görmüştü. Bunun üzerine: Ona nazar değmesin diye çenesindeki çukurunu (nun'unu) siyaha boyayınız, demişti. Sa'leb'in İbnu'l-A'rabi'den rivayetine göre "en-nune" küçük çocuğun çenesindeki küçük çukur (gamze) demektir.

 

"Hani o gazaplandırıp gitmiş ... ti" el-Hasen, eş-Şa'bi ve Said b, Cübeyr dediler ki: O aziz ve celil olan Rabbini gazaplandırıp gitmişti. et- Taberi ve el-Kutebi bu açıklamayı tercih etmiş, el-Mehdevi bunu güzel bulmuştur. Bu açıklama İbnu Mes'ud'dan da rivayet edilmiştir.

 

en-Nehhas dedi ki: Dil bilmeyen kimseler böyle bir açıklamayı reddedebilirler, ancak bu doğru bir açıklamadır, Rabbinden ötürü o gazaplanmıştı, demektir. Nitekim; "Ben senin için gazaplandım" demek de böyledir, Mü'min de Yüce Allah için -ona isyan edilmesi halinde- gazaplanır. Dilbilginlerinin çoğunluğu Peygamber (s.a.v.)ın, Aişe (r.anha)'ya söylemiş olduğu: "Onlara velanın (sana ait olacağı) şartını koş." ifadesinin bu kabilden olduğu görüşündedirler. el-Kutebi de bu görüşü desteklemek noktasında oldukça ileriye gider,

 

İlgili haberde Yunus (a.s.)ın nitelikleri hakkında şöyle denilmektedir: O tahammülü az birisiydi, Peygamberlik yüklerini yüklenince, bahar mevsiminde doğmuş deve yavrusunun ağır yük altında çatlaması gibi o da peygamberliğin yükleri altında adeta çatlıyordu. O bakımdan o, efendisinden kaçıp uzaklaşan bir köle gibi uzaklaşıp gitti, Bu şekilde bir gazaplandırış küçük bir günahtı. O Allah'a karşı öfkelenmemişti, aksine kavmi üzerinden azabı kaldırdığından ötürü Allah için öfkelenmişti,

 

İbn Mes'ud da şöyle demektedir: O Rabbinden yani Rabbinin emrinden kaçmıştı. Nihayet ona, kavminin üzerinden azabın kaldırılmasından sonra, geri dönmesi emri verildi. Çünkü o kavmini belli bir zamanda azabın ineceği ile tehdit edip duruyordu. O vakit yaklaştığında kavminin arasından çıkıp gitti. İlahi azap gelip tepelerinde onları gölgelendirdi. Allah'a yalvarıp yakardılar. üzerlerinden azap kaldırıldı. Yunus (a.s.) ise onların tevbe ettiklerini bilmiyordu. İşte bundan dolayı gazaplanarak gitmiş oldu. Halbuki onun belirli bir izin olmaksızın gitmemesi gerekirdi.

 

el-Hasen de dedi ki: Yüce Allah kendisine kavmine gitmesi emrini verdi.

 

Hazırlık yapmak üzere kendisine mühlet verilmesini diledi. Allah onun acele etmesini istedi. Sonunda ayağına geçirmek üzere bir ayakkabı almayı niyaz etti, ancak bu süre kadar dahi ona zaman verilmeyerek şöyle denildi: Durum bundan da acildir. -Biraz çabuk darlanan bir huya sahipti.- Böylece Rabbini gazaplandırarak çıkmış oldu.

 

Bu da bir görüştür; fakat en-Nehhas'ın açıklaması buyruğun te'vili hususunda yapılan açıklamaların en iyisidir. Yani o Rabbi için öfkelenerek çıktı. Bu da şu demektir: Kavmi, Rabbini inkar ettiklerinden onlara gazaplanıp çıktı.

 

Şöyle de açıklanmıştır: O kavminin uzun süre küfürde devam ettiklerini, işi yokuşa sürdüklerini görünce, kavmine öfkelenerek tek başına kaçıp gitti. Onların eziyetlerine sabredip katlanmadı. Halbuki Allah kendisine onlarla birlikte kalıp dua etmesini emretmişti. Onun günahı Allah'tan izin almaksızın kavminin arasından çıkıp gitmesi idi.

 

Bu anlamdaki açıklamalar, İbn Abbas ve ed-Dahhak'tan rivayet edilmiştir. Yine rivayete göre Yunus (a.s.) genç birisi idi. Peygamberlik yükünün ağırlıklarını taşıyamamıştı. Bundan dolayı Peygamber (s.a.v.)a: "Ve o balık sahibi gibi olma!" (el-Kalem, 48) diye buyurulmuştur.

 

Yine ed-Dahhak'tan nakledildiğine göre o, kavmini öfkelendirerek çıkmıştı. Çünkü o Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olmakla birlikte, kavmi davetini kabul etmemiş, bunu inkar etmişlerdi. Bundan dolayı onlara gazaplanması gerekirdi. Yüce Allah'a isyan eden her kimseye herkesin gazap duyması, öfkelenmesi görevidir.

 

Aralarında el-Ahfeş'in de bulunduğu bir kesim de şöyle demiştir: O kavminin başında bulunan krala öfkelenerek çıkmıştı.

 

İbn Abbas dedi ki: Peygamber Şi'ya ile onun döneminde bulunan ve Hazkiya adındaki hükümdar Yunus'u Ninova kralına göndermek istediler. Bu kral İsrailoğullarına savaş açmış, onlardan pek çok kimseyi de esir almıştı. Yunus bu kral ile konuşacak ve İsrailoğullarını kendisi ile birlikte göndermesini sağlayacaktı. O dönemde peygamberlere vahiy gelir, emir ve siyaset de onlar tarafından seçilmiş bir hükümdarın hakkı idi. Bu hükümdar da dönemindeki peygambere gelen vahiy gereğince uygulama yapardı. Allah, Şi'ya peygambere şunu vahyetmişti: Hükümdar Hezkiya'ya İsrailoğullarından güçlü ve güvenilir bir peygamber seçerek onu Ninovalılara göndermesini söyle. Bu peygamber kendilerine İsrailoğullarını serbest bırakmalarını emretsin. Ben de onların hükümdarlarının ve ileri gelenlerinin kalplerine onları serbest bırakma isteğini salacağım.

 

Yunus, Şi'ya'ya dedi ki: Allah bizzat beni göndermeni mi sana emretti? O, hayır dedi. Sana benim adımı verdi mi? dedi. Yine: Hayır dedi. Bunun üzerine Yunus dedi ki: Burada güçlü ve güvenilir başka peygamberler de vardır. Ancak ona ısrar ettiler. O da hem peygambere, hem hükümdara, hem de kavmine kızgınlıkla çıkıp gitti. Rum denizine geldi ve başından geçen olaylar geçti. Şi'ya'nın emrini terkettiğinden dolayı balığın karnında kalmakla imtihan edildi. Bundan dolayı da Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kendini kınayıcı olduğu halde balık onuyuttu. "(es-Saffat, 141) Yani kınanacak bir iş yaptığından ötürü kendisini kınadı. Onun bu yaptığı ise ya küçük bir günahtı yahut evla olanı terketmekti.

Bir görüşe göre de o, henüz peygamber değilken çıkıp gitmişti. Ancak İsrailoğulları hükümdarlarından birisi ona Ninova'ya gitmesini ve ora ahalisini -Şi'ya'nın emri üzere- davet etmesini istemişti. O da Allah'tan başka birisinin emri ile onlara gitmeyi kabul etmedi. Bundan dolayı hükümdarı gazaplandırarak çıkıp gitti. Balığın karnında (ölümden) kurtulunca, Allah onu kavmine (peygamber olarak) gönderdi ve onları davet etti, onlar da ona iman ettiler.

 

el-Kuşeyri dedi ki: Daha kuvvetli görülen görüş şu ki: Onun bu şekildeki gazaplanması (ya da gazaplandırması), Yüce Allah'ın kendisini peygamber olarak göndermesinden ve azap kavmini gölgelendirmişken üzerlerinden azabın kaldırılmasından sonra olduğudur. O (adeta) onlardan azabın kaldırılmasından hoşlanmamıştı.

 

Derim ki: İleride Yüce Allah'ın izniyle es-Saffat Süresi'nde (139-144. ayetlerin tefsirinde) açıklanacağı üzere bu, bu husustaki açıklamaların en güzelidir.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Yalan söylediğini tesbit ettikleri kimseyi öldürmek, kavminin huylarındandı. O da öldürülmekten korktu ve bundan dolayı öfkelenerek kaçıp gitti. Nihayet bir gemiye bindi. Gemi yol alamayıp hareketsiz kalakaldı. Gemide bulunanlar: Aranızda kaçan bir kimse var mı? dediler. O: Evet, ben dedi. Sonra başından geçen olaylar oldu, küçük günahından arındırılmak üzere balığın karnında sınandı. Nitekim Uhud'a katılanlar hakkında da: "Nihayet ... yılgınlık gösterdiniz." (AI-i İmran, 152) diye buyurduğu gibi: "Bir de Allah müminleri temizlesin." (AI-i İmran, 141) diye buyurmuştur. Peygamberlerin günahları bağışlanmıştır. Ancak bazen onların arındırılması söz konusu olabilir ve bu tekrar benzeri bir işin yapılmasına karşı bir azar mahiyetini de taşıyabilir.

 

Dördüncü bir görüş de şudur: O ne Rabbini gazaplandırmış, ne kavmini, ne de hükümdarı. Bu Arapların bir işi yapmak istememeyi anlatmak üzere bu fiili kullanmaları kabilindendir. Bu fiilin "faale" ve zni bazen tek kişi tarafından yapılan bir işi anlatabilir. Buna göre anlam şöyledir: O kavmine azabın geleceği tehdidinde bulunup aralarından çıkıp gidince, onlar da tevbe ettiler ve üzerlerinden azap kaldırıldı. Geri dönüp helak edilmediklerini öğrenince, bu işi kabullenmek istemedi ve aralarından kaçıp gitti. Bu anlamda şu mısra da nakledilmektedir:

 

"Ve ben Darimliler dolayısıyla Temimlilerin hicvedilmesini kabul edemiyorum."

Ancak bu açıklama su götürür bir açıklamadır. Böyle bir görüş sahibine denilir ki: Böyle bir gazaplanış eğer kabullenmemekten ise; yine de kabullenmemek ile birlikte bir gazabın bulunması kaçınılmaz bir şeydir. İşte bu gazap kime karşı olursa olsun, az da olsa vardı. Siz ise onun Rabbine de, kavmine de gazaplanmadığını söylemektesiniz. (Dolayısıyla bu iddia kabul edilemez).

 

"Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. O bakımdan karanlıklar içinde ... diye seslenmişti" buyruğunun şu anlama geldiği söylenmiştir: İblis bu hususta onu yanıItmış ve Yüce Allah'ın kendisini cezalandırmasının mümkün olmadığı zannına kapılmıştı. Ancak bu reddedilen ve kabul edilmemiş bir görüştür. Çünkü böyle bir zan küfürdür.

 

Bu görüş Said b. Cübeyr'den rivayet edilmiştir. el-Mehdevi bunu Said'den, es-Sa'lebi de el-Hasen'den nakletmiştir. Yine es-Sa'lebi'nin zikrettiğine göre: Ata, Said b. Cübeyr ve pek çok ilim adamının dediklerine göre anlamı şudur: O bizim kendisini sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. el-Hasen dedi ki: Bu da Yüce Allah'ın: "Allah rızkı dilediğine genişletir ve kısar" (Ra'd, 26) yani daraltır, buyruğu ile: "Rızkı kendisine daraltılan kimse de" (etTalak, 7) buyrukları kabilindendir.

 

Derim ki: Said ve el-Hasen'in görüşünün bu olma ihtimali daha yüksektir.

 

(...); hep aynı manada olup daraltılmak, sıkıştırılmak demek olur. el-Maverdi ve el-Mehdevi'nin naklettiklerine göre İbn Abbas'ın görüşü de budur.

 

Bir diğer açıklamaya göre; bu kaza ve hüküm anlamındaki "kader"den gelmektedir. Yani, onun hakkında kendisini cezalandırmayı takdir etmeyeceğimizi, hükme bağlamayacağımızı zannetti. Bu açıklamayı da Katade, Mücahid ve el-Ferra yapmıştır. Bu ise kudret ve istitaat(güç yetirebilmek)'in dışındaki hüküm demek olan "kader"den alınmıştır.

 

Ebu'l-Abbas Ahmed b. Yahya Sa'leb'den rivayet edildiğine göre Yüce Allah'ın: "Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı" buyruğu hakkında şöyle demiştir: Bu buyruktaki muktedirlik, "takdir"den gelmektedir, "kudret"ten değiL. O bakımdan; (...) ifadesi, Allah senin için hayır takdir etsin, anlamındadır. Sa'leb şu beyitleri de zikreder:

 

"O yumuşak kumların geceleri bizim için ebediyyen geri dönmeyecek Parlak yapraklı palamut ağaçları yaprak verdikçe. O geçmiş zaman da geri gelmeyecek, Sen ne mübareksin, ne takdir edersen o olur, şükür Sanadır."

 

Yani Sen ne takdir edersen, ne hükmedersen o meydana gelir, demek istiyor.

İlim adamları bu iki açıklamayı kabul etmişlerdir.

 

Ömer b. Abdu'l-Aziz ve ez-Zühri: "Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı" buyruğundaki; (...) ifadesini "nün" harfini ötreli, "dal" harfini şeddeli olarak; "takdir"den gelen bir fiil şeklinde ("hakkında takdir etmeyeceğimizi ... " anlamında okumuşlardır. Bu kıraati el-Maverdi, İbn Abbas'tan da nakletmektedir.

 

Ubeyd b. Umeyr, Katade ve el-A'rec ise; (...) şeklinde "ya" harfi ötreli ve şeddeli olarak, meçhul bir fiil şeklinde okumuşlardır. ("Hakkında asla tadir edilmeyeceğini sanmıştı, demek olur).

 

Ya'kub, Abdullah b. Ebi İshak, el-Hasen ve yine İbn Abbas'da; (...) diye "ya" harfi ötreli "dal" harfi üstün ve şeddesiz olarak meçhul bir fiil diye okumuşlardır ki "ki kendisine güç yetirilmeyecek ... " anlamındadır.

 

Yine el-Hasen'den; (...) şeklinde (kendisine güç yetiremeyecek. .. anlamında) okumuştur.

Diğerleri ise; (...) şeklinde "nun" harfi üstün "dal" harfi de esreli ( ... "güç yetiremeyeceğiz" anlamında) okumuşlardır ki bunların hepsi "takdir etmek" anlamından gelmektedir.

 

Derim ki: ilim adamları hiçbir hayır işlememiş adamın ölmesi halinde kendisini yakmalarını emretmiş olduğu akrabalarına söylediği: "Allah'a yemin ederim ki eğer Allah beni sıkıştıracak olursa ... " hadisini yorumlarken de bu iki şekilde açıklamışlardır.

 

Birinci açıklama şekline göre bu hadis: Allah'a yemin ederim şayet Allah beni sıkıştıracak, beni hesaba çekmekte, günahlarımdan dolayı beni cezalandırmakta işi sıkı tutacak olursa elbette böyle olur (yani beni hiç kimseye etmediği şekilde azaplandırır) demek olur ... Sonra aşırı korkusundan dolayı yakılmasını emretmişti.

 

ikinci açıklama şekline göre şu demek olur: Eğer Yüce Allah'ın kader ve kazası gereği her günah işleyenin günahı dolayısıyla azaplandırılması hükme bağlanmış ise; hiç şüphesiz Yüce Allah suçlarım ve günahlarım sebebiyle beni alemlerden başka hiçbir kimseyi azaplandırmayacağı bir şekilde azaplandıracaktır.

 

Bu hadisi, hadis imamları Muvatta'da ve başka yerlerde rivayet etmişlerdir. Bu sözleri söyleyen kişi mü'min ve muvahhid idi. Nitekim hadisin kimi rivayet yollarında: "Tevhid dışında hayır namına hiçbir iş işlememişti" denilmektedir. Yüce Allah kendisine: Sen bu işi niye yaptın? diye sorunca da o; Senden korktuğumdan ötürü Rabbim, demiştir. Korkmak (haşyet) ise ancak tasdik eden bir mü'minde bulunur. Nitekim Yüce Allah: "Kulları arasında Allah'tan ancak alimler korkar. "(Fatır, 28) diye buyurmaktadır.

 

"Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı" buyruğunun soru anlamında olduğu da söylenmiştir. ifadenin de takdiri. .. sıkıştırmayacağımızı mı sanmıştı? şeklinde olup, burada; (...): ... mı sanmıştı?" da soru edatı olan hemze kaz kastıyla hazfedilmiştir. Bu ise Süleyman Ebu'l-Mu'temir'in görüşüdür. Kadı Münzir b. Said'in naklettiğine göre de bazıları bu lafzı bu şekilde hemze ile okumuşlardır.

 

 

[ - ]

"O bakımdan karanlıklar içinde: Senden başka ilah yoktur, seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum, diye seslenmişti" buyruğuna dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:

 

1- Yunus (a.s.)'ın Fazileti:

2- Yunus (a.s.)'ın Yaptığı Duanın Fazileti:

 

1- Yunus (a.s.)'ın Fazileti:

 

Yüce Allah'ın: "Karanlıklar içinde ... seslenmişti" buyruğunda geçen "karanlıklar"ın çoğul gelmesinden ne kastedildiği hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Aralarında İbn Abbas ve Katade'nin de bulunduğu bir kesime göre bu, gecenin karanlığı, denizin karanlığı ve balığın (karnının) karanlığıdır.

 

İbn Ebi'd-Dünya şunu nakletmektedir: Bize Yusuf b. Musa anlattı, bize Ubeydullah b. Musa, İsrail'den anlattı. O Ebu İshak'tan, o Amr b. Meymun'dan dedi ki: Bize Abdullah b. Mes'ud, Beytu'l-Mal'de anlattı, dedi ki: Balık, Yunus (a.s.)ı yuttuktan sonra yerin dibine kadar indirdi. Yunus çakıl taşlarının tesbih ettiğini duydu. O da karanlıklarda, balığın karnının karanlığı, gecenin karanlığından ibaret üç karanlık ve denizin karanlığı içinde: "Senden başka ilah yoktur, seni tenzih ederim. Gerçekten ben zulmedenlerden oldum" diye seslendi. "Biz onu hasta olduğu halde apaçık bir yere bıraktık.'' (es-Saffat, 145) O dışarı çıktığında üzerinde hiçbir tüy bulunmayan küçük bir civcivi andırıyordu.

 

Aralarında Salim b. el-Cad'in de bulunduğu bir kesim de şöyle demiştir:

"Karanlıklar" denizin karanlığı ve daha önce bir başka balığı yutmuş olan balığın karanlığıdır. İlk balığın karanlığı hakkında da "karanlıklar" tabirinin kullanılması mümkündür. Nitekim Yüce Allah ("dipler" anlamındaki kelimesini çoğul okuyanların kıraatine göre): ''Kuyunun diplerine'' (Yusuf, 15) diye buyurmaktadır ki, kuyunun her bir tarafı karanlık olduğundan dolayı bunun çoğul gelmesi uygun görülmüştür.

 

el-Maverdi'nin naklettiğine göre de günahın karanlığı, sıkıntının karanlığı ve yalnızlığın karanlığının "karanlıklar" diye ifade edilmiş olma ihtimali de vardır.

 

Rivayet edildiğine göre Yüce Allah balığa: "Onun bir kılını dahi rahatsız etme. Çünkü ben senin karnını ona zindan kıldım. Onu sana yem diye vermedim" diye vahyetmiştir.

 

Yine rivayet edildiğine göre Yunus (a.s.), denizin dibinde balıkların tesbih ettiklerini işitince balığın karnında secdeye kapandı.

 

İbn Ebi'd-Dünya şu rivayeti kaydetmektedir: Bize el-Abbas b. Yezid el-Abdi anlattı. Bize İshak b. İdris anlattı. Bize Ca'fer b. Süleyman, Avf'tan anlattı. Avf, Said b. Ebi'l-Hasen'den, dedi ki: Balık Yunus (a.s.)ı yutunca öldüğünü zannetti, ayaklarını uzatınca ölmediğini anladı. Adeti üzere namaz kılmak üzere kalktı ve duasında şunları söyledi: "Hiç kimsenin mescid edinmediği bir yeri ben senin için mescid edindim."

 

Ebu'l-Meali dedi ki: Peygamber (s.a.v.)ın: "Benim Metta oğlu Yunus'tan daha faziletli olduğumu söylemeyiniz." Hadisinin anlamı şudur: Ben Sidretu'l-Münteha'da iken onun denizin dibinde balığın karnında Allah'a yakın olduğU kadar yakın olmadım. Bu şuna delildir: Şanı Yüce yaratıcı belli bir cihette değildir. Bu anlamdaki açıklamalar daha önce el-Bakara ve el-A'raf Suresi'nde geçmiş bulunmaktadır.

 

"Senden başka ilah yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zulmedenlerden oldum." Bununla şunu anlatmak istemektedir: Ben kavmi arasında kalmayı, onlara karşı sabredip katlanmayı terketmek suretiyle aykırı hareket ettiğim husustan dolayı zalimlerden oldum.

 

Kendisine izin verilmeksizin çıkıp gitmesinin kastedildiği de söylenmiştir. Bu Allah tarafından ona verilmiş bir ceza değildi, çünkü peygamberlerin cezalandırılmaları mümkün değildir. Bu onun için bir arındırmadan ibaretti. Nitekim çocuklar gibi cezalandırılmayı haketmeyen kimseler bazen te'dib edilebilir. Bu açıklamayı el-Maverdi zikretmiştir.

Ben kavmime azab ile dua ettiğim için zalimlerden oldum demektir, diye de açıklanmıştır.

 

Bununla birlikte Nuh (a.s.) kavmine beddua etmiş, bundan dolayı da sorgulanmamıştır.

Buyruğun anlamı ile ilgili olarak el-Vasıti de şöyle demektedir: O Rabbini zulümden tenzih etti. Hem bir itiraf, hem de buna müstehak olduğunu belirtmek üzere de zulmü nefsine izafe etmiştir. Adem ve Havva'nın: "Rabbimiz, biz kendimize zulmettik" (el-A'raf, 23) şeklindeki sözleri de buna benzemektedir. Çünkü kendilerinin Allah tarafından yerleştirilmiş oldukları yerden başka bir yere indirilmesine yine kendileri sebeb olmuşlardı.

 

2- Yunus (a.s.)'ın Yaptığı Duanın Fazileti:

 

Ebu Davud'un rivayetine göre Sa'd b. Ebi Vakkas, Peygamber (s.a.v.)ın şöyle buyurduğunu bildirmiştir: "Zünnun'un balığın karnındaki: "Senden başka İlah yoktur, Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zulmedenlerden oldum" duasını müslüman bir kimse her ne husus ile ilgili olarak okursa okusun mutlaka onun duası kabul edilir. ''

 

Bunun Allah'ın İsm-i Azam'ı olduğu da söylenmiştir. Sa'd bunu Peygamber (s.a.v.)dan rivayet etmiştir.

 

Haberde denildiğine göre bu ayette Allah'ın Yunus'un duasını kabul ettiği gibi, kendisine dua edenlerin duasını kabul edeceğine, onu kurtardığı gibi o kimseyi de kurtaracağına dair bir taahhüdü vardır. Bu ise Yüce Allah'ın:

 

"Biz mü'minleri işte böyle kurtarırız" buyruğu ile ifade edilmektedir. Onun bu ifadelerinde açık bir dua yoktur. Dua, "gerçekten ben zulmedenlerden oldum" sözlerinin muhtevasından anlaşılmaktadır. O, bu sözleriyle zalim olduğunu itiraf etmiş, o bakımdan bu üstü kapalı bir dua mahiyetindedir.

 

"Biz mü'minleri işte böyle kurtarırız." Onları yapmış oldukları işler dolayısıyla karşı karşıya kaldıkları sıkıntılarından kurtarırız. Bu da Yüce Allah'ın şu buyruğunda ifade edilmektedir: "Eğer o gerçekten tesbih edenlerden olmasaydı, diriltilecekleri güne kadar karnında kalırdı elbet." (esSaffat, 143-144) Bu, Yüce Allah'ın kulu Yunus'u kendisine ibadet ve taabbüdü dolayısıyla korumasının, onu gözetmesinin ve önceden yapmış olduğu itaatleri dolayısıyla muhafaza etmesinin bir tecellisidir. üstad Ebu İshak (el-İsferayini) der ki: Zünnun az sayılacak kadar gün balığın karnında kaldı, ama kıyamet gününe kadar ona Zünnun denilecek. Ona yetmiş yıl süreyle ibadet eden kimsenin, bu amelinin onun nezdinde boşa çıkacağını zannedebilir misin? Elbette böyle bir zan beslenemez.

 

"Kendisini gamdan kurtarmıştık." Onu balığın karnından kurtarmıştık, demektir.

 

"Biz mü'minleri işte böyle kurtarırız" buyruğu genel olarak iki "nun" ile; "Kurtardı, kurtarır" fiilinden gelmiş olarak okumuşlardır. İbn Amir ise; (...) diye tek bir "nun" şeddeli bir "cim" ve "ya" harfini sakin olarak, mazi bir fiil ve mastar takdiri ile okumuştur ki; işte mü'minler böyle bir kurtuluş ile kurtulmuşlardır anlamındadır. Bu da; "Zeyd dövüldü" derken; "Zeyd bir surette dövüldü" anlamında kullanmaya benzer. Şair de şöyle demiştir:

 

"Eğer Kufeyra (Ferezdak'ın annesi) bir köpek yavrusu doğurmuş olsaydı, Bu köpek yavrusu dolayısıyla bütün köpeklere sövülürdü." o bununla bu köpek yavrusu sebebiyle alabildiğine diğer köpeklere de sövülürdü, demek istemiştir.

 

"Ya" harfinin sakin oluşu ise; 'Kaldı, razı oldu" derken "ya" harfine hareke vermeyenlerin söyleyişine göre sakindir.

 

el-Hasen de; "Faizden arta kalanı da bırakın.'' (el-Bakara, 278) buyruğunda "ye "yi böyle okumuştur. Buna sebeb ise ma kabli (öncesi) esre olan bir "ya" harfini harekelendirmenin ağır görülmesidir.

 

Şair şöyle demiştir: "Ağaran saçlar başımı bir örtü gibi bürüdü, Kabirlere doğru (beni götüren) deveye de şarkı söyledi. Bilsem keşke kıyamet kopup da, Hesaba çağırılacağımda dönüşümün nereye olacağını."

 

Burada şair; "Çağırıldı" fiilinde "ya" harfini ma kabli esre olduğu için harekelendirmeyi ağır bulmuştur. Şarkı söyleme fiilinin öznesi de ağaran saçlardır. Yani ağaran saçlarım deveye şarkı söyledi, keşke dönüşümün neresi olduğunu bilseydim diye.

 

el-Ferra, Ebu Ubeyd ve Sa'leb'in bu kıraatin doğruluğunu açıklarken yaptıkları yorum şekli budur. Ebu Hatim ve ez-Zeccac ise bu kıraatin yanlış olduğunu belirterek; bu bir lahndir demişlerdir. Çünkü bu durumda meçhul fiilin ismi (naib-i faili) nasbedilmiş olmaktadır. Bu şekilde olması halinde; "Mü'minler kurtarıldı" denilir. Nitekim; "Salihlere ikram olundu" derken de böyledir. "Zeyd vuruldu" deyip de bunun; "Zeyd vuruldukça vuruldu" anlamında kullanılması doğru değildir. Çünkü bunun bir faydası yoktur. Zira "vuruldu" demek, onun vurulmuş olduğuna zaten delil teşkil etmektedir. Diğer taraftan böyle bir beyitin Yüce Allah'ın Kitabına karşı delil gösterilmesi de caiz olamaz.

 

Ebu Ubeyd'in -el-Kutebi'nin de kabul ettiği- bir başka görüşü vardır.

Buna göre (ikinci) "nun" "cim"e idgam edilmiştir. en-Nehhas dedi ki: Bu görüş hiçbir nahivci tarafından uygun görülmemiştir. Çünkü "nun" harfinin mahreci "cim" harfinin mahrecinden uzaktır, o bakımdan ona idgam edilmez. Çünkü: "Kim binyilik yaparsa'' (el-En'am 160) buyruğunun; (...) diye ("nun" harfi "cim"e idgam edilip "cim"in şeddeli) okunması caiz değildir. en-Nehhas dedi ki: Ben bu hususta Ali b. Süleyman'dan duyduğum açıklamadan daha güzelini duymuş değilim. O dedi ki: Aslı iki "nun"lu olup iki "te"den birisinin hazfedilmesi gibi, burada da arka arkaya geldiklerinden "nun"lardan birisi hazfedilmiştir.

 

Yüce Allah'ın: "Ve ayrılmayın" (AI-i İmran, 103) buyruğunda olduğu gibi; burada asıl ise iki "te"li olduğudur.

 

Muhammed b. es-Sümeyka, ve Ebu'l-Aliye de; "Mü'minleri işte böylece kurtardı" yani Allah mü'minleri böylece kurtardı, diye okumuştur. Bu da güzel bir okuyuştur.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Enbiya 89-90

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR