ENBİYA 51 / 56 |
وَلَقَدْ
آتَيْنَا
إِبْرَاهِيمَ
رُشْدَهُ
مِن قَبْلُ
وَكُنَّا بِه
عَالِمِينَ {51}
إِذْ قَالَ
لِأَبِيهِ
وَقَوْمِهِ
مَا هَذِهِ
التَّمَاثِيلُ
الَّتِي أَنتُمْ
لَهَا
عَاكِفُونَ {52}
قَالُوا
وَجَدْنَا
آبَاءنَا
لَهَا
عَابِدِينَ {53} قَالَ
لَقَدْ
كُنتُمْ
أَنتُمْ
وَآبَاؤُكُمْ
فِي ضَلَالٍ
مُّبِينٍ {54}
قَالُوا أَجِئْتَنَا
بِالْحَقِّ
أَمْ أَنتَ
مِنَ اللَّاعِبِينَ
{55} قَالَ بَل
رَّبُّكُمْ
رَبُّ
السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ
الَّذِي
فَطَرَهُنَّ
وَأَنَا
عَلَى
ذَلِكُم
مِّنَ
الشَّاهِدِينَ {56} |
51.
Andolsun ki Biz İbrahim'e daha önceden doğru yolu bulma imkanını verdik. Biz
onu biliyorduk.
52. O
zaman babasına ve kavmine demişti ki: "İbadet edip durduğunuz bu heykeller
de ne oluyor?"
53.
"Atalarımızı bunlara ibadet ederken bulduk" dediler.
54.
"Andolsun ki siz de, atalarınız da apaçık bir sapıklık
içerisindesiniz" dedi.
55.
"Sen bize hakkı mı getirdin, yoksa şaka mı yapıyorsun" dediler.
56. Dedi
ki: "Hayır. Sizin Rabbiniz göklerle yerin Rabbi ve onları yoktan var
edendir ve ben buna tanıklık edenlerdenim."
"Andolsun ki Biz
İbrahim'e daha önceden" peygamberlikten önce "doğru yolu bulma"
hidayete ulaşma "imkanı verdik." Yani gece kararınca yıldızları, ayı
ve (gündüzün) güneşi görünce aklını kullanma ve delil getirme başarısını ihsan
ettik. "Daha önceden" Musa ve İbrahim'den önce anlamında olduğu da
söylenmiştir. "Doğru yolu bulma imkanı" (rüşd) de buna göre peygamberlik
demek olur. Ancak tefsir bilginlerinin çoğunluğu birinci kanaattedir. Nitekim
Yahya (a.s.) hakkında şöyle buyurulmuştur: "Ve Biz ona hikmeti daha çocuk
iken verdik." (Meryem, 12) el-Kurazi de der ki: "Doğru yolu bulma
imkanı (rüşdünü)" salah'ını verdik demektir, demiştir.
"Biz onu" ona
bu şekilde rüşdünü vermeye ve nübuvvete uygun olduğunu zaten
"biliyorduk."
"O zaman babasına
ve kavmine demişti ki ... " Anlamın şöyle olduğu söylenmiştir: Babasına
şöyle dediği zamanı hatırla! Bu durumda ifade "Biz onu biliyorduk" buyruğu
ile birlikte tamamlanmış olur,
Anlamın şöyle olduğu da
söylenmiştir: "Biz onun babasına ve kavmine şöyle dediğinde onu
biliyorduk." Bu durumda ifadeler muttasıldır ve Yüce Allah'ın
"biliyorduk" anlamındaki buyruğu üzerinde vakıf yapılmaz.
"Babası" ise
Azer'dir. "Kavmine" gelince onlar da Nemrut ve ona uyan kimselerdir.
"İbadet edip
durduğunuz" kendilerine ibadeti sürdürdüğünüz "bu heykeller" bu
putlar "de ne oluyor?"
Timsal (heykel); Yüce
Allah'ın yarattıklarından birisine benzer şekilde yapılmış şeyler hakkında
kullanılan bir isimdir. Mesela, bir şeyi bir şeye temsil ettim, onu ona
benzettim, demektir. İşte bu benzetilen ve benzer yapılan şeye
"timsal" denilir.
"Atalarımızı
bunlara ibadet ederken bulduk, dediler." Yani biz de geçmişlerimizi taklid
ederek bu heykellere ibadet ediyoruz.
"Andolsun ki siz
de, atalarınız da apaçık bir sapıklık içerisindesiniz, dedi." Bu
heykellere ibadet ettiğinizden ötürü hüsrandasınız. Çünkü bunlar cansız
varlıklardır, ne fayda sağlayabilir, ne zarar verebilir, ne de bir şey
bilebilirler.
"Sen Bize hakkı mı
getirdin?" Yani sen bu söylediklerini hak olarak mı getirdin? "Yoksa
şaka mı yapıyorsun?" Bizimle eğleniyor musun? "dediler."
"Dedi ki:
Hayır." Ben sizinle eğlenmiyorum, şaka da yapmıyorum. "Sizin Rabbiniz
göklerle yerin Rabbi ve onları yoktan var edendir." Rabbiniz ve işlerinizi
çekip çeviren, ihtiyaçlarınızı gören bu putlar değil, gökleri ve yeri
"yoktan var edendir" ve onları oldukça mükemmel bir şekilde
yaratandır.
"Ve ben buna"
O'nun göklerin ve yerin Rabbi olduğuna "tanıklık edenlerdenim."
Tanıklık eden (şahid):
Hükmü açığa çıkartır. Yüce Allah'ın: "Allah ... şahidlik etti. "(Al-i
İmran, 18) buyruğunda da; Allah açıkladı ki ... demektir. Burada buyruk: Ve ben
işte söylediklerimi delil ile açıklıyorum, demek olur.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN