ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

KEHF

1

/

3

 

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ

 

الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَنزَلَ عَلَى عَبْدِهِ الْكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَل لَّهُ عِوَجَا {1}

 

قَيِّماً لِّيُنذِرَ بَأْساً شَدِيداً مِن لَّدُنْهُ وَيُبَشِّرَ الْمُؤْمِنِينَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ أَجْراً حَسَناً {2}  مَاكِثِينَ فِيهِ أَبَداً {3}

 

1. Hamd, kuluna Kitabı indiren ve onda hiç bir eğrilik komayan Allah'adır ki,

2. O, dosdoğru bir Kitaptır. Kendi katından şiddetli bir azabı bildirmek, salih ameller işleyen mü'minlere de güzel bir mükafat olduğunu müjdelemek için (indirilmiştir).

3. Ki, o mükafat içinde ebediyen kalacaklardır.

 

"Hamd, kuluna Kitabı indiren ve onda hiç bir eğrilik komayan Allah'adır ki, o dosdoğru bir Kitaptır" buyruğu (ile ilgili olarak), İbn İshak'ın naklettiğine göre Kureyşliler, en-Nadr b. el-Haris ve Ukbe b. Ebi Muayt'ı, yahudi ilim adamlarına gönderdiler ve onlara şu talimatı verdiler: Muhammed hakkında bunlara soru sorun ve onlara, Muhammed'in niteliklerini anlatın. Neler söylediklerini bildirin. Çünkü onlar, kendilerine ilk kitap verilmiş kimselerdir. Ve onların yanında bizim sahip olmadığımız türden peygamberlerin getirdiği bilgiden malumat vardır. Bunun üzerine en-Nadr ile Ukbe yola çıktılar ve Medine'ye gittiler. Medine'ye varıp yahudi ilim adamlarına, Resulullah (s.a.v.) hakkında soru sordular. Onlara durumunu anlattılar, söylediği sözlerin bir bölümünü haber verdiler ve şöyle dediler: Siz, Tevrat ehlisiniz. Biz size, bizim bu arkadaşımızın durumunu bildirmeniz için geldik. Yahudi ilim adamları onlara şöyle dedi: Bizim size söyleyeceğimiz üç hususu ona sorunuz. Eğer bunlara dair size haber verecek olursa o, Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir. Şayet bunu yapmayacak olursa o, Allah'a yalan uyduran bir kimsedir. O takdirde uygun gördüğünüzü ona yaparsınız. Siz ona, eski zamanda ayrılıp gitmiş genç bir takım delikanlıların durumlarının ne olduğunu sorunuz. Çünkü, gerçekten onların hayret edilecek bir halleri olmuştu. Yine ona, dünyanın doğularına ve batılarına ulaşmış, oldukça dolaşmış bir kimseye dair soru sorunuz. Onun haberi ne olmuştur? Yine ona Ruh hakkında sorunuz, o nedir? Eğer size bunları haber verecek olursa, ona uyunuz, o bir peygamberdir. Eğer yapmayacak olursa, biliniz ki o, yalan uyduran bir kimsedir. Onun hakkında uygun göreceğiniz uygulamayı yapınız.

 

en-Nadr b. el-Haris ile Ukbe b. Ebi Muayt, Medine'den dönüp Mekke'ye geldiler ve Kureyşlilere şöyle dediler: Ey Kureyşliler topluluğu! Biz sizlere, sizin ile Muhammed arasında ayırd edici hükmü vermenizi sağlayacak bir çözüm getirdik. Yahudi ilim adamları bizlere, ona sormamızı istedikleri bazı hususlar söylediler. Ve eğer bunlar hakkında size haber verirse o bir peygamberdir. Vermeyecek olursa, yalan uyduran bir kimsedir ve onun hakkında uygun gördüğünüzü yapınız, dediler.

 

Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.)'a gelip şöyle dediler: Ey Muhammed, sen bizlere, ilk zamanlarda ayrılıp gitmiş genç delikanlıların durumunu haber ver. Çünkü onların başından hayret edilecek şeyler geçmişti. İkinci olarak sen bize, yeryüzünün doğularına ve batılarına gitmiş, oldukça dolaşmış bir adam hakkında haber ver, ayrıca bizlere Ruh'un ne olduğunu da bildir.

 

Resulullah (s.a.v.) onlara: "Yarın size bu istediğiniz hususları haber vereceğim" deyip, "inşaallah" demedi. Onlar da yanından ayrılıp gittiler. İddia edildiğine göre Resulullah (s.a.v.) onbeş gün geçtiği halde Yüce Allah bu konuda ona bir vahiy indirmedi ve Cebrail de yanına gelmedi. Nihayet Mekkeliler, yalan haberler yayarak: Muhammed bize yarın haber vereceğini vadettiği halde, işte bu onbeşinci günün sabahı. Kendisine sorduğumuz herhangi bir şeyi haber vermedi, dediler. Nihayet vahyin gecikmesi Rasulullah (s.a.v.)'ı üzdü, kederlendirdi. Mekkelilerin konuştukları ona ağır geldi. Daha sonra Cibril (a.s), Allah (c.c) nezdinden ona Kehf ashabının sözkonusu edildiği süreyi getirdi. Bu sürede, Hz. Peygamber'e, onlar için üzülmesinden dolayı serzenişte bulunulduğu gibi, ona sordukları genç delikanlıların durumu ile dünyayı dolaşıp gezmiş adamın haberini ve Ruh'un mahiyetine dair sorduklarının cevabını getirdi.

 

İbn İshak dedi ki: Bana nakledildiğine göre Resulullah (s.a.v.), Hz. Cibril'e: "Ey Cibril! Senin hakkında olumsuz kanaat beslememize sebep teşkil edecek kadar bizden uzak kaldın" dedi. Cibril ona: 'Biz, ancak Rabbinin emri ile ineriz. Bizim önümüzdeki, arkamızdaki ve bu ikisinin arasındaki herşey yal nız O'nundur. Rabbin unutkan değildir" (Meryem, 64) diye cevap verdi.

 

Şanı Yüce Allah süreye, kendi Yüce zatına hamd ile ve Rasulünün nübüvvetini sözkonusu ederek başladı. Çünkü onlar, Hz. Peygamber'in nübüvvetini inkar etmişlerdi. Yüce Allah, bu süreye: "Hamd, kuluna Kitabı indiren ... Allah'adır ki" diye buyurdu. Yani, Muhammed'e Kitabı indiren Allah'dır. Sen, Benim tarafımdan gönderilmiş bir Resulsün. Yani bu, onların senin nübüvvetine dair sordukları hususu tahkik ile ifade etmektedir. "ve onda hiç bir eğrilik komayan" yani Kitabı, hiç bir tutarsızlığı bulunmayan, son derece mutedil ve uygun şekliyle indiren Allah'adır. "Ki o, dosdoğru bir Kitaptır. Kendi katından" yani, seni Rasul olarak gönderen Rabbinin nezdinden "şiddetli bir azabı" dünyada acil cezasını, ahirette de can yakıcı azabını "bildirmek, salih ameller işleyen mü'minlere de güzel bir mükafat olduğunu müjdelemek için" indirmiştir. "Ki, o mükafat içinde ebediyen kalacaklardır. " Yani, kendilerinden başkalarının seni yalanladığı, senin getirdiğin hususlarda seni tasdik eden ve emretmiş olduğun amelleri işleyen kimseler, içinde ebediyen ölmeyecekleri ebedilik yurdunda olacaklardır.

 

"Ve: Allah çocuk edindi: diyenleri uyarmak için "(el-Kehf, 4) indirmiştir. Yani Allah, Kureyşlileri: Bizler Allah'ın kızları olan meleklere ibadet ediyoruz, dediklerinden dolayı uyarmak içindir. Halbuki "onların da" kendilerinden ayrılmalarını ve dinlerini ayıplamalarını büyük bir şeyolarak değerlendiren "babalarının da buna dair hiç bir bilgisiyoktur. Ağızlarından çıkan bu söz ne büyük!"(el-Kehf, 5)

 

Bununla, onların: Melekler Allah'ın kızlarıdır, sözlerini kastetmektedir. "On lar, ancak yalan söylerler. Bu söze iman etmezler diye arkalarından üzü lerek kendini helak edeceksin nerdeyse. "(el-Kehf, 6) Çünkü Hz. Peygamber, onların iman edeceklerini umuyor idi. Umudu gerçekleşmeyince onlara üzüldü. Bununla, ona böyle yapma, denildi.

 

İbn Hişam dedi ki: "Kendini helak edeceksin" buyruğu, Ebu Ubeyde'nin bana naklettiğine göre, nefsini helake sürükleyeceksin, anlamındadır. Şair Zu'r-Rimme de şöyle demiştir: "Ey kederin kendisini helak ettiği kişi! Takdirin elinden uzaklaştırdığı bir şey sebebiyle ... "

 

Bu kelimenin çoğulu; (...) şekillerinde gelir. Bu beyit, Zu'rRimme'ye ait bir kasidede yer almaktadır.

 

Araplar da; "Bütün gayretimi ortaya koyarak ona nasihat verdim ve onun için kendimi helak ettim" derler.

 

''Hangisi daha güzel amelde bulunacak diye onları imtihan etmek için yeryüzünde bulunanları Biz ona bir süs yaptık." (el-Kehf, 7) İbn İshak dedi ki: Yani, onların hangisinin emrime daha çok tabi olacağını, Benim itaat im gereğince amel edeceğini ortaya çıkarmak için böyle yaptık. ''Bununla beraber Biz, onun "yani yerin üstünde "olan şeyleri elbet kupkuru bir top rakyaparız. "(el-Kehf, 8) Çünkü yeryüzünün üzerindeki her şey fanidir ve zeval bulacaktır. Dönüş de Bana olacaktır ve Ben herkese amelinin karşılığını vereceğim. O bakımdan, senin bu dünyada görüp duyduklarından dolayı kederlenme, bunlar seni tasalandırmasın.

 

İbn Hişam dedi ki: "Toprak" kelimesi, yerin yüzü demektir. Çoğulu da; (...) şeklinde gelir. Zu'r-Rimme, küçük bir ceylan yavrusunu anlatırken şöyle demektedir: "Sanki o, başın kemiklerinde (etki yapan) bir şarap sarhoşluğunun Kuşluk vaktinde toprağın üzerine attığı bir yavru gibidir."

 

Bu beyit, ona ait bir kasidede yer almaktadır. Said (toprak), aynı zamanda yol anlamına da gelir. Nitekim hadiste şöyle denilmektedir: "Suudat'da oturmaktan sakınınız."

 

Yollarda oturmaktan sakınınız, demek istemektedir.

 

"Kupkuru" ifadesi hiç bir şey getirmeyen yer demek olup çoğulu: (...) şeklinde gelir. "Yağmur yağmayan yıl" demektir. Çoğulu da: "Yağmur yağmayan yıllar" anlamındadır. Ayrıca böyle bir yılda kıtlık, kuraklık ve darlık da bulunur. Zu'r-Rimme, bir deveden söz ederken şöyle demektedir: "Vurup itmek ile kıtlık ve sıkıntılar, karınlarında bulunanları tüketip bitirdi Geriye sadece oldukça kalın kaburga kemikleri kaldı."

 

İbn İshak dedi ki: Daha sonra Hz. Peygamber'e sordukları bir husus olan genç delikanlıların kıssası ile ilgili vahyi aldı. Orada şöyle buyurulmaktadır: "Sen, Kehf ve Rakim ashabını ayetlerimiz arasında hayret edilecek lerden mi sandın?"(el-Kehf, 9) Yani, Benim kullarım arasında koymuş bulunduğum ayetlerim (delil ve belgelerim) arasında bunlardan daha çok hayret edilecek şeyler de vardır.

 

İbn Hişam dedi ki: Rakim, onların durumlarına dair haberin yazılı olduğu, yazılı belge demek olup çoğulu "rukum" gelir. el-Accac dedi ki: "Ve yazılı bulunan mushafın karar kıldığı yer hakkı için."

 

Bu mısra da onun recez veznindeki bir kasidesinde yer almaktadır.

 

İbn İshak dedi ki: Daha sonra şöyle buyurmaktadır: "Hani o yiğit delikanlılar bir mağaraya sığınmışlar ve şöyle demişlerdi: Rabbimiz! Bize, tarafin dan bir rahmet, işimizde bize doğruyu bulma başarısını ver! Bunun üzeri ne Biz de, nice yıllar mağarada kulaklarına vurduk. Sonra da iki zümre den hangisinin bekledikleri süreyi daha iyi hesap ettiğini ayırt edelim diye onları uyandırdık. "(el-Kehf, 10-12) Daha sonra şöyle buyurulmaktadır: ''Biz, sana onların kıssalarını gerçek şekli ile" doğru olarak bildirmek suretiyle "anlatalım: Gerçekten bunlar, Rabblerine iman eden genç yiğitler di. Biz de onların hidayetlerini artırmıştık. Dikilip de: Bizim Rabbimiz, gök lerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasını ilah diye çağırmayız. O tak dirde gerçekten son derece batıl bir söz söylemiş oluruz, dediklerinde Biz, kalplerine sabır ve metanet vermiştik. "(el-Kehf, 13-14) Yani onlar, sizin bana bilginiz olmadık şeyleri ortak koştuğunuz gibi ortak koşmadılar.

 

İbn Hişam dedi ki: "Şetat: Batıl söz" hakkı aşıp geçmek, aşırıya kaçmak demektir. A'şa b. Kays b. Sa'lebe de şöyle demektedir:

 

"Siz, (bize zulmetmekten) vazgeçecek misiniz? Esasen haksızlık yapan ve aşırı giden kimseleri ancak Yağın da, fıtillerin de (tedavi etmek amacıyla) içine doldurulurken kaybolup gittiği derin bir yara gibi hiç bir şey (haksızlığından) alıkoymaz."

 

Bu beyitde ona ait bir kasidede yer almaktadır.

 

İbn İshak dedi ki: "Şunlar, şu bizim kavmimiz, Ondan başka ilahlar edin diler. Bari onlara dairaçık birdelilgetirselerdi." (el-Kehf, 15) İbn İshak dedi ki: Yani kesin, susturucu bir delil getirselerdi ya ... demektir. ''Artık, Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir. Madem ki onlardan ve Allah'dan başka tapmakta olduklarından ayrıldınız, o halde mağaraya sığının. Rabbiniz size rahmetinden genişlik versin, işinizde size faydalı olanı hazırlasın. Güneş, doğduğu zaman, mağalarının sağ tarafına yöneldi ğim: battığında da onların sol yanlarından kayıp gittiğinigörürdün. Kendileri ise oranıngeniş bir yerinde idiler." (el-Kehf, 15-17)

 

İbn Hişam dedi ki: ''Meyletti, kayıp gitti" demek olup; (...) den gelmektedir. Nitekim Ebu'z-Zahf el-Küleybi de bir beldeyi vasfederken şöyle demektedir: "Kurak otlağın gittiğimiz yoldan sopa kalması, üç gün susuz bırakılan ve dördüncüsünde suya salınan develeri çokça yorar."

 

Bu iki mısra da onun recez veznindeki bir kasidesinde yer almaktadır. "Sol yanlarından kayıp gittiğini" onlara değmeyip, sol tarafında onları bıraktığını "görürdün" demektir.

Şair Zu'r-Rimme şöyle demektedir: "Muşrif denilen yerin dağı andıran kum tepelerini sol taraflarında bırakıp geçen, Sağ taraflarında da el-Fevaris diye bilinen kum tepelerinin bulunduğu hevdeçlerinde bulunan kadınlara (bakakaldım)."

 

Bu beyit de Zu'r-Rimme'ye ait bir kasidede yer almaktadır.

 

(...); Genişçe yer" demek olup, çoğulu da; (...) şeklindedir. Şair de şöyle demektedir: "Sen, kavmine rüsvaylık ve aşağılık (elbisesini) giydirdin

 

Öyle ki, onların saygı duyulması gereken şeyleri mübah kabul edildi ve yurtlarının düzlüklerine dahi girilmiş oldu."

 

"Bu, Allah'ın ayetlerindendir." (el-Kehf, 17) Yani, kitap ehlinden onların durumlarını bilen kimselere karşı bir delildir. Kitap ehlinden bunlara, sana onlar hakkında soru sormayı emreden kimselere karşı onlara dair haberi gerçek surette verdiği için, senin peygamberliğinin doğruluğu hakkında açık bir belgedir. "Allah kime hidayet verirse, o doğru yola erdirilmiştir. Kimi de saptırırsa artık onun için doğru yola erdirecek bir veli bulamazsın. Onları uyuyor oldukları halde sen onları uyanık sanırdın. Biz onları sağ yanlarına, sol yanlarına çeviriyorduk. Onların köpeği ise, giriş yerinde iki kolunu uzatmıştır." (el-Kehf, 17-18)

 

İbn Hişam dedi ki: "Giriş yeri," kapı demektir. Adı, Abd b.

Vehb olan el-Absi de şöyle demektedir: "Bana karşı kapısı asla kapanmayan ve benim oradaki iyiliğim Münker olarak kabul edilmeyen geniş, düzlük bir arazideki ... "

 

Bu beyit, ona ait birkaç beyitten oluşan şiir de yer almaktadır. Bu kelime aynı zamanda "avlu" anlamına da gelir. Çoğulu; (...) şeklindedir.

 

"Yanlarına çıkıp onları görseydin, mutlaka onlardan geri dönüp kaçar dın ... Onların işine galip gelen kimseler ise ... " (el-Kehf, 18-21) buyruğunda kastedilen kimseler, aralarından yönetici ve hükümdarlık sahibi kimseler demektir. "Mutlaka biz, yanlarında bir mescid edineceğiz dediler. Sayıları üçtür, dördüncüleri köpekleridir diyecekler" (el-Kehf, 22) buyruğunda kastedilen, bunlara dair soru sorulmasını Kureyşlilere emreden yahudilerin ilim adamlarıdır. "Beştir, altıncıları da köpekleridir, diyecekler. Bu gaybı taşlamaktır. Yedidir, sekizincileri köpekleridir, diyecekler. De ki: Rabbim onların sayısını en iyi bilendir. Onları pek az kimseden başkası bilemez. O halde bunlar hakkında zahir olan şeyden başkasıyle mücadele etme. "Yani, onlarla bu konuda (bilgin olmadığı halde) tartışma. "Bunlara dair onlar dan kimseye bir şey sorma. "Çünkü onların bu gençlere dair bir bilgileri yoktur. "Hiç bir şey hakkında sakın: Ben bunu mutlaka yarın yapacağım, de me! Meğer ki Allah dilemiş ola. Unuttuğun zaman Rabbini an ve: Umulur -ki Rabbim beni bundan doğruya daha yakın olana erdirir, de." (el-Kehf, 22-24) Yani, onların sana sordukları herhangi bir şey hakkında, bu mesele hakkında dediğin gibi, ben yarın size haber vereceğim demeyerek, "inşaallah" diye istisna yap. Unuttuğun takdirde de Rabbini an ve Rabbimin, sizin bana hakkında soru sorduğunuz şeyin doğru olanına beni ileteceğini umarım, de. Çünkü sen, Benim bu hususta sana ne yapacağımı bilemezsin.

 

''Onlar mağaralarında üçyüz yıl kaldılar, dokuz daha kattılar." Yani, onlar böyle söyleyecekler. Sen ''de ki: Allah, ne kadar kaldıklarını en iyi bilendir. Göklerin ve yerin gaybı yalnız Onundur. O, ne güzel görendir, ne gü zel işitendir. Bunların, O'ndan başka hiçbir velileri yoktur. O, kimseyi hükmüne ortak yapmaz" (el-Kehf, 25-26) Yani, onların sana sordukları şeylerden hiçbir şeyona gizli kalmaz.

 

Derim ki: Siret'de (İbn Hişam'ın Siret'inde) Kehf ashabının haberine dair yer alan bilgiler bunlardır, biz de bunları orada yer aldığı şekliyle zikrettik. Zülkarneyn'in haberine dair açıklamalar ileride gelecektir. Bu açıklamaları naklettikten sonra, tekrar sürenin baştarafına dönerek diyoruz ki:

 

"Hamd ... Allah'adır" ifadesinin anlamına dair açıklamalar, daha önceden geçmiş bulunmaktadır. el-Ahfeş, el-Kisai, el-Ferra, Ebü Ubeyd ve tevil bilginlerinin büyük çoğunluğunun iddiasına göre bu sürenin başında bir takdim - tehir vardır ve buyruk: "Kuluna Kitabı indiren ve onda hiç bir eğrilik komayan ve onu dosdoğru olarak indiren Allah'a hamd olsun" demektir.

 

Bu buyruktaki; (...): Dosdoğru" kelimesi, hal olarak nasb edilmiştir. Katade ise şöyle demektedir: İfade, Kur'an-ı Kerim'deki siyakı üzeredir, takdim ile tehir sözkonusu değildir. Buyruğun anlamı da şöyledir: Biz, o kitapta bir eğrilik komadık. Aksine onu dosdoğru bir kitap kıldık. ed-Dahhak'ın açıklaması da güzeldir ve ona göre buyruk: O dosdoğru bir kitaptır, demek olup, bu da: Hikmeti dosdoğru olup hatası, tutarsızlığı ve çelişkiSi bulunmayan kitap anlamındadır.

 

"Dosdoğru" buyruğunun, önceki kitapları tasdik eden kitap, anlamında olduğu söylendiği gibi, ebedı olarak taşıdığı hüccetlerle dosdoğrudur, diye de açıklanmıştır. "Eğrilik" kelimesi mef'ulün bihtir. "Ayn" harfi esreli olarak kullanılırsa dinde, görüşte, işte ve yolda eğrilik anlamındadır. üstün okunursa, (avec) ise kereste, duvar ve benzeri cisimlerdeki eğriliği anlatır, buna dair açıklamalar daha önceden (AI-i İmran, 99) geçmiş bulunmaktadır.

Kur'an-ı Kerim'de hiçbir eğrilik, yani hiçbir kusur yoktur. Onda çelişki ve aykırılık bulunmaz. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Eğer o, Allah'dan başkasından gelseydi: elbette içinde birbirini tutma yan birçok şeyler bulurlardı. "(en-Nisa, 82)

 

O, Kur'an-ı Kerim'i mahluk kılmadı, diye de açıklanmıştır. Nitekim İbn Abbas'ın, Yüce Allah'ın: "Hiç bir eğrıliği olmayan, Arapça bir Kuran olarak (indirilmiştir)" (ez-Zümer, 28) buyruğunu, o mahluk değildir diye açıkladığı rivayet edilmiştir. Mukatil, "eğrilik" kelimesini tutarsızlık ve aykırılık, diye açıklamıştır. Şair de şöyle demektedir: "Ben arkadaşıma saygım dolayısıyla sevgimi sürekli kılarım Sevgide eğri olan kimseden de hayır gelmez."

 

"Kendi katından" yani, kendi nezdinden, tarafından "şiddetli bir azabı bildirmek ... " bu azabı bildirecek kişi de Muhammed veya Kur'an-ı Kerim'dir. ifadede hazf edilmiş kelimeler vardır. Yani, kafirlere Allah'ın cezasını bildirmek için ... takdirindedir. Bu şiddetli azab ise dünyada da olabilir, ahirette de olabilir.

 

"Kendi katından" buyruğunu Ebu Bekr, Asım'dan rivayetle "dal" harfi sakin ile birlikte işmam ile ve "nun" harfini de esreli, "he" harfini ise sonunda vasl edilmiş bir "ya" ile okumuştur. Diğerleri "dal" harfini ötreli, "nun" harfini sakin, "he" harfini de ötreli okumuşlardır. el-Cevheri der ki: (...): Katı, tarafı" kelimesi (...) şeklinde olmak üzere üç türlü kullanılır. Şair de şöyle demiştir: "Çenelerinden ta boynuna kadar ... "

 

Yüce Allah'ın: "Salih ameller işleyen mü'minlere de güzel bir mükafat olduğunu" ki, o da cennettir "müjdelemek için (indirmiştir). Ki, o mükafat içinde ebediyen" sonu gelmemek üzere "kalacaklardır" ve devamlı olup sonları gelmeyecektir.

 

" ... lere ... olduğunu" ifadesi, (...) anlamındadır. Ancak, buradaki "müjdelemek" anlamındaki kelime, eğer beyan (temyız) kabul edilecek olursa; (...) de, "be" harfi takdirine gerek kalmaz. "Güzel bir mükafat"; cennete götürecek büyük sevap ve mükafat demektir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Kehf 4-5

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR