KEHF 51 / 53 |
مَا
أَشْهَدتُّهُمْ
خَلْقَ
السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ
وَلَا
خَلْقَ
أَنفُسِهِمْ
وَمَا كُنتُ
مُتَّخِذَ
الْمُضِلِّينَ
عَضُداً {51} وَيَوْمَ
يَقُولُ
نَادُوا
شُرَكَائِيَ
الَّذِينَ
زَعَمْتُمْ
فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ
يَسْتَجِيبُوا
لَهُمْ
وَجَعَلْنَا
بَيْنَهُم
مَّوْبِقاً {52} وَرَأَى
الْمُجْرِمُونَ النَّارَ
فَظَنُّوا
أَنَّهُم
مُّوَاقِعُوهَا
وَلَمْ
يَجِدُوا
عَنْهَا
مَصْرِفاً {53} |
51. Ben
göklerin ve yerin yaradılışında da kendilerinin yaratılışında da onları şahid
tutmadım. Ben zaten saptıranları asla yardımcı edinmiş değilim.
52. O
gün buyurur ki: "Bana ortak olduklarını zannettiklerinizi çağırın." Onlar
da çağıracaklar, fakat bunlar kendilerinin çağrılarına olumlu karşılık
vermeyeceklerdir. Aralarına derin bir vadi de koyarız.
53.
Günahkarlar ateşi görünce içine düşeceklerin kendileri olacaklarını
anlayacaklar; fakat ondan kaçacak bir yer de bulamayacaklardır.
"Ben, göklerin ve
yerin yaratılışında da kendilerinin yaratılışında da onları şahid
tutmadım" buyruğunda geçen ("onları" anlamındaki) zamirin
İblis'e ve onun soyundan gelenlere ait olduğu söylenmiştir. Yani ne göklerin ve
yerin yaratılışında ne de kendilerinin yaratılışında onlara danıştım. Aksine
Ben onları dilediğim şekilde yarattım.
Bir diğer açıklama da
şöyledir: Ben, İblis'i ve onun soyundan gelenleri göklerin ve yerin
yaratılışında da "kendilerinin" yani müşriklerin "yaratılışında
da onları şahid tutmadım." Peki nasıl olur da müşrikler Beni bırakıp
onları veli edindiler?
Başka görüşe göre Yüce
Allah'ın: "Ben ... onları şahid tutmadım" buyruğundaki zamir
müşriklere ve genel olarak bütün insanlara raci'dir. Buna göre ayet-i kerime,
müneccimlerden, taba'iyyun (karakter tahlilcilerin)dan, hadlerine düşmeyen
iddialarda bulunan tabiplerden ve bu gibi hususlarda ileri-geri konuşan ve
onlardan sayılan kimselerden oluşan çeşitli görüş sahiplerinin kanaatlerinin
reddedilmesini de ihtiva etmektedir.
İbn Atiyye der ki: Ben
babamı (Allah ondan razı olsun) şöyle derken dinledim: el-Mehdiyye'de, Fakih
Ebu Abdullah Muhammed b. Muaz el-Mehdi'yi şöyle derken dinledim: Ben Abdulhakk
es-Sakali'yi bu kanaati belirtirken ve bu ayet-i kerime ile ilgili olarak
böylece açıklamada bulunurken dinledim. O ayet-i kerimenin bu gibi taifelerin
kanaatlerini reddetmekte olduğunu söylüyordu. Bu kanaati bir takım usülcüler de
zikretmişlerdir.
İbn Atiyye der ki: Ben
de derim ki: Öncelikle bu ayet-i kerimede kastedilen İblis ve onun soyundan
gelenlerdir. Bu açıklama ile hem sözü edilen taifelerin kanaatlerinin
reddedildiği görüşü; hem de cahillere, Araplara ve:
Bu vadinin güçlü ve
büyük sahibine sığınırım, diyerek cinleri ta'zim edenlerin kanaatlerine dair
bir reddi ihtiva ettiği şeklindeki görüşler açıklık kazanmaktadır. Çünkü bütün
bu fırkalar İblis ve onun soyundan gelenlere layık olmadığı bir şekilde şirin
gözükmeye çalışırlar. Halbuki asıl bunların hepsini saptıranlar İblis ve onun
soyundan gelenlerdir. O halde "saptıranlar" ile öncelikle
kastedilenler onlardır ve sözü edilen bu taifeler de onların kapsamına
girmektedir.
es-Sa'lebi der ki: Kimi
ilim ehli: "Ben göklerin ... yaratılışında ... onları şahid tutmadım"
buyruğu: Felekler yeryüzünde ve birbirleri üzerinde bir takım etkilere
sahiptirler, diyen müneccimlerin kanaatlerini; "yerin yaratılışında
da" buyruğu ise: Yer küreseldir, diğer felekler onun altından cereyan
etmektedir. İnsanlar ise yerin üzerinde ve feleklerin altında yapışıktırlar;
diyen hendese ile uğraşanların kanaatlerini; "kendilerinin yaratılışında
da ... " buyruğu ise; nefislerde asıl etki sahibi olan tabiatlardır
iddiasında bulunan karakter tahlilcilerin kanaatlerini reddetmeyi ihtiva etmektedir.
Ebu Ca'fer "Ben ...
onları şahid tutmadım" anlamındaki buyruğunu ta'zim anlamı ifade etmek
üzere "nun" ve elif ile: "Biz onları şahid tutmadık"
şeklinde okumuştur. Diğerleri ise ("ben ... " anlamında) "te"
ile okumuşlardır. Bu okuyuşlarına delil: "Ben zaten ... edinmiş
değilim" buyruğudur. Yani göklerin ve yerin yaratılışında onların
yardımlarını almadığım gibi, onlara danışmadım da.
"Ben zaten
saptıranları" yani şeytanları, bir görüşe göre de kafirleri "asla
yardımcı edinmiş değilim".
"Yardımcı" anlamında
kullanılmıştır. Bir kimsenin yardımı alınıp, onunla güç kazanıldığı takdirde:
"Filanın yardımını, desteğini aldım" denilir. Bu ifade aslında;
"Elin pazusu" tabirinden alındıktan sonra, yardım ve destek manasına
kullanılmıştır. Çünkü elin gücü pazudan gelir. Birisine herhangi bir hususta
yardım edilip, ona bu konuda güç verilecek olursa; (...) denilir. Allah'ın:
"Pazunu (gücünü) kardeşinle pekiştireceğiz" (el-Kasas, 35) buyruğu,
kardeşini sana yardımcı yapacağız, demektir. Burada "el-adud"
kelimesi temsili bir ifade olarak (pazu demek olmakla birlikte güç anlamında)
kullanılmıştır. Çünkü Yüce Allah'ın herhangi bir kimsenin yardımına ihtiyacı
yoktur. Özellikle saptırıcıları söz konusu etmesi ise yergi ve azarın daha
ileri çapta olması içindir.
Ebu Ca'fer el-Cahderi de
"değilim" anlamındaki buyrukta yer alan "te" harfini üstün
ile; "Değilsin" şeklinde okumuştur, yani; Ey Muhammed! sen
saptırıcıları asla yardımcı edinmiş değilsin, demek olur.
"Adud"
kelimesi sekiz türlü okunabilir:
1. "Ayn" harfi
üstün, "dat" harfi ötreli okuyuş. Cumhur'un kıraati olup, en fasih
söyleyiş budur.
2. "Ayn" harfi
üstün, "dat" harfi sakin okuyuş. Bu da Temim oğullarının şivesidir.
3. "Ayn" harfi
de, "dat" harfi de ötreli okuyuş. Ebu Amr ile el-Hasen'in kı-
raatidir.
4. "Ayn" harfi
ötreli, "dat" harfi sakin okuyuş. İkrime'nin kıraatidir.
5. "Ayn" harfi
esreli, "dat" harfi üstün okuyuş. ed-Dahhak'ın kıraatidir.
6. "Ayn" harfi
de, "dat" harfi de üstün okuyuş. Bu da İsa b. Ömer'in kı-
raatidir.
7. Harun el-Kari' de
"ayn" harfi üstün, "dat" harfi esreli bir okuyuşu
nakletmektedir.
8. Sekizinci okuyuş da
(kol anlamında) kitf, (baldır anlamında) fihz diyenlerin söyleyişine uygun
olarak "ayn" harfi esreli, "dat" harfi de cezimli
okuyuştur.
[ - ]
"O gün buyurur ki:
Bana ortak olduklarını zannettiklerinizi çağırın"; Yüce Allah'ın Benim
ortaklarım nerede, diyeceği günü hatırlayın. Bu da: Bana ortak koşmuş
olduklarınızı çağırın da Benim sizi azaplandırmama engel olsunlar, demektir.
Yüce Allah bu sözleri puta tapıcılara söyleyecektir.
"Buyurur"
anlamındaki fiili Hamza, Yahya ve İsa b. Ömer "nun" ile;
"Deriz" şeklinde okumuşlardır. Diğerleri ise "ya" ile
(buyurur) anlamında okumuşlardır. Çünkü Yüce Allah burada: "Bana ortak
zannettiklerinizi" diye buyurmuş, fakat bize ortak zannettiklerinizi ...
diye buyurmamıştır.
"Onlar da
çağıracaklar" yani denileni yapacaklar. "Fakat bunlar kendilerinin
çağrılarına olumlu karşılık vermeyeceklerdir". Onların yardım isteklerini
kabul etmeyecekler, az da olsa onlardan azabı uzaklaştıramayacak, ona engel
olamayacaklardır.
"Aralarına derin
bir vadi de koyarız". Enes b. Malik der ki: Buradaki "derin
vadi" (mevbık) cehennemde kan ve irinle dolu bir vadidir. İbn Abbas da
şöyle demiştir: Biz mü'minlerle, kafirler arasında bir engel koyduk, demektir.
Putlar ile onlara ibadet
edenler arasında böyle bir engel koyacağız diye de açıklanmıştır. Bu da Yüce
Allah'ın: "Sonra onları birbirinden tamamen ayıracağız" (Yunus, 28)
buyruğuna benzemektedir.
İbnu'l-A'rabı der ki:
İki şeyarasında engel teşkil eden herbir şeye; (ayeti kerime'de kullanıldığı
gibi) "mevbık" denilir.
İbn Vehb, Mücahid'den
Yüce Allah'ın: "derin bir vadi" buyruğu hakkında şunları söylediğini
nakletmektedir: Cehennemde "mevbık" diye adlandırılan bir vadi
vardır. Nevf el-Bikalı de böyle demiştir. Ancak o: Bu derin vadi
cehennemliklerle mü'minlerin arasında engel teşkil edecektir, ilavesini de
yapmıştır.
İkrime der ki: Bu,
cehennemde ateş halinde akan bir nehirdir. Onun iki kıyısında katırları andıran
siyah yılanlar vardır. Bu yılanlar onları yakalamak için üzerlerine gittiğinde
kendilerini ateşe atarak kurtulmaya çalışacaklardır.
Zeyd b. Dirhem de Enes
b. Malik'ten şöyle dediğini rivayet eder: "Mevbık" cehennemde kan ve
irinden bir vadidir.
Ata ve ed-Dahhak: Bu,
cehennemde helak edici bir yerdir, demişlerdir. İşte bu anlam ilişkisi
dolayısıyla; "Günahları onu alabildiğine helak etti" denilir.
Ebu Ubeyde bunu helak
oluş için tesbit edilmiş bir vade diye açıklamıştır.
el-Cevheri der ki:
"helak oldu" demektir. (...) ise bu fiil kökünden mef'il
veznindendir. Yüce Allah'ın: "Aralarına derin bir vadi de koyarız"
buyruğu da buradan gelmektedir.
Bu fiilin bir diğer
kullanış şekli; (...) olup, üçüncü bir kullanım da her iki kipinde esreli olmak
üzere; (...) şeklindedir. "Onu helak etti" anlamındadır. Züheyr der
ki: "Kim malı ile güzel övgüleri satın alırsa, Şeref ve haysiyetini helak
edici her türlü çirkinliğe karşı korumuş olur."
el-Ferra der ki: Yüce
Allah onların dünya hayatındaki ilişkilerini ahirette helak oluşlarına sebeb
kılmıştır.
"Günahkarlar ateşi
görünce" buyruğundaki: "Gördü" fiilinin aslı; (...) şeklindedir.
"Ya" harfi, hem kendisi hem de ondan önceki harf fethalı olduğundan
dolayı "elif"e kalbedilmiştir. Bundan dolayı Kufeliler bu fiilin
"ya" ile yazılacağını iddia etmişlerdir. Bazı Basralılar da bu
hususta aynı kanaatdedirler. Ancak aralarında Muhammed b. Yezid'in de yer
aldığı işin erbabı Basralı ilim adamları bu fiili "elif" ile
yazarlar. en-Nehhas der ki: Ben Ali b. Süleyman'ı şöyle derken dinledim: Ben
Muhammed b. Yezid'i şöyle derken dinledim: "Gitti, attı" ve buna
benzer aslı itibariyle "ya"lı olan bütün fiiller ancak
"elif" ile yazılır. Yazıda, kelimenin aslının "ya"lı
yahutta "vav"lı olması arasında fark gözetilmez. Tıpkı lafızIa
aralarında bir fark olmadığı gibi. Şayet "ya" harfli olanların
"ya" ile yazılması gerekmiş olsaydı, "vav"lıların da
"vav" ile yazılması gerekirdi. Bununla birlikte onlar bu konuda
çelişkiye düşerek; "Attı" fiilini "ya" ile yazarken;
"Onu attı" fiilini "elif" ile yazarlar. Şayet bu yazmanın
illeti onun "ya"lı oluşu olsaydı, bu fiili de (elif ile değil) ya ile
yazmaları gerekirdi. Diğer taraftan onlar; "Kuşluk vakitleri"
kelimesini; (...)'in çoğulu olarak; "Kisveler" kelimesini de;
"(...)'in çoğulu olarak kullanmaktadırlar. Ve "vav"lı olan bu
kelimeleri "ya" ile yazmaktadırlar. Bu ise asıl kaideye binaen kabul
edilemez ve isbatlanamaz bir görüştür.
"İçine düşeceklerin
kendileri olacaklarını anlayacaklar" buyruğundaki;
"Anlayacaklar" (anlamı verilen) fiil, burada yakın ve bilgi anlamında
kullanılmıştır. Nitekim şair şöyle demiştir: "Onlara: Silahlarını kuşanmış
ikibin kişi hakkında Zannınızı (kesin kanaat ve bilginizi) söyleyiniz,
dedim."
Buradaki
"zannediniz" kesin biliniz anlamında olup daha önceden (Bk.
el-Bakara, 46) de geçmiş bulunmaktadır.
İbn Abbas der ki: Ateşe
düşenlerin kendileri olacağına kesin kanaat getirdiler, demektir. Şöyle de
açıklanmıştır: Onlar cehennemi uzakça bir yerden görecekler, kendilerinin oraya
düşeceklerini sanacaklar ve derhal bu cehennem ateşinin kendilerini
alıvereceğini zannedecekler.
Haberde belirtildiğine
göre: "Kafir cehennemi kırk yıllık bir mesafeden görür ve kendisinin oraya
hızlıca düşeceğini zanneder (kesinlikle anlar)."
Alkame'den rivayete göre
o, bu ayetin bölümünü; "Orada toplanacaklarını anlayacaklar" diye
okumuştur.
"Fakat ondan
kaçacak bir yer de bulamayacaklardır." Çünkü onları herbir yandan kuşatmış
olacaktır. el-Kutebi: Kendisine yönelip gidecekleri bir başka yer
bulamayacaklardır, demektir. Sığınacakları, barınacakları bir yer
bulamayacaklardır, diye de açıklanmıştır. Mana birdir. Bir başka açıklamaya
göre putlar, ateşi müşriklerden uzaklaştırabilecekleri bir yer, bir imkan
bulamayacaklardır, demektir
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN