ENBİYA 87 / 88 |
وَذَا
النُّونِ
إِذ ذَّهَبَ
مُغَاضِباً
فَظَنَّ أَن
لَّن
نَّقْدِرَ
عَلَيْهِ فَنَادَى
فِي
الظُّلُمَاتِ
أَن لَّا
إِلَهَ إِلَّا
أَنتَ
سُبْحَانَكَ
إِنِّي كُنتُ
مِنَ
الظَّالِمِينَ
{87} فَاسْتَجَبْنَا
لَهُ
وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ
الْغَمِّ
وَكَذَلِكَ
نُنجِي
الْمُؤْمِنِينَ
{88} |
87. Ve
balık sahibini de (an), Hani gazaplanarak gitmiş ve Bizim kendisini asla
sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. O bakımdan karanlıklar içinde: "Senden
başka ilah yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zulmedenlerden oldum"
diye seslenmişti.
88. Biz
de duasını kabul edip kendisini gamdan kurtarmıştık. Biz mü'minleri işte böyle
kurtarırız.
sayfanın devamında iki
başlık var
"Ve balık sahibini
de" an, "Zünnun (balık sahibi)" Metta oğlu Yunus'un lakabıdır.
Çünkü nun (balık) kendisini yutmuştu, Nun da balık demektir. Osman (r.a.)'dan
nakledilen hadise göre o güzel simalı bir çocuk görmüştü. Bunun üzerine: Ona
nazar değmesin diye çenesindeki çukurunu (nun'unu) siyaha boyayınız, demişti.
Sa'leb'in İbnu'l-A'rabi'den rivayetine göre "en-nune" küçük çocuğun
çenesindeki küçük çukur (gamze) demektir.
"Hani o
gazaplandırıp gitmiş ... ti" el-Hasen, eş-Şa'bi ve Said b, Cübeyr dediler
ki: O aziz ve celil olan Rabbini gazaplandırıp gitmişti. et- Taberi ve
el-Kutebi bu açıklamayı tercih etmiş, el-Mehdevi bunu güzel bulmuştur. Bu
açıklama İbnu Mes'ud'dan da rivayet edilmiştir.
en-Nehhas dedi ki: Dil
bilmeyen kimseler böyle bir açıklamayı reddedebilirler, ancak bu doğru bir
açıklamadır, Rabbinden ötürü o gazaplanmıştı, demektir. Nitekim; "Ben
senin için gazaplandım" demek de böyledir, Mü'min de Yüce Allah için -ona
isyan edilmesi halinde- gazaplanır. Dilbilginlerinin çoğunluğu Peygamber
(s.a.v.)ın, Aişe (r.anha)'ya söylemiş olduğu: "Onlara velanın (sana ait
olacağı) şartını koş." ifadesinin bu kabilden olduğu görüşündedirler.
el-Kutebi de bu görüşü desteklemek noktasında oldukça ileriye gider,
İlgili haberde Yunus
(a.s.)ın nitelikleri hakkında şöyle denilmektedir: O tahammülü az birisiydi,
Peygamberlik yüklerini yüklenince, bahar mevsiminde doğmuş deve yavrusunun ağır
yük altında çatlaması gibi o da peygamberliğin yükleri altında adeta
çatlıyordu. O bakımdan o, efendisinden kaçıp uzaklaşan bir köle gibi uzaklaşıp
gitti, Bu şekilde bir gazaplandırış küçük bir günahtı. O Allah'a karşı
öfkelenmemişti, aksine kavmi üzerinden azabı kaldırdığından ötürü Allah için
öfkelenmişti,
İbn Mes'ud da şöyle
demektedir: O Rabbinden yani Rabbinin emrinden kaçmıştı. Nihayet ona, kavminin
üzerinden azabın kaldırılmasından sonra, geri dönmesi emri verildi. Çünkü o
kavmini belli bir zamanda azabın ineceği ile tehdit edip duruyordu. O vakit
yaklaştığında kavminin arasından çıkıp gitti. İlahi azap gelip tepelerinde
onları gölgelendirdi. Allah'a yalvarıp yakardılar. üzerlerinden azap
kaldırıldı. Yunus (a.s.) ise onların tevbe ettiklerini bilmiyordu. İşte bundan
dolayı gazaplanarak gitmiş oldu. Halbuki onun belirli bir izin olmaksızın
gitmemesi gerekirdi.
el-Hasen de dedi ki:
Yüce Allah kendisine kavmine gitmesi emrini verdi.
Hazırlık yapmak üzere
kendisine mühlet verilmesini diledi. Allah onun acele etmesini istedi. Sonunda
ayağına geçirmek üzere bir ayakkabı almayı niyaz etti, ancak bu süre kadar dahi
ona zaman verilmeyerek şöyle denildi: Durum bundan da acildir. -Biraz çabuk
darlanan bir huya sahipti.- Böylece Rabbini gazaplandırarak çıkmış oldu.
Bu da bir görüştür;
fakat en-Nehhas'ın açıklaması buyruğun te'vili hususunda yapılan açıklamaların
en iyisidir. Yani o Rabbi için öfkelenerek çıktı. Bu da şu demektir: Kavmi,
Rabbini inkar ettiklerinden onlara gazaplanıp çıktı.
Şöyle de açıklanmıştır:
O kavminin uzun süre küfürde devam ettiklerini, işi yokuşa sürdüklerini
görünce, kavmine öfkelenerek tek başına kaçıp gitti. Onların eziyetlerine
sabredip katlanmadı. Halbuki Allah kendisine onlarla birlikte kalıp dua
etmesini emretmişti. Onun günahı Allah'tan izin almaksızın kavminin arasından
çıkıp gitmesi idi.
Bu anlamdaki açıklamalar,
İbn Abbas ve ed-Dahhak'tan rivayet edilmiştir. Yine rivayete göre Yunus (a.s.)
genç birisi idi. Peygamberlik yükünün ağırlıklarını taşıyamamıştı. Bundan
dolayı Peygamber (s.a.v.)a: "Ve o balık sahibi gibi olma!" (el-Kalem,
48) diye buyurulmuştur.
Yine ed-Dahhak'tan
nakledildiğine göre o, kavmini öfkelendirerek çıkmıştı. Çünkü o Allah
tarafından gönderilmiş bir peygamber olmakla birlikte, kavmi davetini kabul
etmemiş, bunu inkar etmişlerdi. Bundan dolayı onlara gazaplanması gerekirdi.
Yüce Allah'a isyan eden her kimseye herkesin gazap duyması, öfkelenmesi
görevidir.
Aralarında el-Ahfeş'in
de bulunduğu bir kesim de şöyle demiştir: O kavminin başında bulunan krala
öfkelenerek çıkmıştı.
İbn Abbas dedi ki:
Peygamber Şi'ya ile onun döneminde bulunan ve Hazkiya adındaki hükümdar Yunus'u
Ninova kralına göndermek istediler. Bu kral İsrailoğullarına savaş açmış,
onlardan pek çok kimseyi de esir almıştı. Yunus bu kral ile konuşacak ve
İsrailoğullarını kendisi ile birlikte göndermesini sağlayacaktı. O dönemde
peygamberlere vahiy gelir, emir ve siyaset de onlar tarafından seçilmiş bir
hükümdarın hakkı idi. Bu hükümdar da dönemindeki peygambere gelen vahiy
gereğince uygulama yapardı. Allah, Şi'ya peygambere şunu vahyetmişti: Hükümdar
Hezkiya'ya İsrailoğullarından güçlü ve güvenilir bir peygamber seçerek onu
Ninovalılara göndermesini söyle. Bu peygamber kendilerine İsrailoğullarını
serbest bırakmalarını emretsin. Ben de onların hükümdarlarının ve ileri
gelenlerinin kalplerine onları serbest bırakma isteğini salacağım.
Yunus, Şi'ya'ya dedi ki:
Allah bizzat beni göndermeni mi sana emretti? O, hayır dedi. Sana benim adımı
verdi mi? dedi. Yine: Hayır dedi. Bunun üzerine Yunus dedi ki: Burada güçlü ve
güvenilir başka peygamberler de vardır. Ancak ona ısrar ettiler. O da hem
peygambere, hem hükümdara, hem de kavmine kızgınlıkla çıkıp gitti. Rum denizine
geldi ve başından geçen olaylar geçti. Şi'ya'nın emrini terkettiğinden dolayı
balığın karnında kalmakla imtihan edildi. Bundan dolayı da Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Kendini kınayıcı olduğu halde balık onuyuttu.
"(es-Saffat, 141) Yani kınanacak bir iş yaptığından ötürü kendisini
kınadı. Onun bu yaptığı ise ya küçük bir günahtı yahut evla olanı terketmekti.
Bir görüşe göre de o,
henüz peygamber değilken çıkıp gitmişti. Ancak İsrailoğulları hükümdarlarından
birisi ona Ninova'ya gitmesini ve ora ahalisini -Şi'ya'nın emri üzere- davet
etmesini istemişti. O da Allah'tan başka birisinin emri ile onlara gitmeyi
kabul etmedi. Bundan dolayı hükümdarı gazaplandırarak çıkıp gitti. Balığın
karnında (ölümden) kurtulunca, Allah onu kavmine (peygamber olarak) gönderdi ve
onları davet etti, onlar da ona iman ettiler.
el-Kuşeyri dedi ki: Daha
kuvvetli görülen görüş şu ki: Onun bu şekildeki gazaplanması (ya da
gazaplandırması), Yüce Allah'ın kendisini peygamber olarak göndermesinden ve
azap kavmini gölgelendirmişken üzerlerinden azabın kaldırılmasından sonra
olduğudur. O (adeta) onlardan azabın kaldırılmasından hoşlanmamıştı.
Derim ki: İleride Yüce
Allah'ın izniyle es-Saffat Süresi'nde (139-144. ayetlerin tefsirinde)
açıklanacağı üzere bu, bu husustaki açıklamaların en güzelidir.
Şöyle de açıklanmıştır:
Yalan söylediğini tesbit ettikleri kimseyi öldürmek, kavminin huylarındandı. O
da öldürülmekten korktu ve bundan dolayı öfkelenerek kaçıp gitti. Nihayet bir
gemiye bindi. Gemi yol alamayıp hareketsiz kalakaldı. Gemide bulunanlar:
Aranızda kaçan bir kimse var mı? dediler. O: Evet, ben dedi. Sonra başından
geçen olaylar oldu, küçük günahından arındırılmak üzere balığın karnında sınandı.
Nitekim Uhud'a katılanlar hakkında da: "Nihayet ... yılgınlık
gösterdiniz." (AI-i İmran, 152) diye buyurduğu gibi: "Bir de Allah
müminleri temizlesin." (AI-i İmran, 141) diye buyurmuştur. Peygamberlerin
günahları bağışlanmıştır. Ancak bazen onların arındırılması söz konusu olabilir
ve bu tekrar benzeri bir işin yapılmasına karşı bir azar mahiyetini de
taşıyabilir.
Dördüncü bir görüş de
şudur: O ne Rabbini gazaplandırmış, ne kavmini, ne de hükümdarı. Bu Arapların
bir işi yapmak istememeyi anlatmak üzere bu fiili kullanmaları kabilindendir.
Bu fiilin "faale" ve zni bazen tek kişi tarafından yapılan bir işi
anlatabilir. Buna göre anlam şöyledir: O kavmine azabın geleceği tehdidinde
bulunup aralarından çıkıp gidince, onlar da tevbe ettiler ve üzerlerinden azap
kaldırıldı. Geri dönüp helak edilmediklerini öğrenince, bu işi kabullenmek
istemedi ve aralarından kaçıp gitti. Bu anlamda şu mısra da nakledilmektedir:
"Ve ben Darimliler
dolayısıyla Temimlilerin hicvedilmesini kabul edemiyorum."
Ancak bu açıklama su
götürür bir açıklamadır. Böyle bir görüş sahibine denilir ki: Böyle bir
gazaplanış eğer kabullenmemekten ise; yine de kabullenmemek ile birlikte bir
gazabın bulunması kaçınılmaz bir şeydir. İşte bu gazap kime karşı olursa olsun,
az da olsa vardı. Siz ise onun Rabbine de, kavmine de gazaplanmadığını
söylemektesiniz. (Dolayısıyla bu iddia kabul edilemez).
"Bizim kendisini
asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. O bakımdan karanlıklar içinde ... diye
seslenmişti" buyruğunun şu anlama geldiği söylenmiştir: İblis bu hususta
onu yanıItmış ve Yüce Allah'ın kendisini cezalandırmasının mümkün olmadığı
zannına kapılmıştı. Ancak bu reddedilen ve kabul edilmemiş bir görüştür. Çünkü
böyle bir zan küfürdür.
Bu görüş Said b.
Cübeyr'den rivayet edilmiştir. el-Mehdevi bunu Said'den, es-Sa'lebi de
el-Hasen'den nakletmiştir. Yine es-Sa'lebi'nin zikrettiğine göre: Ata, Said b.
Cübeyr ve pek çok ilim adamının dediklerine göre anlamı şudur: O bizim
kendisini sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. el-Hasen dedi ki: Bu da Yüce
Allah'ın: "Allah rızkı dilediğine genişletir ve kısar" (Ra'd, 26)
yani daraltır, buyruğu ile: "Rızkı kendisine daraltılan kimse de"
(etTalak, 7) buyrukları kabilindendir.
Derim ki: Said ve
el-Hasen'in görüşünün bu olma ihtimali daha yüksektir.
(...); hep aynı manada
olup daraltılmak, sıkıştırılmak demek olur. el-Maverdi ve el-Mehdevi'nin
naklettiklerine göre İbn Abbas'ın görüşü de budur.
Bir diğer açıklamaya
göre; bu kaza ve hüküm anlamındaki "kader"den gelmektedir. Yani, onun
hakkında kendisini cezalandırmayı takdir etmeyeceğimizi, hükme
bağlamayacağımızı zannetti. Bu açıklamayı da Katade, Mücahid ve el-Ferra
yapmıştır. Bu ise kudret ve istitaat(güç yetirebilmek)'in dışındaki hüküm demek
olan "kader"den alınmıştır.
Ebu'l-Abbas Ahmed b. Yahya
Sa'leb'den rivayet edildiğine göre Yüce Allah'ın: "Bizim kendisini asla
sıkıştırmayacağımızı sanmıştı" buyruğu hakkında şöyle demiştir: Bu
buyruktaki muktedirlik, "takdir"den gelmektedir,
"kudret"ten değiL. O bakımdan; (...) ifadesi, Allah senin için hayır
takdir etsin, anlamındadır. Sa'leb şu beyitleri de zikreder:
"O yumuşak kumların
geceleri bizim için ebediyyen geri dönmeyecek Parlak yapraklı palamut ağaçları
yaprak verdikçe. O geçmiş zaman da geri gelmeyecek, Sen ne mübareksin, ne
takdir edersen o olur, şükür Sanadır."
Yani Sen ne takdir
edersen, ne hükmedersen o meydana gelir, demek istiyor.
İlim adamları bu iki
açıklamayı kabul etmişlerdir.
Ömer b. Abdu'l-Aziz ve
ez-Zühri: "Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı"
buyruğundaki; (...) ifadesini "nün" harfini ötreli, "dal"
harfini şeddeli olarak; "takdir"den gelen bir fiil şeklinde
("hakkında takdir etmeyeceğimizi ... " anlamında okumuşlardır. Bu
kıraati el-Maverdi, İbn Abbas'tan da nakletmektedir.
Ubeyd b. Umeyr, Katade
ve el-A'rec ise; (...) şeklinde "ya" harfi ötreli ve şeddeli olarak,
meçhul bir fiil şeklinde okumuşlardır. ("Hakkında asla tadir
edilmeyeceğini sanmıştı, demek olur).
Ya'kub, Abdullah b. Ebi
İshak, el-Hasen ve yine İbn Abbas'da; (...) diye "ya" harfi ötreli
"dal" harfi üstün ve şeddesiz olarak meçhul bir fiil diye
okumuşlardır ki "ki kendisine güç yetirilmeyecek ... " anlamındadır.
Yine el-Hasen'den; (...)
şeklinde (kendisine güç yetiremeyecek. .. anlamında) okumuştur.
Diğerleri ise; (...)
şeklinde "nun" harfi üstün "dal" harfi de esreli ( ...
"güç yetiremeyeceğiz" anlamında) okumuşlardır ki bunların hepsi
"takdir etmek" anlamından gelmektedir.
Derim ki: ilim adamları
hiçbir hayır işlememiş adamın ölmesi halinde kendisini yakmalarını emretmiş
olduğu akrabalarına söylediği: "Allah'a yemin ederim ki eğer Allah beni
sıkıştıracak olursa ... " hadisini yorumlarken de bu iki şekilde
açıklamışlardır.
Birinci açıklama şekline
göre bu hadis: Allah'a yemin ederim şayet Allah beni sıkıştıracak, beni hesaba
çekmekte, günahlarımdan dolayı beni cezalandırmakta işi sıkı tutacak olursa
elbette böyle olur (yani beni hiç kimseye etmediği şekilde azaplandırır) demek
olur ... Sonra aşırı korkusundan dolayı yakılmasını emretmişti.
ikinci açıklama şekline
göre şu demek olur: Eğer Yüce Allah'ın kader ve kazası gereği her günah
işleyenin günahı dolayısıyla azaplandırılması hükme bağlanmış ise; hiç şüphesiz
Yüce Allah suçlarım ve günahlarım sebebiyle beni alemlerden başka hiçbir
kimseyi azaplandırmayacağı bir şekilde azaplandıracaktır.
Bu hadisi, hadis
imamları Muvatta'da ve başka yerlerde rivayet etmişlerdir. Bu sözleri söyleyen
kişi mü'min ve muvahhid idi. Nitekim hadisin kimi rivayet yollarında:
"Tevhid dışında hayır namına hiçbir iş işlememişti" denilmektedir.
Yüce Allah kendisine: Sen bu işi niye yaptın? diye sorunca da o; Senden
korktuğumdan ötürü Rabbim, demiştir. Korkmak (haşyet) ise ancak tasdik eden bir
mü'minde bulunur. Nitekim Yüce Allah: "Kulları arasında Allah'tan ancak
alimler korkar. "(Fatır, 28) diye buyurmaktadır.
"Bizim kendisini
asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı" buyruğunun soru anlamında olduğu da
söylenmiştir. ifadenin de takdiri. .. sıkıştırmayacağımızı mı sanmıştı?
şeklinde olup, burada; (...): ... mı sanmıştı?" da soru edatı olan hemze
kaz kastıyla hazfedilmiştir. Bu ise Süleyman Ebu'l-Mu'temir'in görüşüdür. Kadı
Münzir b. Said'in naklettiğine göre de bazıları bu lafzı bu şekilde hemze ile
okumuşlardır.
[ - ]
"O bakımdan
karanlıklar içinde: Senden başka ilah yoktur, seni tenzih ederim. Gerçekten ben
zalimlerden oldum, diye seslenmişti" buyruğuna dair açıklamalarımızı iki
başlık halinde sunacağız:
1- Yunus (a.s.)'ın Fazileti:
2- Yunus (a.s.)'ın Yaptığı Duanın
Fazileti:
1- Yunus (a.s.)'ın
Fazileti:
Yüce Allah'ın:
"Karanlıklar içinde ... seslenmişti" buyruğunda geçen
"karanlıklar"ın çoğul gelmesinden ne kastedildiği hususunda ilim
adamlarının farklı görüşleri vardır. Aralarında İbn Abbas ve Katade'nin de
bulunduğu bir kesime göre bu, gecenin karanlığı, denizin karanlığı ve balığın
(karnının) karanlığıdır.
İbn Ebi'd-Dünya şunu
nakletmektedir: Bize Yusuf b. Musa anlattı, bize Ubeydullah b. Musa, İsrail'den
anlattı. O Ebu İshak'tan, o Amr b. Meymun'dan dedi ki: Bize Abdullah b. Mes'ud,
Beytu'l-Mal'de anlattı, dedi ki: Balık, Yunus (a.s.)ı yuttuktan sonra yerin
dibine kadar indirdi. Yunus çakıl taşlarının tesbih ettiğini duydu. O da
karanlıklarda, balığın karnının karanlığı, gecenin karanlığından ibaret üç
karanlık ve denizin karanlığı içinde: "Senden başka ilah yoktur, seni
tenzih ederim. Gerçekten ben zulmedenlerden oldum" diye seslendi.
"Biz onu hasta olduğu halde apaçık bir yere bıraktık.'' (es-Saffat, 145) O
dışarı çıktığında üzerinde hiçbir tüy bulunmayan küçük bir civcivi andırıyordu.
Aralarında Salim b.
el-Cad'in de bulunduğu bir kesim de şöyle demiştir:
"Karanlıklar"
denizin karanlığı ve daha önce bir başka balığı yutmuş olan balığın
karanlığıdır. İlk balığın karanlığı hakkında da "karanlıklar"
tabirinin kullanılması mümkündür. Nitekim Yüce Allah ("dipler"
anlamındaki kelimesini çoğul okuyanların kıraatine göre): ''Kuyunun diplerine''
(Yusuf, 15) diye buyurmaktadır ki, kuyunun her bir tarafı karanlık olduğundan
dolayı bunun çoğul gelmesi uygun görülmüştür.
el-Maverdi'nin
naklettiğine göre de günahın karanlığı, sıkıntının karanlığı ve yalnızlığın
karanlığının "karanlıklar" diye ifade edilmiş olma ihtimali de
vardır.
Rivayet edildiğine göre
Yüce Allah balığa: "Onun bir kılını dahi rahatsız etme. Çünkü ben senin
karnını ona zindan kıldım. Onu sana yem diye vermedim" diye vahyetmiştir.
Yine rivayet edildiğine
göre Yunus (a.s.), denizin dibinde balıkların tesbih ettiklerini işitince
balığın karnında secdeye kapandı.
İbn Ebi'd-Dünya şu
rivayeti kaydetmektedir: Bize el-Abbas b. Yezid el-Abdi anlattı. Bize İshak b.
İdris anlattı. Bize Ca'fer b. Süleyman, Avf'tan anlattı. Avf, Said b.
Ebi'l-Hasen'den, dedi ki: Balık Yunus (a.s.)ı yutunca öldüğünü zannetti,
ayaklarını uzatınca ölmediğini anladı. Adeti üzere namaz kılmak üzere kalktı ve
duasında şunları söyledi: "Hiç kimsenin mescid edinmediği bir yeri ben
senin için mescid edindim."
Ebu'l-Meali dedi ki:
Peygamber (s.a.v.)ın: "Benim Metta oğlu Yunus'tan daha faziletli olduğumu
söylemeyiniz." Hadisinin anlamı şudur: Ben Sidretu'l-Münteha'da iken onun
denizin dibinde balığın karnında Allah'a yakın olduğU kadar yakın olmadım. Bu
şuna delildir: Şanı Yüce yaratıcı belli bir cihette değildir. Bu anlamdaki
açıklamalar daha önce el-Bakara ve el-A'raf Suresi'nde geçmiş bulunmaktadır.
"Senden başka ilah
yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zulmedenlerden oldum." Bununla
şunu anlatmak istemektedir: Ben kavmi arasında kalmayı, onlara karşı sabredip
katlanmayı terketmek suretiyle aykırı hareket ettiğim husustan dolayı
zalimlerden oldum.
Kendisine izin
verilmeksizin çıkıp gitmesinin kastedildiği de söylenmiştir. Bu Allah
tarafından ona verilmiş bir ceza değildi, çünkü peygamberlerin
cezalandırılmaları mümkün değildir. Bu onun için bir arındırmadan ibaretti.
Nitekim çocuklar gibi cezalandırılmayı haketmeyen kimseler bazen te'dib
edilebilir. Bu açıklamayı el-Maverdi zikretmiştir.
Ben kavmime azab ile dua
ettiğim için zalimlerden oldum demektir, diye de açıklanmıştır.
Bununla birlikte Nuh
(a.s.) kavmine beddua etmiş, bundan dolayı da sorgulanmamıştır.
Buyruğun anlamı ile
ilgili olarak el-Vasıti de şöyle demektedir: O Rabbini zulümden tenzih etti.
Hem bir itiraf, hem de buna müstehak olduğunu belirtmek üzere de zulmü nefsine
izafe etmiştir. Adem ve Havva'nın: "Rabbimiz, biz kendimize
zulmettik" (el-A'raf, 23) şeklindeki sözleri de buna benzemektedir. Çünkü
kendilerinin Allah tarafından yerleştirilmiş oldukları yerden başka bir yere
indirilmesine yine kendileri sebeb olmuşlardı.
2- Yunus (a.s.)'ın
Yaptığı Duanın Fazileti:
Ebu Davud'un rivayetine
göre Sa'd b. Ebi Vakkas, Peygamber (s.a.v.)ın şöyle buyurduğunu bildirmiştir:
"Zünnun'un balığın karnındaki: "Senden başka İlah yoktur, Seni tenzih
ederim. Gerçekten ben zulmedenlerden oldum" duasını müslüman bir kimse her
ne husus ile ilgili olarak okursa okusun mutlaka onun duası kabul edilir. ''
Bunun Allah'ın İsm-i
Azam'ı olduğu da söylenmiştir. Sa'd bunu Peygamber (s.a.v.)dan rivayet
etmiştir.
Haberde denildiğine göre
bu ayette Allah'ın Yunus'un duasını kabul ettiği gibi, kendisine dua edenlerin
duasını kabul edeceğine, onu kurtardığı gibi o kimseyi de kurtaracağına dair
bir taahhüdü vardır. Bu ise Yüce Allah'ın:
"Biz mü'minleri
işte böyle kurtarırız" buyruğu ile ifade edilmektedir. Onun bu
ifadelerinde açık bir dua yoktur. Dua, "gerçekten ben zulmedenlerden
oldum" sözlerinin muhtevasından anlaşılmaktadır. O, bu sözleriyle zalim
olduğunu itiraf etmiş, o bakımdan bu üstü kapalı bir dua mahiyetindedir.
"Biz mü'minleri
işte böyle kurtarırız." Onları yapmış oldukları işler dolayısıyla karşı
karşıya kaldıkları sıkıntılarından kurtarırız. Bu da Yüce Allah'ın şu
buyruğunda ifade edilmektedir: "Eğer o gerçekten tesbih edenlerden
olmasaydı, diriltilecekleri güne kadar karnında kalırdı elbet." (esSaffat,
143-144) Bu, Yüce Allah'ın kulu Yunus'u kendisine ibadet ve taabbüdü
dolayısıyla korumasının, onu gözetmesinin ve önceden yapmış olduğu itaatleri
dolayısıyla muhafaza etmesinin bir tecellisidir. üstad Ebu İshak
(el-İsferayini) der ki: Zünnun az sayılacak kadar gün balığın karnında kaldı,
ama kıyamet gününe kadar ona Zünnun denilecek. Ona yetmiş yıl süreyle ibadet
eden kimsenin, bu amelinin onun nezdinde boşa çıkacağını zannedebilir misin?
Elbette böyle bir zan beslenemez.
"Kendisini gamdan
kurtarmıştık." Onu balığın karnından kurtarmıştık, demektir.
"Biz mü'minleri
işte böyle kurtarırız" buyruğu genel olarak iki "nun" ile;
"Kurtardı, kurtarır" fiilinden gelmiş olarak okumuşlardır. İbn Amir
ise; (...) diye tek bir "nun" şeddeli bir "cim" ve
"ya" harfini sakin olarak, mazi bir fiil ve mastar takdiri ile
okumuştur ki; işte mü'minler böyle bir kurtuluş ile kurtulmuşlardır
anlamındadır. Bu da; "Zeyd dövüldü" derken; "Zeyd bir surette
dövüldü" anlamında kullanmaya benzer. Şair de şöyle demiştir:
"Eğer Kufeyra
(Ferezdak'ın annesi) bir köpek yavrusu doğurmuş olsaydı, Bu köpek yavrusu
dolayısıyla bütün köpeklere sövülürdü." o bununla bu köpek yavrusu
sebebiyle alabildiğine diğer köpeklere de sövülürdü, demek istemiştir.
"Ya" harfinin
sakin oluşu ise; 'Kaldı, razı oldu" derken "ya" harfine hareke
vermeyenlerin söyleyişine göre sakindir.
el-Hasen de;
"Faizden arta kalanı da bırakın.'' (el-Bakara, 278) buyruğunda "ye
"yi böyle okumuştur. Buna sebeb ise ma kabli (öncesi) esre olan bir
"ya" harfini harekelendirmenin ağır görülmesidir.
Şair şöyle demiştir:
"Ağaran saçlar başımı bir örtü gibi bürüdü, Kabirlere doğru (beni götüren)
deveye de şarkı söyledi. Bilsem keşke kıyamet kopup da, Hesaba çağırılacağımda
dönüşümün nereye olacağını."
Burada şair;
"Çağırıldı" fiilinde "ya" harfini ma kabli esre olduğu için
harekelendirmeyi ağır bulmuştur. Şarkı söyleme fiilinin öznesi de ağaran
saçlardır. Yani ağaran saçlarım deveye şarkı söyledi, keşke dönüşümün neresi
olduğunu bilseydim diye.
el-Ferra, Ebu Ubeyd ve
Sa'leb'in bu kıraatin doğruluğunu açıklarken yaptıkları yorum şekli budur. Ebu
Hatim ve ez-Zeccac ise bu kıraatin yanlış olduğunu belirterek; bu bir lahndir
demişlerdir. Çünkü bu durumda meçhul fiilin ismi (naib-i faili) nasbedilmiş
olmaktadır. Bu şekilde olması halinde; "Mü'minler kurtarıldı"
denilir. Nitekim; "Salihlere ikram olundu" derken de böyledir.
"Zeyd vuruldu" deyip de bunun; "Zeyd vuruldukça vuruldu"
anlamında kullanılması doğru değildir. Çünkü bunun bir faydası yoktur. Zira
"vuruldu" demek, onun vurulmuş olduğuna zaten delil teşkil
etmektedir. Diğer taraftan böyle bir beyitin Yüce Allah'ın Kitabına karşı delil
gösterilmesi de caiz olamaz.
Ebu Ubeyd'in
-el-Kutebi'nin de kabul ettiği- bir başka görüşü vardır.
Buna göre (ikinci)
"nun" "cim"e idgam edilmiştir. en-Nehhas dedi ki: Bu görüş
hiçbir nahivci tarafından uygun görülmemiştir. Çünkü "nun" harfinin
mahreci "cim" harfinin mahrecinden uzaktır, o bakımdan ona idgam
edilmez. Çünkü: "Kim binyilik yaparsa'' (el-En'am 160) buyruğunun; (...)
diye ("nun" harfi "cim"e idgam edilip "cim"in
şeddeli) okunması caiz değildir. en-Nehhas dedi ki: Ben bu hususta Ali b.
Süleyman'dan duyduğum açıklamadan daha güzelini duymuş değilim. O dedi ki: Aslı
iki "nun"lu olup iki "te"den birisinin hazfedilmesi gibi,
burada da arka arkaya geldiklerinden "nun"lardan birisi
hazfedilmiştir.
Yüce Allah'ın: "Ve
ayrılmayın" (AI-i İmran, 103) buyruğunda olduğu gibi; burada asıl ise iki
"te"li olduğudur.
Muhammed b. es-Sümeyka,
ve Ebu'l-Aliye de; "Mü'minleri işte böylece kurtardı" yani Allah
mü'minleri böylece kurtardı, diye okumuştur. Bu da güzel bir okuyuştur.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN