ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

KEHF

9

 

أَمْ حَسِبْتَ أَنَّ أَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّقِيمِ كَانُوا مِنْ آيَاتِنَا عَجَباً

 

9. Sen, Kehf ve Rakim ashabını hayret edilecek ayetlerimizden mi sandın?

 

Sibeveyh'in görüşüne göre, "Yoksa ... mi, ma, mu" edatı, başına istifham (soru) hemzesi gelmeksizin kullanılacak olursa, hem; "Yoksa, hayır" hem de istifham hemzesi anlamındadır. Ve munkatı' diye bilinen de budur. Buradaki bu edatın "kendini helak edeceksin nerdeyse" deki istifham anlamına atıf olduğu, yahut inkari istifham hemzesi anlamında olduğu söylenmiştir.

 

Taberi der ki: Bu, Peygamber (s.a.v.)'ın, Kehf ashabının hayret edilecek bir durumda olduğunu zannetmesi üzerine takriri bir istifham olup onun bu durumunun inkarı (yani durumun aslında böyle olmadığı) anlamındadır. Yani, sana bu hususta soru soranların bu konuyu sana karşı büyük gösterdikleri gibi, senin gözünde de bu iş büyümesin. Çünkü Allah'ın sair ayetleri onların bu kıssalarından daha büyük ve daha yaygındır. İbn Abbas, Mücahid, Katade ve İbn İshak'ın görüşü budur.

 

Burada hitap Peygamber (s.a.v.)'a dır. Şöyle ki: Müşrikler ona, bir türlü bulunamayan genç delikanlılar, Zülkarneyn ve Ruh'a dair soru sormuşlardı. Önceden geçtiği üzere- vahyin gelmesi de gecikmişti. Vahiy gelince Yüce Allah Peygamberine şöyle dedi: Ey Muhammed! Sen, Kehf ve Rakim ashabının hayret edilecek ayetlerimizden olduğunu mu sandın? Yani, onlar ayetlerimizden hayret edilecek şeyler değildir. Bilakis, ayetlerimiz arasında onların haberlerinden daha çok hayrete düşürecek olanlar da vardır.

 

el-Kelbi dedi ki: Göklerin ve yerin yaratılışı onların haberlerinden daha çok hayret edilecek bir şeydir. ed-Dahhak dedi ki: Benim, seni haberdar ettiğim gaybe dair hususlar, bunlardan daha çok hayret edilecek şeylerdir. el-Cüneyd de şöyle demektedir: Senin, İsra olayın daha çok hayret edilecek bir husustur. el-Maverdi de şöyle demektedir: İfadenin anlamı nefiydir. Yani, Bizim bu konuda sana haber verişimiz sözkonusu olmasaydı, sen öyle bir şey zannetmeyecektin. Ebu Sehl de şöyle demektedir: Bu istifham, takrir anlamındadır. Yani, sen böyle bir şey mi zannettin? Gerçek şu ki; onlar hayret edilecek bir durumdaydılar.

 

Kehf (mağara), dağın içindeki geniş bir oyuk demektir. Geniş olmayana ise, ğar (mağara) denilir. en-Nakkaş, Enes b. Malik'den şöyle dediğini nakletmektedir: Kehf demek, dağ demektir. Ancak bu, dilde meşhur olan bir anlam değildir.

 

"Rakım" hakkında ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. İbn Abbas der ki: Kur'an'da ne varsa hepsini biliyorum, dört şey müstesna: Bunlar: Gislin (el-Hakka, 36), Hannan, (Meryem, 13), Evvah (et-Tevbe, 114) ve Rakim kelimeleridir. Bir seferinde de ona Rakim'e dair soru sorulmuş, o da şu cevabı vermişti: Ka'b, Rakim'in çıkıp ayrıldıkları bir kasaba olduğunu iddia etmişti. Mücahid de, Rakim bir vadidir, demiştir. es-Süddi ise: Rakim, mağaranın üzerindeki kaya parçasıdır, demiştir.

 

İbn Zeyd de şöyle demiştir: Rakim, Allah'ın, durumunu bize karşı örttüğü ve ona dair olayı bize açıklamadığı bir kitaptır (yazıdır). Bir başka kesim de şöyle demektedir: Rakim, bakırdan bir tablet üzerindeki bir yazıdır. İbn Abbas da şöyle demiştir: Kafirler, ellerinden kaçan genç delikanlıların olayını yazdıkları ve bunu kendileri için bir tarih başlangıcı olarak kabul ettikleri, üzerinde, aralarından ayrıldıkları zamanı ve kaç kişi olduklarını, kimlerle birlikte bulunduklarını kaydettikleri kurşundan bir tabeladır. el-Ferra da böyle demiştir: Rakim, kurşundan bir tablet olup orada isimlerini, neseblerini, dinlerini ve kimden kaçtıklarını yazmışlardı.

 

İbn Atiyye der ki: Bu rivayetlerden anlaşıldığına göre bu toplum, olayları tarihleriyle tesbit eden bir toplumdu. Bu ise, o ülkenin önemli bir meziyetidir ve faydalı bir iştir. Bütün bu görüşler ise, "er-Rakim" kelimesinin anlamından çıkartılmıştır. "Yazılmış bir kitaptır" (el-Mutaffifin, 9) buyruğu da buradan gelmektedir. (oldukça zehirli bir yılan türü olan) "el-Erkam" adı da çizgileri dolayısıyla buradan geldiği gibi suyun akıp saptığı yer anlamındaki "Rakmetü'l-Vadi" de buradan gelmektedir.

 

İbn Abbas'dan gelen rivayetler arasında çelişki sözkonusu değildir. Çünkü birinci görüşü o, Ka'b'dan işitmişti. İkinci görüşü ise, sonradan Rakim'in anlamını öğrenmesi üzerine ifade etmiş olma ihtimali vardır.

 

Said b. Cübeyr de ondan şöyle dediğini rivayet etmektedir: İbn Abbas, Kehf ashabını söz konusu ederek şöyle dedi: Bu genç delikanlıların ortada olmadıkları anlaşılınca, yakınları onları araştırıp bulmak istediler. Onları bulamadılar. Durum, hükümdara arz edilince şöyle dedi: İleride bunların oldukça önemli bir durumları olduğu ortaya çıkacaktır. Sonra, kurşun bir tablet hazırlattı ve üzerine isimlerini yazıp onu hazinesine koydurdu. İşte "Rakım" denilen şey bu tablettir.

 

Şöyle de denilmiştir: Hükümdarın sarayında iki mü'min şahıs vardı. Bunlar, bu gençlerin durumunu, isimlerini ve neseblerini kurşun bir tablete yazdırdıktan sonra bakırdan bir sandukanın içine yerleştirdiler ve bu sandukayı da inşaatın içerisine yerleştirdiler. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Yine İbn Abbas'dan nakledildiğine göre Rakım, yanlarında bulunan ve içinde İsa (a.s)'ın dininden şeriat olarak benimseyip kabul ettikleri hükümlerin yazılı olduğu bir kitaptır.

en-Nakkaş ise, Katade'den şöyle dediğini nakletmektedir: Rakım'den kasıt, onların kullandıkları gümüş paradır.

 

Enes b. Malik ve eş-Şa'bi de şöyle demektedir: Rakim, onların köpekleridir. İkrime ise, Rakim divit demektir, demiştir.

 

Rakım'in, Hz. Hızır'ın doğruIttuğu duvarın altında bulunan gümüş levhalar olduğu da söylenmiştir. Bir diğer görüşe göre Rakım ashabı, üzerlerine mağaranın kapandıktan sonra, onlardan her birisinin kendi salih amellerini sözkonusu ederek kurtulan kimselerdir.

 

Derim ki: Bu hususta Buhari ve Müslim'in rivayet ettiği bir haber vardır. Buhari de bu kanaati benimsemiştir.

 

Bir başka kesim de şöyle demektedir: Yüce Allah, Kehf ashabına dair haber vermekle birlikte, Rakım ashabı hakkında hiç bir haber vermemiştir.

 

ed-Dahhak da şöyle demektedir: Rakim, Rum diyarında bulunan ve içinde Kehf ashabını andıran bir şekilde uyuyor gibi bulunan yirmi bir kişinin bulunduğu bir mağaradır. Buna göre Rakım ashabı, Kehf ashabının başından geçenler gibi başlarından bir olay geçen başka bir takım delikanlılardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'dır.

 

Rakim'in, içinde Kehf'in bulunduğu ve Filistin yakınlarında bir vadi olduğu da söylenmiştir. Bu kelime, su yatağı demek olan "Rakmetü'l-Vadi"den alınmadır. Mesela, sen rakme'den ayrılma, dıffe (kıyıyı) yı bırak, denilir. Bu açıklamayı da el-Gaznevı nakletmektedir.

 

İbn Atiyye dedi ki: Pek çok kimseden işittiğime göre Şam'da içinde birtakım ölüler bulunan bir mağara varmış. O mağaraya yakın yerlerde bulunanlar, bunların Kehf ashabı olduğunu iddia ederler. Bunların da üzerlerinde Rakim diye adlandırılan bir mescid ve bina ve bir de (yakınlarında) kemikleri çürümüş bir köpek de bulunmaktadır.

 

Endülüs'te Gımata taraflarında Levşe adlı bir kasabanın yakınlarında içinde bir takım ölülerin bulunduğu, beraberlerinde de çürümüş bir köpek bulunan bir mağara vardır. Onların çoğunluğunun etleri kemiklerinden soyulmuş olmakla birlikte; bazılarının da etleri durmaktadır. Pek çok asırlar ve nesiller geçmiş bulunmakla birlikte onların hakkında herhangi bir bilgi izine rastlayamadık. Bazı kimseler bunların Kehf ashabı olduğunu iddia etmektedir. Ben de, 504 yılında onların bulundukları yere girdim ve bu halde olduklarını gördüm. üzerlerinde bir mescid bulunuyordu. Onlara yakın bir yerde de Rakim diye adlandırılan Rum yapısı bir bina da vardı. Bu, adeta bazı duvarları geriye kalmış harabe bir saraya benziyordu. Bu harap olmuş ve mezkur yerden uzak düzlük bir yerde idi. Gımata'nın yüksek taraflarında kıble cihetinde ise, Dakyus şehri diye anılan eski bir Roma kenti bulunmaktadır. Biz bu kentin kalıntıları arasında mezar ve benzeri oldukça garip eserlere rastgeldik.

 

Derim ki: İbn Atiyye'nin Endülüs'te gördüğünü söylediği Ashab-ı Kehf'den başkalarıdır. Çünkü Yüce Allah, Ashab-ı Kehf hakkında: "Yanlarına çıkıp on ları görseydin, mutlaka onlardan geri dönüp kaçardın ve hiç şüphesiz on ların korkusuyla dolardın'' (18. ayet) diye buyurmaktadır. İbn Abbas da Muaviye'ye, onları görmek istemesi üzerine şöyle demişti: Yüce Allah, senden daha hayırlı olan bir kimseye bu hususta müsaade etmemiştir. Bu buyruğa dair açıklamalar kıssanın sonunda gelecektir.

 

Mücahid de Yüce Allah'ın: "Hayret edilecek ayetlerimizden mi sandın?" buyruğu hakkında şöyle demektedir: Onlar gerçekten hayret edilecek bir durumda idiler. İbn Cüreyc de ondan, böyle dediğini rivayet etmektedir. O, kanaatine bu ifadenin Peygamber (s.a.v.)'ın onların hayret edilecek bir durumda olduklarını kabul etmesinin inkar edilmediği görüşündedir. Yine İbn Ebi Necih, şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bunlar bizim ayetlerimiz arasında en hayret edilecek olanları değildir, demektir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Kehf 10

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR