TA-HA 116 / 119 |
وَإِذْ
قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ
اسْجُدُوا
لِآدَمَ
فَسَجَدُوا
إِلَّا
إِبْلِيسَ
أَبَى {116} فَقُلْنَا
يَا آدَمُ
إِنَّ هَذَا
عَدُوٌّ
لَّكَ
وَلِزَوْجِكَ
فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ
الْجَنَّةِ
فَتَشْقَى {117} إِنَّ
لَكَ أَلَّا
تَجُوعَ
فِيهَا وَلَا
تَعْرَى {118} وَأَنَّكَ
لَا
تَظْمَأُ
فِيهَا
وَلَا تَضْحَى
{119} |
116.
Hani meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik de İblis dışında hepsi
secde etmişlerdi. O ise yüz çevirmişti.
117.
"Ey Adem dedik, şüphesiz ki bu, sana ve eşine düşmandır. Sakın sizi
cennetten çıkarmasın. Sonra sıkıntıya uğrarsın.
118.
"Çünkü orada sen aç da kalmazsın, çıplak da.
119.
"Ve sen orada susuz da kalmazsın, güneş sıcağını da çekmezsin.
"Hani meleklere:
Adem'e secde edin, demiştİk de İblis dışında hepsi secde etmişlerdi. O ise yüz
çevirmişti" buyruğuna dair yeterli açıklamalar daha önceden el-Bakara
Suresi'nde (34. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
"Ey Adem dedik,
şüphesiz ki bu, sana ve eşine düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın."
Bu bir yasaklamadır. Bunun mecazi anlamı da şudur: Onun telkinlerini kabul
etmeyiniz, kanmayınız. O takdirde sizin "cennetten" çıkışınıza sebeb
teşkil eder.
"Sonra" sen ve
eşinle birlikte "sıkıntıya uğrarsın." Çünkü her ikisinin de sıkıntıya
uğrama sebebi aynıdır. Bu konuda aralarında hiçbir fark yoktur.
Burada (tesniye olarak):
"İkiniz sıkıntıya uğrarsınız" denilmeyişi, anlamın anlaşılmasından ve
Adem (a.s.)'ın asıl muhatap oluşundandır; ve asıl maksat da odur. Diğer
taraftan eşi için çalışıp didinen, onun için kazanmakla yükümlü olan kendisi
olduğu için, özellikle onun hakkında "sıkıntıya uğramak" öncelikle söz
konusu olur. Şöyle de açıklanmıştır: Cennetten çıkış ikisi için olmuştur, fakat
sıkıntıya uğramak yalnız Adem içindir. Bu da bedeni bir sıkıntıdır. Nitekim
hemen akabinde Yüce Allah: "Çünkü orada" yani cennette "sen aç
da kalmazsın, çıplak da. Ve sen orada susuz da kalmazsın, güneş sıcağını da
çekmezsin" diye buyurmakta ve böylelikle bütün bunların cennette
verileceğini ona bildirmektedir: Yiyecek, içecek, giyecek ve mesken. Diğer
taraftan sen bu emre riayet etmeyip de düşmanına itaat edecek olursan, ikinizi
de cennetten çıkartırım ve sen yorularak, didinerek sıkıntıya uğrarsın. Yani aç
kalırsın, çıplak kalırsın, susuz kalırsın, güneş sıcağı da seni yakar. Zira sen
cennetten çıkartılacak olursan yere döndürüleceksin.
Özellikle onun sıkıntıya
uğrayacağının belirtilip, "ikiniz sıkıntıya uğrayacaksınız" diye
buyurulmamış olması, bize hanımın nafakasını karşılama yükümlülüğünün kocaya
ait olduğunu göstermektedir. İşte o günden beri kadınların nafakalarını
sağlamak erkekler üzerine bir yükümlülük olagelmiştir. Havva'nın nafakasını
karşılamak, Adem'in yükümlülüğü olduğu gibi, onun kızlarının nafakalarını
karşılamak da eş olmak hukuku dolayısıyla Ademoğullarının bir yükümlülüğüdür.
Yüce Allah bu ayet-i
kerimede bize şunu da öğretmektedir: Kocanın hanımının lehine sağlamakla
yükümlü olduğu nafaka; yiyecek, içecek, giyecek ve meskenden ibaret bu dört
ihtiyacı kapsar. Koca hanımının bu dört ihtiyacını karşılayacak olursa, ona
karşı nafaka yükümlülüğünü de yerine getirmiş olur. Bunların dışında bir şeyler
verecek olursa o takdirde Allah'tan ecir alır. Bu dört temel ihtiyacın
karşılanması, kadının lehine yerine getirilmesi gereken haklardır. Zira kişinin
hayatta kalması bunlarla mümkündür.
el-Hasen dedi ki: Yüce
Allah'ın: "Sonra sıkıntıya uğrarsın" buyruğunda kastedilen, dünyadaki
sıkıntılardır. Ademoğlu ne zaman görülürse yorgun, argın görülür.
el-Ferra dedi ki: Bu
"sıkıntı" kendi el emeğinden yemek durumunda olması demektir. Said b.
Cübeyr dedi ki: Adem'e kırmızı bir öküz de indirildi. Onu toprağı sürmekte kullanırdı.
Diğer taraftan alnının terini silerdi. İşte Yüce Allah'ın sözünü ettiği
sıkıntıya uğraması budur.
Şöyle de denilmiştir:
Cennetten indirildikten sonra onun ilk sıkıntısı Cibril (a.s.)'ın ona cennetten
bir kaç tane indirmiş olmasıydı. Ey Adem sen bunları ek, dedi. O da toprağı
sürdü ve ekti. Daha sonra ekinleri biçti, sonra topladı, sonra ayıkladı, sonra
öğüttü, sonra hamur yoğurdu, sonra pişirdi. Bunca yorgunluktan sonra ekmeği
yemek üzere oturdu. Elindeki ekmek yuvarlandı gitti, dağın dibine kadar vardı.
Adem de onun arkasından koşup gitti, yoruldu ve alnı terledi. Ey Adem, dedi,
işte senin rızkın bu şekilde yorgunluk ve sıkıntı ile elde edilecektir. Senden
sonra çocuklarının da rızkı dünyada kaldığınız sürece hep böyle olacaktır.
[ - ]
"Çünkü orada sen aç
da kalmazsın çıplak da. Ve sen orada susuz da kalmazsın, güneş sıcağını da
çekmezsin" buyruğu ile ilgili açıklamalarımızı iki başlık halinde
sunacağız:
1- Cennetteki Hayat:
"Çünkü sen
orada" yani cennette "aç da kalmazsın, çıplak da."
"Ve sen orada susuz
da kalmazsın, güneş sıcağını da çekmezsin." Yani güneşe karşı çıkmayacak,
görünmeyeceksin ki, onun sıcağını duyasın. Çünkü cennette güneş olmayacaktır.
Orada uzayıp giden gölgeden başka bir şey yoktur. Tıpkı tan yerinin ağarması
ile güneşin doğuşu arasında olduğu gibi.
Ebu'l-Aliye dedi ki:
Cennette gündüz şöyledir deyip, namaz kılanların sabah namazını kılış
vakitlerine işaret etti.
Ebu Zeyd dedi ki:
"Yol göründü, açığa çıktı, ortaya çıktı" demektir.
"Terledim" demektir.
Yine; "Güneşe karşı
çıktım" demektir. (...) lafzı da aynı anlamdadır. Her iki kullanım için de
muzari mütekellim; "Çıkarım" şeklinde kullanılır.
Ömer b. Ebi Rabia dedi
ki: "Bir adam gördü ki güneş onun karşısında olursa, Sıcağından etkilenir,
akşam oldu mu da soğuktan rahatsız olur."
Hadiste de rivayet
edildiğine göre İbn Ömer gölgelenen ihramlı bir adam görmüş, ona; kendisi için
ihrama girdiğin kimse uğruna güneşin sıcağını duy, demiş. Buradaki "güneş
sıcağını duy" anlamındaki; (...) kelimesini muhaddisler bu şekilde
"elif"i üstün, "ha" harfini esreli olarak; (...) den gelen
emir kipi halinde rivayet etmektedirler.
el-Asmai dedi ki: Ancak
bunun doğru şekli "elif"in esreli, "ha"nın üstün olarak;
(...) den gelmesidir. Çünkü ona güneşin önüne çıkmasını emretmiştir. Yüce
Allah'ın: "Ve sen orada susuz da kalmazsın, güneş sıcağını da
çekmezsin" buyruğu da buradan gelmektedir. Sonra şu beyiti nakletmektedir:
"Ben onun için güneş sıcağını çektim ki, onun gölgesiyle gölgeleneyim,
Kıyamet gününde gölge çekilmiş olacağı vakit."
Ebü Amr ile -Ebu Bekr'in
kendisinden yaptığı rivayete göre Asım müstesna- Kufeliler; "Ve sen"
lafzını hemzeyi üstün olarak ve "Aç da kalmazsın" buyruğuna atfederek
okumuşlardır. Bununla birlikte mahalline atf ile, ref' konumunda olması da
mümkündür. Sen orada aç kalmazsın, demektir.
Diğerleri ise ya
isti'naf (yeni bir cümle olarak) ya da; "Çünkü ... sen" lafzına atf
ile esreli okumuşlardır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN