ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

İSRA

36

وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولـئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُولاً

 

36. Bilmediğin bir şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalbin her biri ondan sorumludur.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız:

 

1- Bilmedik Şeyin Ardına Düşmek:

2- Benzeştirenlerin (Kaaiflerin) Dediklerine Göre Hüküm Vermek:

3- Zeyd ve Oğlu Usame ile ilgili Cahiliyyenin iddiaları:

4- Çocuğun Kime Ait Olduğu Hususunda Anlaşmazlık Olursa Kıyafet Bilginlerine Başvurmak:

5- Kaiflerin Kanaatlerini Delil Kabul Edenlerin Görüş Ayrılıkları:

6- İnsan ve Organlarının Sorumluluğu:

 

1- Bilmedik Şeyin Ardına Düşmek:

 

Yüce Allah'ın: "Bilmediğin bir şeyin ardına düşme" buyruğu, hakkında bilgin olmayan ve seni ilgilendirmeyen şeyin arkasına düşme, demektir.

 

Katade der ki: Görmediğin halde gördüm, duymadığın halde duydum, bilmediğin halde bildim demeyeceksin. Bu açıklamaları İbn Abbas (r.a) da yapmıştır. Mücahid der ki: Hakkında bilgin olmayan bir hususu sözkonusu ederek hiç bir kimseyi yermeye kalkışma. İbn Abbas (r.a) da yine aynı görüşü dile getirmiştir. Muhammed b. el-Hanefiyye der ki: Bundan kasıt yalan şahidliktir. el-Kutebi der ki: Zan ve tahminlerin peşinden gitme, demektir. Bütün bunlar birbirine yakın açıklamalardır.

 

"Aslında batıl ve hak olmayan şeyleri ileri sürüp iftira etmek" demektir. Hz. Peygamberin: "Biz, Nadr b. Kinaneoğulları olarak ne annemize söveriz, ne de babamızı reddederiz" buyruğunda da bu kökten gelen kelime kullanılmıştır. Şair el-Kümeyt de şöyle demektedir: "Ben, suçsuz kimseye günahsız yere iftirada bulunmam Namuslu ve iffetli kadınlar da -arkalarından gidilecek olsaben izlerini takip edip arkalarından gitmem."

 

"Onun izini takip ettim" demektir. "el-Kafe" diye anılan kimselere bu ismin veriliş sebebi, başkalarının izlerini takib etmelerinden dolayıdır. Her şeyin kafiyesi ise onun sonu anlamındadır. Şiir kafiyesi de buradan gelmektedir. Çünkü o, beytin sonunda gelir. Peygamber (s.a.v.)'ın ismi olan "el-Mukaffi" de bu kökten gelmektedir. Çünkü o peygamberlerin sonuncusudur. Benzerliklerin izlerini takip eden kişiye "kaif" denilmesi de buradan gelmektedir. Kaif, bu işini yaptığı takdirde bunu anlatmak üzere, (...) denilir. "Fe" harfi "kaf"a takdim edilmek suretiyle; "İzi takip ettim" de denilir.

 

İbn Atiyye der ki: Bu kelimenin bu şekilde kullanılışı, Arapların bazı kelimelerle oynadığı gibi bununla da oynamış olduğu ihtimalini vermektedir. Nitekim, "leamri: ömrüm hakki için" demek isterken, "reamli" demeleri böyledir.

 

et-Taberi de bu fiili bir kesimin; (...) şeklinde (...) fiili gibi kullandıklarını da nakletmektedir.

 

Münzir b. Said'in kanaatine göre ise, bu şekildeki kullanış "Kendisine doğru çekti" fiilinin kullanılışına benzemektedir.

 

Özetle bu ayet-i kerime yalan söz söylemeyi, iftira da bulunmayı ve buna benzer asılsız ve adi sözler söylemeyi yasaklamaktadır.

 

el-Kisai'nin naklettiğine göre bazı kimseler "ka" harfini ötreli, "fe" harfini de sakin olmak üzere; (...) diye okumuşlardır. el-Cerrah, kalp anlamındaki el-Fuad kelimesini; (...) şeklinde, "fe" harfini üstün olarak okumuştur. Bu, bazılarının şivesidir. Ancak, Ebu Hatim ve başkaları bunu kabul etmemişlerdir.

 

2- Benzeştirenlerin (Kaaiflerin) Dediklerine Göre Hüküm Vermek:

 

İbn Huveyzimendad der ki: Bu ayet-i kerime, kafe (benzerlik) ile hüküm vermeyi ihtiva etmektedir. Çünkü Yüce Allah: "Bilmediğin bir şeyin ardına düşme" (burada "düşme" anlamındaki kelime ile kafenin aynı kökten geldiğini hatırlatalım) diye buyurduğuna göre bu, bizim bilgi sahibi olduğumuz şeylere göre hüküm vermemizin caiz olduğuna delildir.

 

Buna göre insanın bildiği yahut zannı galip ile öyle olduğunu anladığı her bir şeye göre hüküm vermesi caiz olur. İşte kur'a ve mahsullerin tahmininin kabul edileceğine dair delilimiz de budur. Çünkü bu da bir çeşit galip zandır ve kelimenin anlamı genişletilerek buna da "ilim" adı verilebilir. Kaif de çocuğu, aralarındaki benzerliklerden hareket ederek babasına katar (babasının kim olduğunu tesbit eder). Bu, tıpkı fakihin, aralarındaki benzerlik dolayısıyla (kıyas yaparken) fer'i asla katması gibidir. Sahih'te de Hz. Aişe'den şöyle dediği nakledilmektedir: Resulullah (s.a.v.) yüzünden sevinç parıltıları okunarak yanıma girip şöyle dedi: "Zeyd b. Harise ile üsame b. Zeyd üzerlerinde ayaklarını dışarda bırakan fakat başlarını örttükleri bir kadife parçası bulunduğu halde Mücezziz'in, gelip onlara bakarak, şüphesiz bu ayaklar birbirlerindendir, dediğine dikkat etmez misin?" Yunus b. Yezid yoluyla gelen hadiste ise, "ve Mücezziz, kaif idi" denilmektedir. 

 

3- Zeyd ve Oğlu Usame ile ilgili Cahiliyyenin iddiaları:

 

İmam Ebu Abdullah el-Mazeri der ki: Cahiliyye mensupları, Usame'nin nesebi hakkında ileri geri konuşuyorlardı. Çünkü Usame oldukça siyah tenli idi. Babası Zeyd ise pamuktan da beyazdı. Ebu Davud, Ahmed b. Salih'den böylece nakletmektedir. Kadı İyad da şöyle demektedir: Ahmed'den başkaları ise, Zeyd'in, katıksız ve parlak beyaz tenli olduğunu, Usame'nin de oldukça esmer olduğunu söylemişlerdir. Zeyd b. Harise, Kelb kabilesinden halis Araptır. İleride Yüce Allah'ın izniyle el-Ahzab Suresi'nde (4. ayet, 5. başlıkta) geleceği gibi, esir düşmüştür, Kelb kabilesinden halis Arabtır.

 

4- Çocuğun Kime Ait Olduğu Hususunda Anlaşmazlık Olursa Kıyafet Bilginlerine Başvurmak:

 

İlim adamlarının çoğunluğu, çocuğun kime ait olduğu hususunda anlaşmazlık sözkonusu olduğu takdirde kıyafet bilginlerine (el-Kafe) başvurulacağına, Peygamber (s.a.v.)'ın, sözü geçen kaifin sözleri üzerine sevinmesini delil göstermişlerdir. Hz. Peygamber ise hiç bir zaman batıl ile sevinecek veya bundan dolayı memnun olup onu beğenecek bir kimse değildir.

 

Ancak Ebu Hanife, İshak, es-Sevri ve onların arkadaşları, Peygamber (s.a.v.), lian hadisinde benzerliği kabul etmeyişini delil alarak, kaiflerin hükümlerini kabul etmemişlerdir. Lian ile ilgili hadis, Yüce Allah'ın izniyle en-Nur Suresi'nde gelecektir.

 

5- Kaiflerin Kanaatlerini Delil Kabul Edenlerin Görüş Ayrılıkları:

 

Kaiflerin dediklerini kabul edenler de kendi aralarında; "acaba onların görüşleri hem hür, hem de cariye kadınların çocuklarında mı delil kabul edilir, yoksa yalnızca cariyelerin çocukları hakkında mı delil kabul edilir?" hususunda iki ayrı görüşe sahiptirler.

 

Birinci görüş, (yani hem hür kadınların, hem cariyelerin çocukları hakkında kabul edileceği görüşü) Şafii ile İbn Vehb'in rivayetine göre Malik'in görüşüdür. Ancak, Maliki mezhebinde meşhur olan görüş, bunun yalnızca cari yenin çocuğuna münhasır olduğu şeklindedir. Sahih olan ise, İbn Vehb'in Malik'den rivayet ettiği görüş ile Şafii (r.a)'ın kabul ettiği görüştür. Bu konuda asıl delili teşkil eden hadis, hür kadınlar hakkında vaki olmuştur. Çünkü üsame de, onun babası da hür idiler. Hükmün delilinin esas kabul edildiği sebep -ki bu hükmü vermenin sebebi de odur- nasıl ortadan kaldırılabilir?

 

Bu usul bilginlerine göre caiz olmayan bir yöntemdir.

 

Aynı şekilde bu görüşü kabul edenler, tek bir kaifin görüşü ile yetinilir mi, yoksa şahidlik olduğundan dolayı mutlaka iki kişinin kanaati mi gerekli olduğu hususunda da ihtilaf etmişlerdir. İbnü'l-Kasım birinci görüştedir. Bu hususa dair haberin zahiri hatta nassı da bunu ifade etmektedir. Malik ve Şafii -Allah ikisinden de razı olsun- ise ikincisini kabul etmişlerdir.

 

6- İnsan ve Organlarının Sorumluluğu:

 

"Çünkü kulak, göz ve kalbin herbiri ondan sorumludur." Yani, bunların herbirisi kazandıklarından dolayı sorumlu tutulacaktır. Kalb, düşündüğü ve inandığı şeylerden, kulak ve göz görüp duyduklarından sorumlu tutulacaklardır.

 

Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Şanı Yüce Allah, insana işittiklerinden, gördüklerinden ve kalbinden geçirdiklerinden soracaktır. Bunun bir benzeri de Hz. Peygamberin şu buyruğudur: "Hepiniz birer çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlu tutulacaksınız.''

 

İnsan, organlarının çobanıdır. Buyrukta: İşte bütün bunlardan insan sorumlu tutulacaktır, denilmiş gibidir. O halde burada bir muzafın hazfedilmesi sözkonusudur.

 

Ancak, delil olmak bakımından birinci anlamı daha beliğdir. Çünkü insanın organları tarafından yalanlanması da sözkonusu olacaktır. Bu ise, rüsvaylığın en ileri derecesidir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ''Bu gün Biz ağızlarına mühür vururuz ve neler kazandıklarını elleri Bize söyler ve ayakları şahidlik eder." (Yasin, 65); ''Oraya geldiklerinde kulakları, gözleri, derilerı, işlediklerini bildirerek aleyhlerine şahidlik edecektir. " (Fussilet, 20)

 

Burada kulak, göz ve kalpten; "Bunlar(ın her biri)" diye söz edilmesi bunların idrak duyuları oluşlarından ve bu ayet-i kerimede sorumlu olarak söz konusu edildiklerinden dolayıdır. Bu, aklı eren varlıkların bir halidir. İşte bundan dolayı onlardan bu şekilde söz edilmiştir. Sibeveyh, -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- Yüce Allah'ın: "Gördüm ki onlar bana secde ediyorlardı" (Yusuf, 4) buyruğu hakkında şu açıklamayı yapmaktadır: Yüce Allah'ın, burada yıldızlar hakkında aklı eren varlıkların zamirini kullanma sebebi şundandır: Allah, bu yıldızları aklı eren varlıkların fiili olan secde etmekle vasfettiğinden dolayı, yine aklı eren varlıklara ait zamiri onlar için kullanmış bulunmaktadır. Nitekim bu açıklamalar daha önceden (anılan ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. ez-Zeccac'ın naklettiğine göre de Araplar hem aklı eren varlıklar hakkında, hem de ermeyen varlıklar hakkında; "Onlar" zamirini kullanırlar. ez-Zeccac ve et-Taberi de (buna örnek olmak üzere) şu beyiti zikrederler: "el-Liva'daki konaklamadan sonraki bütün konaklamaları ve O günlerden sonraki her türlü yaşayışı zem eyle."

 

Bu ise, durulması gereken bir sınırı göstermektedir. Ancak bu beyitte "günler" yerine "kavimler" de rivayet edilmiştir.        Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

İsra 37-38

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR