KEHF 28 |
وَاصْبِرْ
نَفْسَكَ
مَعَ
الَّذِينَ
يَدْعُونَ
رَبَّهُم
بِالْغَدَاةِ
وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ
وَجْهَهُ
وَلَا
تَعْدُ
عَيْنَاكَ عَنْهُمْ
تُرِيدُ
زِينَةَ
الْحَيَاةِ الدُّنْيَا
وَلَا
تُطِعْ مَنْ
أَغْفَلْنَا
قَلْبَهُ
عَن
ذِكْرِنَا
وَاتَّبَعَ
هَوَاهُ
وَكَانَ أَمْرُهُ
فُرُطاً |
28. Sabah akşam
Rabblerinin rızasını dileyerek O'na dua edenlerle beraberliğini sebatla sürdür.
Dünya hayatının güzelliğini isteyerek gözlerin onlardan başkasına kaymasın.
Kalplerine, Bizi anmaktan yana gaflet verdiğimiz, heva ve heveslerine uymuş,
işinde haddini aşmış kimselere de itaat etme!
Yüce Allah'ın:
"Sabah akşam Rabblerinin rızasını dileyerek O'na dua edenlerle
beraberliğini sebatla sürdür" şeklindeki bu buyruğu, el-En'am Suresi'nde
yer alan: "Sırf O'nun rızasını dıleyerek sabah akşam Rabblerine dua
edenleri kovma" (el-En'am, 52) buyruğuna benzemektedir. Buna dair
açıklamalar da orada geçmiş bulunmaktadır.
Selman-ı Farisi (r.a)
dedi ki: Kalpleri İslam'a ısındırılmak istenen Uyeyne b. Hısn ile el-Akra b.
Habis , Rasulullah (s.a.v.)'ın yanına gelerek şöyle dediler: Ey Allah'ın
Rasulü! Sen, meclisin baş tarafına otursan da yanımızdan şu kişileri ve onların
cübbelerinin kötü kokularını bizlerden uzaklaştırsan ... -Onlar, bu sözleriyle
Selman, Ebu Zer ve müslümanların fakir olanlarını kastediyorlardı. üzerlerinde
yünden cübbeler bulunuyordu ve bunlardan başka da giyecek birşeyleri yoktu.-
İşte o vakit biz de senin yanına oturur, seninle konuşur ve senden birşeyler
öğrenirdik. Bunun üzerine Yüce Allah: ''Rabbinin Kitabından sana vahyolunanı
oku. O'nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. Sen, O'ndan başka bir sığınak
asla bulamazsın. Sabah akşam Rabblerinin rızasını dileyerek O'na dua edenlerle
beraberliğini sebatla sürdür ... Gerçek ten Biz, zalimler için etrafını saran
duvarları kendilerini çepeçevre kuşat mış bir ateş hazırlamışızdır"
buyruğuna kadar olan bölümler, (27-29. ayetler) nazil oldu. Bununla Yüce Allah
onları cehennem ile tehdit ediyordu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) kalkıp
ashab-ı kiramın bu fakirlerini aramaya koyuldu. Nihayet onları mescidin arka
taraflarında Yüce Allah'ı zikreder halde bulunca, şöyle dedi: "ümmetimden
bir takım kimselerle birlikte beraberliğimi sürdürme emrini verinceye kadar
canımı almayan Allah'a hamd olsun. Hayatta da sizinle birlikte kalacağım,
ölümüm de sizinle birlikte olacaktır. ''
"Rabblerinin
rızasını" O'na itaati "dileyerek. .. " Nasr b. Asım, Malik b. Dinar
ve Ebu Abdurrahman, "sabah akşam" buyruğunu; (...) şeklinde
okumuşlardır. Buna dair delilleri ise, Mushaftaki yazılışının da
"vav" ile olmasıdır. Ancak, Ebu Cafer en-Nehhas şöyle demektedir:
Böyle yazılması bu şekilde okunmasını gerektirmez. Çünkü, "hayat" ile
"salat" kelimeleri de "vav" ile yazılmıştır. Araplar ise
hemen hemen bu (sabah anlamındaki "el-ğadaat") kelimeyi bu şekilde
"ğudves" diye kullanmazlar. Çünkü ne şekilde kullanılacağı
bilinmektedir.
el-Hasen'in;
"Gözlerini onlardan başkasına kaydırma!" şeklinde okuduğu rivayet
edilmiştir ki, gözlerin, dünya süsünü talep ederek onlardan dışarda kalan ve
dünyaya yönelmiş kimselere yönelmesin, demektir. Bu kıraati el-Yezidi
nakletmektedir. "Gözlerin onları hakir ve küçük görmesin" anlamına
geldiği de söylenmiştir. Nitekim: "Filan kişiyi göz görmez". Yani,
ohakirdir, küçümsenen bir kimsedir, denilmesi de bu kabildendir.
"Dünya hayatının
güzelliğini isteyerek." Fakirleri meclisinde kovma teklifinde bulunan ve
bu ileri gelen kimseler ile oturmak suretiyle zinete kendini kaptırarak ...
demektir.
Peygamber (s.a.v.) böyle
bir işi yapmak istemedi. Ancak, Yüce Allah ona böyle bir işi yapmasını da
yasaklamıştır. Buradaki buyruk, Yüce Allah'ın: ''Eğer şirk koşarsan andolsun ki
amelin boşa çıkar"(ez-Zümer, 65) buyruğundan daha ileri değildir. Her ne
kadar Allah onu şirk koşmaktan himaye etmiş olsa da, ona böyle hitab
buyurmuştur.
''İstersin" fiili,
hal mevkiinde olup, (isteyerek anlamını verir) muzari bir fiildir. Dünya
hayatının güzelliğini zinetini isteyerek gözlerin onlardan başkasına kaymasın,
demektir. Nitekim, İmruu'l-Kays da şöyle demektedir: "Ona, ağlamasın gözün
dedim. Çünkü biz, bir hükümdarlık ele geçirmeye çalışıyoruz. Yahut da (bu
uğurda) ölür de mazur görülürüz."
Bazıları da
"gözlerin onlardan başkasına kaymasın" anlamındaki ifadenin:
''Gözlerini onlardan başkasına kaydırma!" şeklinde olması gerektiğini
iddia etmişlerdir. Çünkü buradaki: ''Kaymasın" anlamı verilen fiil,
bizatihi müteaddi (geçişli)dir.
Bu iddiada bulunana
şöyle cevap verilir: Tilavette varid olan "gözler" anlamındaki
kelimenin merfu' olarak gelmesi, mana itibariyle onların mansub olmaları ile
ilgilidir. Çünkü, "gözlerin onlardan başkasına kaymasın" anlamındaki
ifade, ''Gözlerin onlardan başkasına yönelmesin, bakmasın" konumundadır.
Gözlerinin onlardan başkasına bakmaması ise, sen gözlerini onlardan başkasına
kaydırma demektir. Burada fiil gözlere isnad edilmiş olmakla birlikte, gerçekte
Peygamber (s.a.v.)'a tevcih edilmiştir. Nitekim Yüce Allah: ''Artık onların malları
... seni imrendirmesin"(et-Tevbe, 55) buyruğunda da imrendirmeyi mallara
isnad etmiştir. Oysa mana; ey Muhammed! Sen onların mallarına imrenme demektir.
Bu konuda ez-Zeccac'ın şu sözü daha da açıklık getirmektedir: Buyruğun anlamı
şudur: Sen, gözlerini onları bırakıp güzel görünüş sahibi, zinet ve debdebe
içerisinde bulunan başkalarına çevirme.
"Kalplerine Bizi
anmaktan yana gaflet verdiğimiz, heva ve heveslerine" yani şirke
"uymuş, işinde haddini aşmış kimselere de itaat etme." buyruğuna
gelince ed-Dahhak'dan, o, İbn Abbas'dan, Yüce Allah'ın: "Kalplerine Bizi
anmaktan yana gaflet verdiğimiz ... kimselere itaat etme" buyruğu hakkında
şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bu buyruk, Umeyye b. Halef el-Cumahi
hakkında inmiştir. Çünkü o, Peygamber (s.a.v.)'e hoşuna gitmeyen fakirlerden
uzaklaşıp Mekkelilerin ileri gelenlerini yaklaştırmaya çağırmıştı. Bunun
üzerine Yüce Allah da: "Kalplerine Bizi anmaktan yana gaflet verdiğimiz
... kimselere de itaat etme" buyruğunu indirdi. "Kalplerine Bizi
anmaktan" tevhidi kabul etmekten "yana gaflet verdiğimiz ...
kimselere de itaat etme!" demektir.
"İşinde haddini
aşmış" kimse ile ilgili olarak da şöyle denilmiştir: Burada haddi aşmak,
kusurlu hareket etmek ve imanı terketmek suretiyle acizliğini öne çıkarmak
şeklindeki tefritten gelmektedir. Bunun, haddi aşmak anlamındaki ifrattan
geldiği de söylenmiştir. Bunlar şöyle demişlerdi: Bizler, Mudarlıların
eşrafıyız. Biz İslam'a girersek, bütün insanlar da İslam'a girer. Bu ise,
tekebbürden ve sözlerde ifrata kaçmaktan ileri geliyordu.
"Haddini
aşmış" ifadesinin, eskiden beri kötülükte devam edegelen anlamında olduğu
ve bunun; "Bu işi o daha önceden yapmıştı" ifadesinden geldiği de
söylenmiştir.
"Kalplerine ...
gaflet verdiğimiz" buyruğunun, kendilerini gaflet içerisinde bulduğumuz
... anlamında olduğu da söylenmiştir.
Nitekim; "Filan ile
karşılaştım ve onu övdüm" ifadesinin, ben onu övülmeye değer buldum,
anlamında olması da böyledir. Amr b. Ma'dikerib de Haris b. Ka'boğullarına:
"Allah'a yemin
ederim, biz sizden istedik ve sizi cimri görmedik. Sizlerle çarpıştık, sizi
korkak bulmadık. Sizlerle hicivleştik, yine sizi yenik düşüremedik"
demiştir.
Yüce Allah'ın:
"Kalplerine Bizi anmaktan yana gaflet verdiğimiz ... kimselere de itaat
etme" ayetinin Uyeyne b. Hısn el-Fezarı hakkında indiği söylenmiştir. Bunu
Abdurrezzak nakletmektedir. en-Nehhas da bunu Süfyan esSevrı'den
nakletmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'dır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN