ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

İSRA

23

/

24

وَقَضَى رَبُّكَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَاناً إِمَّا يَبْلُغَنَّ عِندَكَ الْكِبَرَ أَحَدُهُمَا أَوْ كِلاَهُمَا فَلاَ تَقُل لَّهُمَا أُفٍّ وَلاَ تَنْهَرْهُمَا وَقُل لَّهُمَا قَوْلاً كَرِيماً {23}

 وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُل رَّبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَانِي

صَغِيراً {24}

 

23. Rabbin şunları hükmetti: Kendisinden başkasına ibadet etmeyin. Anne ve babaya iyi davranın. Eğer onlardan biri veya ikisi yanında ihtiyarlığa ererse sakın onlara öf deme. Onları azarlama, onlara tatlı ve güzel söz söyle.

24. Merhametinden dolayı onlara alçak gönüllülük kanadını indir ve de ki: "Rabbim, onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse, Sen de onlara öyle rahmet et!"

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı onaltı başlık halinde sunacağız:

 

1- Allah'ın Hükmü ve "Kada" Kelimesinin Anlamları:

2- Anne Babaya iyi Davranmanın Önemi

3- Anne-Baba'ya Sövülmesine Sebep Teşkil Etmemek, Onlara Kötü Davranmamak:

4- Anne-Baba'nın Caiz olan Taleplerine Muhalefet Etmemek:

5- Ebeveynin isteklerine itaate Bir Örnek:

6- Anne İle Babanın Hakları Arasında Bir Karşılaştırma:

7- Anne ve Baba Kafir İseler:

8- Cihad için Anne-Babanın izni:

9- Cihada Çıkmak için Müşrik Anne ve Babanın izni Alınır mı:

10- Anne Babanın Sevdiklerini Gözetmek:

11- Anne Babanın çocuğu Yanında Yaşlanması Hali:

12- Anne-Baba'ya Tahammülün Ölçüsü:

13- Anne-Baba'yı Azarlamamak:

14- Anne-Babaya Karşı Şefkat ve Merhamet:

15- Anne-Baba'ya Merhamet:

16- Anne-Baba'ya Mağfiret Dilemek:

 

1- Allah'ın Hükmü ve "Kada" Kelimesinin Anlamları:

 

"Rabbin şunları hükmetti." Yani, bağlayıcı ve vacip olmak üzere emretti. İbn Abbas, el-Hasen ve Katade şöyle demişlerdir: Bu hüküm, kaza! bir hüküm değil; emir vermek anlamındaki bir hükümdür.

 

İbn Mes'ud'un Mushafında ise; "Tavsiye etti ... " şeklindedir. Bu, aynı zamanda İbn Mes'ud'un arkadaşlarının da, İbn Abbas, Ali ve diğerlerinin de kıraatidir. Ubey b. Ka'b'ın nezdinde de böyledir. İbn Abbas der ki: Bu buyruk aslında; "Ve Rabbin şunları tavsiye etti" şeklinde olup, iki vav'dan birisi (diğerine) bitiştiğinden dolayı; "Rabbin şunları hükmetti" diye okunmuştur. Çünkü eğer bu Allah'ın takdiri anlamında bir hükmü olsaydı, hiç bir kimsenin Allah'a asi olmaması gerekirdi. ed-Dahhak da der ki: Mushaf'ın yazılışı esnasında "vav" ile "sad" birbirine karışarak; "Vasiyet etti" kelimesi; "Hükmetti" şeklinde tashif (hat itibariyle yakın kelimelerde benzer harflerden birini diğerinin yanına yazmak) olmuştur.

 

Ebu Hatim İbn Abbas'tan ed-Dahhak'ın görüşüne benzer bir söz nakletmektedir. Meymun b. Mehran'ın şöyle dediği nakledilmektedir: Hiç şüphesiz İbn Abbas'ın bu görüşü, bir nur ve bir aydınlığa sahiptir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O, dinden Nuh'a tavsiye ettiğini. sana vahyetti ğimizi... size de şeriat yaptı. "(eş-Şura, 13) Diğer taraftan Ebu Hatim, İbn Abbas'ın böyle bir sözü söylemiş olduğunu kabul etmemekte ve şöyle demektedir: Biz bu görüşü kabul edecek olursak, zındıklar elimizdeki mushafa dil uzatırlar. Diğer taraftan dil bilgini ilim adamlarımız ve başkaları da şöyle demektedir: "Kaza (hüküm vermek) sözlükte bir kaç anlamda kullanılır:

 

Birisi emretmek anlamındadır. Yüce Allah'ın: "Rabbin şunları hükmetti (emretti): Kendisinden başkasına ibadet etmeyin" buyruğunda hükmetmek, emir vermek anlamındadır. Bir diğer anlamı yaratmaktır. Yüce Allah'ın:

 

"Böylece onları yedi gök olmak üzere yarattı. "(Fussilet, 12) Görüldüğü gibi burada "kaza" kelimesi, halketti, yarattı, anlamındadır. Bir diğer anlamı hükmetmek, hüküm vermek anlamındadır. Yüce Allah'ın: "istediğin hükmü ver. " (Ta-Ha, 72) Yani, ne hükmedeceksen et, demektir. Yine bu kelime, işi bitirmek anlamındadır. Yüce Allah'ın: "işte hakkında sorduğunuz iş olup bitmiştir" (Yusuf, 41) buyruğunda olduğu gibi. Yani bu işiniz (böylece) olup bitmiştir, demektir. Yüce Allah'ın: "Menasikinizi bitirince" (el-Bakara, 200) buyruğu ile: "Namaz bittiğinde" (el-Cuma, 10) buyruğu da böyledir. İrade etmek, dilemek anlamında da kullanılır. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: "Bir işe hükmedince, ona yalnızca ol der, o da oluverir. " (Al-i İmran, 47) Ahid anlamında da kullanılır. Yüce Allah'ın: ''Biz, Musa'ya o buyruğu vahyettiğimizde sen batı tarafında değildin"(el-Kasas, 44) buyruklarında olduğu gibi.

 

"Kaza" kelimesinin bütün bu anlamlara gelme ihtimali olduğuna göre, masiyetlerin Allah'ın kazası (hükmü) ile olduğunu söylemek caiz olmaz. Çünkü şayet bu kelime ile "emretmek" kastedilecek olursa, böyle bir şeyin kabul olunmayacağında görüş ayrılığı yoktur. Çünkü Yüce Allah masiyetlerin işlenmesini emretmiş değildir. Çünkü O, fahşayı (kötülükleri, hayasızlığı) emr etmez.

 

Zekeriya b. Sellam dedi ki: Bir kişi, el-Hasen'e gelerek, hanımını üç talak ile boşadığını söyledi. Ona: Sen, hem Rabbine asi oldun, hem de hanımın senden bain talak ile boş oldu, dedi. Adam: Allah bunu benim hakkımda böylece hükmetmiştir (kaza etmiştir) deyince, fasih bir kişi olan el-Hasen ona şöyle dedi: Hayır, Allah böyle bir şeyi hükmetmiş (kaza etmiş) değildir. Yani Allah bunu emretmemiştir, diyerek şu: "Rabbin şunları hükmetti: Kendisinden başkasına ibadet etmeyin ... " ayetini okudu.

 

2- Anne Babaya iyi Davranmanın Önemi

 

Şanı Yüce Allah kullarına, kendisine ibadet edip kendisini tevhid etmelerini emretmiş, anne ve babaya iyilikte bulunmayı da bununla birlikte zikretmiştir. Tıpkı onlara şükretmeyi kendi Yüce zatına şükretmekle birlikte zikrettiği gibi. O hem: "Rabbin şunları hükmetti: Kendisinden başkasına ibadet etmeyin, anne ve babaya iyi davranın" diye, hem de: ''Bana ve ana-babana şükret. Dönüş yalnız Banadır" (Lukman, 14) diye buyurmaktadır.

Sahih-i Buhari'de, Abdullah b. Mes'ud'dan şöyle dediği nakledilmektedir:

 

Peygamber (s.a.v.)'a: Aziz ve celil olan Allah'ın en sevdiği amel hangisidir, diye sordum, o: "Vaktinde kılınan namazdır" diye buyurdu. Sonra hangisidir, diye sordum, "Anne-babaya iyilik yapmaktır" diye buyurdu. Ben: Sonra hangisidir diye sordum, o da: "Allah yolunda cihaddır" dedi.

 

Böylelikle Peygamber (s.a.v.), anne-babaya iyilik yapmanın, İslam'ın en büyük direklerinden birisi olan namazdan sonra amellerin en faziletlisi olduğunu haber vermekte ve bunu tertip ve mühlet anlamını veren "sümme; sonra" ile sıralamış bulunmaktadır.

 

3- Anne-Baba'ya Sövülmesine Sebep Teşkil Etmemek, Onlara Kötü Davranmamak:

 

Anne-babanın sövülmesine sebep olmamak, onlara kötü davranmamak anne-babaya iyilik yapmak ve iyi davranmak çerçevesi içerisindedir. Çünkü bunların aksini yapmanın büyük günahlardan olduğunda görüş ayrılığı yoktur. Bu husustaki sabit sünnet de böylece varid olmuştur. Nitekim Müslim'in Sahih'inde Abdullah b. Amr'dan rivayete göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kişinin anne babasına sövmesi büyük günahlardandır." Ey Allah'ın Rasulü, hiç bir kimse anne babasına söver mi? diye sormaları üzerine o şöyle buyurdu: "Evet, bir başkasının babasına söver, o da onun babasına söver. Başkasının annesine söver, o da onun annesine söver.''

 

4- Anne-Baba'nın Caiz olan Taleplerine Muhalefet Etmemek:

 

Anne-babanın, caiz olan istek ve maksatlarında muhalefet etmek anne babaya kötü davranma çerçevesindedir. Nitekim onların maksatlarına uygun hareket etmek de onlara iyilikte bulunmaktır. Buna göre anne-baba yahut onlardan herhangi birisi çocuklarına, kendilerine itaat edilmesi vacip olan bir işi emredecek olursa ve eğer bu emir masiyeti gerektirmiyor ise, o emr olunan husus aslı itibariyle mübah kabilinden olsa bile, onlara itaat etmek vacip olur. Mendup kabilinden olması halinde de durum böyledir. Bazı kimselerin kanaatine göre ise, onların mübah emirleri, çocuk hakkında o emrin mendup olmasını gerektirir. Mendubu emretmeleri ise, o emrin mendupluğundaki tekidi daha bir artırır.

 

5- Ebeveynin isteklerine itaate Bir Örnek:

 

Tirmizi, İbn Ömer'den şöyle dediğini rivayet eder: Nikahım altında sevdiğim bir kadın vardı. Babam ise ondan hoşlanmıyordu. Bana, onu boşamamı emrettiği halde ben kabul etmedim. Durumu Peygamber (s.a.v.)'a açınca o şöyle buyurdu: "Ey Ömer'in oğlu Abdullah! Hanımını boşa." (Tirmizi) dedi ki: Bu hasen, sahih bir hadistir.

 

6- Anne İle Babanın Hakları Arasında Bir Karşılaştırma:

 

Sahih'in rivayetine göre Ebu Hureyre şöyle demiş: Bir adam, Peygamber (s.a.v.)'a gelerek şöyle sordu: Benim güzel sohbet ve arkadaşlığıma insanlar arasında en layık kimdir? Peygamber: "Annendir" diye buyurdu. Sonra kimdir, diye sorunca, Hz. Peygamber: "Sonra yine annendir" diye buyurdu. Adam: Sonra kimdir, diye sorunca, Hz. Peygamber yine: "Sonra yine annendir" diye buyurdu. Adam, sonra kimdir diye sorunca, bu sefer Hz. Peygamber: "Sonra babandır" diye buyurdu.

 

İşte bu hadis-i şerif, anneyi sevip ona şefkat göstermenin baba sevgisinin üç misli olması gerektiğine delildir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) anneyi üç defa, babayı da dördüncüsünde yalnızca bir defa söz konusu etmiştir. Şimdi bu husus bu şekilde anlaşıldığı gibi, esasen vakıa da buna tanıklık etmektedir. Şöyle ki: Hamileliğin zorluğu, doğumun zorluğu, süt emzirme ve terbiye zorluğu yalnızca annenin çektiği zorluklardır. Babanın bu zorluklarla bir ilgisi yoktur. İşte bu üç aşamada babanın herhangi bir katkısı bulunmamaktadır.

Malik'ten de rivayet edildiğine göre, adamın birisi ona şöyle demiş: Benim babam Sudan'da bulunuyor. Bana, yanıma gel diye mektup yazdı. Annem ise benim gitmemi engelliyor. Bu sefer İmam Malik: Babana itaat et, annene de asi olma, dedi.

Malik'in bu sözlerinden, onun her ikisine de itaat edilmesinin eşit olduğu kanaatine sahip olduğu anlaşılmaktadır.

 

el-Leys (b. Sa'd)'a da bu mesele hakkında sorulunca, o da anneye itaati emretmiş ve annenin ebeveyne gösterilecek itaat ve iyi davranışın üçte ikisi miktarda sahip oluduğunu ileri sürmüştür. Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadis ise annenin, ebeveyne gösterilmesi gereken itaat ve iyiliğin dörtte üçüne sahip olduğuna delildir. Ve bu, bu konuda muhalif kanaate sahip olanlara karşı da bir delildir. el-Muhasibi "Kitabur-Ridye"de ebeveyne gösterilmesi gereken iyilik ve itaatin, dörtte üçünün annenin hakkı, dörtte birinin de babanın hakkı olduğu hususunda ilim adamları arasında hiç bir görüş ayrılığı bulunmadığını iddia etmektedir. Bu, Ebu Hureyre (r.a) yoluyla rivayet edilen hadisin muktezasına göre ileri sürülmüş bir görüştür. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

7- Anne ve Baba Kafir İseler:

 

Anne babaya iyi davranmak müslüman olmaları haline mahsus değildir.

Aksine, anne-baba kafir iseler dahi evlatları onlara iyi davranır ve eğer onların zimmet ve benzeri ahidleri var ise, iyi muamelede bulunur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sizinle din hususunda savaşmamış, siziyurtlarınız dan çıkarmamış olanlara iyilik yapmanızı ... Allah size yasaklamaz. "(el-Mümtehine, 8)

 

Buhari'nin Sahih'inde de Esma (r.anha)'dan şöyle dediği nakledilmektedir: Kureyşliler, Peygamber (s.a.v.) ile antlaşma yaptıkları sırada barış süresi içerisinde annem, babası ile birlikte müşrik olduğu halde yanıma geldi. Ben, Peygamber (s.a.v.)'a durumu sorup şöyle dedim: Annem benim ona iyilikte bulunmam ümidi ile yanıma geldi. Ona iyilikte bulunayım mı, onu gözeteyim mi? O: "Evet, ona iyilikte bulun, onu gözet" diye buyurdu.

 

Yine Hz. Esma'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Peygamber (s.a.v.) döneminde annem, benim kendisine iyilik yapmam ümidiyle yanıma geldi. Ben, Peygamber (s.a.v.)'a: Ona iyilikte bulunayım mı, akrabalık bağını gözeteyim mi? diye sordum. O: "Evet" diye buyurdu.

 

İbn Uyeyne dedi ki: Aziz ve celil olan Allah da onun hakkında: "Sizinle din hususunda savaşmamış ... olanlara adaletli davranmanızı, Allah size yasaklamaz" (el-Mümtahine, 8) buyruğunu indirdi. Birincisi muallaktır, ikincisi ise müsneddir.

 

8- Cihad için Anne-Babanın izni:

 

Anne babaya iyilikte bulunmak, onlara karşı iyi davranmanın kapsamına -eğer cihad farz-ı ayn değilse- onların iznini almadan cihad etmemek de vardır. Sahih'te, Abdullah b. Amr'ın şöyle dediği rivayet edilmektedir: Bir adam, Peygamber (s.a.v.)'ın yanına gelerek, cihad etmek için ondan izin istedi. Hz. Peygamber: "Annen baban hayatta mıdır?" diye sordu. O, evet deyince Hz. Peygamber: "Sen onlar hakkında (onlara iyilik yapmak suretiyle) cihad et" diye buyurdu. Bu, Müslim'in lafzıdır.

 

Sahih'in dışındaki hadis kitaplarında da şöyle demektedir: Evet, ve onları ben ağlıyor bırakıp geldim. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Git, onları ağlattığın gibi güldür." Bir başka rivayette de şöyle denilmektedir: "Senin, annen baban ile birlikte onların (yanlarındaki) yatakta uyuman, onların seninle gülüşüp seninle oynaşmaları, senin için benimle cihad etmenden daha faziletlidir." Bunu da İbn Huveyzimendad nakletmektedir.

 

Buharı bu hadisi "Birrü'l-Valideyn" (Anne-Babaya İyi Davranmak) bölümünde şu lafızlarla zikretmektedir: Bize Ebu Nuaym haber verdi. Bize Süfyan, Ata b. es-Saib'den haber verdi. O, babasından, o, Abdullah b. Amr'dan dedi ki: Bir adam, Peygamber (s.a.v.)'a, hicret etmek üzere bey'at etmeye geldi. Ancak bu sırada anne-babasını ağlar bırakıp gelmişti. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Onların yanlarına dön ve onları ağlattığın gibi güldür."

 

İbnü'l-Münzir dedi ki: Bu hadis-i şerif nefır (farz-ı ayın olan seberberlik çağrısı) vuku bulmadığı sürece anne babanın izni olmaksızın cihada çıkmanın yasaklığını ihtiva etmektedir. Eğer nefır söz konusu olursa, o takdirde zaten herkesin cihada çıkması vacip olur. Bu husus Ebu Katade yoluyla gelen hadiste gayet açıktır. Resulullah (s.a.v.), kumandanlar ordusunu (Mute ordusunu) gönderdi ... Bu arada Zeyd b. Harise, Cafer b. Ebi Talib ve İbn Revaha'nın başından geçenleri de söz konusu etmekle birlikte, Resulullah (s.a.v.)'ın münadisinin bundan sonra: Topluca namaza! diye nida etmesi üzerine herkesin toplandığını da söz konusu etti. Bunun üzerine (Hz. Peygamber) Allah'a hamd-ü senada bulunduktan sonra şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Haydi çıkınız, kardeşlerinizin yardımına koşunuz. Hiç kimse de geri kalmasın." Bunun üzerine, oldukça sıcak bir günde insanlar piyade olarak ve binekli olarak savaşa katılmak üzere yola çıktılar.

 

İşte Hz. Peygamber'in: "Kardeşlerinize yardımcı olmak üzere çıkınız" diye buyurması, cihaddan geri kalmak hususunda mazur görülebilmenin nefir (umumi seferberlik) çağrısı söz konusu olmadığı hallerde olacağına delildir. Diğer taraftan Hz. Peygamber'in: "Ama hep birlikte savaşa çıkmanız istenirse, hep birlikte savaşa çıkınız" hadisi de bununla birlikte aynı gerçeği dile getirmektedir.

 

Derim ki: Bu hadis-i şeriflerde şuna da delil vardır: Farzlar, yahut menduplar eğer bir arada bulunacak olursa, bunlar arasından daha önemli olana öncelik tanınır. Bu anlamdaki açıklamaları el-Muhasibi, ''Kitabu'r-Riaye" adlı eserinde yeterince açıklamış bulunmaktadır.

 

9- Cihada Çıkmak için Müşrik Anne ve Babanın izni Alınır mı:

 

Cihad farz-ı kifaye ise, kişinin cihada katılmak için müşrik anne-babasının iznini alıp almayacağı hususunda ilim adamları, farklı görüşlere sahiptirler. es-Sevri, onların iznini almaksızın gazaya gitmez, der. Şafii ise: Onların iznini almaksızın gazaya gidebileceğini söylemiştir.

 

İbnü'l-Münzir de şöyle demektedir: Dedeler de babalar gibidir, nineler de anneler gibidir. O bakımdan kişi yine onların iznini almaksızın gazaya çıkamaz. Ben, onlar dışında kardeşler ve sair akrabaların da iznini almayı gerektiren herhangi bir delil bilmiyorum. Ama Tavus, kız kardeşlerin ihtiyaçlarını karşılamanın, Allah yolunda cihaddan daha faziletli olduğu görüşünde idi.

 

10- Anne Babanın Sevdiklerini Gözetmek:

 

Anne babanın sevdikleri kimseleri gözetmek de anne-babaya iyiliğin tamamlayıcı unsurlarındandır. Çünkü Sahih'te İbn Ömer'den şöyle dediği nakledilmektedir: Ben, Rasülullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Hiç şüphesiz bir kimsenin babasının sevdiği kimseleri babasının vefatından sonra gözetmesi de ona karşı iyi davranmanın en ileri derecesidir."

 

Ebu Useyd -ki, Bedir'e katılmışlardandır- şöyle demektedir: Peygamber (s.a.v.) ile birlikte oturuyordum. Ona, Ensar'dan bir adam geldi ve şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasülü! Annem ve bababım vefat etmesinden sonra benim onlara karşı iyi davranışım olarak sayılacak ve yapabileceğim bir iyiliğim kaldı mı? Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Evet, onlara dua edersin, onlara mağfiret dilersin. Onlardan sonra onların verdikleri sözleri yerine getirirsin, arkadaşlarına ikramda bulunursun. Ancak onlar vasıtasıyla mevcut bulunan akrabalık bağlarını da gözetirsin. İşte geriye senin üzerinde kalanlar bunlardır. ''

 

Hz. Peygamber de, Hz. Hatice'ye karşı iyi davranmak, ona vefakarlık göstermek kastıyla -hanımı olduğu halde- hanımının arkadaşlarına hediyeler gönderirdi. Ya anne-baba hakkında ne düşünülebilir!

 

11- Anne Babanın çocuğu Yanında Yaşlanması Hali:

 

Yüce Allah: "Eğer onlardan biri veya ikisi yanında ihtiyarlığa ererse" buyruğu ile, özellikle onların yaşlanma hallerini söz konusu etmiştir. Çünkü bu, zayıflıkları ve yaşlılıkları dolayısıyla durumlarında meydana gelen değişiklikten ötürü anne-babanın, evlatlarının iyiliklerine daha çok muhtaç oldukları bir durumdur. Yüce Allah, böyle bir durumda onların hallerine gereken riayeti ve titizliği, daha önce emretmiş olduğu dereceden daha ileri boyutlarda emretmektedir. Çünkü böyle bir durumda anne-baba, çocuklarının bakımına muhtaç düşerler. Yaşlılık halinde anne-babanın, çocuklarının bakımına ihtiyaçları, çocuğun küçüklüğünde onların bakımına duyduğu ihtiyaca benzer. O bakımdan Yüce Allah bu buyrukta özellikle bu hali söz konusu etmektedir.

 

Aynı şekilde kişinin uzun bir süre böyle kalması, adeta onun bu durumun istiskal etme (ağır bulma, zor görmeye sebep olur) kişiyi usandırır ve çokça sıkıntısı artar. Anne-babasına karşı gazabı su yüzüne çıkar, onlara karşı öfkelenir, evlatları olmasına rağmen ve dine bağlılığın azlığından ötürü onlara karşı kötü davranmaya kalkışır. Kişinin, hoşlanmayışının açığa çıktığı asgari hal ise, sıkıntıdan dolayı tekrarlayıp duran solumasıdır. Yüce Allah ise onlara yumuşak nitelikte sözler söylemeyi ve onlara öylece karşılık vermeyi, bu sözünün de her türlü kusurdan arınmış olmasını emrederek: "Sakın onlara öf deme, onları azarlama, onlara tatlı ve güzel söz söyle" diye buyurmaktadır.

 

Müslim, Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet eder: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Burnu yere sürtülsün, burnu yere sürtülsün, burnu yere sürtülsün." Kim ey Allah'ın Rasulü! diye soruldu, o da şöyle buyurdu: "Yaşlılık halinde ebeveyninden birisi yahut ikisi yanında bulunup da sonra buna rağmen cennete giremeyen kişinin. ''

 

Buhari de: "Anne babaya iyilik" bahsinde şöyle demektedir: Bize Müsedded anlattı. Bize, Bişr b. el-Mufaddal anlattı, bize Abdurrahman b. İshak anlattı. O, Ebu Said el-Makburi'den, o, Ebu Hureyre'den, o, Peygamber (s.a.v.)'dan dedi ki: "Yanında anıldığım halde bana selat (ve selam) getirmeyen adamın burnu yere sürtülsün. Anne-babası yahut onlardan birisi yaşlılık halinde yetişip de onlar vasıtasıyla cennete girmeyen kişinin de burnu yere sürtülsün. Ramazana erişip de sonra kendisine mağfiret olunmadığı halde Ramazan ayını bitiren kişinin de burnu yere sürtülsün."

 

Bize İbn Ebi üveys anlattı. Bana kardeşim, Süleyman b. Bilal'den anlattı. O, Muhammed b. Hilal'den, o, Sa'd b. İshak b. Ka'b b. Ucre es-Salimı'den, o babası (r.a)'dan dedi ki: Ka'b b. Ucre (r.a) dedi ki: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Minber'in yanında hazır bulununuz." Hz. Peygamber (hücresinden) çıkınca minbere çıktı. Minberin ilk basamağına çıktığında: "Amin" dedi, sonra ikincisine çıktı yine: "Amin" dedi, sonra üçüncüsüne çıktı, yine: "Amin" dedi. Konuşmasını bitirip minberden indiğinde biz: Ey Allah'ın Resulü, dedik. Bugün senden biz öyle bir söz işittik ki, daha önce bunu söylediğini hiç işitmemiştik. Hz. Peygamber: "Dediğimi duydunuz mu?" diye buyurdu, bizler: Evet dedik. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "O, Cibril (a.s)'dır. Önüme çıktı ve şöyle dedi: Ramazana yetişip de kendisine mağfiret olunmadan bu ayı bitiren kişi Allah'ın rahmetinden uzak kılınsın. Ben de: Amin dedim. Yine ikinci basamağa çıktığımda: Yanında senin adın anılıp da sana selat (ve selam) getirmeyen kişi de (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun, dedi, ben de: Amin dedim. üçüncüsüne çıktığımda: Yanında anne-babası, yahut onlardan birisi yaşlanıp da onlar sebebiyle cennete giremeyen kişi (Allah'ın rahmetinden) uzak düşsün, dedi, ben de: Amin dedim.''

 

Bize Ebu Nuaym anlattı, bize Seleme b. Verdan anlattı (dedi ki): Enes (r.a)'ı şöyle derken dinledim: Rasulullah (s.a.v.) minberin bir basamağını çıktı, amin dedi. Sonra bir basamak daha çıktı yine: Amin dedi, sonra bir basamak daha çıktı yine: Amin dedi. Sonra, minberin üzerine çıkıp oturdu. Ashabı ona:

 

Ey Allah'ın Resulü! Ne diye amin dedin diye sordular, o da şöyle buyurdu: "Bana Cibril (a.s) geldi ve dedi ki: Yanında adın anıldığı halde sana salat (ve selam) getirmeyen kişinin burnu yere sürtülsün. Ben, amin dedim. Yine anne-babasına yahut onlardan birisine yetiştiği halde onlar sebebiyle cennete giremeyen kişinin de burnu yere sürtülsün dedi, ben de amin dedim" diyerek hadisin geri kalan bölümlerini zikretti.

 

O halde mutlu olan kişi, anne-babaya iyilik yapma fırsatını ganimet bilerek bu konuda elini çabuk tutan; böylelikle onların ölümünden sonra fırsatı elinden kaçırmamaya gayret eden kişidir. Çünkü fırsat elinden kaçacak olursa, bundan dolayı pişman olur. Bedbaht olan kişi, onlara karşı kötü davranandır, özellikle de onlara iyilik yapma emri o kişiye ulaşmış ise.

 

12- Anne-Baba'ya Tahammülün Ölçüsü:

 

"Onlara öf deme!" Yani, onlara bir sıkıntı ifade edecek en ufak bir söz söyleme. Ebu Reca el-Utaridi'den şöyle dediği nakledilmektedir: Of, bayağı, basit ve gizli söylenen sözdür. Mücahid de der ki: Yani sen yaşlı olandan, küçükken senden gördükleri küçük ve büyük necasetlerini görecek olsan bile, onları tiksinti verici görüp de öf dahi deme. Ancak ayet-i kerime bundan daha umumidir. "Of'' ile "tuf" aslında tırnakların pislikleridir. Bu şekilde tiksinti veren ve istiskal olunan her bir şeye "öf ona" denilir.

 

el-Ezheri der ki: Tuf, aynı zamanda önemsiz ve basit şey demektir. Burada bu kelime; (...) şeklinde tenvinli ve esreli olarak okunmuştur. Nitekim bu tür ses ifade eden sözler de esreli ve tenvinli okunur. Mesela kişi; "Sus ve vazgeç" denilir.

 

Bu kelime (...); ''hemze'' esreli olarak. (...) ve (hemze ötreli "fe" harfi sakin olarak; (...) ile, (...) şeklinde "fe" harfi şeddesiz olmak üzere on şekilde kullanılır. Hadiste de; "Elbisesinin bir ucunu burnunun üzerine bıraktı, sonra da uf, uf dedi" denilmektedir. Ebu Bekir dedi ki: Bu, alınan kokudan tiksinildiğini ifade eder.

 

Kimisi de bu kelimenin, az ve önemsiz görmek anlamında olduğunu ve bunun, az demek olan; (...) den geldiğini söylemiştir. el-Kutebi der ki: Bu kelimenin aslı, senin üzerine düşen kül, toprak ve buna benzer şeyleri üflemekten ve yine bir yerde oturmak isterken, orada rahatsızlık verici şeyleri izale etmek kastıyla üflemekten gelmektedir. O bakımdan bu kelime ağır karşılanan her şey için söylenir olmuştur. Ebu Amr b. el-Ala der ki: Of, tırnaklar arasındaki kire, tuf ise kesilen tırnaklara denilir.

 

ez-Zeccac der ki: Of, pislik demektir. el-Esmai de şöyle demektedir: Of kulak pisliği, tuf ise tırnak pisliğidir. Bu kelime çokça kullanılarak sonunda rahatsızlık duyulan her bir şey hakkında kullanılır olmuştur,

 

Ali b. Ebi Talib (r.a)'dan da şöyle dediği rivayet edilmektedir: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Eğer Yüce Allah, anne-babaya kötü davranmak hususunda "öf" den daha bayağı bir şeyolsaydı, elbetteki onu da zikrederdi. O bakımdan iyi davranan kişi, yapmak istediği şekilde yapsın. O, asla cehenneme girmeyecektir. Anne babasına kötü davranan kişi de istediği şekilde amelde bulunsun, o asla cennete girmeyecektir."

 

İlim adamlarımız derler ki: Anne-babaya öf demenin en kötü ve adi bir şey olması, onları red ve inkar etmenin, nimete karşı nankörlük oluşundan, terbiyeyi red ediş ve Yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerim'de tavsiyeyi kabul etmeyiş oluşundan dolayıdır. "Öf" kelimesi, reddedilen, kabul olunmayan her şeye karşı söylenen bir sözdür, Bundan dolayı İbrahim (a.s) da kavmine: "Uf size ve sizin Allah'tan başka taptıklarınıza!" (el-Enbiya, 67) Yani, hem sizi kabul etmeyip reddediyorum, hem de sizinle birlikteki bu putları, demiştir.

 

13- Anne-Baba'yı Azarlamamak:

 

Yüce Allah'ın: "Onları azarlama" buyruğundaki; "Azar" şiddetle reddetmek ve kaba davranmak demektir.

 

"Onlara tatlı ve güzel söz söyle" yumuşak ve incelikli söz söyle. Babacığım, anneciğim deyip onları isimleriyle zikretmeyerek, künyeleriyle onları çağırmamak gibi. Bu açıklamayı Ata yapmıştır. İbn Beddah et-Tucibi de der ki: Ben, Said b. el-Müseyyeb 'e şöyle dedim: Kur'an-ı Kerim'de yer alan anne babaya iyilik ile ilgili her bir hususun ne manaya geldiğini biliyorum. Bundan tek istisna, Yüce Allah'ın: "Onlara tatlı ve güzel söz söyle" buyruğudur. Bu kavl-i kerimin mahiyeti nedir? İbn Müseyyeb dedi ki: Bu, uslu bir kölenin, kaba ve haşin efendisine karşı söyleyeceği sözler demektir.

 

14- Anne-Babaya Karşı Şefkat ve Merhamet:

 

Yüce Allah'ın: "Merhametinden dolayı onlara alçak gönüllülük kanadını indir" buyruğu, onlara karşı duyulacak şefkat ve merhameti onlara karşı gösterilecek alçak gönüllülüğü anlatmak için kullanılan bir istiaredir. Onlara karşı gösterilecek alçak gönüllülük, tıpkı yönetilenlerin emire, kölelerin de efendilerine gösterdikleri gibi olmalıdır. Nitekim Said b. el-Müseyyeb de buna işaret etmektedir. Yüce Allah burada, kanadın yukarı doğru kaldırıp aşağı doğru alçaltmasını, kuşun yavrusu kanadını kaldırmasına misal olarak vermektedir.

"Zül", yumuşaklık demektir. Cumhur bunu "zel" harfini ötreli olarak okumuştur ve buna göre bu kelime; "Yumuşadı, yumuşar" kökünden gelir. Zillet, mezellet kelimeleri de buradan geldiği gibi, bu nitelikte olana da; (...) denilir.

 

Said b. Cübeyr, İbn Abbas ve Urve b. ez-Zübeyr ise, "zill" şeklinde "zel" harfini esreli okumuşlardır. Bu kıraat Asım'dan da rivayet edilmiştir ki; "Kolaylıkla bilinebilen, idare olunabilen ve bu vasfı açıkça ortada bulunan binek" ifadesinden alınmadır. Bu tabir, çekilmesi, istenen tarafa götürülmesi kolayolan hayvanlar, binekler hakkında kullanılır.

 

Bu ayetin hükmü gereğince insanın anne ve babasına karşı sözlerinde, davranışlarında, onlara bakışında en hayırlı bir alçak gönüllülük niteliğinde olması gerekir. Onlara sert ve keskin bakmamalıdır. Çünkü böyle bir bakış onlara gazap edenin bir bakışıdır.

 

15- Anne-Baba'ya Merhamet:

 

Bu ayet-i kerimede hitap Peygamber (s.a.v.)'a olmakla birlikte maksat, onun ümmetidir. Çünkü o dönemde Hz. Peygamber'in anne-babası yoktu. Diğer taraftan Yüce Allah'ın: "Sana uyan müminlere de kanadını indir. "(eşŞuara, 215) buyruğunda ise, "alçak gönüllülük" ifadesi zikredilmemektedir. Bu ayet-i kerimede zikredilmesinin sebebi ise, hakkın büyüklüğü ve te'kid edilmesidir.

 

"Merhametinden dolayı" buyruğundaki; " ... den" edatı, cinsi beyan etmek içindir. Yani, alçak gönüllülük kanadının indirilmesi insanın ruhunda yer etmiş bulunan merhametten ötürü olmalıdır. Yoksa böyle bir şey izhar edilsin diye olmamalıdır. Gayenin son noktasını ifade etmek için olması da mümkündür.

 

Daha sonra Yüce Allah kullarına, babalarına, annelerine rahmet okumalarını, onlara dua etmelerini emretmektedir. Onlar sana nasıl merhamet etti iseler, sen de onlara öylece merhamet etmelisin. Onlar sana nasıl şefkatle davrandılarsa, sen de onlara öylece şefkatli davranmalısın. Çünkü sen küçükken, birşey bilmezken ve ihtiyaç içindeyken seni koruyup gözettiler, seni tercih ettiler, gecelerini uykusuz geçirdiler. Kendileri aç kaldılar, seni doyurdular, çıplak kaldılar, seni giydirdiler. O bakımdan, senin onlara yaptıklarının karşılığını verebilmen, ancak küçüklükteki haline onlar büyüklüklerinde ulaştıkları takdirde mümkün olabilir ve onların (vaktiyle) sana yaptıklarını sen de onlara yapabilirsin. Bununla birlikte onların bu konuda öncelikli davranma faziletleri vardır. Nitekim Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Bir evladın babasına karşılığını vermesi, ancak onu köle bulup satın alması ve sonra da onu azad etmesi halinde düşünülebilir." İleride bu hadise dair açıklamalar Meryem Suresi'nde (92. ayet, 2. başlıkta) gelecektir.

 

16- Anne-Baba'ya Mağfiret Dilemek:

 

Yüce Allah'ın: "Rabbim, onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse ... " buyruğunda özellikle terbiye etmelerinin sözkonusu edilmesi, kulun annebabasının şefkatini, onu terbiye ederken yorgunluklarını hatırlasın diyedir. Bu, onun anne-babasına karşı şefkat ve bağlılığını daha bir artırsın, diyedir. Bütün bunlar mü'min olan anne-baba hakkındadır. Kur'an-ı Kerim ise, önceden de geçtiği üzere (et-Tevbe, 113. ayet, 2. başlık ve devamında) ölmüş müşriklere en yakın akrabalardan olsalar dahi, mağfiret dilemeyi yasaklamış bulunmaktadır. İbn Abbas ve Katade'den ise bütün bunların: "O çılgın ateş likler oldukları açıkça ortaya çıktıktan sonra akrabaları dahi olsalar müş riklere Peygamberin de mü'minlerin de mağfiret dilemeleri olur şey değil dir" (et-Tevbe, 113) buyruğu ile bütün bunlar nesh edilmiştir. Buna göre müslüman bir kimsenin anne-babası eğer zımmi iseler, Allah'ın burada ona kendisine emrettiği şekilde onlara karşı davranır. Ancak, küfür üzere öldükten sonra onlara Allah'tan rahmet dileyemez. Çünkü sözü geçen ayet-i kerime ile yalnızca bu nesh edilmiştir.

 

Şöyle de denilmiştir: Bu buyruk, neshe konu olacak bir yer değildir.

Çünkü, -önceden de geçtiği gibi- burada sözkonusu edilen, hayatta kaldıkları sürece müşrik anne ve babaya dünyada rahmet ile dua etmektir. Yahut da bu ayetin (et- Tevbe Suresi'ndeki ayetin) umumi ifadesi öbürü ile tahsis edilmiştir ve ahiret için rahmet kastedilmemiştir. Özellikle de Yüce Allah'ın:

 

"Rabbim ... Sen de onlara öyle merhamet et" buyruğunun Sa'd b. Ebi Vakkas hakkında indiği de söylenmiştir. Çünkü o, İslam'a girdikten sonra, annesi de kendisini elbisesiz vaziyette güneşte kızmış taşlar üzerine atmıştı. Durum Hz. Sa'd'a anlatılınca o da: Ölürse ölsün demişti, bunun üzerine bu ayeti kerime inmiştir.

 

Ayet-i kerimenin müslüman olan anne-babaya dua etmek hakkında hususi olduğu da söylenmiştir. Doğrusu, önceden de belirttiğimiz gibi, ayetin umum ifade ettiğidir. İbn Abbas da şöyle demektedir: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Kim anne-babasını razı ederek akşamı eder ve öylece sabahı ederse o, cennette açılmış iki kapısı bulunduğu halde akşamı ve sabahı etmiş olur. Eğer onlardan birisini razı etmişse bir kapısı bulunur. Kim de anne-babasını kızdırarak akşam ve sabah edecek olursa o da, cehennem ateşine giden açık iki kapısı bulunarak akşam ve sabahı eder. Onlardan birisini kızdırmışsa bir kapısı bulunur." Bir adam: Ey Allah'ın Resulü! Anne-babası ona zulmederse de mi? diye sorunca, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Anne-babası ona zulmetse dahi, anne-babası ona zulmetse dahi, anne-babası ona zulmetse dahi" diye buyurdu.

 

Biz, Cabir b. Abdullah (r.a)'dan, muttasıl bir isnad ile şöyle dediğini rivayet etmekteyiz: Bir adam, Peygamber (s.a.v.)'a gelip şöyle dedi: Ey Allah'ın Resulü, babam benim malımı aldı. Peygamber (s.a.v.): "Babanı bana getir" dedi. Cibril (a.s), Peygamber (s.a.v.)'a inerek şöyle dedi: "Aziz ve celil olan Allah sana selam söylüyor ve sana şöyle diyor: O yaşlı adam yanına gelecek olursa, sen ona kulaklarının işitmediği, fakat içinde söylemiş olduğu bir şeyi sor." Yaşlı adam gelince, Peygamber (s.a.v.) ona şöyle sordu: "Neden senin oğlun seni şikayet ediyor? Sen onun malını almak mı istiyorsun?" Yaşlı adam: Ona sor ey Allah'ın Resulü. Ben, ondan istediğim o malı ya halalarından birisine, ya teyzelerinden birisine, ya kendime harcamayacak mıyım? Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) ona şöyle buyurdu: "Hadi sen bunları bir kenara bırak da, senin kulaklarının işitmediği, fakat içinde söylediğin bir şeyi bana haber ver." Yaşlı adam şöyle dedi: Allah'a and olsun, ey Allah'ın Resulü! Yüce Allah, sana olan kesin inancımızı artırıp durmaktadır. Ben, gerçekten içimde bir şey söyledim ama, kulaklarım daha onu işitmiş değildir. Hz. Peygamber: "Haydi söyle ben de dinleyeyim" diye buyurunca adam (şu beyitleri) söyledi:

 

"Yeni doğmuş bir bebekken seni besledim. Gençken de senin ihtiyaçlarını karşıladım. Senin için kazandıklarımdan ardı arkasına sen içip durdun. Bir gece, hastalığıyla misafirin olsa eğer, benim gecem Senin o hastalığın dolayısıyla ancak uykusuz geçer ve yerimde rahat edemem. Sanki sana isabet eden, senden önce bana isabet etmiş de o bakımdan Göz yaşlarım durmayıp akıyordu. Senin helak oluşundan dolayı korkup duruyordum ve şüphesiz ki ben, Ölüm vaktinin tayin edilmiş olduğunu da bilmekteyim. Nihayet senden birşeyler umduğum bu yaşına ulaştığın vakit Bana verdiğin karşılık, bir sertlik ve bir kabalık oldu. Sanki nimetler verip lütuf ta bulunan senmişsin gibi. Ah! Keşke benim babalık hakkıma riayet etmesen bile, Hiç olmazsa yakın komşunun yaptığını yapabilseydin

Ve bana komşuluk hakkını verip de senin olmayan bir maldan Bana karşı cimrilik etmeseydin."

 

Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) oğlunun yaka tarafından elbiselerini yakalayarak şöyle dedi: "Sen de, malın da babana aitsiniz." et-Taberanı dedi ki: el-Lahmı bu hadisi, İbnü'l-Munkedir'den bu şekilde tamam olarak ve şiir ile birlikte yalnızca bu sened ile rivayet etmektedir. Bunu da Ubeydullah b. Halasa münferiden rivayet etmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

İsra 25

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR